Etik derslerden ve başkalarını suçlamadan sonra Afganistan gerçeği

Temel olarak, ABD'nin Afganistan'a askeri müdahalesi, Sovyetler Birliği'ne karşı siyasi Sünni İslami milisler, yani mücahit güçleri devreye sokarak onu yıpratıcı bir Afgan batağına sürükleme stratejisiyle ilgilidir

Fotoğraf: Twitter

Siyaseti ve deneme yanılma dinamiklerini takip etmek, bir siyasi analiste etik üzerine ders veren politikacıları duyduğunda güvenmemeyi öğretmeli. Çıkarlarını etikle meşrulaştıran bir politikacıdan daha tehlikeli ve etik standartlarını başkalarına dayatan bir iktidardan daha endişe verici bir şey yoktur. Burada mesele, kınama amacının ötesine geçerek üniversitelerde incelediğimiz şekliyle siyasetin yani “mümkün olanın sanatı”nın pratik Amerikan tanımını hatırlatıyor.

Bu mümkün her zaman etik değildir ve etik olan çoğu zaman o kadar yüksek maliyetli bir seçenektir ki seçim açısından kabul edilemez hale gelir.

Batıya doğru genişleme aşamasında ABD içinde veya Soğuk Savaş sırasında dış ilişkilerinde olsun özellikle Amerikan politikasının gidişatını gözden geçirmek kadar iddia ettiklerimin doğruluğunu daha iyi gösteren bir şey yoktur. Amerikan Smithsonian Channel tarafından ABD'nin başlangıcı ve genişlemesi hakkında yayınlanan bazı içerikleri takip etmek, belki de güzelleştirmeden siyasetin gerçekçiliği hakkında net bir fikir verebilir.

ABD oluşum olarak esasında toprağın asıl sahipleri olan Kızılderili kabilelerine boyun eğdirmeye, onları ekonomik nedenlerle (anlaşmalar ve sözleşmeler imzaladıktan sonra) topraklarından koparmaya, Afrika'dan köle ithal etmeye, Meksika ve diğerleriyle sınır savaşlarına veya Fransa ile yapılan büyük Louisiana Anlaşması ve Alaska'nın Rusya'dan satın alınması gibi toprak satın almaya dayanıyor. Dolayısıyla, bugün dünyanın en güçlü ve zengini olan bir süper güç inşa edilirken etik” kriterler ile çıkar asla örtüşmedi. Açıkçası, ABD bir istisna değil, bu tam olarak imparatorlukların doğası ve inşa mekanizmasıdır.

Dünya imparatorlukları - eski Avrupa krallıkları ve İslam hilafet devletleri dahil – kültürünü ve çıkarlarını mağlup gruplara empoze eden galip bir grup tarafından yaratılan çok uluslu ve etnikli oluşumlar değil miydi?

En sonuncusunu ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin oluşturduğu büyük güçler tarafından yapılan en çirkin anlaşmalar, müdahaleler ve işgaller karşısında yaşadığımız şok, bireysel ve psikolojik düzeyde haklı olabilir, ancak bunun mümkün olanın sanatı ile hiçbir ilgisi yok. Bunun nedeni de bu güçlerin hayırsever olmaması, aralarındaki çekişmenin çelişkili dillere ve yalanı açıkça görünen terimlere olanak tanıması.

Hem sonra lakapları kullananlar ve propagandaları yayanlar arasındaki çıkar çatışması olmasaydı, terörist ile özgürlük savaşçısı arasında ne fark olurdu? Saldırganlık ile meşru müdafaa hakkı arasındaki ne fark olurdu? Kurtarılmış toprak ile işgal edilmiş toprak arasında ne fark olurdu?

O halde mesele çıkar meselesidir, dün yanlış olan bugün kabul edilebilir. Tıpkı teröre karşı savaşa girmemizle Soğuk Savaş hesaplarının değişmesi gibi. Nitekim bundan sonra Latin Amerika, Doğu Asya ve Sahra altı Afrika bölgelerindeki askeri cunta komutanlarının, kırmızı bayraklı halk kurtuluş hareketlerinin başkentleri kalaşnikoflarla ele geçirmelerini önlemekle görevlendirilmesi utanç kaynağı oldu.

Bu noktada, Washington'un önümüzdeki Ağustos ayı sonuna kadar askerlerini Afganistan'dan kalıcı olarak çekme kararına ilişkin varsayımlara biraz odaklanalım.

