Gezi Parkı davasının ilk duruşmasında Mücella Yapıcı'dan sonra Osman Kavala'nın yönetim kurulu başkanı olduğu Anadolu Kültür Derneği'nin danışmanı, davanın tutuksuz sanıklarından Çiğdem Mater Utku savunma yaptı.
Utku "Sadece film çekmek istediğim için darbeye teşebbüsle suçlanıyorum" dedi.
2009 yılından bu yana Türkiye ve Ermenistan arasında belgesellerin ve filmlerin yapılmasına katkı sağlayan bir platformda olduğunu belirten Utku, "Gezi Parkı hayatımın merkezinde duruyor. Gezi Parkı deprem riski taşıyan bir şehir için çok kıymetli. 657 sayfalık iddianame hukuksuz dinlemelerle elde edilmiş tapelere dayanıyor. Bunları kabul etmiyorum. Bunların dosyada yer alması kişisel haklarımı ihlal ediyor" dedi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
"Dinleme kararını alan hakim/savcılar FETÖ'den aranıyor"
Gezi eylemleri sonrasında yapmak istediği filmle ilgili yaptığı konuşmanın iddianamede tam 6 kez tekrarlandığını belirten Mater şu savunmayı yaptı:
İddianamede bir kısmında bahsedilen seyahatlerime baktığımızda bunların büyükçe bölümünün dünyada ve TR'de film festivallerine katılmak olduğunu göreceksiniz. iddianameye göre olmayan bir filmle suçlanıyorum. Temmuz ayında, Karadeniz tatilinden döndükten sonra filmim Sivas'ın kurgusu için Berlin'e gittim. Bu da iddia makamların iddiasına göre Gezi'yi yaymaya çalıştığım zamana denk geliyor.
Bu iddianame 2013-14 ve 15'te hazırlanmış ve o zamandan beri pek işlem görmemiş. Karar makamında oturan herkesin tahmin edebileceği gibi neyseki başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişiminin aktörleri tarafından verilmiş bir iddianame. Dinleme kararlarının altına imza atan hakimlerin biri hapiste diğeri firari.
Savcılık makamının bu iddianameyi o dönemde hazırlandığı haliyle kullanıldığını iddianamede belirtiyor. Savcılığın 'kıymetlendirme' paragrafına atıfla, hakkımdaki suçlamaların hepsi tapelere dayanıyor. Ve 2015'ten beri üstünde hiçbir işlem yapılmamış. Davada yargılanan isimlerden Kavala ile telefon konuşmalarımız çok uzun zaman birlikte konuşmamız hayatın olağan akışının parçası.
"Klavyedeki bir tuşun suç almasını anlamıyorum"
Ek klasörlerde hakimlik kararı olan bir fiziki takip kararı bulamamış olsam da ofisimin bulunduğu apartmanın merdiven sahanlığından çekilen fotoğrafları gördüm. Sadece gazdan etkilenen insanlara Gaviskon veriyordum. Ofisim revir olsaydı ofisimin içinden çekilirdi fotoğraflar. Saymadı, Nalcı ve Atalay ile yaptığım konuşma Gezi parkıyla alakalı olduğu düşünülerek 'kıymetlendirilmiş'. Bu konuşmalar 19 Ocaklarda düzenlenen Hrant Dink anmasına dairdir.
16 Kasım 2018 sabahı saat 6 sularında Kaş'ta otelimden gözaltına alındım. Bir gün Kaş'ta geçirdim, Dalaman üzerinden İstanbul'a gönderildim. 8 saatlik sorgunun ardından adli kontrolle serbest bırakıldım. Sonra hakkımda ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılandığımı öğrendim. Hakkımdaki suçlar hukuksuzca elde edilmiş telefon kayıtları, çekilmemiş bir film ve gazdan etkilenenlere Gaviskon vermem.
Bunlarla ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanmam yargı için de kabul edilmezdir. Bu iddianame eğer bir film senaryosu olsaydı mantıksız hataları nedeniyle reddedilirdi ama burada hayatın sinemadan daha kurgu olduğunun göstergesidir. Tüm suçlamaları reddediyorum, beraatımı kabul ediyorum.
Sanık Hakan Ali Altınay ise iddianamenin herhangi bir suçu ortaya koymadığını vurgulayarak "İddia makamı suçu kanıtlamadığı için sanırım benim suçsuzluğumu kanıtlamam gerekiyor" diye konuştu. Suçlamaları reddeden Altınay şu savunmayı yaptı:
Bir insanı ağırlaştırılmış müebbetle suçlamak bu kadar kolay olmamalı. Suçum Gezi parkını gözlemlemek için 3-4 defa parka gitmek. 31 Mayıs 2013'te AK Parti'nin 10. yıl dönümündeydim. Açık Toplum Vakfı'nın düzenlediği tüm projeler denetime tabidir. İddianamede Açık Toplum Vakfı'nın hangi desteğinin Gezi eylemlerinin sürdürülmesi için verildiğine dair bir kanıt yok. Altında benim imzam olan Gezi eylemleriyle ilgili hiçbir hibe kararı yoktur.
