Marmara Denizi, haftalardır dibini ve yüzeyini kaplayan müsilaj (deniz salyası) ile boğuşuyor.
Deniz salyasının bir anda bu boyuta ulaşmadığı uyarısını yapan uzmanlar, kirliliğin yıllardır "göstere göstere geldiğini" belirtiyor.
Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı, Marmara Denizi'nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi (MAREM) proje ekibinin 2011'deki çalışmaları da bu görüşü destekler nitelikte.
Ekip başkanlığını yürüten Hidrobiyolog Levent Artüz'ün 9 sene önce sarf ettiği, "Marmara Denizi'nin büyük bir bölümünde oksijen yok. Canlıların yaşayıp büyüyüp üreteceği oksijen miktarına sahip değil. Marmara Denizi'nde çok ciddi bir şekilde tür çeşitliliği erozyona uğramış vaziyettedir" sözleri akıllarda.
Bilim dilinde müsilaj (deniz salyası) olarak adlandırılan, halkın ve balıkçıların ise kısaca salya dediği, deniz yüzeyini saran sarı-beyaz peltemsi tabakanın, biyolojik ve kimyasal koşulların sonucunda bir zincir şeklinde gerçekleştiği vurgulanıyor.
Marmara Denizi'ndeki müsilaj, hem Ege Denizi hem de Karadeniz'e ilerliyor. Prof. Dr. Mustafa Öztürk ve Doç. Dr. Ebru Tekin Bilbil, Marmara'daki deniz kirliliğini, bunun farklı denizlere de akmaya başlamasını ve genel anlamda buna karşı yapılması gerekenleri değerlendirdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
"Ana neden fosfor, azot-fosfor kirlilik yükü çok etkili"
Çevre Mühendisi Prof. Dr. Mustafa Öztürk'e göre Marmara'daki deniz kirliliğinin ana nedeni fosfor.
Marmara Denizi çevresindeki tarım arazilerinde fosforun olabilecek en düşük seviyede kullanılmasının şart olduğunu vurgulayan Öztürk, tesislerin atık sularını arıtmadan dere ve akarsulara vermemesi gerektiğin söyledi.
Azot ve fosforun kirlilik yükünün azaltılmasının şart olduğuna dikkati çeken Öztürk, hem kısa hem de uzun vadeli çözümler için bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini kaydetti.
"Biraz daha beklersek karşımıza Haliç'in eski hali çıkar"
Prof. Dr. Öztürk, "Fosfor yükü devam ettikçe deniz tabanı ölüyor. Oksijen aşırı az, tabandaki fosfor serbest hale geçiyor. Aşağıda fosfor fazla, çevreden gelen kirlilikleri azaltmak gerek. 3 sene beklemeye gerek yok, biraz daha beklersek karşımıza Haliç'in eski hali çıkar" dedi.
Deniz salyası oluşumunda fosforun yanı sıra azotun neden olduğu kirliliğin de etkisinin bulunduğunu dile getiren Öztürk, suda bulunan ve hareket yeteneği akıntıya bağımlı olan canlılara (plankton) da değindi:
Denizde azot-fosfor kirlilik değeri yüksek. Sıcaklık değeri normalin üzerinde. Sakinlik hakim. Bu durum fitoplankton üretimini tetikledi ve bunu sonucunda da deniz salyasının aşırı üredi. Plankton denilen aşırı derecede bitkisel canlılar oluşuyor. Bunlar deniz salyası üretiyor. Ege Denizi'nde ve Karadeniz'de de Marmara gibi azot-fosfor kirlilik yükleri yüksekse, güneş ışığı varsa, sıcaklık normalin biraz üzerinde ve su yüzeyi de sakinse, buralarda da fitoplankton üzerinden deniz salyası üreyebilir.
"Marmara'dan sonra Ege ve Karadeniz'de de deniz salyası görülmeye başlandı"
Deniz salyasının hareketli yerlerden ziyade körfez, koy gibi korunaklı bölgelerde, sakin denizler ile dere yataklarında daha fazla bulunduğuna dikkati çeken Mustafa Öztürk, müsilajın Marmara'dan sonra Ege ve Karadeniz'de de görüldüğünü söyledi.
Öztürk şöyle devam etti:
"Bu bölgelerde de fosfor ve azot yükü, sıcaklık artışı, sakinlik gibi deniz salyasının üretimini tetikleyecek ortam oluştuğundan, Marmara'nın ardından buralarda da görülmeye başlandı. Müsilaj, Adriyatik Denizi, Baltık Denizi ve okyanuslarda da var ama yurtdışında bir hafta, 10 günde yok olurken, bizde 4 aya yakın süredir hala var! Adriyatik Denizi'nde, Baltık Denizi'ndeki kirlilikte ülkeler, fosfor kirlilik yükünü azaltmak için acil çözüm üretiyorlar. Biz, onların 3-4 katı çözüm üretmeliyiz."
Sözkonusu acil çözümlerin neler olabileceğini sorduğumuz çevre mühendisi Prof. Dr. Öztürk, şu sıralamayı yaptı:
1- Noktasal kaynakların kirlilik yükü azaltılmalı: Evsel ve endüstriyel atık sular, ileri kademe arıtılmalı. İçinde sanayi atık suları da var. Deşarj limitleri KOİ maksimum 125 olmalı. BOİ 25 olmalı. NOX maksimum 10 olmalı. Toplam fosfor (KP) 1 olmalı. Bu değerlere hassas alan sınır değerleridir bu. Bu durumda Marmara Denizi'ne şu anda 10 kat daha temiz su verilmiş olur.
2- Yayılı kaynaklardan gelen azot ve fosfor kirlilik yükü azaltılmalı: Hayvan çiftlikleri, zeytinyağı üretim tesisleri, mandıracılık, tarım arazilerinde kullanılan gübre tesisleri. Susurluk akarsuyuyla gelen ciddi bir kirlilik var. Ergene Havzası'ndan sanayi ve evsel atıklar var Marmara denizine deşarj edilen. Buna benzer 10larca yer var, azot fosfor kirliliği yüksek su geliyor Marmara'ya.
3- Acilen Marmara çevresindeki tarım arazileri iyi tarım uygulamasına geçmeli. Fosforu minimum kullanacakları tarımcılığa geçmesi.
4- Tesisler atık sularını arıtmadan dere ve akarsulara vermemeli. Dere ve akarsu çevreleri hassas alan ilan edilmeli. Edilmezse kirlilik yükü yeniden Marmara'ya gelir.
5- Belediyeler, ileri kademe atık su arıtma tesisi projelerini ve uygulamasını hayata geçirmeli.
6- Baltık Denizi'nde uygulanan ileri kademe fosfor giderim metodu, acilen, hızlı ve seri şekilde evsel ve endüstiyel atık suların deşarj edildiği bölgelerde ve körfezlerde bu çalışma hızlı şekilde incelenip uygulamaya konulmalı. Bu 2 ayda bitecek bir çalışma.
"Bu sorun 2 senelik mesele değil, eskiye dayanıyor"
Müsilajın sorumlusunun kim olduğu ise ayrı bir tartışma konusu.
Marmara Denizi'ni kaplayan deniz salyası nedeniyle İstanbul'un 2 senedir belediyeciliğini yapan CHP ile geçmiş yıllarda bu görevi yürüten AK Parti birbirini suçluyor.
Biyolojik nedenlerin yanı sıra müsilaj oluşumuna bireylerin olumsuz etkilerini de sorduğumuz Prof. Dr. Mustafa Öztürk, "Asıl sorumlu kim?" sorusuna yanıt vermeye yanaşmadı.
Öztürk, bu konuda siyasetten bağımsız hareket edilmesi gerektiğini söylese de meselenin 2 senelik olmadığının da altını çizdi.
“Sadece İstanbul'da Marmara Denizi'ne verilen atık suyun günlük miktarı 5 milyon tonun üzerinde”
"Bugüne ve yarına odaklanarak çözüm üretelim" diyen Prof. Dr. Mustafa Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Sadece İstanbul'da Marmara Denizi'ne verilen atık suyun günlük miktarı 5 milyon tonun üzerinde. Bu mesele 2 senelik mesele değil, eskiye dayanıyor. 2016 yılında tüm belediyeleri toplantıya çağırmış, ‘Marmara elden gidiyor, arıtmalarınızı yapın' demiştim! Tüm değerler ortadaydı. Denizi kim, nereden kirletiyor, her şey ortada. Bu konuda ODTÜ ve TÜBİTAK'ın çalışması var. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nda eskiden beri veriler mevcut. 5 yıl önce yönetmelikle hassas alanlar belirlendi. Marmara da hassas alan olmalı. Bu devasa bir konu, bakanlık elindeki verileri acilen belediyeler ve kamuoyu ile paylaşmalı."
"Geç kalınırsa gemi taşımacılığı da büyük zarar görecek"
Son olarak deniz salyasının gemilere de hasar vermeye başladığını aktaran Öztürk, "Geç kalınırsa gemi taşımacılığı büyük zarar görecek" şeklinde konuştu.
"Marmara'daki müsilaj, kısa sürede geçen, doğal bir deniz salyası değil"
Özyeğin Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ebru Tekin Bilbil de Marmara Denizi'ndeki müsilajın bir anda ortaya çıkmadığını ifade etti.
Senelerdir pek çok verinin göz ardı edildiğini savunan Bilbil'e göre müsilajın doğal yolla da oluşabilir ama Marmara Denizi'ndeki durum farklı.
Doç. Dr. Bilbil, "O mikroorganizma orayı sevebilir, orada yayılabilir ama o habitatı besleyen kirlilik unsurları yok edilmezse, bu durum başka yerlere de yayılabiliyor. Marmara'daki müsilaj, kısa sürede geçen, doğal bir deniz salyası değil. Öyle olsaydı, derin deşarj yapıyorsak, atık su arıtma tesisleri, tersanelerden gelenler, gemi atıkları, balıkçıların atıkları hepsi bir arada. Çanakkale'deki doğal bir sonuç ama Marmara'daki durumun tamamen doğal olduğunu söylemek de sadece iklimsel değişiklik ya da atık sularda olduğunu söylemek de yanlış. İnsan müdahalesi, kimyasal unsur ve iklimsel unsur bir arada" ifadelerini kullandı.
"Müsilaj Ege ve Karadeniz'de de görülmeye başlandı"
"En büyük sorun ilişkisellik" ifadeleriyle deniz salyasının münferit olaydan ziyade zincir etkisi yaptığına dikkati çeken Doç. Dr. Bilbil, Prof. Dr. Öztürk'ün de belirttiği gibi, deniz suyu sıcaklığı, dönemsel değişiklikler, atık suların (kanalizasyon atıkları, metal atıklar...) neden olduğu kirlilik gibi nedenlere değindi.
Bilbil, "Mikropskopik canlılar, mikroorganizmalar en az insan kadar güçlü unsurlar. Doğa kendi habitatında mutlu ama insan o habitatı küçümsüyor. İnsan dışı varlıkların gücünü yok sayamayız. Deniz deşarjı denilen bir durum var. Kanalizasyonun içindeki habitat denize yayılıyor, denizdeki organizmalarla birleşip, mevcut habitat tamamen bozularak yenisi ortaya çıkıyor. Müsilajın sadece Marmara Denizi'nde kalacağını düşünmek zaten dar bir bakış açısı olurdu. Ege'de de, Karadeniz'de de görülme ihtimalinden bahsediliyordu ve görülmeye de başlandı. Aylardır Marmara'da müsilaj sorunu yaşanmasına rağmen Bilim Kurulu yeni kuruldu! Çevre Bakanlığı'na yıllardır 20'nin üzerinde eylem planı sunuldu. Çok geç kalındı" yorumunu yaptı.
"Sadece bugünü değil, 50 yılımızı, geleceğimizi planlamamız gerekli"
Adriyatik Denizi'nde de müsilaj görüldüğü gerekçesiyle İtalya'nın da benzer bir sorunla karşı karşıya geldiğini ve çözülebildiğini hatırlatan Bilbil, "Uluslararası standartlar hazırdı da biz neden şimdi hareket etmeye karar verdik? Proaktif olunmalı, sadece bugünü değil, 50 yılımızı, geleceğimizi planlamamız gerekli" şeklinde konuştu.
Atık su arıtma tesisleri standartlarının güncellenmesi gibi geçici çözümlerin sorunu kökten çözecek kalıcı tedbirlerin alınması gerektiğini belirten Doç. Dr. Ebru Tekin Bilbil, üniversitelerin de devreye girmesinin şart olduğunu savundu. Bilbil, müsilaj ile ilgili tek bir tezin hazırlandığını, onun da Çanakkale'deki durumu ele aldığını sözlerine ekledi.
© The Independentturkish