Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) ve Koç Üniversitesi ortaklığı ile oluşturulan Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) tarafından düzenlenen "2021 Yılında Türkiye Ekonomisi" başlıklı konferans, 8 Ocak Cuma günü online olarak gerçekleşti.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Panelde bir açılış konuşması yapan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, ekonominin tüm aktörlerinin sabırla enflasyonla mücadeleye inanması ve kararlı şekilde devam etmesi gerektiğini söyleyerek "Türkiye ekonomisinin özellikle ilk yarıda rehavete kapılabileceği tek bir gün dahi yok maalesef" değerlendirmesinde bulundu.
Hande Demirel'in yönetiminde gerçekleşen panele TÜSİAD Baş Ekonomisti Gizem Öztok Altınsaç, Ekonomist Uğur Gürses, Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, Ekonomist Dr. Cevdet Akçay konuşmacı olarak katıldı.
Türkiye'deki enflasyon sorununun yoğun olarak konuşulduğu panelin ilk bölümünde 2020'nin genel bir değerlendirmesi yapıldı.
İkinci bölümde 2021'de yapılması gerekenler ve beklentiler masaya yatırıldı.
"İhtiyacı olduğunda ekonomiye para sürmek bir lüks ve biz bu lükse sahip değiliz"
EAF'ın direktörlüğünü de yürüten Prof. Dr. Selva Demiralp, mücadeleye iki haneli bir enflasyonla başlandığını hatırlatarak diğer bir önemli sorunun Merkez Bankası'nın kredibilitesi ile ilgili olduğunu söyledi. "Yüksek enflasyon, para politikasına bir sınır getiriyor" diyen Demiralp şöyle konuştu:
Para politikası şu şekilde işler: Merkez Bankası, bankalar arası piyasadaki borçlanma faizini ki kontrol ettiği faiz budur, düşürerek bankaların bunu mevduat faizine ve kredi faizine yansıtmasını bekler. Mevduat faizini, enflasyon altına indirmeye başladığınızda dolarizasyon başlıyor. Merkez Bankası istediği kadar faiz düşürsün, bankalar bunu kendi faizlerine yansıtamamaya başlıyorlar.
Ekonominin ihtiyacı olduğu zaman ekonomiye para sürebilmek aslında bir lüks. Ve maalesef, biz bu lükse sahip değildik. Çünkü geçmişte enflasyon hedefi düşürülmemişti, fiyat istikrarı sağlanmamıştı.
İttire ittire genişlemeci para politikası…
Son yıllarda ekonomi otoriteleri arasında da çokça kullanılan "enflasyon pahasına büyümek" kavramına da bir yorum getiren Demiralp'e göre bu kavram "dönüp dolaşıp ayak bağı oluyor".
İttire ittire genişlemeci para politikası uygulandı. Bankalar, mevduat faizlerini daha fazla düşüremeyeceklerini söylediklerinde bile "aman o faizleri düşük tutun" dendi. İnsanlar buna karşılık TL mevduatlardan kaçmaya başlayınca dolarizasyon ciddi bir yan etki olarak çıktı. Merkez Bankası döviz satarak bu etki bertaraf edilmeye çalışıldı. Olmayan bir politika alanı, birtakım zorlamalarla sağlanmaya çalışıldı.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) kredibilitesinin ciddi oranda zayıfladığına vurgu yapan Selva Demiralp, "Kredibilitesi yüksek bir merkez bankası, ‘Ben piyasaya bu kadar para sürerim, enflasyonist olmaz, zamanı gelince de onu geri çekmeyi bilirim' der. İnsanları inandırabilir. 2008 krizinde de piyasalara ciddi miktarda para sürülmesine rağmen bunun enflasyonist beklentileri tetiklemediğini görmüştük. Merkez Bankası, politika faizini kullanarak enflasyonist beklentileri kontrol edemiyor" ifadelerini kullandı.
Dolarizasyonda tarihi rekor görüldü
Demiralp'e göre Merkez Bankası, "piyasaya şu kadar para sürülecek, pandemiden en çok şu sektörler etkilendi, bu para o sektörlere gidecek, daha sonrasında o para şu takvime göre geri çekilecek" şeklinde etkin bir iletişime sahip olmalıydı. Böyle bir durumda enflasyona yönelik olumsuz beklentiler bu kadar tetiklenmeyebilir ve dolarizasyon bu kadar artmayabilirdi. Dolayısıyla pandemiye girerken ekonomiyi rahatlatacak politikalar için manevra alanı kısıtlıydı.
TCMB'nin haftalık banka ve para istatistiklerine göre 25 Aralık-31 Aralık haftasında yurt içi yerleşiklerin toplam döviz mevduatları 854 milyon dolar artışla 235 milyar 658 milyon dolara çıktı ve rekor seviyeye ulaştı. Sadece gerçek kişilerin döviz hesapları bile 50 milyar 195 milyon dolar oldu.
Merkez Bankası'nın net uluslararası rezervleri ise bir haftada 1 milyar 841 milyon dolar düşüş gösterdi ve tarihi düşük seviyesine geldi. Bir önceki hafta 15 milyar 530 milyon dolar olan net uluslararası rezervler 31 Aralık ile sona eren haftada 13 milyar 689 milyon dolara geriledi.
"Sıkı karantina uygulanırsa, ekonomik daralma azalıyor"
Koç Üniversitesi'nin pandeminin ekonomiye etkisi hakkında hazırladığı araştırma sonuçlarını da paylaşan Demiralp, sıkı karantina önlemlerinin kısa vadede ekonomi üzerindeki acı bir etkisi olabileceğini ancak uzun vadede en hızlı ekonomik toparlanmayı sağlayacağını belirtti.
Araştırmaya göre maliyet açısından en optimal çözüm sıkı karantina önlemleri. Zira, sağlığa ilişkin riskler ortadan kalmadıkça, ekonomideki sorunları çözme süreci de uzuyor. Araştırmanın farklı karantina uygulamalarında büyümenin nasıl şekillenebileceğini açıkladığını da belirten Demiralp şu verileri paylaştı:
- Karantina uygulanmazsa yüzde 8,9 daralma
- Kısmi karantina durumunda yüzde 7,7 daralma
- Tam karantina uygulanırsa da yüzde 5,8 daralma öngörülüyor.
"Enflasyonun yüzde 15'te durup oradan dönmesi şaşırtıcı olur"
Enflasyondaki bozulmanın 2020'de değil 2013-2014'te başladığını söyleyen TÜSİAD Baş Ekonomisti Gizem Öztok Altınsaç ise bu bozulmanın 2016 sonrası şiddetlendiğini ifade etti.
Altınsaç, "Enflasyonda yüzde 8 seviyeleri kabul edildi ve enflasyonla mücadelenin sekteye uğradı. Bunun ardından önce yüzde 10'lara çıktı. Sonrasında yüzde 12'lere oturmuş bir enflasyonla mücadele başladı" ifadelerini kullandı.
Türkiye'deki kredi büyümesinin toplam ekonomik değerin neredeyse dörtte biri olduğunu vurgulayan Altınsaç, "2018'den bu yana her üç ayda bir bir kredi etkisi veriyoruz ekonomiye. Son derece düşük rezervlerimizle, şeffaf olmadan, haziran-temmuz aylarında kuru 6 lira 85 kuruş seviyesinde sabitlemeye çalıştık. Yıllık en az 200 milyar dolar borç ödemeniz var, rezerviniz yok. Böyle bir maceraya giriyorsunuz. Bu da güven açısından muazzam problem yarattı" dedi.
TÜİK'in 2020 için yüzde 14,60 seviyesinde açıkladığı enflasyonun bundan sonraki durumu ile ilgili de konuşan Gizem Öztok Altınsaç "Enflasyonun yüzde 15'te durup oradan dönmesi de şaşırtıcı olur. Bu o kadar kolay bir hadise değil. Enflasyonla mücadele konusunda bir mutabakat yok" dedi ve ekledi:
2012-2013'te nasıl ‘Yüzde 8 enflasyona ok'yiz.. Buralarda idare ederiz' algısı var ise şu anda geldiğimiz noktada da maalesef ‘Biz büyümeden feragat etmeyelim. Yüzde 12-13 enflasyon kabul edilebilir' algısı var.
Tüm paydaşların aynı sayfada olması lazım. ‘Yüzde 12-13'te kalmayacağız. Ne kadarlık süre gerekirse gereksin enflasyonu kalıcı düşürmek için büyümeden feragat edeceğiz' konusunda bir mutabakata varmak lazım. Süreç biraz daha uzarsa TCMB çok zorlanacak.
"‘Dövizde kalırsam bir senede para kaybedeceğim' korkusu oluşmalı"
Dolarizasyonun geldiği seviyenin yüzde 55 oranında olduğunu ve ters dolarizasyona geçilmesinin iki ya da altı ayda çözülemeyeceğini söyleyen Altınsaç'a göre bu tamamen bir güven meselesi. Döviz aldıkça burada zarar ettiğine kanaat getiren bir kamuoyu gerekiyor. Bu üç ayda güven tesis etmek gibi değil. Uzun süreli bir problem.
Ekonomist Dr. Cevdet Akçay da insanların nasıl dövizden Türk Lirası'na geçeceği konusuna değindi:
"Elimizdeki bütün araçları kullanarak enflasyonu indirdiğimiz görüldüğünde insanlar dövizden TL'ye geçecek. Enflasyon düştükçe ve bu görüldükçe de-dolarizasyon devreye girecek" dendi.
Ancak döviz tarafında güveni seçen insanları, getiri tarafında da düşündürmeye başlamanız lazım. Dövizde kalmaktan kaybedecekleri parayı bir şekilde düşündürtmek ve korkmaya başlamaları lazım. Ki dinamiklere baktığınızda öyle gözüküyor. İnsanlarda "Dövizde kalırsam bir sene içerisinde baya bir para kaybetmiş olacağım" korkusunun oluşması lazım. Bunu sadece faizle beceremezsiniz. Gerekli ama yeterli değil.
"'Kur rekabetçi olmalı' diye bir model yok"
Akçay, "kurun rekabetçi olması gerek" şeklindeki görüşe katılmadığını söyleyerek şunları söyledi:
"Türkiye'nin eski büyüme modeli yüksek faiz, düşük kura dayalıydı. O model miadını doldurdu. Yeni modelde kurun daha rekabetçi daha dış açığımızı kapatır, daha yüksek kur-düşük faizli modele geçmemiz lazım" diye bir görüş oluştu. Öyle bir model yok. Biz model kovalamaktan bitap düştük.
"Faizler düşük, kur yüksek olsun" diyoruz. Nereye tosluyoruz? Faizler yüksek, kur yüksek. Sonra onu düzeltmeye çalışıyoruz.
Türkiye'de fiyatların olduğu yere "piyasa" diye bakıyoruz. Hayır. Fiyatların olduğu yer değil, doğru fiyatların itibar gördüğü yer piyasadır. Değersiz fiyatları, olmasını istediğiniz yere kendiniz götürmeye kalkarsanız fiyatlar intikam alarak geri geliyorlar.
Kur intikamını alarak geri geldi şimdi onu terbiye etmeye çalışıyoruz. Faiz şu anda intikamını alıyor. Çünkü bozdunuz.
"Godot'yu bekler gibi reformu bekliyoruz"
Türkiye'nin optimal para ve maliye politikaları konusunda bir çerçevesi olması gerektiğini söyleyen Akçay, "Bu politikaların patikasının da bize ikna edici şekilde aktarılması lazım ki ben o çerçeveye güvenen insanlara tavsiye verebileyim" dedi ve ekledi:
Sürekli satılan bir cümle var: Ekonomi ve hukuk reformu. Nedir bu? "Reform" kelimesinin arkasındaki muğlaklığa sığınılmasından bıktım ben artık. Reformdan neyi kastediyoruz? Kimse bunu söylemiyor ama Godot'yu bekler gibi reformu bekliyoruz. Ben reform falan istemiyorum. Ben ayakları yere sağlam basan bir mali ve para politikası karışımı istiyorum.
Reform denen şeyi ortamın normalleşmeye girdiği, kaynak sıkıntısı çekmediğiniz zamanda yaparsınız. Çünkü reform kaynak gerektiriyor. Maliyet var reformda.
Türkiye'nin 2021'de en az 220 milyar dolar borç ödemesi var
Son 10 yıla bakıldığında Türkiye'nin, borç ödemesi için her yıl ortalama 200 milyar dolara ihtiyacı olduğunu söyleyen Ekonomist Gizem Öztok Altınsaç , 2021 için 220 milyar dolarlık borç ödemesi hesapladıklarını söyledi.
Altınsaç'ın aktardığına göre bunun 180 milyar doları kamu, özel, banka ve banka dışı kesimin dış borcu. Geriye kalan 40 milyar dolarlık kısım ise cari açık rakamı. Eylülde açıklanan Yeni Ekonomi Programı, 2021 için cari açığı 13,9 milyar dolar seviyesinde öngörüyordu.
Türkiye'den 2020'de yüklü para çıkışı olduğunu hatırlatan Altınsaç, "2021'de bizim sorumuz, ‘220 milyar doları kolay bulur muyuz?' olacak" dedi ve bulmak konusundaki iki önemli riski şöyle açıkladı:
Konsensüs, 2021'de gelişmekte olan ülkelere para akışı olacağı yönünde. Doğruları yaparsanız bu fırsattan yararlanırsınız. Fakat, global tarafta hiç beklemediğimiz bir haber akışı olabilir. Ülkemiz böyle bir durumda, kısa vadede doğru adımları atsa bile maalesef enflasyonunuz yüksek, dış finansman ihtiyacınız da en yüksekte.
Bizim dış finansman ihtiyacımız milli gelirin yüzde 30'u. Emsallerimize baktığımızda bizden sonra Kolombiya var. Yüzde 20. Bir global satış anında doğru adımları atsak bile sorun yaşarız.
Benim çekindiğim bu. Yoksa normal şartlar altında Türkiye her yıl 220 milyar dolar çekebiliyordu. Finansmana baktığımızda bunun yüzde 50'si banka ve banka dışı kesimden oluşan özel sektörün dış borçlanmasıydı. Portföy ağırlığı ise yüzde 10-15 civarı. Son dönemde portföylerde çıkış oldu. Bunun önemli gerekçelerinden biri swap kısıtlamaları gibi regülasyon değişiklikleri. Maçın ortasında kural değişikliğine giderseniz bunu tamir etmeniz o kadar kolay olmaz.Kasımdaki görev değişikliğinden bugüne kadar baktığımızda 15 milyar dolara yakın bir para girişi var. Bunun dört milyar doları portföy akımlarından, 11 milyar doları da swap yoluyla gerçekleşti.
"Fast money" dediğimiz hızlı para akımlarıyla para çekiyoruz biz. Ama bunun orta ve uzun vadede bir akıma dönüşmesi bizim yapacaklarımızla da global tarafla da ilişkili.
İkinci olarak da daha kapsamlı bir iktisadi politikaya ihtiyacımız var. Sadece Merkez Bankası para politikasıyla bu iş olmaz. Maliye politikasında da duruşumuz net olmalı.
"Kredi büyümesi 2008 krizinde yüzde 30'lardaydı, bugün yüzde 80'e çıktı"
10 yıla yakın Merkez Bankası'nda çalıştıktan sonra özel bankalarda da yöneticilik pozisyonunda bulunan Uğur Gürses, 2020'deki kredi büyümesiyle daha önce hiç karşılaşılmadığını söyleyerek "Krizin yönetimini yalnızca kredi büyümesi şeklinde gören bir ekonomi yönetimi vardı" dedi.
Türkiye'deki kredi büyümesinin 2008 krizinden sonra çok belirginleştiğini hatırlatan Gürses, "Burada gelişen ülkeler içerisinde Çin haricinde Türkiye'nin şampiyon olduğunu belirtmeliyim. Eylül 2018'de, Brunson krizi patladığı zaman kredi büyümesi oranı yüzde 80'di. 2008-2009 krizinde yüzde 30'lardaydı. Brunson krizi bilançolarda küçülme, kredilerde gerileme yarattı. Pandemi döneminde ise 10 puanlık artış oldu. Buna muhtemelen 5-6 puan daha eklenecek" diye konuştu.
Gürses "Türkiye'nin pandemi krizine verdiği yanıt tamamen kredi büyümesi ile oldu. Bu da bütün dengeleri bozdu. Vatandaşın cebine para koymak gerekiyordu. Biz kredi pompalamayı tercih ettik. Ücretsiz izne çıkarmayalım ama ceplerine para koyalım denilmesi gerekiyordu. Elimizde kaybolmuş rezervler, aşırı bir altın ithalatı, faizleri artırmak zorunda kalmak ve patlayan bir enflasyon var" değerlendirmesinde bulundu.
"Altın yatırımının artması: Vatandaşların mülkiyet kaygısı"
2020 yılında yurt içi yerleşiklerin parite ve ons fiyatlarındaki değişimden arındırılmış şekilde 31 milyar dolarlık altın ve döviz aldığını söyleyen Gürses, bunun 26 milyar dolarının temmuz sonrası gerçekleştiğini belirterek, "2020'de 50 milyar dolarlık bir dış ticaret açığımız var. Bunun 25 milyar doları fiziksel altın ithalatı" dedi.
2018'de döviz tevdiat hesapları içerisinde altının ağırlığının yüzde 3,5, bugün ise yüzde 16 olduğunu belirten Gürses'e göre bu, Türkiye'deki siyaset ve hukuk krizinin, vatandaşların bir mülkiyet kaygısına düştüğünün iyi bir göstergesi.
Son iki yılda sorunların halı altına süpürüldüğünü ancak o halının altının giderek kabardığını söyleyen Uğur Gürses, " Vatandaşa ‘Türkiye'de kurum ve kurallar var. Tasarruflarımıza, özel mülkiyetimize keyfi müdahaleler olmaz' düşüncesinin yerleşmesi ve bunun için de siyasetin normalleşmesi gerekiyor" yorumunu yaptı.
"Merkez bankalarından küresel ekonomiye para yağdı. Bu para Türkiye'ye niye gelmedi?"
Merkez Bankası'nın net uluslararası rezervlerinin ise son bir yıl içerisinde 85 milyar dolar eridiğini ifade eden ekonomist, "TCMB, bunun hesabını hâlâ vermiş değil ve saklamaya devam ediyor. Bunlar ne zaman satıldı, hangi faiz oranlarıyla bu swaplar yapıldı? Bunları bilmiyoruz" diye konuştu.
Pandemi koşullarında tüm gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının çok yüksek miktarlarda para bastığını hatırlatan Gürses, şöyle devam etti:
2008'deki küresel krizden önce dört büyük merkez bankasının (Amerikan Merkez Bankası/Fed, Japonya, Avrupa ve İngiltere merkez bankaları) bastığı para, kendi milli gelirlerinin toplamının yüzde 50'si kadardı. Küresel krizle bu, yüzde 180'e çıktı. Pandemiyle beraber yüzde 250'sine çıktı. Kabaca yüzde 70'lik bir artış var. Peki Türkiye'ye basılan bu parayla orantılı olarak para geldi mi? Tam tersine para çıkışı oldu. Gayrimenkul hariç doğrudan yatırımlar, ilk defa negatife döndü. 350 milyon dolar civarında negatifte. Bu, ekonomik krizin ötesinde politik de bir kriz.
