Britanya Yüksek Mahkemesi 10 Aralık'ta Julian Assange’ın Birleşik Krallık’tan (BK) ABD’ye iade edilebileceğine hükmetti. Böylece ABD, bir BK mahkemesinin ocakta verdiği ve akıl sağlığıyla ilgili endişeler sebebiyle Assange’ın ABD’ye iade edilemeyeceğini belirten karara yaptığı temyiz başvurusunu kazanmış oldu.
Bitmek tükenmek bilmeyen Assange destanındaki bu son gelişme, uzun süredir yavaş yavaş devam eden ve pis kokusuyla kirli kıyafetleri nedeniyle Ekvadorluların Assange’ı Londra’daki büyükelçiliklerinden atmak istediğine dair doğrulanmamış söylentilerle hayal edilebilecek en aşağı seviyeye inen iyi planlanmış bir karalama kampanyasının doruk noktasından başka bir şey değil.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Assange’a yönelik saldırıların ilk aşamasında eski arkadaşları ve ortakları, WikiLeaks’ın iyi başladığı ama sonra Assange’ın siyasi önyargılarıyla (anti-Hillary takıntısı, Rusya’yla şüpheli bağları…) çıkmaza girdiği iddialarını basınla paylaşmıştı. Bunu doğrudan şahsını hedef alan karalamalar takip etti: Assange paranoyak ve kibirliydi, güç ve kontrol takıntısı vardı… Ardından bedensel kokulara ve kirlere ulaştık. Yine de bu destanda gerçekten kokuşmuş tek şey “tecavüzcülere yardım yok” düsturuyla Assange’la dayanışma göstermeyi reddeden bazı ana akım feministlerdi.
Assange paranoyak mı? Sürekli yukarıdan aşağıdan dinlenen bir apartman dairesinde yaşadığınızda ve gizli servislerce aralıksız gözetime tabi tutulduğunuzda kim paranoyak olmaz ki?
Assange megaloman mı? CIA yöneticisi (artık eski) tutuklanmanızın önceliği olduğunu söylediğinde bu en azından birileri için “büyük” bir tehdit olduğunuz anlamına gelmez mi?
Assange bir casusluk örgütünün başı gibi mi davrandı? Eh, WikiLeaks perde arkasında neler döndüğüne dair insanlara bilgi vererek halka hizmet eden bir casusluk örgütü de olsa, yine de bir casusluk örgütü.
O halde Assange müesses nizam için neden böylesine bir travmaya neden oldu? Bu gülünç derecede aşırı intikam arzusu nereden kaynaklanıyor?
Assange ve onun Edward Snowden gibi çalışma arkadaşları sıklıkla ihanetle suçlanıyor ama aslında yetkililerin gözünde bundan çok daha kötüler. 2014'te yazdığım gibi:
Uzunca bir süredir bütün “Batılı” siyaset(sizliğ)in yegane temeli olarak görev yapan mantığın ve statükonun ta kendisini sorgulayan bir tavırla karşı karşıyayız. Kâr beklentisi olmadan ve menfaatsiz bir şekilde her şeyi riske eden bir tavır bu: Bu riski göze alıyor çünkü olup bitenin tamamen yanlış olduğu sonucu üzerine kurulu.
Assange ironik bir şekilde kendisini “halkın casusu” olarak tanımlamıştı. “Halk için casusluk yapmak” casusluğun (daha ziyade çifte ajan olarak davranıp düşmana sırlarımızı satmanın) direkt zıddı değildir. Casusluğun ve gizliliğin evrensel ilkelerinin altını oyar çünkü amacı sırları halka açıklamaktır. Fakat Assange’ın böyle bir rahatsızlık yaratmasının daha derin bir sebebi var: Assange özgürlüğü tehdit eden en büyük tehlikenin açıkça otoriter bir iktidar değil, tutsaklığımızın ta kendisinin özgürlük olarak deneyimlenmesi olduğunu gösterdi.
Bu nasıl olur? Önce bazı şeyler gözümüze internette gezinmekten, hoşumuza giden başlıkları aramaktan daha “özgür” görünür. Fakat faaliyetlerimizin (ve ataletimizin) çoğu artık sürekli bizi değerlendiren, sadece ne yaptığımızı değil duygusal durumumuzu da takip eden dijital bir buluta kayıtlı. Dijital ağ eskinin “kişisel olan politiktir” sloganına yeni bir anlam katıyor. Üstelik mevzubahis sadece özel hayatımızın kontrolü değil: Ulaşımdan sağlığa, elektrikten suya her şey dijital bir ağ tarafından düzenleniyor. İşte bu yüzden en önemli müştereğimiz internet. Onun kontrolü için verilen mücadele de günümüzün mücadelesi. Düşman, Google ve Facebook gibi şirketlerle Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) gibi devlet güvenlik kurumlarının birleşimi.
Bill Gates'i ele alalım. Dünyanın en zengin adamları arasına nasıl girdi? Servetinin Microsoft'un sattıklarının üretim maliyetiyle hiçbir ilgisi yok. Hatta Microsoft'un fikir işçilerine nispeten yüksek maaş ödediğini söyleyebilirsiniz. Gates'in serveti rakiplerinden daha düşük fiyata iyi yazılım üretmedeki başarısından veya işe aldığı fikir işçilerini daha çok sömürmesinden de gelmiyor.
