ABD'nin müttefikleri, birbirini takip eden ABD yönetimlerinde gittikçe artan bir kibir duygusu olduğu hissine kapılmış durumda.
Batı ittifakındaki uzaklaşma, içe kapanma ve uluslararası güvenlikle ilgili önemli meseleleri görmezden gelme durumu, ABD'nin bu tavrının bir delili.
Afgan krizi, ABD'nin sorumluluklarından kaçmasının canlı bir örneği olabilir. Nitekim kendisi Afganistan'dan geri çekilirken müttefiklerle koordinasyon kurmadı, taviz vermedi ve bunun gelecekteki sonuçlarını dikkate almadı.
Huntington ve Fukuyama gibi düşünürler tarafından öne sürülen teoriler gibi fikirler çok geçmeden ortaya çıkar ve eğer olay yeri Batı dünyasındaysa ne zaman bir kültür çatışması, bir terör eylemi veya Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında bir saldırı meydana gelse bu teoriler geniş çapta dolaşıma sokulur.
Daha önce Fukuyama ve Huntington'ın teorilerini ele almıştık; ancak Fukuyama'nın bahsettiği yeni görüşler öneminden dolayı tartışılmaya değer.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Japonya'dan ABD'ye göç etmiş Japon bir protestan rahibin oğlu olan Francis Fukuyama, Hegelci yaklaşımın müceddidi olarak kabul edilir.
Hegel, 19'uncu yüzyılda Prusya ulus-devletinin kurulması ile tarihin sonunun geldiğini öngörmüştü.
Onun ardından Marx, komünizmin gerçek tarihin başlangıcı olduğunu ve kapitalizmin yeryüzünden silineceğini iddia etmişti.
Ama bugün gördüğümüz gibi modern doğa bilimi sona ermediği sürece tarihin durması mümkün değildir.
Fukuyama bugün bize, daha önce söyledikleri ile çelişiyor olsa da farklı ve gerçekten merak uyandırıcı bir şey anlatıyor.
The Economist dergisinde kaleme aldığı bir yazıda, küresel sistemde 'tek kutupluluk' döneminin ve hegemonyasının sona erdiğini veya sona ermek üzere olduğunu belirtti.
Fukuyama'ya göre, bu tek kutupluluk dönemi, çok kutuplu yeni bir dünya düzeninin kurallarına göre restore edilemez.
Washington'un küresel rolündeki gerileme, Çin'in ve diğer güçlerin tiranlığının yükselişinin yanı sıra, özellikle kimlik konusundaki anlaşmazlık ile ilgili bir iç mesele olmak üzere çeşitli faktörlerden kaynaklanmaktadır.
Fukuyama, insanlığın, özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra siyasi sistem açısından tarihin sonuna geldiği ve liberal demokrasinin kazanacağı konusunda ısrar ediyordu.
Çünkü Fukuyama'ya göre liberal demokrasi kusursuzdur. Bu yüzden kulağımıza, bu liberal demokrasinin ve piyasanın kontrol ettiği ekonomik sisteminin modern toplumlar için tek alternatif olduğunu, tarihin yönlü ve yenilenebilir olduğunu ve modern liberal devlet çerçevesinde doruk noktasına ulaştığını fısıldıyor.
Fukuyama bu sonuca tarihi, beşerî siyasi ve ekonomik kurumların ilerici gelişimi ile ilgili Hegelci-Marksist bakış açısından ele alarak ulaştı.
Bu nedenle Fukuyama buradaki tarihin iki faktöre dayandığını savunuyor.
Birincisi ekonomik modernleşmenin temelini oluşturan modern doğa bilimi ve teknolojisinin anlaşılması, ikincisi ise en nihayetinde uluslararası alanda tanınan insan haklarını tanıyan bir siyasi sistem gerektiren tanınma mücadelesi.
Bunun yanı sıra Fukuyama tarihsel gelişim sürecinin tepe noktasının Marksistlerin savunduğu gibi sosyalizmde değil, demokrasi ve piyasa ekonomisinde olduğunu öne sürüyor.
Bu bakımdan, bir kalkınma modeli olarak küreselleşmenin başarılı olacağı üzerine bahse giriyor.
Fukuyama bir dönemin sonu ve bir başkasının başladığını kastederek tarihin sonuna geldiğimizi düşünüyor.
Marx'ın düşüncesinin aynısından bahsediyor ancak aralarındaki fark şu ki, sosyalist Marx gerçek insanlık tarihinin sınıfsız bir toplumun oluşturulması ile başladığını düşünüyordu.
Peki, 'tarihin sonu' olma konusunda sosyalizm neden başarılı olamadı?
Fukuyama bunu şöyle cevaplıyor:
Belki de sosyalistler tarafından benimsenen araçlar (erken sosyalizm, analiz, gerilme, çalışma kampları), pratikte insan davranışının doğal yapısını değiştirememelerine yol açmış olabilir.
Fukuyama'nın sözleri üzerine kim derinlemesine düşünürse, Fukuyama'nın Hegelci yöntemi veya mantıksal pozitivizmi izlediğini görecektir.
Örneğin, kapitalizm ve komünizm taban tabana zıt iki ayrı sistemdir. Birleşmeleri gelişme kaydetmelerine yol açar ve bu gelişme sonucunda onlardan daha üstün üçüncü bir sistem doğar.
Fukuyama, liberal demokrasinin galip geleceğini, dünyanın liberal olacağını ve ömür boyu da liberal kalacağını söylemek istiyor.
Böylece tarih, insanlığın ulaşabileceği en yüksek seviyeye ulaştığında sona ermiş olacak.
Bununla birlikte Fukuyama, teorisinin geçerliliği ve devamlılığı konusunda kararını değiştirdi.
Bunun sebebi olarak, Çin'in Batı ekonomik kapitalizmini, zorluklar, problemler ve krizlerle karşı karşıya getiren dikkat çekici bir entegrasyonda siyasi sisteminin sentezi ile harmanlayarak güçlü bir ülke olarak ortaya çıkmasını gösterdi.
Fukuyama'nın ABD'nin rolüne ve bunun gerilemesine yönelik eleştirisi, yeni bir dünyanın şekillenmeye başladığı anlamına geliyor. Ne var ki, bu önemli değil.
Önemli olan şey teorinin mutlak bir değeri olmaması ve bunu öne süren kişinin bakış açısının değişmeye ve hatta geçersiz olmaya açık olmasıdır.
Bazıları Fukuyama'yı stratejik siyasi çalışmalar alanındaki uzmanlığının tesiri altında kalmakla ve bu nedenle ortaya attığı tezin kapsamlı bir tarihsel anlayıştan yoksun olmasıyla suçluyor.
Suudi düşünür Turki el-Hamad'ın savunduğu gibi Fukuyama, tarihi, bir analiz ögesi veya uzun bir zaman dilimi olarak ele almadı. Bu ise varılan sonuçta bir eksiklik olduğunu gösteriyor.
Liberalizmin şu anda galip olduğu doğru olsa da bu sonuçlar mutlak ve değişmez değil.
Fukuyama'nın itirafı, nesnel bir görüşün ve ahlaki bir cesaretin yansımasıdır.
Bu, sahadaki gerçeklere dayanıyor. Bu yüzden teori veya hipotezin çürümesi normal ve doğal.
Mutlak kesinlik konusuna gelince, gerçek dünyada buna yer bulamazsınız.
Belki de Fukuyama'nın itirafı, ne kadar gerçek görünürse görünsün 'şeylerin' göreliliğini doğruluyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish