Clarisse Loughrey / Geoffrey Macnab / Adam White
Son 10 yıl sinemanın büyük bir çelişki içinde olduğuna tanık oldu. Sinema bileti satışları azalmaya devam ederken, film izleme platformlarının, yayın hizmetlerinin yükselişi izleme alışkanlıklarımızı tamamen değiştirdi.
Böylelikle, ödül sezonunun favorisi orta bütçeli stüdyo projeleri hem kurtarıldı hem de lanetlendi. Martin Scorsese ve Noah Baumbach gibi sinemacılar ya hayallerindeki projelerin büyük olasılıkla gün ışığını görmeyeceğini ya da Netflix ve benzeri platformlarla anlaşma yapmayı kabul etmeli ki bu da, bu filmlerin sinemada vizyona girme önceliğinin ellerinden alınması anlamına geliyor.
Bu arada, büyük bütçeli seri filmlerin gişedeki hakimiyeti devam etti. Özellikle Disney; Star Wars'dan, Marvel, Pixar ve 20th Century Fox'a kadar, beyazperdeyi neredeyse tamamen ele geçirdi. Sinema salonunda film izleme deneyiminin geleceği risk altında olabilir ama bu, maharetimizin ve hayal gücümüzün tükenmekte olduğu anlamına da gelmiyor.
Son 10 yılda, dünyanın dört bir yanından sinemacılar değişik türlerde pek çok değerli yapım üretti. Ve biz de 1 Ocak 2010 - 31 Aralık 2019 tarihleri arasında vizyona girmiş filmler arasından en iyilerini seçtik.
40. Bir Zamanlar Hollywood'da (Once Upon a Time in Hollywood - 2019)
Bu filmin, hicivli, çok nüktedan palas pandaras yolculuğu yönetmeninin B-film oyuncularına, dublörlerine ve onların arkasındaki kadroya duyduğu büyük sevgiyi gösteriyor. Film, Sharon Tate'e (Margot Robbie) de bir saygı duruşu niteliği taşıyor. 1960'ların Los Angeles'ının burukluğundan capcanlı bir film çıkabileceğine kim inanırdı? (GM)
39. The Master (2012)
Dünya, Scientology tarikatından yeterince korkmuyor ama belki de The Master'ı yeterince insan izlemiş olsa korkardı. Paul Thomas Anderson bu tarikatı (kurmaca bir versiyonunu) kırılgan erkeklik için bir tuzak olarak tasvir ediyor. Philip Seymour Hoffman ve Joaquin Phoenix kendilerini, hırs ve arzunun hakim olduğu ilkel yaratıklara dönüştürüyor. Kelimenin tam anlamıyla nahoş bir film. (CL)
38. İrlandalı (Irishman - 2019)
Scorsese, tüm hüzünlü kahramanlarını, ustası olduğu gangster destanında son bir buluşma için çağırıyor. De Niro, Pesci, Keitel ve Pacino; dostluk, bellek ve ihanet üzerine olduğu kadar, Kamyoncular Birliği'ndeki yolsuzluk ve mafya şiddetini de anlatan bu filmin oyuncu kadrosunda başrolde. (GM)
37. Ters Yüz (Inside Out - 2015)
Bu, Pixar'ın en gözüpek ve ilginç animasyonu. Film bizi, bilinçaltının büyülü bir eğlence parkına benzediği, Neşe ve Üzüntü gibi duyguların kanlı canlı birer karakter olarak karşımıza çıktığı, 11 yaşındaki Riley'nin zihninin derinliklerine götürüyor. Yönetmen Pete Docter karmaşık bir konuyu kıvrak ve yaratıcı bir şekilde ele alıyor, hem de Freudcuları fazla kafaya takmadan... (GM)
36. Arakçılar (Shoplifters - 2018)
Hirokazu Kore-eda, çağdaş Japon sinemasının Charles Dickens'ı gibi. Aslında mükemmel gözlemciliğin sonucu olmasa pekala iç bayıltıcı gibi görünebilecek melodramatik aile hikayeleri anlatıyor. Hayatta kalmak için ellerinden gelen her şeyi yapan, günübirlik yaşayan bir ailenin yoksul üyeleri hakkında yürek dağlayan bir hikayeye sahip olan ve Cannes'da Altın Palmiye kazanan bu film, onun en iyilerinden biri. (GM)
35. Köpek Dişi (Dogtooth - 2010)
Köpek Dişi; izolasyon, ensest, kedi cinayeti ve 'evde kendi kendine' diş hekimliği hakkında acımasız bir hikaye. Ancak Yorgos Lanthimos'un elinde gizli bir süper güç var: Filmlerini ne kadar itici bulursanız o denli içine çekiliyorsunuz. Eserleri merak uyandırıyor. Bu garip dünyaların ve onların soğuk, anlaşılmaz karakterlerinin gizemini çözmek istiyoruz. Gerçek şu ki, ortada cevap olmaması, daha fazlası için tekrar başa dönmemize neden oluyor. (CL)
34. The Edge of Seventeen (2016)
Kelly Fremon Craig'in acımasızca görmezden gelinse de olağanüstü filmi The Edge of Seventeen, bilinçli olarak kısa bırakılmış bir hikaye üzerine kurulu. Hailee Steinfeld'in canlandırdığı huysuz ergen, en iyi arkadaşının ağabeyiyle çıktığını öğrenince dehşete düşer. Ama bu hikayede sadece bir ergen olmak, yürek ısıtan bir ivedilikle ve dozu artırılmış, baş döndürücü bir dramayla anlatılır. (AW)
33. A Quiet Passion (2016)
Yaşamı boyunca sadece bir avuç şiiri yayımlanmış olan New England'lı münzevi şair Emily Dickinson, Terence Davies'in bu biyografik filminde aktris Cynthia Nixon tarafından etkileyici bir şekilde canlandırıldı. Kız kurusu bir teyze gibi görünebilir belki ama Nixon, Dickinson'ın tutkusunu, fesatlığını ve eksantrik zekasını sergiledi bize. (GM)
32. Frances Ha (2012)
Noah Baumbach'ın Frances Ha'sı, bütün karmaşıklığını kapsamasıyla çeyrek yaş krizi hakkında eksiksiz bir film. Bütün o inişleri ve çıkışları görüyoruz. Paris'te, büyük bir deneyim yaşamak isteyen genç bir kadının kötü planlanmış gezisine şahit oluyoruz. Büyük dramatik çatışmalar olmadan, değişimin kaçınılmaz olduğunu kabul etmeye yönlendiren bir film. (CL)
31. Diriliş (The Revenant - 2015)
Leonardo DiCaprio'nun ayı tarafından hırpalandığı sahnesiyle ünlü Alejandro Gonzalez Inarritu'nun westerni, bir kısmıyla hayatta kalma draması, bir kısmıyla da intikam filmi. Çok büyük ölçekte bir vahşi doğa masalı. Açılıştaki katliamdan karda mahsur kalma akıbetine kadar, şiddeti ve güzelliğiyle sizi ürküten anlarla dolu. (GM)
30. Çocukluk (Boyhood - 2014)
12 yılı aşkın sürede çekilen Richard Linklater'ın Boyhood'u, reşit olma filmlerinin mükemmel örneği. Film, anakarakter Mason'ı (Ellar Coltrane) 7 yaşından genç bir yetişkin oluncaya kadar takip ediyor. Bu hem Linklater'ın sabrının ve hünerinin hem de filmin asla yapmacılık hissettirmeyen oyuncularının (Patricia Arquette ve Ethan Hawke dahil) fevkalade çalışmasının bıraktığı bir miras. (GM)
29. Ayin (Hereditary - 2018)
Ari Aster’in okült mekanizmasının dehşeti ancak içine tıka basa doldurulmuş çok sayıda fikirle boy ölçüşebilir. Sert görüntülerin, afacan paskalya yumurtalarının ve saf, gırtlaktan gelen dehşetin müthiş bir kaleydoskopu olan Ayin, ağır çekimde sanki yıkımın vücut bulmuş haliymişçesine feryat eden, inleyen ve gözyaşı döken yıldızı Toni Collette’ten fena halde çok şey talep ediyor. Bu son zamanların en iyi filmlerinden birinden çıkan asırlık bir oyunculuk performansı. (AW)
28. Melankolia (Melancholia - 2011)
Kirsten Dunst, dünyanın sonu gelmeden kısa süre önce akıl hastalığına yakalanmış bir gelin olarak harikulade. Dunst, ister yiyecek ister başka şey, her şeyin tadının kül gibi geldiği depresyonun, inişli çıkışlı kayıtsızlığını ve kendinden nefretin dipsizliğini daha önce çok azının başarabildiği gibi aktarıyor. Lars von Trier'in kutuplaştırıcı dehasının bütününden karanlık bir zerafetle damıttıklarıyla Dunst’ı çevreleyen film de aynı ölçüde hayranlık uyandırıcı. (AW)
27. Selma (2014)
Selma, tarihsel biyografi türünde bir ustalık dersi. Dramatik abartma ya da duygusal manipülasyon yapmadan Martin Luther King Jr’ın hayatından kritik bir an sunan film, Ava DuVernay'ın kamerayı gerçeğin silahı olarak kullanmasıyla King Jr’ın mirasının kendi adına konuşmasını sağlıyor. Politik olmaktan sakınmayan yaklaşımıyla Selma, toplumun geleceğini, ilk önce geçmişini anlamadan inşa edemeyeceğini açıkça dile getiriyor. (CL)
26. Boy (2010)
Taika Waititi'nin filmleri her zaman her şeyin kendiliğinden yoluna gireceği hissiyle biter. Bu körü körüne bir iyimserlik değil fakat çok daha rahatlatıcı bir şey. Waititi, insanların en tehlikeli fırtınayı bile sağ salim atlatabilme yeteneğine yürekten inanıyor. Bu en çok da Maorilerden bir oğlan çocuğunun, kayıp babasının, hayalini kurduğu kahraman olmadığını anlamasıyla gelişen olayları anlatan ve hâlâ onun en iyi filmi olan Boy’da görünüyor. (CL)
25. Dunkirk (2017)
Christopher Nolan'ın Dunkirk tahliyeleri hakkındaki destansı filminde, Britanyalı metaneti ve ateş altında kalan zarafet ön planda. Nolan, kalabalık sahneleri yönetmek ve geniş kadrolarla çalışmak konusunda Cecil B DeMille'vari bir dehaya sahip. Küçük bir kaçma şansıyla Fransız sahillerinde mahsur kalmış askerlerin sessiz çaresizliğini gösteren çok mahrem anlarla büyük manzarayı birleştiriyor. (GM)
24. Aşk (Her - 2013)
Aşk, 2013'te vizyona girdiğinde rahatsız edici düzeyde geçerliydi ve hatta bugün daha da geçerli. Scarlett Johansson tarafından seslendirilen yapay zeka işletim sistemlerine aşık insanları gösterdiği için değil, ki bu (...henüz) tam olarak yakalanmadı ama modern yalnızlık üzerine söylediklerinden dolayı. Bu az rastlanır ve tuhaf derecede insani filmde Joaquin Phoenix, her şey dağılmadan önce parlak yeni teknolojide teselli ve romantik tatmin buluyor. (AW)
23. Beni Adınla Çağır (Call Me by Your Name - 2017)
Luca Guadagnino'nun, bu harikulade esin verici reşit olma draması, 1980'lerin bir yerlerinde uzun, tembel bir İtalyan yazında geçiyor ve erken gelişmiş ergen Elio (Timothée Chalamet) ile ev halkının bir parçası haline gelen Amerikalı akademisyen Oliver (Armie Hammer) arasında geçen ve dürüstçe ama incelikle gözlemlenmiş aşk ilişkisiyle göze çarpıyor. (GM)
22. Anomalisa (2015)
Bu bir animasyon olabilir ama şimdiye kadar kanlı canlı oyuncularla çekilen ancak birkaç film, orta yaşlı erkek öfkesini ve hayal kırıklığını Charlie Kaufman'ın Anomalisa'sı kadar iyi yakalayabildi. David Thewlis’in olağanüstü ses çalışması, iş için Cincinnati'ye giden işadamı tasvirine, ekstra bir alaycılık boyutu katıyor. Kaufman; adamın kırılganlığını, can sıkıntısını ve hayatının gidişatına dair giderek yükselen hayal kırıklığını yakalıyor. (GM)
21. Sosyal Ağ (The Social Network - 2010)
Gösterime girişinin akabinde Facebook’un doğumunun hafifçe kurmaca katılmış bir muhasebesi olarak tanımlanan ve bizzat Mark Zuckerberg tarafından da “incitici” diye nitelendirilen Sosyal Ağ, her zaman muhteşemdi ama verdiği dersler zamanla derinleşti. David Fincher'ın karşı konulamaz çekicilikteki yönetimi, Aaron Sorkin'in karakteristiği olan tıkır tıkır işleyen senaryosu, Trent Reznor ve Atticus Ross'un artık her yerde rastladığımız büyüleyici, dinamik müziğinin hayat verdiği bu film, şimdi mahremiyet, iktidar, kadın düşmanlığı ve internetin tehlikeleri hakkında dehşet verici bir uyarıyı temsil ediyor. Son on yılın en önemli filmi olmayı sürdürüyor. (AW)
20. Siyah Kuğu (Black Swan - 2010)
Çılgın, uzlaşmaz ve ürkünç bir bale gerilimi olan Black Swan'ın gişede bir şekilde 329 milyon dolar hasılat elde ettiğini ara sıra kendinize hatırlatmanız önemli. Ancak Darren Aronofsky'nin tekinsizlik gösterisi, sarsıcı ticari başarısı bir kenara bırakıldığında bile bir yaratıcılık zaferi. Merkezinde döne döne dağılan varlığıyla hak edilmiş bir Oscar kazanan Natalie Portman’ın bulunduğu film, biraz Showgirls, biraz Polanski ve tümüyle Perfect Blue… Aynı zamanda Cronenberg'vari beden korkusu, titreyen kameranın mahremiyeti ve ‘camp’le (sanatta bilinçli olarak kitch stilin tercih edilmesi -ed.n.) flört ediyor. (AW)
19. Roma (2018)
Roma, biri yürek dağlayan ve mahrem, diğeri geniş kapsamlı ve politik, iki hikaye anlatır ve onları öylesine incelikle birbirine bağlar ki, ikisi bir olur. Film, Alfonso Cuarón'un kendisini büyüttüğünü söylediği hizmetliye bir saygı duruşu. Aynı zamanda, uzun süredir sessiz bırakılanların bakış açısından, Meksika’nın tarihinin de hikayesi. Bu bir Cuarón başyapıtı. (CL)
18. Öldürme Sanatı (The Act of Killing - 2012)
Kötülükten uzaklaşmanın ne kadar kolay olduğu göz önüne alındığında, Öldürme Sanatı’nda bunun zerre kadar bulunmaması dikkat çekici. Joshua Oppenheimer, belgeselininin öznesi olarak Endonezya soykırımının faillerinden birini seçmekle kalmıyor, aynı zamanda bir dizi sinemasal canlandırma yoluyla kendi suçlarıyla yüzleşmesini de sağlıyor. İzlemesi hakikaten rahatsız edici. (CL)
17. Lanetli Kan (Stoker - 2013)
Hitchcock’un Şüphenin Gölgesi'ne (Shadow of a Doubt) gönderme yapan Park Chan-Wook'ın sürprizli filmi, güzel şeylerle dolu olsa da bunlara zehir katılmıştı. Esrarengiz amcası Charlie geldiğinde India (Mia Wasikowska), onunla sapkın bir akrabalık bağını paylaştıklarını keşfeder. Onlar iki farklı bedendeki aynı ruh mudur, yoksa nereye giderlerse gitsinler onları takip eden ölüm kokusuyla mı birbirlerine bağlıdır? (CL)
16. The Selfish Giant (2013)
Ken Loach'ın Kerkenez’i (Kes) gibi, Clio Barnard'ın Bradford'da geçen hikayesi de lirizmi polemikle birleştiren aşırı serbest bir Oscar Wilde uyarlaması. Film, iki genç kahramanının (okuldan dışlanan çocuklar) haylazlığını ve becerikliliğini ustalıkla anlatırken, onları ve ailelerini sahipsiz bırakan toplumun gaddarlığını da açıklıkla ortaya koyuyor. (GM)
15. Son of Saul (Saul'un Oğlu - 2015)
Bu, kendi oğlu olduğuna inandığı bir cesetle karşılaşınca bocalayan bir ‘sonderkommando’nun (ölüm kamplarında gaz odası ve krematoryumdan sorumlu Yahudi tutsaklara Nazilerin verdiği isim -ed.n.) gözünden Auschwitz'in yakından görünüşü. Bu filmin duyguları nahoş ve duyguları istismar eden bir film olma potansiyeli de vardı. Tam aksine Laszlo Nemes'in ellerinde, kasvete ve hayal edilebilecek en cehennemi olayların yeniden yaratımına dönüşmüş. (GM)
14. Uğur Böceği (Lady Bird - 2017)
Uğur Böceği (Kaliforniya’nın Sacremento şehri sınırları içinde sıkışıp kaldığı için hüsrana uğrayan genç bir kızın hikayesi) bellekle kurduğumuz ilişkiyle derinden bir ahenk içinde. Bu, belirli olaylardan ziyade onların yarattığı duygularla ilgili: Yabancılaşmış bir ergenin parıltısı, havaalanında gözü yaşlı bir veda ya da yeni bakış açısıyla tanıdık bir yer görme hissi gibi... (CL)
13. Büyük Budapeşte Oteli (The Grand Budapest Hotel - 2014)
Wes Anderson'ın büyük çoğunluğu, II. Dünya Savaşı'ndan hemen önce lüks bir spa otelinde geçen 'kitsch' masalı, kayıp bir dünya için bir ağıt. İster Alexandre Desplat'ın müziği, göz alıcı renkleri olsun, ister yapmacıklı ama parlak performansları, tüm öğeler çok iyi düşünülmüş. Kolayca eften püften ve kibirli görünebilecek film, baştana aşağı mest ediyor. (GM)
12. 12 Yıllık Esaret (12 Years a Slave - 2013)
Steve McQueen'in yürek burkan dönem draması, izleyicileri kölelik gerçeğiyle yüzleştiriyor. Irkçı beyaz efendiler, kölelerine insan olarak değil, çiftlik hayvanı gibi davranıyor. Chiwetel Ejiofor, köle olarak satılmış özgür bir erkek olan Solomon Northup rolünde sivriliyor. Öfkeli bir polemikle yüklü olan film, aynı zamanda sırra kadem basan bir adam hakkında dehşet verici bir Kafkaesk drama. (GM)
11. Under the Skin (2013)
Kırk yılda bir gerçekleştirdiği film projeleriyle netameli klasikler üçlemesini üreten sinemacı Jonathan Glazer'ın sayesinde Scarlett Johansson'ın bir dilim çikolatalı keki iştahla yemesi sinemanın en insancıl ve acı-tatlı anlarından biri oldu. Kendinden önceki Sexy Beast ve Birth gibi Under the Skin de vahşi, harikulade bir keyif; Mica Levi'nin rahatsız edici, cılız müziğinin serenadıyla çevrili, yumuşak olduğu kadar akılda kalıcı bir film. (AW)
10. 20th Century Women (2016)
20th Century Women, kendinden büyük bir şeyin gücüne sahip küçük ölçekli bir komedi. Bir şeylerin peşindeki huzursuz hayatlardan dokunmuş, aile, hasret ve kendini olduğu yere ait hissetmemek hakkında bir duvar kilimi. Hikayenin merkezindeki Annette Bening, yürek parçalayıcı şekilde empatik, zamanıyla uyumsuz bir kadın (genç bohem hayatı için fazla yaşlı, kendi akran grubuna göre ise fazla genç) ve genç oğlunu entelektüel ve parlak şekilde yetiştirmeye kararlı. Bu denli dingin çekicilikte bir kurmaca dünya nadir bulunur. (AW)
9. Hiçbir Zaman Burada Değildin (You Were Never Really Here - 2017)
Sinema, genellikle, empati için bir araç olarak kullanıldığında, başka birinin beynine girmemizi ve kendi gerçekliğimizden kilometrelerce uzakta hissedilen şeyleri deneyimlememizi sağladığında en büyük zaferlerini kazanır. İşte bu, Joaquin Phoenix'in inanılmaz bir kırılganlıkla canlandırdığı, travma sonrası stres bozukluğu yaşayan intikamcı Lynne Ramsay’in portresinin dışavurumcu gücüdür. (CL)
8. Mad Max: Öfkeli Yollar (Mad Max: Fury Road - 2015)
Yakın tarihli bir röportajında Parazit’in (Parasite) yönetmeni Bong Joon-ho, George Miller'ın Mad Max serisine beklenmedik dönüşünü izlerken gözyaşı döktüğünü açıklamıştı. Bunu şöyle tanımlamıştı: "Kelimelerle tarif edemeyeceğimiz bir şey. Tek yapabileceğimiz ağlamak." O haklı. Öfkeli yollar nihayetinde uzun metrajlı bir araba kovalamacası ama onun gerçekte ne kadar destansı ve senfonik olduğunu kelimelere sığdırmak hayli zor. (CL)
7. Paddington 2 (2017)
Tüm sosyopolitik rahatsızlıklarımız için rahatlatıcı bir merhem olan Paddington 2, bu 10 yıl için diğer dönemlerden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz film. Paul King ve Simon Farnaby'nin senaryosunun görkeminden, ayrıntılardaki zanaattan en iyi performanslarından birindeki Hugh Grant'ın muhteşem burma bıyığına kadar pek çok hoşluk var filmde. Ama Paddington 2 her şeyden çok, toplumun ve ailenin iyileştirici gücü, sağlıklı sıcaklıkla iletilen ve filme ismini veren acılı tatlı ayı tarafından koparılan mesaj hakkında. Michael Bond gurur duyardı. (AW)
6. American Honey (2016)
Dartford’dan bir kadınla, Amerikan yollarının o engin coşkun enerjisini ve bunun vadettiği her şeyi yakalıyor. Andrea Arnold’ın American Honey'si, hikaye anlatım kurallarını görmezden gelmesiyle, yabanıllık ve renkle hınca hınç dolu oluşuyla son 10 yılın filmleri içinde kendi başına bağımsız bir varoluşa en aç olanı. Sömestre tatilinde bir plajda Arnold tarafından fark edilmeden önce hiç oyunculuk yapmamış olan Sasha Lane filmde, daha büyük bir amacın hasretini çeken işçi sınıfı kökenli Star’ı canlandırıyor ve bir minibüs dolusu kendisi gibi serseri çocukla otostop çekiyor. (AW)
5. Sen Şarkılarını Söyle (Inside Llewyn Davis - 2013)
Sen Şarkılarını Söyle, bir nevi anti Odysseia hikayesi. Her geceyi başka birinin divanında geçiren yönünü kaybetmiş ve geleceğe dair pek az umudu olan folk şarkısı Llewyn, Yunan kahramanın sadece eve dönüş yolunu arayan değil aslında dönecek bir evi olmadığını fark eden bezgin bir versiyonu oluyor. Derinden melankolik bir çalışma. (CL)
4. Phantom Thread (2017)
Phantom Thread, lunapark aynasında -gaz ve tüy- hafifliğinde bir aşk hikayesi. Bu iğneleyici ve sapkın hikaye ancak Paul Thomas Anderson'ın zihninden çıkabilirdi. Büyüleyici ikili Daniel Day-Lewis ve Vicky Krieps, bir moda tasarımcısıyla, evliliklerini sürdürmek için yeni yolları gün yüzüne çıkaran ilham perisini canlandırıyor. Anderson kumaştaki çizgiler, kahvaltı masasındaki karışıklık, yılbaşı gecesi topun düşmesinin (New York’ta yılbaşı gecesi saat 12’yi vururken Time Meydanı’na büyük bir kristal topun indirlemesi geleneği -ed.n.) ardından kalan renklilik gibi güzellik nesneleri üzerinde hiç acele etmeden geziniyor. Görünüşe göre bu, Day-Lewis'in son filmi ama ne de keyifli bir veda. (AW)
3. Kapan (Get Out - 2017)
Kapan, 2017'de kültüre bir kere dişlerini geçirdi ve ısırmayı hiç bırakmadı. Jordan Peele'nin korku hicvi; cilalanmış, tekinsiz ve fevkalade iyi uygulanmış gerilimle dolu bir hikaye ama ırk kavramının yapıbozumunda daha da iyi işlev görüyor. Filmin görüş alanında beyaz merkezliliğin zirvesi, Amerika'da siyah olmanın getirdiği yükler ve beklentiler, Obama dönemindeki kapsayıcılıkla kandırılanların “ırkçılık sonrası” ütopyasının sahtelikleri . 21. yüzyılda hiçbir film, toplumu bu kadar özlü yansıtmadı. (AW)
2. Carol (2015)
Ne trajik ne cinsiyetsizleştirilmiş ve karla kaplı, pahalı zevkler açısından zengin Carol queer romantizmi kaidelerinin çoğundan büyülü bir özgürleşme. Todd Haynes'in 2015 tarihli başyapıtı, yanlış konmuş bir çift eldivenle başlayan, Cate Blanchett ve Rooney Mara'nın o dönemde kabul edilemez olarak kabul edilen duygularla hareket ettiği bir peri masalı gibidir. Haynes, derinden romantik, seksi ve dramatik bu filmde Douglas Sirk'ten esinlenen draması Cennetten Çok Uzakta’daki (Far from Heaven - 2002) her şeyi alıp mükemmelleştiriyor ve daha üst seviyeye çıkarıyor. (AW)
1. Ay Işığı (Moonlight - 2016)
Kendi çağının en önemli sinemasal seslerinden biri olmak, Barry Jenkins'in kaderinde var. Moonlight bunun yeterli kanıtı: Perdeyi bu kadar saf güzellik ve insani hassasiyetle dolduran, bu sürükleyicilikte çok az ilk film var. Yönetmen, jest ve mimiklerin gücünü biliyor ve böylece filmin duygusal ağırlığı, paylaşılan birkaç kısa bakıştan veya bir elin nazikçe diğerinin üzerine konmasından geliyor. Irk, cinsiyet ve sınıfın kesişim noktasında, şiirsel duyarlılığı ustalıkla işliyor. (CL)
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/arts-entertainment
Independent Türkçe için çeviren: Müjde Işıl
© The Independent