Türk tiyatrosunun devlerinden Rasim Öztekin geçen hafta hayatını kaybetti.
Pardon’un Muzo’su, G.O.R.A’nın Bob Marley Faruk’u, Kabadayı’nın, Sürmeli Birol’u 80’lerin Fehmi Baba’sı ansızın aramızdan ayrıldı.
Aslında Basın Yayın Yüksekokulu mezunu olan Öztekin, İstanbul Akademik Sanatçılar Topluluğu ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi ve Nöbetçi Tiyatro’da amatör olarak oyunculuğa başladı.
Yıllarca birçok oyunda sahne aldı. Öztekin alkışlarla büyüyen kariyerinde birçok ödül kazanmanın yanı sıra tuluat tiyatrosunun bir geleneği olarak ustadan ustaya devredilen ‘kavuğun da beşinci sahibi oldu.
İsmail Hakkı Dümbüllü, kavuğu 1968 yılında Münir Özkul'a devretti. Kavuk 1989’da Özkul’dan Ferhan Şensoy’a geçti. Şensoy da kavuğu 2016’da Rasim Öztekin’e verdi. Öztekin ise kavuğu 20 Eylül 2020’de Şevket Çoruh’a devretti.
Çekirdekten tiyatrocu
Bugün o kavuğun ilk sahibini ölüm yıldönümünde anacağız. Komik-i Şehir Kel Hasan Efendi…
1874’te doğduğu biliniyor. Ölüm tarihi hakkında ise kesin bir bilgi yok aslında. Gazeteci Ergun Hiçyılmaz, 11 Ağustos 2010’da Posta gazetesinde yazdığı yazıda Kel Hasan’ın 14 Mart 1925’te hayatını kaybettiğini aktarıyor. Wikipedia’nın 16 Mart başlıklı sayfasında ise 16 Mart 1929’da hayatını kaybettiği belirtiliyor.
Hasan, babası olan Enderun Hastalar Ağası Mehmed Efendi’nin okumasını çok istemesine rağmen küçük gönlünü sahneye kaptırmıştı. Daha çocuk yaşlarda karagöz oynatması için evlere çağırılan Hasan’ın en sevdiği şeylerden birisi de yüksek kaldırımda, Pirinççinin Gazinosu’nda, Abdülrezzak Abdi Efendi’nin oyunlarını seyretmekti.
Abdülrezzak Efendi sık sık karşısına çıkan bu inatçı çocuğun yalvarmalarına dayanamayarak onu işe aldı. Sahneyle ilk tanışması olan bu iş perdecilikti
Halkın gönlünü kazandı
Tiyatroya böylece adım atan Hasan, her işe koşturdu. Sahne arakasındaki esprileri, şakaları ile Abdülrezzak Efendi’nin dikkatini çekmeyi de başaran Hasan, kantolardan önce oynanan bir perdelik komedilerde rol almaya başladı. Bu işi yapmayı çok seven Hasan kendi oynamadığı oyunların repliklerini bile ezbere bilirdi.
Kısa sürede tanınmaya, sevilmeye başladı. Daha büyük roller istiyordu. Ancak başrolü Abdürrezzak Efendi oynadığı için o külhanbeyini oynamak, yan rollerle yetinmek zorunda kalıyordu.
Basık burnu ustasından hediye
Rivayete göre bir gün Abdülrezzak Efendi ile aralarında tartışma çıktı. Abdülrezzak Efendi, sultanı bile güldüren devrinin önemli komiklerinden birisiydi. Ustayla yerinde gözü olan çırağı arasındaki tartışma sertleşti. Abdülrezzak Efendi, Hasan’ı bir yumrukta devirdi. Yere düşen Hasan’ın burnu kırıldı. Bu olaydan sonra tiyatrodan ayrılan Hasan, o günün izini basık kalan burnunda hayatının sonuna kadar taşıdı.
Yoluna tek başına devam eden Hasan “Hayalhane-i Osmani Kumpanyası” ya da “Eğlencehane-i Osmani İdare-i Hasan” olarak bilinen bir tiyatro topluluğu kurdu.
Sahneye tantanayla çıkardı
Hasan, sadece sahnede görünmesi bile seyircileri güldürmeye yeten komiklerdendi. Genç yaşında saçları dökülmüş kel kalmıştı.Uzun boyluydu, ee burnu da malum. Canlandırdığı İbiş tipi halk tarafından çok seviliyordu. Kendisine kel denilmesini pek sevmese de artık Kel Hasan Efendi olarak tanınmaya başlamıştı.
Tiyatrosuyla İstanbul’un farkı semtlerine turneler düzenleyen Kel Hasan Efendi, ramazanlarda da direkler arasında ekibiyle birlikte doğaçlama oyunlar sergiliyordu. Tuluatın ustası başında kavukla, pişekara ve seyircilere laf yetiştiriyor, ortalığı kahkahaya boğuyordu.
Kumpanyadaki arkadaşları seyirciyi biraz ısıttıktan sonra bir elinde süpürge diğer elinde boş yağ tenekesi büyük bir gürültüyle ortaya çıkar, onun görünmesiyle halk kahkahaları koyuverirdi.
Sahnede İbiş, sokakta beyefendi
Kel Hasan sahnede renkli bir basma gömlek, bir ayağı kısa bir ayağı uzun bir pantolon giyer; kaşları, bıyıkları boyalıdır bir elinde bir sırık süpürgesi, diğer elinde bir gaz tenekesi ile becerikli bir hizmetçi veya uşağı temsil eder. Burnunu sokmadığı iş yoktur. Aklı ersin ermesin her şeye karışır, büyükler yanında türlü pot kırar. Haddini bilmez, budala şaşkın bir adamdır.
Malik Aksel eski İstanbul’un eğlence hayatını anlattığı “İstanbul’un Ortası” kitabında, sahnedeki Kel Hasan Efendi’yi böyle anlatıyor.
Kendisine Komik-i Şehri (Şöhretli komik) lakabını uygun gören Kel Hasan, sahne dışında ise bambaşka bir adamdır.
Sahnede teneke yuvarlayan, hakaret gören, dayak yiyen aptal uşak, sahneden inince siyah redingot ve pantolonu, papyonu, şal yeleği, Bâbıâlî kalıbı fesi, altın saat ve kösteğiyle bambaşka bir İstanbul efendisi oluyordu.
Zorunluluktan tek kişilik oyun
Eli sıkıydı. Yanında çalışanların paralarını geciktirir, türlü nedenlerle kesintiler yapardı.“Rüyada Taaşşuk” adlı oyunu ilk sahneye koyacakları akşam, alacaklarının ödenmesini, kesintilerin iadesi isteyen tiyatro çalışanları boykot yaptı, sahneye çıkmadı. Kel Hasan çalışanlarının taleplerini yerine getirmek yerine tek başına sahneye çıktı. Tüm rolleri sırayla canlandırdı. Bir kadın oluyordu, bir erkek, bir uşak oluyordu, bir beyefendi, kendi sorup kendi cevap veriyordu. Sahnedeki bu garip oyun ise seyircilerin çok hoşuna gitti. Hasan zorunluluktan da olsa sahnede tek kişilik tiyatronun ilk temsilcilerinden oldu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Kel Hasan’ın bir alışkanlığı da kumardı. Poker sever, parasına tavla oynardı.
Kel Hasan bir gün, çalıştığı Peruz Kumpanyası’nın sahibi Peruz Hanım’la poker oynadı. Cebindeki tüm parayı kaptırınca soluğu karakolda aldı. Ağlayarak komisere durumu anlattı. Komiser İstanbul’u kahkahalara boğan Kel Hasan’ın gözyaşlarından etkilenince Peruz Hanımı karakola çağırdı ve paraları geri vermeye ikna etti. Bu olaydan sonra kumara tövbe ettiği iddia edilse de Kel Hasan hayatının sonuna kadar parasıyla tavla oynamayı sürdürdü.
“Asıl seyirciler mektepten yetişirse ben hapı yuttum”
Eski tiyatronun sahneye adapte edilmiş türünün bir temsilcisi olan Kel Hasan, modern tiyatroyu denediyse de pek uyum gösteremedi.
Neşe Mesutoğlu, Sahne İstanbul: Usta Aktörlerden Türk Tiyatrosu kitabında Kel Hasan’ın yeni tiyatro ile ilgili bir anısını şöyle aktarır:
1914’te Darülbedayi Vezneciler Letafet Apartmanı’nda kurulurken birisi Kel Hasan Efendiye şaka yapıyor. Yarı şaka yarı ciddi diyor ki, “Kel Hasan Efendi, Kel Hasan Efendi, bak artık önce Darülelhan ve akabinde Darülbedayi diye bir yer kuruldu. Artık oyuncular mektepten yetişecekmiş. Sen hapı yuttun” Tabii çok ünlü bir tuluatçı olduğu için hemen cevap veriyor: “Sen onu bırak asıl seyirciler mektepten yetişirse ben hapı yuttum.
İkinci Meşrutiyet'ten sonra yaygınlaşan Batı ağırlıklı tiyatro çalışmalarına ayak uyduramayan Kel Hasan, genç komik Naşit Özcan'ın ünlenmeye başlaması ile sahneleri bıraktı.
Kel Hasan’ın kavuğu Dümbüllü’ye
Bugün ustadan ustaya geçen ilk kavuk işte bu Kel Hasan’ın kavuğuydu. Hasan Efendi, sahneleri terk ederken kavuğunu yanında çalışan ve tuluat tiyatrosunda üstün bir yeteneği olan İsmail Hakkı Dümbüllü’ye verdi. Kel Hasan kavuğun kendisine geçmesini bekleyen kardeşi Recep Sefa’ya ise durumu, “Oğlum sen dramatik adamsın, hiçbir zaman komik olmazsın, işte komiklik bu adama mahsustur, benden sonra bu adam bu sanatın ehli gözüküyor” diye açıkladı.
Kavuk banka kasasında
Bu kavuk işinde de farklı iddialar var. İsmail Hakkı Dümbüllü’nün kızı İpek Çıngay, babasının ‘Kanlı Nigar’ oyunundan sonra Münir Özkul’a kavuğunu değil takkesini verdiğini, gerçek kavuğun banka kasasında saklı olduğunu açıkladı. (Sabah, 20 Kasım 2005):
Tekin Deniz adlı araştırmacı da Dümbüllü’nün Münir Özkul’a kavuğu değil pişekâr takkesi takdim ettiğini ileri sürdü. İşte bugün Şevket Çoruh’ta olan kavuk aslında etrafına yemeni sarılmış bu pişekar takkesidir.
Kavukla ilgili bir başka iddianın sahibi ise tiyatrocu Rauf Altıntak. Dümbüllü’nün kavuğu Münir Özkul’a değil, Behzat Budak’a verdiğini, kavuğun sırasıyla Hazım Bey’e ve Vasfi Rıza Bey’e geçtiğini savunan Altıntak, Vasfı Rıza’nın da kavuğu kendisine devrettiğini ileri sürüyor.
“Ben kavuğa 80’lerde sahip oldum”
Altıntak 15. Haziran 2012’de Milliyet gazetesine verdiği röportajda kavukla ilgi iddiasını şöyle anlatıyor:
Halbuki işin aslı şudur: 1970’de Genar Tiyatrosu’nda ‘Kanlı Nigar’ oyunu sahneleniyordu. Münir Özkul ve Kemal Sunal bu oyunda rol alıyorlardı. İsmail Dümbüllü’yü de davet etmişler bir gün. O da giderken, bir takke alıp etrafına yemeni sarmış; gitmiş Münir Özkul’a vermiş. O sırada fotoğraflar çekilince, “Dümbüllü İsmail, kavuğunu Münir Özkul’a verdi” diye yazıldı. Halbuki işin aslı; o zaman kavuk Vasfi Bey’deydi. Ben kavuğa 80’lerde sahip oldum. Vasfi Bey, “Biz sırayla bu kavuğu giydik, Musahipzade oynadık. Sen de ‘Aynaroz Kadısı’nı oynuyorsun. Al bu kavuğu giy!” dedi. Ben de haddim olmayarak giydim
© The Independentturkish