Daha önce etkili uluslararası girişimlerin peşinde sürüklenme ve aynı şekilde ayrıntıları hakkında tam anlamıyla bilgi sahibi olunmayan düşünceleri reddetmede aceleci olma konusunda uyarmıştım.
Uluslararası ilişkiler, çıkarlar ve öncelikler ilişkisidir. Çıkar ve öncelikler, bazen örtüşür, bazen de çatışır. Çoğu zaman kazançları ve kayıpları soğukkanlı ve objektif bir şekilde değerlendirmek, en isabetli ve en iyi yolun kapısını aralayabilir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Independent Arabia gazetesinin 10 Mart 2019 tarihli sayısında Amerikan yönetiminin, Filistin-İsrail çekişmesi konusunda bir girişimde bulunma kararlılığına ve ABD Başkanı’nın söz konusu girişimin, başarılı olması halinde, Yüzyılın Anlaşması olacağı düşüncesine dair bir makale kaleme almıştım.
Makaleyi yazarken öne sürülmesi beklenen teklif hakkındaki gazete haberlerine ve yapılan açıklamalara dayandım ve bu girişimin olumlu yanlarına işaret ettim.
Bu olumlu yanlardan biri, bütüncül bir anlaşma ortaya koyma çabası ve önceki Demokrat yönetimlerde olduğu gibi uzayıp giden yeni bir müzakere dizisine bulaşılmaması.
Aynı şekilde iyi niyetli olunduğu takdirde yanlış bulmadığım noktalar da var. Mesela anlaşmanın bölgesel bir çerçeveye yerleştirilmesi. İlk adımı, 2002 yılında Beyrut’taki Arap zirvesinde atılan Arap Barışı girişiminde yapılan şey de buydu.
Yazdığım makalede olumsuz pek çok göstergeye açıkça işaret etmekten de geri durmadım. Nitekim Amerikan yönetiminin İsrail’e karşı hepten tarafgir olduğu bir havada ABD Büyükelçiliğinin Batı Kudüs’e taşınması, Doğu Kudüs’teki ABD temsilciliğinin kapatılması, Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı'na (UNRWA) yönelik desteğin kesilmesi ve yönetimin, Filistin ve İsrail şeklindeki iki devletli çözüme pek hevesli olmaması pek de hoş değil.
Başkan Donald Trump’ın siyasi danışmanı ve kızı İvanka’nın eşi olan Kushner’in, Washington Araştırma Merkezi’nde yaptığı son konuşmada aynı noktaları belirtmesi dikkat çekiciydi.
Kushner, yönetimin müzakere süreci başlatmak yerine çeşitli ve detaylı maddeleri ile kapsamlı bir anlaşma imzalamayı tercih ettiğine işaret etti.
Bu olumlu bir şey. Ama bir şeye değinmekten kaçındı: Filistin Devleti. Bunu neden görmezden geldiği sorulduğunda ise "devlet" kelimesini kullanmaktan kaçınmaya devam etti ve bu durum, Filistinlileri ve Arapları daha da endişelendirdi.
Cevabında Amerikan düşüncesinde İsrail’in güvenliğinin öncelikli olduğu vurgusu ve Filistinlilerin liderlerine güvenmediği, en iyi tavrın ekonomik kalkınma ile yaşam koşullarına odaklanmak olduğu iması vardı.
Ancak tamamen göz ardı ettiği şey şuydu ki sistematik ve uygun bir siyasi çerçeve olmaksızın ekonomik teşvik fikri, ilk kez 80’li yıllarda eski ABD Dışişleri Bakanı George Shultz tarafından ortaya atıldı.
Daha sonra 90’lı yıllarda bir girişim bağlamında İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres bu fikri öne sürdü.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika konulu ekonomik zirvelerde de ele alındıktan sonra bir kez de Obama döneminde ABD Dışişleri Bakanı Kerry bu girişimde bulundu ancak sonuç hep başarısız.
Jared Kushner, Bahreyn Çalıştayını, Refah İçin Barış başlığı altında toplanan ekonomik teşviklere dair bütüncül bir adım olarak öngördü. Ancak Araplardan önce Amerikalı analizciler olumsuz tepkiler verdi. Zira onlara göre siyasetten önce ekonomi alanında, hem de bir vizyon netliği olmaksızın bir girişimde bulunmak, uygun siyasi çerçevenin olmamasından ötürü başarısızlığı önceden bilinebilen bir düşüncedir.
Analizciler ayrıca, önceki yönetimlerin son iki yılda Trump yönetimi tarafından iptal edilen projeleri ve deneyimlerini içeren bu teklifin güvenilirliği konusunda da şüpheye düştü. Öte yandan bu proje, büyük bir uluslararası fonu da gerektiriyor ki buna dair bir gösterge yok. Üstelik ABD’nin Amerikan yardımları için böylesi bir çabaya katılımını yasaklayan Amerikan yasalarına da hiç değinilmedi.
Özetle, onların baktığı noktadan durum şu: Ortada hem içerik hem de gerçekçi olmayan istekler bakımından isabetlilikten yoksun bir ekonomik teklif var.
Bahreyn’deki çalıştay, Filistin Yönetimi tarafından da olumsuz karşılandı. Bu etkinliğe katılan birçok Arap ülkesinin resmî siyasi tutumu belliydi: İki devletli çözüm.
Ortadoğu’ya barışın gelmesi için olmazsa olmaz şart, Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olması, Filistin halkının ulusal taleplerinin yerine getirilmesi, zulmün ortadan kaldırılması ve aşırılık yanlısı olanların radikal düşüncelerini pazarlamak için bu meseleyi kullanmaktan men edilmesidir.