"Siyasetin sorunları çözemediği durumda toplumun siyasetçileri değiştirdiğini daha önce gördük"
2021'in bir eşik noktası olacağını düşündüğünü söyleyen Gürses, "Çünkü, bugüne kadar yabancı sermaye akışıyla bu sorunlar hep ötelendi. Geçtiğimiz 2-3 yıl içerisinde kredi büyümesiyle pansumanladık, acımızı dindirdik. Ama kredi büyümesinin getirdiği büyük patlama sonucunda 2021'de artık bunu yapma imkânımız yok. Dolayısıyla sorunlarla yüzleşmeye doğru yaklaşıyoruz. Borçlarını çeviremeyen şirketlerin batması, yoksullaşma gibi sorunlar olacak" dedi.
"Türk toplumu dinamik ve krizlerden hızlı şekilde çıkabilen bir toplum" diyen Gürses, "Majör krizlerin olduğu 1994 ve 2001 gibi dönemlerde toplum siyaseti değiştirmiş. Siyaset bu sorunları çözemiyorsa toplum siyasetçileri değiştiriyor. 2019 bunun bir sinyalini verdi. Toplumun bu siyaseti değiştireceğine inanıyorum" yorumunu yaptı.
2021'de büyüme ve enflasyon ne olur?
Panelin sonunda 2021 için büyüme ve enflasyon beklentilerini de paylaşan ekonomistlerden Dr. Cevdet Akçay'a göre Türkiye, 2021'i yüzde 4,5 büyüme, yüzde 11,5-12 civarı enflasyonla kapatacak.
2020'de 2021'den borç alındığını söyleyen Uğur Gürses ise büyümenin yaklaşık yüzde 2,5-3 seviyesinde kalacağını enflasyonun yüzde 15 patikasında devam edebileceğini söyledi.
Gürses, "Türkiye'nin dış kaynak tarafı hâlâ sorunlu. Kur üzerinde baskı yaratacağını ve sarmal şekilde enflasyonu etkileyeceğini düşünüyorum" dedi.
TÜSİAD Baş Ekonomisti Gizem Öztok Altınsaç ise yüzde 4 büyüme ve yüzde 11 seviyesinde enflasyon tahmini ile çalıştıklarını belirtti.
Piyasanın tahminlerinin de bu seviyelerde olduğunu belirten Altınsaç, enflasyonun yüzde 15'ten döneceği yönündeki algının çok kolay olmayacağını dolayısıyla bir risk oluşturacağını da sözlerine ekledi.
Herhangi bir tahmin açıklamayan Prof. Dr. Selva Demiralp ise enflasyon tahminlerinin hâlâ çift hanede devam etmesinin olumsuz bir durum olduğunu aktardı.
Demiralp, Merkez Bankası'nın son yıllardaki tahmininin hep "Üç yıl sonra enflasyon yüzde 5'e gelecek" olduğunu, son açıklanan yüzde 6'lık hedefin inandırıcılığını yitirdiğini söyledi.
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi, "Doktor size antibiyotik yazdığı zaman ilaç bitene kadar kullanmanızı söylüyor. Ekonomide de benzer bir durum var. Birazcık faizi artırıp enflasyon kalıcı şekilde inmeden faizi düşürmek, antibiyotiği yarım bırakmaya benziyor. Merkez Bankası sopasını göstermeden, toplum gereken sabrı göstermeden yüksek enflasyon beklentisini düşürmek çok zor" yorumunu yaptı.
© The Independentturkish