Buğdayın hikayesi, biraz insanın hikayesidir. İnsan buğdaydan çok önceleri yeryüzünde yaşamaya başlasa da, insanın buğdayı keşfetmesinden sonra hikayeleri örtüşmeye, aynılaşmaya başlıyor. İnsanın buğdaya, buğdayın insana bağlılığı artmış ve değişim birbirine paralel ilerlemiş.
Neolitik çağın avcı toplayıcıları aşağı yukarı 12 bin yıl önce iklim koşulların da iyileşmesi, buzul çağın giderek yerini ılıman bir iklime bırakması sonucu olarak tarih sahnesinde ki yerlerini giderek daha belirgin hale getirdiler, çoğaldılar, taştan alet yapmayı öğrendiler, hayvanları evcilleştirdiler, büyük topluluklar oluşturma aşamasına vardılar.
Bundan 12 bin yıl önce yaşayan neolitik çağın insanları Girêmiraza/Göbeklitepe, Nawala Çori, Berçem gibi olağanüstü eserler inşa ettiler ve tarım devrimine giden yolların taşlarını döşediler.
Yapılan arkeolojik kazılar, antropolojik araştırmalar; insanla buğday familyasının yolları da tam da bu dönemde, yani 10 bin yıl öncesinde kesiştiğini ortaya koyuyor.
Çok daha öncesinde buğdayın bilinip, bilinmediği henüz netleşmiş değil. Bütün bulgular,buğdayın hikayesinin 10 bin yıl önce Karacadağ çevresinde yaşanmaya başladığını işaret ediyor.
Muhakkak ki öncesinde de tahıl bitkileri doğada bulunuyordu, ama insanlar bu bitkileri ya bilmiyordu, ya da bitkiler tohum üretecek düzeyde değillerdi.
Dünyada, en eski yetiştirilen bitkilerden biri olan buğday, insan beslenmesinde önemli kaynaklardan biridir. Gramineae familyasından bir ot olup Triticum cinsindendir.
Başak, sap, kök olmak üzere üç kısma sahiptir ve kökler bitkinin topraktan beslenmesine, sap topraktan kökler aracılığıyla alman gıda maddelerini başaklara iletmesine ve ayni zamanda ürünün dik durmasını sağlar. Buğday başakları 5-10 cm. uzunluktadır.Siyez, kaplıca ya da Triticum monococcum, Triticum boeoticum türünden yabani buğday, yaklaşık 10000 yıl kadar önce Yakın Doğu’da belirlenmiş ve türünün kültüre alınmış formudur.
Daha önce Karacadağ eteklerinde yabani kaplıca (einkorn-Triticum monococcum subsp. boeoticum) buğdayının bütün tarıma alınmış einkorn buğdaylarının atası olduğu, Almanya'nın Max Planck Enstitüsü'nde yapılan DNA analizleri sonucunda saptanmış ve makarnalık buğdayın atalarının da (Triticum diccocoides, yabani siyez buğdayı-yabani emmer buğdayı) bu dağda yetiştiği anlaşılmıştır. *
Neolitik çağda insan nüfusunun iklimsel koşullardan dolayı artması ve daha fazla gıda ihtiyacının ortaya çıkması, avcı toplayılarını bir arayışa ve değişik tohumları denemeye ittiği ihtimal dahilindedir.
Bu çerçevede, yabani buğday ve arpanın keşfi önceki çağlardan farklı bir toplumsal modelin de tetikleyicisi olmuştur.
Buğdayın kültüre alınması yani doğal ortamından alıp,çimlendirilip ürün alınma sürecine girilmesi, tarım devriminin yaşanmasına neden olduğunu söylemek mümkündür.
Tarım devrimi insanlığın en büyük devrimlerinden biridir. Çünkü buğday insanın varlığını sürdürmesi için en temel besin maddesi olarak varlığını sürdürecek, beslenmenin temelini oluşturacaktır.
Bu konunun uzmanı olmamakla birlikte, yaşadığım çevrede tarımsal faaliyetler ve eski yöntemler, buğdayın geçmişini yorumlama olanağı yaratıyor.
Çok değil, tarımda henüz makineleşmenin yaygınlaşmadığı 40-50 yıl öncesinde buğday ekimi, geçmiş çağların izinde sürdürülüyordu.
Sonbaharda hazırlanan tarlalarda yapılan buğday ekimi susuz olarak yetiştiriliyor, bahar yağmurlarında boy atıp, başak verdikten sonra harman zamanında mahsul alınıyor.
Bir sonra ki yıl için tohum kaldırıldıktan sonra kalan da un ve bulgur için kullanılıyor, fazla kalırsa satışa sunuluyordu.
Yine o dönemlerde toprağı nadasa yani dinlenmeye almak, öküz ve atla sürmek, biçilen buğday başak ve saplarının dövenle dövülmesi sonucu tanelerinden ayrılması eski zamanların yansımasıydı.
Elbette bire bir aynı değildi ama benzerlik arz etmesi açısından önemli bir göstergeydi. Bu geçmiş hakkında bilgi verse de, buğdayın hikayesini anlamamıza yetmiyordu.
Bu nedenle buğdayın tarihçesini anlamak, hikayesinin derinliklerine ulaşmak için ise arkeologların kazılarını incelemek daha aydınlatıcı ve gereklidir.
Berçem, Newala Çori ve Çatalhöyük'te yapılan araştırmalar, tarım toplumuna paralel olarak ilk yerleşimlerin de ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bunun temelinde buğdayın keşfi olduğu görülüyor.
O dönem ki evlerin iç kısımlarında bulunan buğday fosilleri, buğdayın artık ekiminin giderek yaygınlaştığını, Mezopotamya'dan başka coğrafyalara yayıldığı anlaşılıyor.
Oluşturulan köyler, buğday ticaretini de geliştiriyor, tarım devrimi bir ticaret ağının da oluşmasına neden oluyordu.
Çünkü buğday beslenme açısında önceki çağlarda ki ürünlerden, tohumlardan farklı olarak, hem uzun süre bozulmadan kalabiliyor, hem de gıda olarak kullanılabiliyordu.
Bu özelliği ve doyurucu etkisi buğdayın tarih sahnesine çıkmasına ve o gün bu gün varlığını sürdürmesi neden olmuş, buğdayı insanlar için çok önemli kılmıştır.
Böylelikle insanlar ilk büyük devrim olan tarım toplum modelini oluşturdular. Yani doğada olan tohumları ekmeye, biçmeye başlayarak, tarihin gidişatını değiştirmeye, yeni toplumsal modeller yaratmaya başladılar.
Bir süre hem avcı toplayıcılar, hem de tarımla uğraşan topluluklar aynı coğrafyalarda varlıklarını sürdürdüler. Tarım geliştikçe, tarım alanları genişledikçe, çeşit artıkça avcı toplayıcılar da azalmaya başladı.
Göçebe topluluklar tarımdan çok hayvancılıkla uğraşırken, tarım toplumu ise ürün ekip, biçmeyi esas aldı.
Günümüzde bütün dünya buğdayın ana vatanını Karacadağ olarak kabul ediyor. Bu gün hala en bakir toprakların yer aldığı Karacadağ ve çevresi avcı toplayıcıların tarıma geçiş için en uygun coğrafyaydı.
Kıraç topraklar, patlamış volkanik lavlar yabani bitki örtüsü için paha biçilmez bir alan yaratığı gibi, yabani buğday için de uygun ortamı oluşturuyordu.
Böylelikle ilk buğday türü buralarda kültüre alınıyor, sonrası dünyanın Verimli Hilal'i olan Mezopotamya'nın genelinde buğday en temel tarımsal uğraş haline geliyor.
Aradan 10 bin yıl geçmesine rağmen, buğday hala Mezopotamya için en temel tarımsal ürün, insanların geçim kaynağı ve en temel besinidir.
Küçüklüğümde zihnimde kaldığı kadarıyla, köy evlerin en serin ve karanlık bölümlerinde söğüt ağaçların dallarından örülen 2 metre yüksekliği, 1 metre genişliği olan bayağı büyük sepetlerin beyaz toprakla sıvaması sonucu "Kuarı" denilen depolara buğday doldurularak, yıl boyunca muhafaza ediliyor, bir kısmı sonbaharda ekime alınırken, geriye kalan ise un için kış boyunca saklanıyordu.
O yıllarda buğday sadece buğday değildi, bir hayat tarzı ve kültürel bir çarkın manivelasıydı. Ekmekten tutalım, yemeğe kadar, yemekten tatlıya kadar birçok gıda ürününün en temel besin maddesi buğday oluyordu.
Kültürel yapının, edebiyat ve şiirin bile şekillenmesinde buğday oldukça önemli bir etki bırakıyordu.
Buğday, hepimizin şu da bu şekilde her gün tükettiği bir tahıl klasiği. Bildiğimiz, hikayesine tanık olduğumuz, ekmek yapımında kullanılan buğdayın, yeryüzünde 25 bin çeşidi var.
Her birisini apayrı bir özelliği olsa da, doyurucu yönü ve besin zincirinde ilk halkası olması önemini ortaya çıkarıyor.
Yeryüzünde hemen hemen her coğrafyada yetişen ve kendini iklime göre konumlayan buğday halen en eski çağlarda ki önemini koruyor.
Açlıkla mücadelede buğday en temek ürün. Buğday varsa, açlığı yenmek kolay oluyor. Buğday yoksa açlık genişliyor ve hayatın temeli sarsılıyor.
10 bin yıldır hayatımızda olan, sofralarımızın değişmez besini buğday türleri eski varlıklarını korusa da genetiği değiştirilen ve daha fazla verim veren tohumlar dünya genelinde öne çıkıyor.
Dünya tohum pazarı giderek genişlerken, tohumlar bir seferlik yeşeriyor, tohum olarak tanesini ertesi yıla kaldırsan bile yeşermiyor, yeşerse bile mahsul elde edilmiyor.
Uluslararası tohum tekelleri dünyada ki bütün tohumları bitirip, kendi tohumlarını üreticiye her yıl satmayı düşünürken, bazı eski tohumlar büyük bir inatla varlığını sürdürüyor.
Mardin Bölgesinde Sorgul, Sivas ve çevresinde Zeron tohumları asırlar sonrası yeniden toprakla buluştuğunda şaşılacak düzeyde yeşerdiği, çağlar öncesi buğdayın yeniden başaklandığı görülüyor.
Bu çağlar öncesi dönemlerden kalan tohumların rekoltesi az olsa da, susuz yetişmesi, ilaç ve gübreye ihtiyaç duymaması eski tohumların yeniden önemini ortaya çıkarıyor.
Kürtlerin en eski buğday tohumuna altın anlamında zêrin demesi bir tesadüf olamaz. Çünkü buğday gerçekten altın değerinde. Hele genetiği bozulmayan buğday türleri aynı zamanda sağlık için de gerekli olduğu gün gibi aşikar.
Hayatın devamlılığını sağlayan su, toprak ve buğday üçlemesi sanırım küresel ısınma sürecinde giderek daha önem kazanacak ve belki de eski buğday türleri ilaç olarak bizlere pazarlanacak...
Kaynak:
* https://apelasyon.com/yazi/28/gecmisten-gunumuze-bugday
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish