ABD Başkanı Biden'ın İsrail Başbakanı Netanyahu'yu bir ay sonra araması neyin işareti?

Benan Kepsutlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Gerald Herbert/AP 

ABD'nin yeni başkanı Biden'ın başkanlık sürecindeki ilk ayında İsrail Başbakanı Netanyahu ile görüşmemesi tartışmalara neden olmuştu.

Biden'ın Netanyahu'yu bir ay sonra araması iki ülke ilişkilerinin yeni dönemine dair "acaba"lara yol açtı.

Bu gecikmeye şaşırmamamın yanında, erken bile bulduğumu söyleyebilirim. Hele ki Demokratların son yıllarda İsrail'e mesafeli duruşları ve Obama'nın Netanyahu ile hiç de sıcak olmayan ilişkisinin yanı sıra, Joe Biden'ın Netanyahu ile önceki dönemde birebir yaşadığı kötü tecrübeler düşünüldüğünde… 

Oysa ABD deyince akla İsrail, İsrail deyince de akla ilk ABD gelir öyle değil mi? Hatta genel ancak günümüzce "yanlış" olan kanı, "konu İsrail olunca, ABD politikası başkandan başkana değişmez" görüşü, maalesef ezberletilmiş bir yanılgı olarak sıkça karşımıza çıkıyor. 

İlk görüşmede tarafların "anlaşamadıkları noktalar" olarak belirttikleri İran ve Filistin konusunda da bulunacak orta nokta, Biden yönetiminin Trump'tan ve diğer Cumhuriyetçilerden farklı olarak, "sus payı" niyetine İsrail'e yapılan yıllık askeri yardımların artırılması olabilir.

Diğer taraftan, Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin dış politikayı sahada uygulayış yöntemleri değiştiği için, sonuçları da buna bağlı olarak değişiyor.

Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, ABD yönetimlerinin, -Cumhuriyetçi ya da Demokrat olmasına bağlı olarak, gerek İsrail gerek Ortadoğu konusunda dış politikada farklı yöntemler izledikleri görülmüştür.

Soğuk Savaş'ın bitiminden önce ise, Amerikan tarihinde bir istisna olarak Demokrat Parti'den sadece ABD'nin 39. Başkanı Jimmy Carter'ın İsrail politikalarını desteklemediği görülüyor.  

Temsilciler Meclisi Eski Başkanı Demokrat Partili Nancy Pelosi'nin söylediği "Konu İsrail olunca, Cumhuriyetçiler ve Demokratlar tek bir ağızdan konuşurlar" söylemi de, pratikteki uygulamalara bakıldığında aslında vitrinde bir süs gibi. 

Biden'ın Netanyahu'yu neden gecikmeli aramış olabileceği ve bu durumun yeni dönem ABD-İsrail ilişkilerinde nasıl bir sinyal olabileceği detaylarına geçmeden önce, İsrail'in ABD yönetimi içerisinde neden bu kadar güçlü göründüğüne dair genel birkaç bilgi paylaşmak isterim.

Kuşkusuz bu görüşün yaygın olmasının temel nedeni, İsrail lobilerinin ABD içerisindeki etkinliği. İsrail lobileri, ABD'deki yabancı lobiler arasında en organize olanı ve en çok destek görenidir.

İsrail lobilerinin amacı, ABD'nin İsrail'e yaptığı ekonomik ve askeri yardımın devamını sağlamak ve de İsrail'in bölgedeki güvenliğinin desteklenmesi konusunda ABD'yi yönlendirmektir. 

ABD'de bulunan başlıca Yahudi lobileri, The American-İsrail Public Affairs Committee (AIPAC), American Jewish Congress, American Jewish Committee (AJC), Jewish National Fund, Institute for Jewish Policy Planning&Research, International Association of Jewish Lawyers & Jurists'tir.

Ancak bunlar arasından Amerikan siyasetinde İsrail ile ilgili kararların alınmasında en aktif olan ve Kongre ile hükümetteki en aktif ve etkili temsilcisi AIPAC'tir.

AIPAC, ABD ve İsrail ile ilgili konularda Kongre ve yasama sürecini etkilemeye dönük lobi yapan bir örgüt olup, bu amaçla faaliyet göstermektedir.

AIPAC'in, ABD'de yasama ve yürütme üzerinde diğer örgütlere kıyasla daha etkin olduğu söylenebilir.

Mesela, Dışişleri Bakanı Shultz, 1986'da İsrail'le ilgili yasa tasarısı hazırlanırken bizzat yazılı olarak AIPAC'dan ne tür silahları ve yardım paketini istediklerini bildirmelerini istemiştir.

Kısacası ABD'nin İsrail'e yaptığı ekonomik ve askeri yardımların karşılıksız olmasında AIPAC çok etkili olmuştur.

AIPAC, Kongre'de etkin olduğu kadar parti teşkilatlarında da aktif görevde çalışmaktadır. Yahudilerin ABD'deki çıkarlarını savunan AJC, İsrail dışındaki ülkelerde bulunan Yahudilerin güvenliği ve refahlarını artırmak için de çalışmaktadır.

Amerika'da etkin bir örgüt olan AJC, Kongre ve hükümetle sıkı ilişkiler içindedir. Bu örgütler, İsrail'i ilgilendiren kararlar alınırken dünya çapındaki üyelerini örgütlemektedirler. 

Ayrıca Yahudiler seçim dönemlerinde yaptıkları bağışlarla da dikkat çekmektedirler. Örneğin, 1989-1990 döneminde Yahudi lobileri tarafından Senato üyelerine 4,7 milyon dolar, Temsilciler Meclisi üyelerine de 2,9 milyon dolar bağış yapılmıştır. 

11 Eylül sonrasında Amerikan kamuoyunun genel olarak Müslümanlara önyargılı yaklaşımından ötürü, Yahudi lobileri ABD içinde daha avantajlı duruma geçmişlerdir.

ABD hükümetinin Yahudi lobileriyle olan ilişkileri de, bu dönemden itibaren Müslümanlara duyulan önyargıyla daha sıkılaşmıştır. 

Ayrıca Arap ülkelerinin çoğunda monarşik sistem görülürken, İsrail'in demokratik sistemi benimsemesi de ABD karşısında elde ettiği avantajlardan biri haline gelmektedir. 

İsrail'i daha avantajlı kılan nedenlerden biri de ABD'nin geçmişten çıkarttığı dersler olmuştur.

Nitekim Arap devletlerinin uyguladığı petrol ambargoları başta olmak üzere, ABD aleyhine yürütülen politikalar, Amerika'yı İsrail tarafına itmiştir.

Aslında Arap devletlerine duyduğu güvensizlikten ötürü, ABD'nin bu anlamda İsrail'i kendi elleriyle, kendi çıkarları doğrultusunda bizzat inşaa ettiği de söylenebilir. 

Bu, madalyonun bir yüzü.

Diğer yüzüne en güzel örnek, Trump yönetiminden farklı olarak Obama dönemindeki ABD-İsrail ilişkileri ve sonuçlarıdır. 

Barack Obama'nın başkanlığı döneminde ABD–İsrail ilişkileri, şu ana kadar uluslararası kamuoyunun alışık olmadığı düzeyde "sınırlılık" politikası çerçevesinde şekillenmiştir.

Aslında iki devletin arasındaki ilişkinin türü, dünya genelinde başka ülkelerin ilişkileri arasında bir örneği olmayıp, kendi aralarında özel ortaklık olarak tanımlanmaktadır.

Obama-Netanyahu döneminde ise ilişkilerin gerilmesinde İsrail'in askeri yollarla çözmeyi tercih ettiği uluslararası konularda, Obama yönetiminin öncelikli olarak "diplomatik" yöntemleri tercih etmesi etkilidir. 

Her iki lider arasındaki ilk kırılma, başkanlıklarının ilk döneme denk gelmektedir. Arap dünyası ve Batı'nın gözünde prestiji sarsılmış bir Amerika'nın imajını düzeltmeye kararlı görünen Obama, İsrail-Filistin barış süreci için ilk adımı George Mitchell'i özel temsilci olarak atayarak yapmıştır, ancak Mitchell, İsrail tarafından dikkate alınmamıştır. Kasım 2009'da Netanyahu'nun Washington ziyaretinde ise, hali hazırda İran ve Filistin'deki yerleşimler konusunda ayrışan iki liderin buluştuğu ve Oval Ofis'te sert diyaloglarla tartıştığı bilinmektedir. 

İlişkilerin ikinci kırılma noktası ise dönemin ABD Başkan Yardımcısı, şimdiki ABD Başkanı Joe Biden'ın Tel Aviv ziyaretinde meydana gelmiştir.

Biden'ın ziyaretinin ilk gününde, İsrail Doğu Kudüs'e yeni yerleşim planı açıklamış, İsrail'in bu tavrı Beyaz Saray'a hakaret olarak algılanmıştır.

Olaylar sonrasında İsrail'in Washington Büyükelçisi Michael Oren, ikili ilişkilerin "35 yıldan bu yana en kötü seviyede" olduğunu söylemiştir. 

İki ülke arasında gergin giden ilişkilere rağmen Obama'nın başkanlığının ilk sürecinde İsrail'e karşı taviz vermediği söylenebilir.

Obama'nın İsrail'e takındığı tavra tepki gösteren Cumhuriyetçiler ve kongre üyeleri, tepkilerini göstermek amacıyla, Netanyahu'nun Mayıs 2011'de Washington ziyaretinde yaptığı konuşmayı defalarca kez ayağa kalkarak alkışlamışlardır.

Yani Obama uyguladığı stratejiyle sadece İsrail'den değil, Amerikalı politikacıların bir bölümünden de tepki görmüştür. 

Obama döneminde ABD ve İsrail arasındaki temel iki ayrışma, tıpkı Biden döneminde olacağı gibi, İran'la imzalanan nükleer anlaşması ve Filistin konusundaki fikir ayrılığıdır.

Aslında iki devletin bu başlıklarda ayrışması, Obama ve Netanyahu'nun bireysel olarak konulara farklı yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır.

Obama'nın seçim döneminde Kudüs dışındaki konularda ılımlı vaatlerinden rahatsız olan Netanyahu hükümeti, Arap-İsrail barış girişimlerine sıcak bakmamaktaydı.

İran konusunda ise İsrail, nükleer güce sahip olan bir devleti kendi güvenliğine tehdit olarak görmekte, yaptırımların ve müzakerelerin sonuç vermeyeceğini savunmakta ve askeri seçeneklerin uygulanması gerketiğini söylemekteydi. 

Bu iki temel ayrışmanın yanı sıra, Arap Baharı döneminde de her iki devletin farklı yaklaşımlar sergilediği ve farklı taraflara destek verdiği görülmektedir.

Krizin Mısır'a sıçradığı dönemde ABD halk hareketlerini desteklerken, Netanyahu hükümeti demokratik hareketlilerin İslami algıyı kuvvetlendirerek İsrail'in aleyhine işleyeceği düşüncesiyle Mübarek'e destek çıkmıştır.

İsrail'in bölgede ideolojik kaygılarının yanında enerji konusunda dışa bağımlılığından ötürü duyduğu endişeler de bulunmaktadır.

Keza Mübarek'in devrilmesinden sonra oluşan yeni hükümetin içeriden gördüğü baskılarla, Mısır'la 2005'ten beri yürürlükte olan doğalgaz anlaşmasını iptal ettiği görülmektedir. 

Milli çıkarlar söz konusu olduğunda iki ülkenin ters düştüğü bir diğer konu da 1985 yılından 2015 yılına kadar süregelen ve Obama'nın da nasibini aldığı Pollard olayıdır.

Amerikan donanmasında istihbarat analisti olarak çalışan Jonathan Pollard, gönüllü olarak İsrail ajanlığı yapmış ve bu süre zarfında NATO'ya ait sırları Mossad'a aktarmıştır.

İsrail adına casusluk yaptığı gerekçesiyle 1985 yılında ABD'de tutuklanan Pollard, İsrail'in tüm çabalarına rağmen serbest bırakılmamış ve 30 yıl ABD'de hapishanede yatmıştır.

Sağlık durumunun kötüye gittiği ve şartlı tahliyesinin istendiği Pollard için İsrail hükümeti ve ABD içindeki Yahudi kuruluşları, Obama hükümetine defalarca mektup yazıp, kampanyalar yürütseler de Barack Obama hukukun üstünlüğü ilkesine vurgu yapmış ve Ortadoğu'daki müttefikinin ajanının salıverilmesine izin vermemiştir.

