Yirminci yüzyılın hemen başında toprakları üzerinde güneş batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu; Güney Afrika'da Boerler denilen bir avuç çiftçiye karşı ağır bir mağlubiyet yaşamıştı.
Dünyanın en güçlü devletinin 450 bin kişilik ordusuyla köylülere karşı yaşadığı hezimetin yankılarının en çok duyulduğu ülkelerin başında Osmanlı Devleti geliyordu.
Sultan Abdülhamid, İngiliz emperyalizmine karşı dünyanın her yerinde Büyük Britanya düşmanları ile ittifak yapmayı devletin resmi politikası haline getirmişti.
Büyük Britanya, savaş meydanında istediği sonucu alamayınca sivillere karşı başlattığı katliamla Afrika'da istediğini elde edecekti.
Sultan Abdülhamid karşıtı aydınlar ki içlerinde Tevfik Fikret, Mehmet Rauf ve İbnülemin Mahmut Kemal İnal gibi değerli isimlerin bulunduğu Servet-i Fünuncular, bir bildiri yayınlayarak İngilizleri yaptıkları katliamdan ötürü tebrik etti ve İngiliz emperyalizminin yanında saf tuttu;
'Majestelerinin Elçisi Sir Nicolas O'Conor Cenablarına', Edvâr-ı tarihiyesini teşkil eden harekât ve fütûhâtında hürriyet ve adâlet gibi iki vâcibe-i insaniyeti tahkim ve ta'mim uğrunda en çok fedakârlıklar etmiş, en ziyade muvaffakiyetler göstermiş bir hükümet-i muazzama olmasına mebni İngiliz devlet-i fahimânesini rehnümâ-yı medeniyet unvan-ı celilesiyle tebcil etmek revâdır.
Hususuyla bir asırdan beri Devlet-i Aliyyenin hukukunu müdafaa ve istikbalini te'minde ma'nen, maddeten ibzal eylediği hayırhâhâne mesaî ve müzahere ile Osmanlıların kalblerinde mevcudiyet-i siyaseleriyle kaim ve daim olacak hiss-i muhabbet husûle getirmiş olan İngiliz devlet-i muhteremesi daima saadet-i ümemde menafi'-i mahsusa aramak gibi âlicenâbâne bir fikir ile mütecelli meslek-i siyasiyesini takdir etmek vazifesiyle herkesden ziyade Osmanlıları mükellef kılmıştır.
Nevahi-i şimaliyesi İslâmiyet içinde münevver iken cihat-ı sairesi zulm ü cehl ve bedâvat içinde yuvarlanan Afrika kıtasının aksam-ı mühimme-i cenûbiyesine atf-ı nazar olunub da insan ticareti gibi menafi'-i gayr-i meşru'a arkasında oralara kadar koşan akvam-ı mutaassıbanın tazallumât-ı gaddaranesine marûz kalmış kabail-i zenciye ile nice binlerce nüfus-i İslamiyeye bezl ü temin edilen hürriyet ve adalet göz önüne getirirsek İngiliz millet-i muaazamasının bütün alem üzerine neşr-i envar-ı adalet ve hürriyet eylemesi yegane matmah-ı nazar ittihaz eylediği düşünülünce bu def'a Afrika-yı Cenubî Cumhuriyetine karşu deruhde etdiği harbde dahi mazhar-ı muvaffakiyat olması temenniyât-ı vezaif-i insaniye sırasında görülüyor.
İşte bu vazife-i mukaddeseyi Osmanlı şebbanı nâmına imza eder ve hissiyat-ı ihtiramkârânemizin kabulüyle devlet-i metbualarına arzını niyaz eyleriz.
Sultan Abdülhamid bu bildiriyi yayımlayanları ve altına imza atanları asla affetmeyecekti.
1899 Boeller Savaşı'nın hemen başında dünyaya gelen Peyami Safa'nın hikâyesi de aslında tam burada başlıyordu, çünkü babası İsmail Safa da bir şairdi ve bu bildirinin altına imza atanlardan biriydi.
Sultan Abdülhamid, İsmail Safa'yı da affetmedi ve Sivas'a sürgüne gönderdi.
Bu sürgün İsmail Safa'nın hassas bünyesine ağır geldi ve kısa süre sonra hayatını kaybetmesine neden oldu.
Peyami Safa artık yetimdi.
Sultan Abdülhamid ondan sadece babasını almamıştı, aynı zamanda bünyesinin bu denli zayıf olmasının ve kolunun da sakat kalmasının görünmeyen müsebbibi olmuştu.
Bu yüzden Peyami Safa, Büyük Doğu Dergisinde, dönemin müzmin Abdülhamitçisi Necip Fazıl ile aynı sütunları paylaşırken dahi Sultan Abdülhamid'e olan nefretini gizleyemeyecekti.
Nazım Hikmet ve Peyami Safa
Peyami Safa ve Nazım Hikmet birbirlerine kardeşçesine yakın iki dosttu.
Hatta Türk Romanın ünlü yazarı Kemal Tahir, tüm düşüncelerini derinden sarsan Nazım Hikmet'le tanışma sürecinde Nazım'ı kendilerine Peyami Safa'nın takdim ettiğini şu sözlerle ifade eder;
O yıllarda Gülhane parkında, eski saraya yakın olan Alay köşkünde sık sık edebiyat akşamları tertip ediliyordu. Bu akşamlardan birinde, şair arkadaşlarımdan biri ile ben de hazır bulundum. Akşamı tertipleyen heyetin başkanı Peyami Safa, Nazım Hikmet'i dinleyicilere, 'ünlü Türk şairi' diye tanıttı.
Nazım, şiirlerini okumaya başladı. Şiirler arasında 'Güneşi İçenlerin Türküsü' de vardı. Biz de o zamanlar şiir yazıyor ya da yazdığımızı sanıyorduk. Yahya Kemal'in etkisi altında idik, yabancı şairlerden Baudlaire ve Verlaine'i seviyorduk.
Nazım'ın gümbür gümbür şiirini duymamızla kan başımıza sıçradı. O kadar sersemlemiştik ki, sokağa çıkınca aklımızda kalan mısraları birbirine ekleyerek şiirleri restore etmeye çalışırken az kalsın tramvayın altında kalıyorduk.
Öyle yakın dosttular ki Peyami Safa, en önemli romanlarından birisi kabul edilen 'Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nu Nazım Hikmet'e ithaf edecek ve Nazım Hikmet de şu sözlerle mukabelede bulunacaktı;
Ben Peyami'nin bu son romanını üç defa okudum, otuz defa daha okuyabilirim ve okuyacağım.
Bu kitabın karşısında ben, yıldızlı göklerin sonsuzluğuna bakan ve o layetenahi (sonsuz) âlemde yeni pırıltılar, o zamana kadar hiçbir gözün görmediği acayip, fakat hakiki âlemler keşfeden müneccimin hayranlığını duymaktayım.
Eğer ıstırabı, azabı ve neşeyi coşkun bir ciddiyetle duyan öz ve halis halk kitleleri okuma yazma bilselerdi, bu romanın, on bin, yüz bin, hatta bir milyon satması işten bile değildir.
Öyle ki Peyami Safa, Cumhuriyet'te yazdığı sırada Nazım Hikmet'e yönelik tahkir edici ifadelerin kullanılması üzerine istifa etmekten çekinmeyecekti.
Fakat biri komünist diğer muhafazakâr eğilimli iki yazardı. Zamanla ideolojik körlükler büyük bir düşmanlık doğurdu.
Öyle ki 1950'de Nazım Hikmet'e af çıkartılması için başlatılan kampanyanın en büyük aleyhtarı Peyami Safa olacaktı.
Nazım Hikmet ise eski dostu için şu nefret dolu cümleleri yazmaktan geri durmayacaktı;
Peyami'nin Babıâli Caddesi'ne düştüğü andan bugüne kadar geçen fikir hayatını tetkik edersek şunu görürüz: O boyuna sağ ve sol arasında bocalamıştır. Bir kapıya kapılandığı, cebi para gördüğü müddetçe sağa gitmiştir.
Her kapılandığı kapıdan kovuluşunda, her maddi sıkıntıya düşüşünde sollaşmıştır. Fakat sağa gittiği zamanlar, sola karşı provokasyonlar tertip eden üstat, en sollaştığı vakitler de bile sağı kollayacak kadar kurnazlık göstermiştir...
Peyami'nin o kara günlerinde benimle yaptığı dostluk, 'hatır için Marksist olma' temayülleri, benim 'bir yere' sırtımı dayamış olduğumu tevehhüm etmesiyle (sanmasıyla) başlamıştı.
Ve sonra, bana düşmanlaştığı da bu vehmin bir hakikat olmadığını anlamasıyla tebellür etti (açıklığa kavuştu). İşte, bugüne kadar, Peyami'nin bende affedemediği şey, onu böyle bir sukutu hayale düşürüşümdür.
Nazım Hikmet ve Peyami Safa birbirlerine olan düşmanlıklarını ömürlerinin sonuna kadar sürdürmüşlerdi.
Peyami Safa ve Politika
Peyami Safa, bugün muhafazakâr kesim için vazgeçilmez bir isim olarak görülse de hayatında bazı sıra dışı ayrıntılar göze çarpmaktadır.
Bu detayların başında Peyami Safa'nın muhafazakâr kesimin nefretle andığı Abdullah Cevdet'e duyduğu hayranlığı gelir.
Baba dostu olan Abdullah Cevdet için Peyami Safa şu sözleri kullanacaktı;
Türk İnkılabının ilk mütefekkiri Abdullah Cevdet'tir. Bugün ortaçağ kafası, skolastik, klerikalizm dediğimiz softalığa karşı ilk isyan bayrağını açan odur; tesettür aleyhine ilk yürüyen odur; görücülük aleyhine ilk yürüyen odur; kızların Tıp Fakültesi gibi yüksekokullara girmesini isteyen odur; içtihad"ın diliyle söylüyorum:
'Birer tembellik yuvası olan tekkelerin ve zaviyelerin ilga edilmesi' için ilk haykıran odur; fes aleyhinde ilk ayağa kalkan odur; bütün medreselerin ilgasını ilk teklif eden odur; sarığın ve cübbenin yalnız ulemaya tahsisini ilk isteyen odur; Latin harfleriyle ilk yazan odur.
Peyami Safa, dinî kurumların kapatılmasını ve tesettürle mücadelede gösterdiği çabadan dolayı Abdullah Cevdet'e hayranlığını açıkça dile getiriyordu.
Ayrıca ömrünün sonuna kadar da Abdullah Cevdet aleyhine net ifadeler kullanmayacaktı.
Muhafazakâr camianın vazgeçilmez ismi Peyami Safa, 1950 seçimlerinde CHP'nin Türkiye Partisi olma teşebbüsleri kapsamında Bursa'dan milletvekili adayı yapıldı. CHP, Peyami Safa ile seçmene değiştim mesajı vermek istiyordu.
İsmet İnönü, programında olmamasına rağmen Bursa'ya kadar gelerek Peyami Safa'ya destek olmasını Vecdi Bürün şu şekilde aktaracaktı;
Seçimlerden önce Bursa'ya gitti. Kendisini iki kere Bursa'ya giderek ziyaret ettim ve mücadele havası içinde olmanın ona bir dinçlik kazandırdığını hayretle gördüm. Seçimlerden önce İnönü de onu memnun etmek için programında olmadığı halde Bursa'ya uğradı, orada bir nutuk söyledi.
Paşanın sırf kendisi için Bursa'ya gelmiş olduğunu söylemesi Peyami Safa'yı çok memnun etmişti. Meydanlarda yaptığı mutad seçim konuşmalarında karşı tarafa sert sözler söylüyor, adeta veryansın ediyordu.
Safa'nın CHP'li olmasına en sert tepki, yine eski bir CHP milletvekili aday adayı Necip Fazıl Kısakürek'ten gelecekti;
İsmini ve mevzusunu hatırlamak ve ele almaktan sadece midemizin bulandığı bir muharriri artık tebrik ederiz! Zira sabır ve tahammülümüz artık çakiçak olmuştur!
Bu muharrir CHP'ye son defa bilmem ne müşaviri olan meşhur zat… Fena mı? Ayda 400 lira alacaktır. Ce.He.Pe. dostu gazetesinden de 5-600 lira kıvırdığına göre ayda en aşağı 1000 lira kazanacak demektir. Bu fanî dünyada fena mı?
Seçimlerden sonra Adnan Menderes ile yakın dostluk kuran Peyami Safa, bir anda Demokrat Parti'nin en önemli ideologlarından birisi haline geldi.
Artık solcularla aynı gazetede dahi yazamayacak kadar sağcı olan Peyami Safa, Milliyet gazetesinden Abdi İpekçi ve Aziz Nesin'e tahammül edemediği için istifa edecekti.