İddia makamına soruyorum? Böyle bir karar var mı? Karar sayısı, defteri nedir? Ben neden bugün ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyorum. Can Paker Açık Toplum Vakfı'nın isteği üzerine Türkiye'deki Açık Toplumdan ayrıldığını söylüyor. Vakıf yönetimini belirleyebilecek tek organ mütevelli heyetidir. Hepsi de TC vatandaşıdır. Beni YK'ya atayan kararda Paker'in de imzası var.
İddianamenin çok önem verdiği Paker, kitabında Gülen ile görüşmesine yer vermiş, 'Gülen ölse de hareketin devam edeceğini düşünüyorum' diye yazmış. Kumpas davalarını ben eleştirirken, Can Paker destekliyordu. 2019'da artık Gülen'i yere göğe koyamayan bu kitabın, tarihin çöpüne atıldığını kabul edebiliriz. Ve bu tarihin çöpündeki kitaptan alıntılarla suçlanmayı kabul etmiyorum.
"Bir ülkenin kaderi, o ülkelerde yaşayanlarca belirlenir"
İddianamenin başka bir yerinde AT Vakfından 135 bin TL aldığım belirtiliyor ama ne zaman olduğu belirtilmiyor. Ama AT Vakfı ile iş ilişkim bittiğinde 136 bin civarında bir kıdem tazminatı aldım. Ve bunların hiçbirini Gezi için harcamadım. George Soros'un Gezi'yi desteklediği iddiaları Milliyet gazetesinde bana sorulduğunda 'Hayır, en başta ben kabul etmem. Bir ülkenin kaderi o ülkede yaşayanlarca belirlenir' demiştim, görüşüm hala geçerlidir.
Bir Alman Vakfı'ndan bana gönderilen 5 bin euro iddianamede yer almış. Bir alman vakfı TR'de ofis kurmak için benden danışmanlık aldı, o para ödemenin ilk taksitiydi. Vakıf daha sonra çalışmasını durdurdu ve ikinci taksit bana hiç ödenmedi. Şimdi vakıf TR'de faaiyet gösteriyor ve hükümetle ortak projeler yapıyor.
Hakkımdaki bir başka haksız, dayanaksız ve gerçekdışı iddia ise FETÖ/PDY ilişkisi başlığı altında yer verilen bir telefon görüşmem. 2008'de AT Vakfı, kamuoyunda 'mahalle baskısı' çalışmasını yaptığında bu örgütün ağır baskısına maruz kaldık. Samanyolu TV'de canavarlaştırıldık. Eğer suçlamaların nedeni telefon görüşmesinde geçen 'hoca efendi' ifadesiyse, bu hoca efendi ifadesindeki aşırı saygıyla dalga geçmemdir.
Türkiye'de herkes kaliteli eğitime oluşturulsun diye çalışıyorum, Bağımsız Türkiye Komisyonu'nun kuruluşunda yer aldım. Fransız CB Sarkozy 'Türkiye Avrupalı değildir' dediğinde, Avrupalı saygın insanları organize edip büyük bir gazetede buna cevap vermesini sağladım. Bu işleri birileri benden istediği için değil, kendime sorumluluk gördüğüm için yaptım. İddianamede 'devlete diz çöktürme çabası' deniyor, bunlar mı diz çöktürme çabası?
Son yıllarda Türkiye'de kutuplaşmanın artması karşısında bunun TR için bir sorun olacağını düşündüğümden Boğaziçi'nde Siyaset Okulu'nun direktörlüğünü yapıyorum. Benzer bir çaba olan Ortak Değerler Hareketi'nin oluşumunda yer aldım. Kendimle ilgili bunlardan bahsetmekten hoşlanmıyorum, ama ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmasam bunları anlatmazdım. Bizi bu durumda bırakanların biraz olsun yüzü kızarıyor mu bilmiyorum ama ben onlar adına da kendi adıma da utanıyorum.
Asgari iyi niyet olmadan çoğulculuk sorun olabiliyor, çoğulculuk olmadan iyi niyet olduğunda sonuç vasatlık oluyor. Bizim önümüzdeki mesele de bu. 80 milyonluk nüfus var. Biz bu çoğulculuğa uygun bir iyi niyet üretebilecek miyiz? Burada en önemli unsur adalet, hakkaniyet ve erdem. Başarıdan ya da başarısızlıktan hepimiz sorumluyuz.
Altınay savunmasını "Başarıdan ya da başarısızlıktan hepimiz sorumluyuz. Umarım hepimiz üzerimize düşeni hakkıyla yaparız. Eminim benim de hatalarım olmuştur ama hiçbir suç işlemedim. Bu suçlamalarla karşılaşmaktan hicap duyuyorum. En kısa sürede ismimin temize çıkmasını ve bu töhmet altından kurtulmasını istiyorum" sözleriyle noktaladı. Duruşma yarın sabah devam edecek.
Independent Türkçe, Ajanslar