Yani uluslararası kamuoyu karşısında genellikle sıkı ve ayrılmaz ilişkilere vurgu yapan ABD yönetimi, milli çıkarlar söz konusu olduğunda konu İsrail de olsa kendi kurallarıyla hareket etmektedir. 

Her iki ülkenin gerginleştiği bu süreçte Amerikan yayın kuruluşu CNN International'ın yayınladığı bir haberde kullandığı haritada İsrail isminin yerine Filistin yazması, Başbakan Netahyahu'nun ve İsrail basınının sert eleştirisine neden olmuştur.

Netanyahu, CNN'in haddini aştığını ve bu vesileyle İsrail'e düşmanlığın artacağını söylemiştir.

Obama yönetiminde İsrail'le olan krizin temel nedeni Obama'nın "değişmez" tavrının baskın oluşudur.

İsrail tüm itirazlarına rağmen İran'la nükleer anlaşma imzalanmış ve Filistin konusundaki sorunlara İsrail'in talep ettiği karşılık gelmemiştir.

Barack Obama İsrail'in taleplerini değerlendirirken, Amerikan çıkarlarını ön planda tutmuştur. Burada kuşkusuz İsrail'in güvenliğini sağlamak adına bu döneme kadar ABD'nin sarf ettiği paradır.

Ayrıca her daim İsrail'e verdiği destekten ötürü dünya kamuoyunda karşısında eleştirilerin ve Anti-Amerikanist söylemlerin hedefi olmuştur.

Bununla birlikte BM'de İsrail'e hemen her konuda verdiği destek, uluslararası hukuk ve uluslararası sistemi zor durumda bırakmıştır.

ABD, Mavi Marmara krizinde Türkiye'yle yaşandığı gibi bölgedeki diğer müttefikleri ve İsrail arasında zaman zaman arada kalmıştır.

Tüm bunlara ek olarak ABD Kongresi Araştırma Servisi'nin rakamlarına göre ABD İsrail'e Obama dönemine kadar 124,3 milyar dolarlık yardım göndermiş olup, bunun büyük bölümü askeri yardımlara ayrılmıştır.

Obama, Netanyahu hükümetini istekleri bitmeyen şımarık bir çocuk olarak görmüş ve her dediğini yerine getirmemiştir. 

Ancak yine de tüm bu örnekler Biden döneminde de ABD-İsrail ilişkilerinin tamamen kopacağı anlamına gelmiyor elbette.

Biden-Netanyahu görüşmesinde anlaşılamadığı açıklanan iki konu İran ve Filistin için de, ABD kuvvetle muhtemel İsrail'e "sus payı" olarak yıllık askeri yardım miktarını artıracaktır.

Keza İsrail 2010 yılında ABD'den 2,7 milyar dolar ve 2011 yılında 3 milyar askeri yardım alırken, Kasım 2015'te Netanyahu-Obama arasındaki görüşmede, Netanyahu 2018 yılından başlamak üzere 10 yıllık süreçte ABD'den toplam 50 milyar dolarlık askeri yardım talep etmiştir.

Bu miktar da yıllık 3,1 milyar dolar olan Amerikan askeri yardımının, yıllık 5 milyar dolara çıkması anlamına gelmektedir. 

Bunun üzerine Netanyahu Kuzey Amerika Yahudi Federasyonları Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, Obama'ya ve Amerika'ya teşekkürlerini sunarak, ABD ve İsrail'in "sarsılmaz ittifak" olduğunu söylemiş, ABD'nin ülkesine "vazgeçilmez" yardımlarda bulunduğunun altını çizmiştir. 

Anlaşılacağı üzere, Obama bu anlamda son derece politik davranarak İsrail'in gerginliğini bir nebze de olsa almayı başarmıştır.

Ama yine de İsrail'le gerilen ilişkiler, iç politikada Obama'yı, Ortadoğu'da İsrail'i yalnız bıraktığı gerekçe gösterilerek Cumhuriyetçilerin eleştirilerine maruz bırakmıştır.

Netanyahu ile yapılan görüşme sonrasında Biden'ın "İsrail'in güvenliğine olan sarsılmaz bağlılığını" dile getirmesi, şimdilik vitrinin bir diğer süsü gibi görülüyor.

Pratikteki uzlaşmayı ise yine İsrail'e yıllık yapılacak askerin yardımların meblağsı belirleyecek gibi. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU