Biz 'Süleymancık' diyoruz ona, bazı yörelerde 'Türk keleri' diye anılıyor. Bilimsel adı ise 'Hemidactylus turcicus'.
Küçücük çok renkli bir kertenkele. Gece işçisi olarak biliniyor, evlerden böcekleri, sinekleri temizliyor. Duvarlarda, tavanda geziniyor, boyu 10 sanimetre kadar.
Türkiye'de daha çok batı ve güney sahilleri ile Güneydoğu Anadolu'da yaşayan zehirsiz, tertemiz ve kertenkele ailesinin en sevimli üyelerinden biri.
Uzakdoğulular ise ona 'Geko' diyor.
İşte bu sevimli kertenkele türü, Türkiye'de ilk organik sertifikalı bisküvi ve atıştırmalıklarını üreten bir biyolog annenin ilham kaynağı oldu.
Özlem Atabaş, Hacettepe Üniversitesi Biyoloji bölümünü bitirdikten sonra uzun yıllar ilaç sektöründe çalıştı.
10 yıl önce anne olduktan sonra, oğlu Deniz'e ek gıda döneminde sağlıklı-organik atıştırmalıkları evde kendisi yapmaya başladı.
Ve çocuğunu organik yiyeceklerle büyütme arayışı, onu adını GekoO verdiği bir markanın da annesi yaptı.
GekoO şimdi pek çok annenin ve aynı zamanda yetişkinin de doğal beslenme için güvendiği markalardan biri olmuş durumda.
Özlem Atabaş hikâyesini anlatmaya şu sözlerle başlıyor:
Mesleğimi çok severek ve isteyerek seçtim. Uzun süre ilaç sektöründe çalıştım. Solunum sistemi, alerjiler, hipertansiyon ve kalp hastalıkları gibi birçok kronik hastalıkları ve tedavilerini yakından inceledim.
Hastalıkların oluşma nedenlerinin sıklıkla hareketsiz yaşam tarzı, çevresel etkenler ve hatalı beslenmeyle derinden alakalı olduğunu gördüm. Tıbbi makalelerde ve güncel beslenme kılavuzlarında sağlıklı beslenmek için sağlıklı ürünler ve özellikle kalori azaltmaya dikkat çekiliyor. Bu kılavuzlarda en fazla öne çıkan beslenme tarzı ise 'Akdeniz tipi beslenme'.
Sağlıklı ürünlerle beslenmenin yüksek kan basıncı, diyabet, kalp hastalıkları ve kanser gibi kronik hastalıklar üzerine engelleyici ve iyileştirici özellikleri olduğu yönünde bilimsel yayınlar hızla artıyor.
Anne olduktan sonra bebek beslenmesi üzerine hassasiyetim daha da arttı. Çocuğuma yedirecek bir şey bulamadım; uygun bisküvi, atıştırmalık bulamadım. İthal ürünler çok pahalıydı, üstelik damak tadı bize uygun değildi. İlk organik, sağlıklı atıştırmalıkları oğlum ve ailem için evde geliştirmeye başladım.
"Çalışan bir anne olarak hem yemek hem de sürekli atıştırmalık yapmak çok vaktimi alıyordu. Dışarıda besin değeri, hijyen ve kalite olarak aradığım gıdayı da bulamıyordum" diyen Atabaş, şöyle devam ediyor:
Benim gibi çocuklarını organik beslemek isteyen birçok annenin sağlıklı gıdalara ulaşmakta zorluk çektiğini gördüm. Sonra neden bu harika formülleri başka çocuklar için de üretmiyorum diye düşündüm.
Böylece, kendi yaşam tarzımıza sağlıklı beslenmek isteyen insanları; anne-babaları ortak etmek için üretici olma kararını verdim.
Ve çocuklarımızı şekersiz, zararlı kimyasallardan uzakta, sağlıklı ürünlerle besleyebilmek ve temiz bir gezegen için Türkiye'nin ilk 'Organik Sertifika'lı bisküvilerini ve atıştırmalıklarını ürettim.
GekoO'yu 2014'de kurmuş Özlem Atabaş. Ve hem ekolojik hem de sosyal ve kadından yana bir girişim olmasını bir ilke olarak benimsemiş.
Şu anda tamamı kadınlardan oluşan iki imalathanesi de İstanbul Çengelköy'de.
Kadının güçlenmesi ve kadın istihdamının artırması için de çalışanlarının kadın olmasını tercih etmiş ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü de tatil ilan etmişler.
Peki, Geko adlı kertenkelenin organik bir ürüne isim olmasının öyküsü ne?
Bunu da şöyle anlatıyor Atabaş:
Biz Türkiye'de Süleymancık diyoruz, özellikle sıcak bölgelerde yaşayan pembemsi, çok sevilen bir tür kertenkele türüdür.
Çok güzeldir, duvarlara tırmanır, görüş gücü yüksektir ve sinek-sivrisinek gibi zararlılarla beslenir. Uzakdoğu'da da şans getirdiğine inanılır ve bilgeliği temsil eder.
Ekolojiyi çağrıştıracak bir marka adı ararken, hem kolay akılda kalacak hem de sevimli bir maskot olacak bir isim olsun istiyordum. Geko'nun adının sonuna bir 'O' harfi ekledik ve markamız doğdu.
Atabaş kendini bildiğinden beri sağlıklı beslenmiş ve bunu bir yaşam biçimine dönüştürmüş.
GekoO ile buluşmasını sağlayan da aslında bu yaşam biçimi:
Sağlığıma her zaman çok dikkat eden biriyim, aileden gelen alışkınlıkla her öğünde vitamin, mineral, protein dengelerine dikkat ederek yaşadım.
Spor da yaptığım için sabahları yüksek proteinli beslenme, ara öğünlerde meyve-sebze tüketmek gibi alışkanlıklarım hep vardı. Hiç diyet yapmadım ama kilo sorunum da olmadı.
Evlendikten sonra eşim bisküvi yemeyi çok sevdiği için, 'Sana bisküvi fabrikası kuracağım' diye espri yapardım. Sonra evde tam tahıllı kurabiyeler yapmaya başladım, şekersiz ve sağlıklı. Çocuk doğduktan sonra bu üretim daha yoğunlaştı.
Türkiye'de bir grup insanın sağlıklı beslenmeyi önemsediğini, hayatından şekeri çıkardığını, sebze-meyve yediğini, düşük kalorili beslendiğini ve bunların bir noktaya kadar sağlıklı olduğunu söyleyen Atabaş, ancak bu şekilde tüketilen ürünlerin de üretiminin önemli olduğuna dikkat çekiyor:
Asıl olan bu ürünler yetiştirilirken, yani tarımsal üretimden itibaren zararlı kimyasalları içermemesi. Yani tam buğdaylı ekmek yerken sağlıklı besleniyorum diyemezsiniz.
Organik ürün; hormon, genetik olarak modifiye edilmiş organizmalar (GDO), sağlığa zararlı tarım ilaçları, suni gübre, yapay kimyasallar, antibiyotikler, koruyucuların kullanılmadığı sağlıklı ürünlerdir.
Bir ürünün organik olarak üretilip pazarlanabilmesi için, T.C. Organik Tarım Kanunu ve Organik Tarım Yönetmeliği'ne uygun olarak üretilip, Tarım Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş Organik Kontrol ve Sertifikasyon Kuruluşları tarafından denetlenmesi, laboratuvar analizlerinin yapılması, izlenebilirlik sistemi ile her aşaması kayıt altına alınıp belgelendirilmiş olması gerekir.
Dünya çapında organik tarım hareketini bir çatı altında toplayan Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu'nun, organik tarımın uluslararası güvenilirliğini sağlayacak olan temel standartlarını oluşturduğunu söyleyen Atabaş, bu ilkeleri şöyle hatırlatıyor:
İlki sağlık. Yani toprak, bitki, hayvan, insan; tüm gezegen sağlığını bir bütün olarak sürdürmek.
İkincisi ekoloji: Yani ekolojik sistem ve döngülerine sadık kalmak.
Üçüncüsü adalet: Yani ortak çevre ve yaşam fırsatlarında adaleti sağlamak.
Dördüncüsü özen: Şimdiki ve gelecek nesillerin refahı ve çevreyi korumak için tedbir ve sorumluluk almak.
GekoO'da sürdürülebilir bir sistem kurduklarını; karbon ayak izi, geri dönüşüm gibi çevreye saygılı üretim yaparken; satın alma, satış-pazarlama gibi konularda da adil ticaret ilkelerini uyguladıklarını söyleyen Atabaş, sözlerini şöyle sürdürüyor:
Ürünlerimizi endüstriyel gıdalara alternatif; şekersiz, koruyucusuz, doğal, yerel tohum, besin değeri yüksek ve en sağlıklı haliyle formülleştirdik. Üretimi hiç kolay olmayan bu reçeteleri, birçok deneme sonrası kusursuz hale getirdik.
İzlenebilir, kurallı, şeffaf ve güvenilir olması nedeniyle organik sertifikalı üretim modelini tercih ettik. Şu anda ürünlerimizi, koruyucu, pestisit, GDO, trans yağ, rafine beyaz/invert şeker, katkı maddesi içermeyen organik sertifikalı ham maddelerle ve Tarım Bakanlığı Organik Yönetmeliği'ne uygun olarak üretiyoruz.
Kendi reçetelerimizde kullandığımız, ürünlerimize lezzet katan sağlıklı ve kaliteli ham maddelerimizi de ekonomik fiyatlarla temel gıda maddeleri olarak müşterilerimizin mutfak kullanımına sunuyoruz.
Aynı zamanda, birlikte çalıştığımız iş arkadaşlarımızın keyifli ve adil bir düzende daha çok mutlu olabileceklerini düşünerek, hiyerarşinin olmadığı dairesel bir organizasyon yapısı planladık.
Türkiye'de organik üretime olan güven konusunda sorunlar yaşandığını, bunda organik ürünlerin fiyatlarının da etkili olduğunu söyleyen Özlem Atabaş, aslında konvansiyonel dediği "organik olmayan" ürünlerin "ucuz olduğunu" belirtiyor:
Organik üretimde çiftçi mesela böcek ilacı değil insan emeğini kullanıyor. Böcek ilacı olunca zararlılarla maliyet ucuz.
Pestisit, suni gübre, hormonlarla maliyetler düşürülüyor. Konvansiyonel tarımda çiftçilerin ürünleri belli merkezde toplanıp hallere dağıtılıyor.
Her şekilde maliyet düşük ancak biz bu maliyeti sağlığımızla ödüyoruz, çünkü bu bence sessiz ölümdür.
Kanserden diyabete, hatta hamilelikte beslenme nedeniyle doğumsal anomilere kadar her şey bu beslenme biçiminin sonucu.
Organik gıda tüketiminin sadece insan sağlığı için değil doğaya uyumlu bir yaşam için de önemli olduğunu belirten Özlem Atabaş, şu noktalara dikkat çekiyor:
Organik yaşam aynı zamanda yaşam tarzımızı da bu üretim sisteminin felsefi ve ahlaki yönüyle bütünleştirmek; doğayla uyumlu bir bütün olmaktır.
Bir gıdanın; popüler beslenme akımları ve düşük maliyet kaygılarıyla yerelliğine ve biyoçeşitliliğine müdahale ediliyorsa, yetiştirildiği bölgenin ekosistemi tahrip ediliyorsa, tarım işçileri adaletsiz çalışma koşullarına sahipse, uzak ülkelerden nakliye, soğutma ve ambalajlama işlemlerinde karbon ayak izi çok yüksekse, kısaca doğal kaynaklara endirekt zarar veriliyorsa o gıda teknik olarak organik kabul edilebilir, ama ekolojik olabilir mi?
Piyasada "organik" adı altında üretilen gıdaların pestisit, herbisit, tarım zehirleri, suni gübreler ve depolama sırasında yapılan ilaçlamalarının da önemli olduğunu belirten Atabaş; ürün etiketlerinde yer alan ifadelerin de yanıltıcı olduğunu söylüyor:
Bir ürünün 'doğal, naturel, katkısız, hormonsuz, saf, köy ürünü, çiftlikten, ev yapımı, sağlıklı' gibi ifadelerle pazarlanması onun organik olduğu anlamına gelmez.
Eğer bir ürünü kendiniz yetiştirmiyorsanız mutlaka organik sertifikası olup olmadığına bakın. O yüzden yediğimiz elmanın içinden çıkan bir kurtçuk, yeşilliklerin arasında gezen tırtıllar, bakliyatların bir süre kelebeklenmesi işin doğasında var ve bir nevi garanti.
Zehirli bir gıda yemektense minik bir kurtçukla elmamı seve seve paylaşmayı tercih ederim. Yalnız, unutmayalım elmanın kurtlu olması suni gübre kullanılmadığı, hormonsuz olduğu anlamına gelmez.
Şimdi meyve barları ve granola modası çıktı. Ama biz granolaların içinde kullanılan yulaf temiz mi, ilaç atılmış mı ya da içinde kullanılan kuru meyveler ve çerezlerin sağlıklı koşullarda yetiştirilmiş mi bilmiyoruz.
Çünkü ne yazık ki ülkemizde meyvelere çok fazla pestisit atılıyor, özellikle kuru üzüm, kayısı ve çilekte pestisit çok kullanılıyor.
Sağlıklı beslenme akımının önemli olduğunu ancak bunun bir adım daha öteye götürülmesi gerektiğini söyleyen Atabaş; "Tohumdan, topraktan, sudan itibaren ürünün temizliğinden ve güvenliğinden emin olmamız gerekiyor. Bunun için de 1970'lerden beri var olan organik tanı metodolojisi var. Tarım yaparken kontrol altında olan, izlenebilirliği olan garantör bir sistem bu. Sertifikaları var" diyor.
Kendilerinin Alman menşeli bir sertifika kuruluşuyla çalıştığını ve kuruluşun çok sıkı bir denetim yaptığını belirten Atabaş, şöyle devam ediyor:
Tarım Bakanlığı ve Tarım İl Müdürlüğü işletmemizi sık sık denetliyor. Ayrıca bir gıda mühendisimiz ve bir gıda teknikerimiz var.
Hem sertifikasyon süreci hem de gıda güvenliğini sık sık kontrol ediyoruz. Ben de biyolog olduğum için bizde üretim aşamasındaki ürünlerin hijyeni kadar, ürünlerin temizliği de çok önemli.
Çocuk-bebek bisküvilerinden, organik cipslere, keçiboynuzlu bisküvilerden arısütü ve propolislere, organik unlardan bakliyatlara hayli geniş bir ürün skalasına sahip olan GekoO'nun öncelikle yerel tohumları, Anadolu topraklarının, havanın ve suyun temiz kalmasını, ekolojik tarım yapan çiftçilerin adil kazanca ulaşmasını savunan bir girişim olduğunun da altını çiziyor Özlem Atabaş:
Bizim üretim miktarlarımız arttıkça yarattığımız kelebek etkisi de artmış oluyor. Kadınların ekonomik ve sosyal olarak güçlenip, bir başarı hikâyesine ortak olmanın gururunu yaşadıklarını gördükçe daha çok heyecanlanıyoruz.
Ayrıca, hiyerarşik yapının olmadığı eşitlikçi bir idare modelinin insanları daha fazla mutlu ettiğini, genç arkadaşların bizimle çalışmaya çok hevesli olduğunu görüyoruz.
Adil ve dürüst ticarete inandığımız için duruşumuz, birçok firmanın iş yapış şeklini değiştirdi. Yarattığımız farkındalıkla satın alma kararında etkin olan yöneticileri etkilemeyi başardık. Mesajlarımızda iklim krizine dikkat çekmeye, aşırı tüketimi önlemeyi çalışıyoruz.
Yaptıkları işin ticaretten önce bir gönül işi olduğunu söyleyen Atabaş; müşterilerinin de ürünlerini alırken hem kendileri hem de gezegen için iyi bir şey yaptıklarının bilincinde olduğunu söylüyor.
GekoO'ya soyunurken bazı zorluklarla da karşılaştıklarını, özellikle ülkede yaşanan ekonomik ve siyasal krizlerin kendilerini etkilediğini, birçok hammadde üreticisinin iflaslar nedeniyle piyasadan çekildiğini de belirten Atabaş, son olarak şöyle konuşuyor:
Her krizde yeni bir strateji belirleyip, yeni ürünler geliştirmek zorunda kaldık. Ne yazık ki aralıksız çalışmak biraz oğlumla geçireceğim değerli zamanları azalttı.
Yine de büyüdük, bunda bize güvenen iki yatırımcının da etkisi oldu tabi. Daha çok yerli kalmayı tercih etsek de, krizler nedeniyle Almanya ve Hollanda'ya ürün gönderme kararı da almak zorunda kaldık.
Yurt için de ise adil ve dürüst ticarete inandığımız için uzun vade talep eden, yüksek iskontolar ile çalışan zincir marketlerden ve satış noktalarından uzak duruyoruz.
Ürünlerimizi organik marketlere ve organik pazarlara veriyoruz. Bir de Çengelköy'de bir mağazamız ve online satış kanallarımız var.
© The Independentturkish