O halde neden milyonlarca insan hâlâ Microsoft satın alıyor? Çünkü Microsoft kendini neredeyse evrensel bir standart olarak dayatarak alanı (neredeyse) tekeli altına aldı. Bu bakımdan Jeff Bezos ve Amazon'dan, Apple'dan, Facebook'tan vb. farkı yok. Bu vakaların hepsinde müşterekler bizzat özelleştirilmiştir. Bu bizi, yani bu ürünlerin kullanıcılarını bir müştereğin sahibine, yani feodal bir efendiye ondalık vergi ödeyen serfler konumuna sokuyor.
Facebook ifşacısı Frances Haugen geçenlerde Britanyalı parlamenterlere Mark Zuckerberg’in “3 milyar kişi üzerinde tek taraflı kontrole sahip olduğunu” söyledi. Modernitenin büyük başarısı kamusal alan böylelikle kayboluyor. Haugen’in açıklamalarından günler sonra Zuckerberg şirketinin adını “Facebook’tan” “Meta’ya” değiştireceğini duyurdu ve kelimesi kelimesine neo-feodal bir manifesto olan konuşmasında “metaverse” vizyonunu özetledi.
CUNY Queens College'dan Douglas Rushkoff'un dediği gibi:
Zuckerberg, Metaverse'in nihayetinde gerçekliğimizin geri kalanını kuşatarak kapsamasını, buradaki gerçek alanları parça parça oradaki gerçek alanla bağlayıp gerçek dünya olarak düşündüğümüz şeyi tamamen içine almak istiyor. Facebook'un bizim için planladığı sanal ve artırılmış gelecekte mesele Zuckerberg'in simülasyonlarının gerçeklik düzeyine yükselmesi değil, davranışlarımızın ve etkileşimlerimizin tek tip ve mekanik hale gelmesi ve böylece bütün önemini yitirmesidir.
İçinde avatarlarımız aracılığıyla artırılmış gerçekliğe ait unsurlarla sorunsuzca etkileşime gireceğimiz Metaverse, parçalanmış ve acı verici gerçekliğimizin ötesinde sanal bir alan olarak işleyecek. Bu yüzden gerçekliği tamamen içine alan ve sadece parçalar halinde, algımızı ve müdahalemizi manipüle eden dijital yönergelerce kaplandığı müddetçe girmemize izin verilecek gerçeğe dönüştürülmüş metafizikten farksız olacak. Sorun şu ki elimize etkileşimlerimizi denetleyip düzenleyen özel teşebbüs bir derebeyiyle onun özel mülkü olan bir müşterek geçecek.
Fakat hepsi bu kadar da değil: İfşacılarca açığa çıkarılan özgürlüğümüze yönelik tehdidin daha sistemsel kökleri de var. Assange'ın savunmak için tek neden, sırf eylemlerinin ABD gizli servisini rahatsız edip utandırması olmamalı. Ortaya çıkardığı şey yalnızca ABD'nin değil, diğer bütün büyük (ve o kadar da büyük olmayan) güçlerin teknolojik müsaade ettiği ölçüde yaptığı bir şey. Assange'ın eylemleri hepimizin ne kadar izlendiği ve kontrol edildiğine dair önsezilerimiz için gerçeklere dayanan bir temel sağladı. Verdikleri ders küresel bir ders ve standart Amerika dayağının çok ötesine ulaşıyor.
Gerçekten de Assange'dan (ya da Snowden'dan ya da Manning'den) zaten doğru olduğunu varsaymadığımız bir şey öğrenmedik ama bir şeyi genel itibariyle bilmek başka, somut kanıtlar elde etmek başka. Bu biraz da uzun süredir güvenmediğiniz eşinizin sizi aldattığını keşfetmeye benziyor. Bunun bilgisini soyut olarak kabul edebilirsiniz fakat asıl ıstırap, şehvet dolu ayrıntıları öğrendiğinizde, ne yaptıklarının resimleri elinize geçtiğinde baş gösterir.
Assange'ın ifşalarının gerçek hedefi devlet aygıtlarının ve büyük şirketlerin gizliden gizliye yaptıklarının farkında olan ama bunu görmezden gelmeyi tercih eden ikiyüzlü ortalama liberaldir. En azından zaman zaman açıkça protesto ediyoruz ama birilerinin pis işi yapması gerektiğini de içten içe biliyoruz.
Assange bu kaçış yolunu kapatıyor. Bizi görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz bilgiyi alenen kabul etmeye zorluyor. Bu anlamda bizim için, bizim gönül rahatlığımıza karşı savaşıyor. Bu gönül rahatlığı neden Assange'ı destekleyen büyük bir hareketin olmadığını, neden çok az sayıda "büyük ismin" (mesela film yıldızları, yazarlar ya da gazeteciler) destek vermeye hazır olduğunu ve böylece iktidardakilerin bizi görmezden gelmesine olanak tanıdığını açıklıyor.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://spectatorworld.com/topic
Independent Türkçe için çeviren: İrem Oral