Kushner’in söz konusu anlaşmayı, daha gerçekçi çözümlere kapı aralayan ve Filistin halkının gerçek isteği ile bağlantılı yüzyılın fırsatı olarak nitelediği Bahreyn Çalıştayının faydasına dair çeşitli ve bazen zıt değerlendirmeler kulağımıza geliyor. Ama hep şu hatırlatma ile: Barış yoksa refah da yok.
İsrail tarafı, bu adımın İsrail-Arap ilişkilerinde bir gelişmenin delili olduğunu, başta Arap Körfezi olmak üzere diğer Arap ülkeleri ile ilişkilerin kapısını açtığını ileri sürecek.
Netanyahu da İsrail seçimlerinden ötürü önümüzdeki eylül ayına kadar faydalanmak adına bu mesajın altını çizecek.
Halbuki Madrid Ortadoğu’da Barış konferansından çıkan çok taraflı müzakereler çerçevesinde, özellikle ekonomik işbirliğine dair bir çalışma grubu içeren böylesi toplantıların çok sayıda örneği mevcut.
Önceye göre yeni olan şey, bunun şu ana dek tam olarak açık edilmemiş bir Amerikan girişiminin bir parçası olmasıdır. Bir diğer yenilik de öngörülen ana tarafın, hedef kitle yani resmî düzeyde varlık göstermeyen Filistinlilerin oluşudur.
Bazılarına göre Arap tarafı, sıra dışı, materyalist ve kısa vadeli bir Amerikan keşfi karşısında kendisini Filistin davasını desteklemekten taviz vermek zorunda kaldığı yeni ve zorlu bir siyasi durumun içerisinde buldu. Kendisinden, herhangi bir Amerikan desteği ya da bir kısmı Arap ve Ortadoğulu olmayan ülkelerden, bir kısmı da bizzat Arap çevreden gelecek çeşitli bölgesel tehlikelerin yanı sıra radikallik ve gayrimeşru gücün ülkelerin ulusal oluşumuna meydan okuması gibi tehditlerin artması karşısında dostlarından hızlı bir şekilde geri çekilmesi bekleniyor.
Bu, kanaatimce dar görüşlü bir değerlendirme. Zira iki devletli çözümü içermeyen bir formül üzere anlaşmak uzak bir ihtimal. Hele de böyle bir ihtimalin, Ürdün için doğrudan risk taşıdığı bir durumda. Üstelik, Kubbetu’s-Sahra’nın İsrail egemenliğinde olmaya devam ettiği bir çözüm, Arap ve İslam ülkeleri için kabul edilebilir bir şey değildir.
Bazıları, Arapların bu ‘yüzyılın fırsatından’ faydalanma konusunda neden isteksiz ve çekimser durduğunu merak ediyor. Öyle ya bazı teknik kusurlar barındırdığı bir yana bırakılacak olursa, değerlendirmelerde aşırıya kaçılmış olsa bile bir ek, hiçbir şeyden daha iyidir.
Bu sorunun cevabı basit: Bu konuda tereddüt edenler, Yüzyılın Anlaşması’nın bir parçası olan bu "yüzyılın fırsatı" ile ABD’nin, Filistin’in meşru haklarını genelde başta Araplar olmak üzere dünyanın zengin ülkelerinin üstlendiği ekonomik yardımlarla takas etmeye teşebbüs etmesinden çekiniyorlar.
Bu şüphelerin temel dayanağı da Amerikan yönetiminin mevcut uygulamalarının, Amerika’nın geleneksel İsrail taraftarlığının başka bir ifade şekli oluşudur.
Amerika’nın bu taraftarlıkla İsrailli ve Amerikan sağının tutumlarını benimsemesinin ucu, Filistin-İsrail çekişmesinin nihai çözümüne, ama özellikle de Filistin ulusal devleti, Kudüs ve mültecilere ilişkin meselelere dokunuyor.
Barış sürecinin temellerini sarsan uygulamalara rağmen ABD, niyetlerinde samimi ise açık ve net bir şekilde Filistin ayrışması da dahil olmak üzere Arap ve İsrail çekişmesinin 2002 Beyrut Arap Barışı girişimine göre sona ermesi gerektiğini belirtebilir.
Söz konusu girişim, 1967 sınırlarına dayalı olup Doğu Kudüs’ü içine alan bir Filistin devleti kurulmasını, Filistinli mülteciler meselesinin çözülmesini ve Arap topraklarının işgaline son verildikten sonra İsrail ve Araplar arasında normal ilişkilerin tesis edilmesini öngörüyor.
ABD’nin ayrıca İsrailli ve Filistinlilerden bu temellerde bir iki devletli çözümün gerçekleşmesi adına yoğun müzakereler yürütmesini de talep etmesi gerekir.
Amerika’nın tutumunu takip etmeye ve Yüzyılın Anlaşması’nın siyasi detaylarına dair kasım ayından sonraya ertelenmesi konuşulan bilgilendirmeyi beklemeye devam edeceğim.
ABD Başkanı’nın, Amerikan ve Yahudi sağından olan destekçilerini rahatsız etmemek adına İsrail’e ima yollu bile baskı yapmaktan kaçınacağı Amerikan seçimleri kampanyası başlamışken iyimser olmak için bir sebep bulamıyorum.
Belirtmekte fayda var ki Amerikan ve Yahudi sağı, Amerikan siyaset sahnesinin en radikal grubu olup Yüzyılın Anlaşması henüz açıklanmamışken ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması için yönlendirmede bulunan ana lobidir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independentarabia.com/node/37291
Independent Türkçe için çeviren: Aybüke Gülbeyaz