27 Mayıs'a giden yolda Adnan Menderes'i ilk uyaranların başında da Peyami Safa gelecekti. Vecdi Bürün bu ikazı şu sözlerle aktaracaktı;
Menderes'le bir pazar günü Fatin Rüştü'nün de hazır bulunduğu bir konuşmada, ona haklı olduğu halde bazı tedbirleri kaldırması teklifinde bulundu. Rahmetli Menderes, ilk konuşmasından sonra sağlam bir dostluk kurduğu Peyami Safa'yı dikkatle dinledi. Fakat tavsiyelerinin hiçbirine yanaşmadı.
Vilayetten çıktığımız zaman Peyami Safa, en samimi davranışı ile: Menderes, romantik, dedi. İntihara doğru gittiğini bir türlü anlamak istemiyor. Karşı tarafın temellerini bomba ile attığı büyük fikirler onu hala büyülemekte devam ediyor. Peşinden de ilave etti: Ama ne olursa olsun, ben samimilikten yanayım, onu bırakmayacağım.
Tüm yaşananlardan sonra Yassıada Mahkemelerinde örtülü ödenek meselesi üzerinden Peyami Safa'nın üzerine gidilmişse de herhangi bir sonuç çıkmamıştır.
Ali Fuat Başgil, Yassıada'da bir grubun Peyami Safa'nın da idam edilmesini istediğini Hatıralar'ında aktarır.
Şahit olduğu bir diyalogu şöyle aktarır;
Onun boynunu burup kafasını koparmalı!
Kimin yahu? Diye sordum.
Peyami Safa denilen adamın. Yazdıklarını okumuyor musunuz?
Devamlı değil ama bazen okuyorum. Fakat ben ortada kafa koparılacak bir suç görmüyorum. Bir diğeri de şu mutaalda söz ederek:
'-En az altmışının idamı lazım!' diyordu.
Peyami Safa ırkçı mıydı?
Peyami Safa, zaman zaman ırkçılıkla suçlanır. Bazı yazılarında da bu yorumları da haklı çıkartır, örneğin bir yabancı ile evlenen Türk kadınını 'Kadın Aşk Aile' isimli eserinde murdar kabul eder;
Yabancı bir erkekle evlenen kız, mensup olduğu millet için ölmüş demektir. Çünkü doğuracağı çocuk babasının mensup olduğu memleketin tabiiyetine kaydolacak, yabancı isim olacaktı.
Bütün nu kızları yabancı erkeklerle evlenselerdi, bir iki asır sonra Türk milletinden eser kalmazdı. Demek ki, bu göründüğü kadar ferdî bir hareket değildir. Millî şümulü olan bir hadisedir. Bunun içinde, Ayşe ve Fatma'ların çocuklarının John veya James görmeye Türk milletinin tahammülü yoktur.
Peyami Safa, yine de kendisini ırkçı/kafatasçı olarak kabul etmez ve 'Eğitim Gençlik Üniversite' isimli eserinde şu ifadeleri kullanır;
Dar manasıyla ırkçı olmadığımız için, aynı prensipler ve haklar içinde başka milletlerini gizli veya aşikâr ırkçılıklarına da düşmanız… Kendi ırkçılıklarını muhafaza edip bizim milliyetçiliğimizi hoş görmeyenler bizi millî intihara sevk etmek isteyenlerdir.
Eğer bunlara bütün enerjimizle 'Hayır' diyorsak, bu sofu bir milliyetçi olduğumuz için değil, millî varlığımızı muhafazâ etmek içindir. Türk gençliğini bunun için milliyetçi olmaya çağırıyoruz.
Türk romanın büyük ismi Peyami Safa, hayatı boyunca tereddüdün sarmalından kurtulamadı.
Nazım Hikmet ile dostluğu da düşmanlığı da dillere destandı. Siyaseten hep gelgitler yaşadı.
CHP'nin milletvekili adayı, Demokrat Parti'nin en önemli ideologlarından birisiydi.
Muhafazakâr olmasına rağmen ömrünün sonuna kadar Sultan Abdülhamid'den nefret etti ve Necip Fazıl ile yıldızları hiç barışmadı.
Tüm bu zikzaklara rağmen 27 Mayıs sonrasında dik durmayı başarabilen sayılı aydından birisi oldu.
Askeri görevini yaparken aniden hayatını kaybeden oğlunun acısına dayanamayan Peyami Safa 15 Haziran 1961 yılında 62 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.
*Daha ayrıntılı bir okuma için Vecdi Bürün'ün 'Peyami Safa ile 25 Yıl' eseri ve Ergun Göze'nin 'Peyami Safa' eseri incelenebilir.
© The Independentturkish