Eğitim hayatı boyunca çoğu insanın en çok zorlandığı, aynı zamanda da en çok korktuğu derstir matematik. Bu korku ve güçlükten olsa gerek, en başarısız olunan alandır aynı zamanda.
Peki, nedir matematik ve ne işimize yarar?
Fransızca kökenli bir sözcük olan matematiğin kelime anlamı 'öğrenilen şey, bilgi.'
Matematikçiler, matematiğin; soru sormayı sağlayan, öğrenmeyi öğreten, düşündüren bir sanat olduğunu söylüyor.
Dünyaca ünlü matematikçi Cahit Arf'ın "Matematik esas olarak sabır olayıdır. Belleyerek değil keşfederek anlamak gerekir" sözünü de konuştuğumuz tüm matematikçiler bizlere matematiği anlatırken ispat ettiler...
Türkiye'de matematik denildiğinde akla ilk gelen isim, elbette Nesin Matematik Köyü'nün Kurucusu ve Yöneticisi Prof. Dr. Ali Nesin.
Matematiğin ne olduğunu sorduğumuzda Nesin, şöyle yanıtladı:
Matematik özünde ikna olma ve ikna etme sanatıdır. Daha doğrusu, aklı başında herhangi birini ikna edeceğine ikna olma sanatıdır. Matematik, doğru ve yanlışın net bir biçimde anlaşıldığı, yaşamın, dünyanın, doğanın, evrenin basitleştirilmiş ve idealleştirilmiş zihinsel bir modelidir. Eğer bu basit modelde gerçeğe ulaşılamıyorsa, çok daha komplike olan hayatta başarı şansı oldukça düşüktür.
"Biz insanlar dünyayı matematikle anlarız ve matematikle birbirimize anlatırız Matematik anlamaya yetmiyorsa, işin içine siyaset, ideoloji, din, inanç, yaşam biçimi, ilkeler girer" diyen Nesin, matematiğin önemli olduğunu ve düşünmeyi öğrettiğinin altını çiziyor.
"Sorun beyinde değil, psikolojide"
Matematik korkusunun nedenini ise şöyle anlatıyor Nesin:
Eğitim sistemimiz başarısızlığı acımasızca cezalandırdığı için başarısızlıktan, dolayısıyla ağırlığı yüksek olan matematikten korkarız. Yani sorun beyinde değil, psikolojide. Yani matematikten değil, başarısızlıktan korkulur. Yoksa mesela sudokunun zorunu seçeriz, başaramasak da zorundan daha çok zevk alırız. Satrançtan korkana da rastlamadım!
"Güzellik peşinde koşan bir gencin başarısız olması pek mümkün değildir"
Matematiğin öğrenilmediğini, anlaşıldığını söyleyen Nesin, "Matematiği anlamak için de genç yalnız kalmalı. Öğretmenlerimiz ve sistemimiz çok fazla öğretmeye odaklanmış. Oysa anlamak çok daha değerlidir. Öğretmen bir dersin en fazla yüzde 50'sinde aktif olmalı. Geri kalan zamanı öğrenciye bırakmalı. Düşünmek yalnız yapılan bir eylemdir. Bunun dışında öğretmen daha bilgilenmeli, maalesef öğretmenlerimiz konularını çok iyi bilmiyorlar ve zaman içinde kendilerini geliştirmiyorlar. Aileler de çocuklarının estetik duyarlılığı kazanmasına çalışmalı. Güzellik peşinde koşan bir gencin başarısız olması pek mümkün değildir" diyor.
Nesin, matematik bilen toplumda nelerin değişeceğini ise şöyle özetliyor:
Başkalarını taklit eden mühendis toplumundan çıkıp, yaratan, yeni teknolojiler geliştiren, ham maddeye ciddi katmadeğer kazandıran bir toplum oluruz, yani orta gelir tuzağından kurtuluruz, kişi başına gelir iki üç katına çıkar.
"Ezberletmek yerine düşündürmeliyiz"
Matematik öğretmeni Ülkiye Gökkaya ise, matematiği şöyle anlatıyor:
Lisede felsefe öğretmenim, 'Matematik hiçtir, matematiksiz de hiçbir şey yapılamaz' demişti. Ben de 'İnsan düşünmeden hiçbir şey yapamaz' demiştim.
O zaman matematik düşünmedir. Matematik günlük yaşamımızda karşılaştığımız her türlü problemin çözümünü kolaylaştıran bir bilimdir. Yaşamda pratik yapmayı sağlar, yani yaşamı kolaylaştırır. Önsezilerimizi kuvvetlendirir. Analitik düşünebilen insanlar, meraklı, gözlemci, sabırlı, kararlı, sürekli kendini geliştirebilen ve yeni fikirlere açık olurlar.
"Küçük yaşta matematik travması yerleştiriyoruz; matematiği oyunlarla sevdirmeliyiz"
Neden matematiği öğrenemediğimiz konusunda Matematik Öğretmeni Gökkaya'nın sözlerine kulak verelim:
Daha üç dört yaşlarında bile çocuklara saymayı ezberletiyoruz. Oysa çocuk önce eşleştirmeyi öğrenmeli, kendisi kurmalı, yani düşünmeli. Elindeki oyuncaklarıyla kendisi eşleştirmeli, bir bebek, iki araba...
Biz ne yapıyoruz, 1-2-3-4... ezber veriyoruz. Yapamayan çocuğu da başarısız damgasını ve matematik korkusunu yerleştiriyoruz. Yani küçük yaşta matematik travması yerleştiriyoruz.
Matematiği oyunlarla sevdirmeliyiz. İlk öğretimin birinci sınıfından itibaren, sınavlarla başlıyoruz, böylece çocuk başarısızlığı hemen tanıyor. Oysa daha okuduğunu anlamıyor, matematik düşünmeyi nasıl becersin...
Lise öğrencilerinin bile kavram ve tanım bilmediğini ancak, 100 tane açı sorusu sorduğunda hepsine cevap verdiklerini anlatan Gökkaya, "Çünkü ezberliyorlar. Ancak ispat kavramını sevmiyorlar. Çünkü sürekli bir sınav kaygısı var; LGS, YKS... Çocuklar da 'Nasıl sorular gelir, nasıl çözeriz, günde kaç soru çözmeliyiz' diye düşünüyorlar. Bu acı bir tablo" diyor.
"Öğrenme aktif olmalı"
Diğer yandan, öğretmenlerin de bu sistemde yetiştiği için onların da nasıl öğretmesi gerektiğini bilmediklerini kaydeden Gökkaya, "Sorularla, test kitaplarıyla çocukları boğuyorlar. Öğrenciye yazarak ve düşünerek çalışma verilmeli. Oysa şimdi her şey hazır basılmış ellerinde var. Konfiçyus şöyle demiştir; Ne duyduysam unuttum, ne görürsem hatırlarım, ne yaparsam anlarım. Öğrenme aktif olmalı. Ancak her okulun şartları eşit değil, sınıflar kalabalık ve öğrencilere tek tek ulaşmak zor. Özetle, sorun ne öğretmende, ne öğrencide... Sorun temelde; sistemde" diye konuşuyor.
"Matematik tahmin etme olanağı verir"
Matematik Eğitimcisi Prof. Dr. Sinan Olkun ise matematik için en yalın ve kapsayıcı bir anlatımın, "hayattaki, zihnimizdeki örüntüler ve ilişkiler" olduğunu söylüyor.
Olkun, şöyle devam ediyor:
Bu örüntüler, sayısal, görsel, sözel, hatta davranışsal olabilir. Bu örüntüler ve düzenlilikler bize onların miktarlarını ve şekillerini belirleme ve sayısallaştırma olanağı verir.
Basit bir örnek verecek olursak bir yüzeyin sadece kenarlarını ölçerek hesap yoluyla onun alanının bulunmasını, elimizdeki birimden onun içinde kaç tane olduğunun bulunmasını sağlar.
Diğer yandan bize tahmin etme olanağı verir. Örüntünün bugünkü durumuna bakıp gelecekte nasıl bir hal alacağını kestirebiliriz. Bu örüntüler bize yaşamdaki çoklukların örneğin deprem, büyüme, enflasyon gibi olguların miktarını, önce ve sonrasının hesaplama olanağını verir.
"Sorun çocukların zekası değil, yöntemsel"
Olkun, uluslararası çapta yapılan sınavlara bakıldığında, ülkelerin sosyo-ekonomik gelişmişlikleri ile matematik ve fen başarılarının paralellik gösterdiğine dikkat çekerek, şöyle devam ediyor:
Türkiye, bu sınavlarda hak ettiği yerde değil. Çocuklarımızın zekâlarında bir sorun olmadığına göre, bunun nedeni büyük ölçüde yöntemsel...
Biz, çok bariz bir şekilde öğretmeye çalışıyoruz. Çocuk bir şeyi keşfetmeye, algılamaya zaman bulamıyor. Bizde öğretmen, öğreten olduğu için çocuk pasif kalıyor.
Çocuğun yaparak, yaşayarak öğrenmesi gerekiyor. Öğretmen için 'yol gösterici' diyoruz ama sınıfta öyle olmuyor. Öğretmen sınıfta çoğu kez tanımı veren, problemi çözen dersi 'anlatan' oluyor. Bu da çok az sayıda çocuğun öğrenmesine neden oluyor.
Anlatıma dayalı ders tek yönlüdür. Oysa eğitimde daha çok iletişim ve etkileşim olması gerekir.
Öğretmeye çalışmak ile öğrencinin öğrenmeye çalışmasını sağlamanın çok farklı eylemler gerektiğini anlatan Olkun'a göre, belki de öğretmenin adını 'öğretmeyen', 'öğrenmesini sağlayan' olarak değiştirmek daha doğru...
Öğretmenin öğrenciye, düşünmesi ve öğrenmesi için ortam hazırlaması ve zaman tanıması gerektiğini kaydeden Olkun, "Diğer yandan, 'soru çözmek' diyoruz. Soru çözmek yanlış bir ifade. Soru cevaplanır, problem çözülür. Kavramları kullanım şeklimiz bile konunun özünü iyi algılamadığımızı gösterir. Bir konuda konuşmak başka, konuyu anlatmak başka bir şeydir... Öğretmen konu hakkında konuştuğunda anlamayı garanti edemeyiz. Ancak öğrencilerle diyalog halinde iseniz, öğrenciden bir karşılık alıyor iseniz öğrencinin anlayıp anlamadığına dair ipuçlarınız olur. Yani anlatım dediğinizde öğrencilerin de fikrini almak gerekiyor. Öğrencilerin konuyla ilgili fikrinin oluşması gerekiyor. Anlamak ancak öğrenenin çok yönlü duyularının harekete geçmesi ile mümkün olur" ifadelerini kullanıyor.
"Çocuk anlayamadığında matematik korkusu başlar"
Olkun, çocukların matematik korkusunun ise zamanla oluştuğunu söylüyor:
Çocuklar okul öncesi ve birinci sınıfa başladıklarında matematikten korkmazlar. Hatta sorarsanız çoğu çocuğun en sevdiği derstir matematik. Öğretmen öğretmeye çalıştıkça, bazı çocuklar kopar. Tüm çocuklar aynı zamanda öğrenmez, öğrenemez.
Anlayamadığınızda kaygı ve korku başlar. Bir Çinliyle konuştuğunuzu düşünün... Anlayamadığınız için kaygılanırsınız. İngilizce konuşmakta benzer bir korku yaşarız. Çocukların öğrenme hızını aşan bir ders işlenişi olduğunda öğrencide geride kalma kaygısı başlar. Anlatım çoğu öğrencinin hızını geçtiği için de bunlarda korku başlar. Zamanla bu çocuklar yarıştan kopar. Ben sözelciyim demeye başlarlar.
"Herkese hitap edecek bir ders işleme yöntemi olmalı"
Olkun, buna çözüm olarak da herkese hitap edecek bir ders işleme yöntemi olması gerektiğinin altını çiziyor:
Ders işleme, her çocuğun bulunduğu düzeye hitap edecek şekilde olmalı. Mesela kolaydan zora hazırlanmış çalışma kâğıtları. Bunlar ilke olarak var ama uygulamada yok. Her çocuğun altyapısı, kolayı, zoru farklıdır. Öğretmenin öğrenmeye teşvik etmesi gerekli.
Mesela çocukları bahçeye çıkarıp, tüm çocukları da içine katarak aktif bir şekilde ders işlenebilmeli. Çocukların bireysel ve küçük gruplar halinde çalışacağı çalışma yaprakları, etkinlikler olmalı.
Çocuk kendini olayın içinde hissetmeli ki kavramı çıkarıp soyutlayabilsin. Yoksa sadece dinleyen öğrenci öğretmenin yaptıklarını taklit eden bir öğrenene dönüşür. Derin öğrenme için öğrencinin problemlerle kendi kendine uğraşacağı, üzerine fikir yürüteceği zamanlar olmalı.
Çocuk ve matematik nasıl buluşur?
MEF Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı ve İlköğretim Matematik Öğretmenliği Bölüm Başkanı Doç. Dr. Zelha Tunç matematiğin sınıflarda nasıl olması gerektiğini, çocuklarla matematiğin nasıl buluşması gerektiğini anlattı.
"Matematik aslında yüzyıllar boyunca insanların yaşamlarında gözlemledikleri olguları ifade etmek için kullandıkları daha sonra günlük hayattan çoğu kez soyutladıkları ve zihnimizde olan kavramları simgeleştirdiği bir dildir" diyen Tunç'a göre, aslında çocuklar dili nasıl öğrenirse matematiği de öyle öğrenirler. Doğal olarak gelişmesi gerekir.
"Fakat yüzyıllar boyunca insanların deneyimleri ve kullanımlarında ortaya çıkan bu matematiği çok formal hale getirip 12 yıl gibi kısa bir sürede çocukların öğrenmesini bekliyoruz. Müfredat ve öğrenilmesi gereken şeyler tabi olmalı ama bu çocuklar nasıl öğrenir konusunu çok göz ardı ediyoruz. Şu anda sınıflarda bilgi transferi- yani ben öğretmen olarak anlatırsam ağzımdan çıkan kelimeler veya kullandığım matematiksel semboller çocukların bu bilgi birikimini öğrenmesi için yeterli olacaktır yaklaşımı var" diyen Tunç, işte bunun tehlikeli olduğunu söylüyor.
"Matematik kaygısı ortaokulda başlıyor"
Burada çocukları kaybettiklerinin altını çizen Tunç, şöyle devam ediyor:
Onlar kendi başlarına düşünebilen, tutarlılık gösteren bizden farklı varlıklar. Çoğunlukla sınıf ortamlarında onlara fırsat vermiyoruz: Onların kendi öğrenme yolculuklarına eşlik etmek yol göstermek gerekiyor. Ama bunun için matematik öğrenme ve ona bağlı olarak öğretme felsefesinin de şu andaki sistemden farklı olması gerekiyor.
Eğer matematiği sadece ezber, formüllerden, denklemlerden, sembollerden ve sadece doğru ya da yanlış cevabı olan sorulardan ibaret görüp bunu öğretim metodumuz yaparsak çocukları kaybederiz. Onlara büyük haksızlık etmiş oluruz. Zaten bunlardan dolayıdır ki, ortaokul çağında özellikle branşlaşma başladıktan sonra matematik kaygısı en çok bu zamanda görülmektedir.
"Kendini tekrar eden onlarca test sorusunun ödev olarak verilmesi, beceri temelli fakat neyi ölçtüğü belirsiz soruların sınavlarda kullanılması gibi durumların da bu kaygıyı artırdığı ve çocukları matematikten uzaklaştırdığını söyleyebiliriz" diyen Tunç, sözlerine şunları ekliyor:
Sınıf ortamında çocuklar matematik dersinde risk alabilmelidir. Bir soru çocuğu düşündürtmek ve kendini ifade etmek için sorulmalı, cevabı evet hayırlı olan veya kesin bir sonuç beklentisinde olan soruların derslerde ağırlıklı olarak kullanılması çocukların matematik hakkındaki düşüncelerini de yanlış ve olumsuz etkileyebilir.
"Her çocuğun aslında matematiği yapabileceğini unutmamalıyız" diye belirten Doç. Dr. Zelha Tunç, "Yeter ki biz büyükler olarak fırsat yaratalım: sınıflarda çocuklar risk alabilmeli, konuşabilmeli, tartışabilmeli ve en önemlisi düşünebilmelidir. Böylelikle çocuklar kendi matematiklerini yapılandırabilirler. Başka türlü matematik ve çocuk buluşmaz" ifadeleriyle sözlerini sonlandırıyor.
© The Independentturkish