Temel olarak, ABD'nin Afganistan'a askeri müdahalesi, Sovyetler Birliği'ne karşı siyasi Sünni İslami milisler, yani mücahit güçleri devreye sokarak onu yıpratıcı bir Afgan batağına sürükleme stratejisiyle ilgilidir. O zaman, ABD, İngiltere, Pakistan, bazı İslam ve Arap ülkeleri, mücahitleri desteklemek ve eğitmekle kalmayıp, aynı zamanda eylemlerinin saygı görmesi, liderleri ve kahramanlıkları hakkında kitaplar yazılması konusunda da önemli bir rol oynadılar. Ancak Sovyetler çekilip Moskova’daki durgunluk ve çöküş hızlanır hızlanmaz Washington ve Batılı güçlerin öncelikleri değişti, hem de cihadı Afganistan’dan tüm dünyaya ihraç edeceklerine inanan ateşli cihat destekçilerini kışkırtacak biçimde. Öfkelerinin en tehlikeli küresel sonucu, Batı'nın İslam ve Arap dünyalarıyla ilişkilerinde önceliklerini yeniden belirleyen el-Kaide'nin 11 Eylül 2001 saldırısı oldu.

Hatırladığımız üzere, bu saldırı Afganistan'ı işgal etmek ve el-Kaide sempatizanı Taliban’ı vurmak, ardından 2003'te Irak'ı işgal etmek ve işgalci Geçici Koalisyon Yönetimi'nin başkanı Paul Bremer’ın deyimiyle Irak üzerindeki Sünni hegemonyasını sona erdirmek için kullanılmıştı. Irak'ta kaçınılmaz sonuç, eski ABD Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz'in itirafıyla, sabık Bağdat rejiminin aksine el-Kaide ile ilişkileri bilinmesine rağmen İran Mollalarına teslim edilmesi oldu. Afganistan'da ise siyasi Sünni İslam'ın “şeytanlaştırılmasını” kolaylaştıran yıkıcı bir iç savaş patlak verdi. Bu da, İran liderlerine Lübnan, ardından Suriye ve Yemen içindeki yayılmacı hareketlerinde fayda sağladı.

Kontrol edilen ve hedefleri saptırılan bir Arap Baharının da içine karıştığı bu harekete karşı Washington’un Barack Obama dönemindeki pozisyonu belirsizdi. Dahası, Obama'nın Suriye’deki durum ve ardından İran'ın nükleer dosyasına yaklaşımı, Washington'un bölgedeki geleneksel müttefikleri pahasına Tahran ile bir arada yaşama veya ortaklık yapma konusunda  hiçbir endişesi olmadığını gün yüzüne çıkardı. Cumhuriyetçi başkan Donald Trump 4 yıllık dönemi boyunca İran hegemonyasını kesintiye uğrattı ama kıramadı. Aksine, katı İsrail sağının politikalarını tam olarak benimseyerek ona bir güvenilirlik dozu verdi. Kaldı ki Trump da Suriye'deki ABD güçlerinin varlığının yalnızca DEAŞ’a karşı mücadeleyle sınırlı olduğunu, Irak ve Afganistan'daki ABD güçlerini çekmeye kararlı olduğunu defalarca vurguladı. Bugün, Joe Biden liderliğinde Obama ekibinin ABD'de yeniden yönetime gelmesiyle birlikte Washington, Tahran ile müzakerelere, Suriye konusunda Rusya ile iş birliğine ve Afganistan'dan çekilmeyi hızlandırmaya geri döndü.

Afganistan'ı Taliban’ın insafına bırakmak ve Tahran ile ilişkilerini düzenlemek elbette Washington'un kararına kalmış. Ancak analistler, Ortadoğu'da Biden yönetiminin gerçek bir stratejik amacı olup olmadığını sorgulamakta haklılar.

İran rejimini devirme meselesi söz konusu değil, ama davranışını değiştirmek, ciddi bir ihtimal mi?

 Afganistan'da radikal Sünni İslam ile bir arada yaşamak mümkünse, o halde Washington neden İran hegemonyasının olduğu bölgelerde (örneğin Irak, Suriye ve Lübnan) ona karşı katı?

Eğer Washington güçlü bir İran ile bir arada yaşamaya açıksa, büyük bir Sünni Beluci azınlığın yaşadığı doğu bölgelerinin bir şantaj gibi çatışmaların arenası olarak bırakılması, Biden yönetiminin İran’a bölgesel emelleri konusunda Washington'un aşmasını kabul etmeyeceği bir çıtanın var olduğunu hatırlattığı anlamına mı geliyor?

İran rejimi, tüm sahte düşmanlık söylemine rağmen, İslam dünyası içinde Washington için jeostratejik bir ihtiyaçtır. Batı Asya'daki jeostratejik hesaplamalar içinde İran ve komşusu Afganistan, bölgedeki Çin ve Rusya meydan okumalarıyla başa çıkmakta Washington yönetiminin geleceğinde çok önemli bir rol oynuyor.

Sonuç olarak İran, Washington'un koşullarına göre büyür ve küçülür. Terörizm, aşırılıkçılık, demokrasi ve insan hakları terimlerinin tümü, her zaman olduğu gibi, geçici tüketim terimleridir.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

DAHA FAZLA HABER OKU