İmansız peynirden Kürt sosyolojisine bir değerlendirme (2)

M. Xalid Sadînî Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: İHA

Önceki yazıda;

"Yeni nesiller kendi doğal ortamlarının dışında yetiştikleri için toplumsal hiyerarşi ve toplumsal örf, adet ve hukuk sistemini tanımıyorlar. 

Bu tanımamazlık onları toplumsal bütün kayıtlardan azade kılıyor ama onları sınırlarını bilmeyen, büyüğünü küçüğünü tanımayan umutsuz, ufuksuz ve amaçsız bireyler haline getiriyor. 

İşte bu hal böyle devam ederse korkarım ki 2500 yıldır bu topraklarda yaşayan Kürt toplumu tamam ile kaybolacaktır" demiştik ve "Peki neden?" diye de sormuştuk.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu nedene, niçin ve nasıl sorularını da ekleyebiliriz.

İmansız peynir, yağsız peynirdir. Yağı alınan sütten elde edilen peynirdir. Kendime göre bir metafor oluşturmaya, buradan yağı alınmış topluma geçmek istiyorum.

Nasıl ki normal yağlı sütün kaymağı bol oluyorsa, kendi topraklarında bin yıllarca yaşayabilen bir toplumun da yağı, yani insan sermayesi güçlü olur.

Elbette bizim sahibi olduğumuz coğrafyanın iklimi mutedil, yeraltı kaynakları açısından çok zengin, yer üstü varlıkları da bereketli bir coğrafyadır.

Coğrafyanın insanın karakteri üzerinde belirleyici bir etkisini eski ulema da keşfetmiş olduğundan olacak ki, sosyoloji ilminin babası İbn Haldun, "Coğrafya kaderdir" demiştir.

Kaderimiz olan coğrafya bazen kederimizdir de aynı zamanda.

Bir toplumun yaşayan en değerli sermayesi çocukları ve gençleridir. Elbette okuyanları, üretenleri, tacirleri de önemli sermayesidir toplumun.

Bugün size toplumumuzun gençlerinden bahsetmek istiyorum.

Sanırım dünyanın en genç nüfusuna sahip olan ülkelerden biri Türkiye; Türkiye'de de Kürtlerdir.

Elimde detaylı istatistikler yok, ama gözlemleyebildiğim kadarı ile özellikle kendi coğrafyalarında yaşayabilen Kürtlerde her anne babanın birkaç tane çocuğu var.

Bu da genç nüfusa sahip olduğumuzu gösteren en önemli delildir.

Bu genç nüfusumuza musallat olan, onları hayattan koparan bütün yapıları tek tek izah etmeğe çalışacağım.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki gençlerimiz örgütler, siyasi partiler, dernekler ve nihayetinde modern yaşam özlemi ile hayattan koparılıyorlar.

Gelin bugün sırasıyla örgütlerin ve siyasi partilerin onları nasıl hayattan kopardıklarına bakalım.

Bu ülkede çoğu arkaik ideolojilerle neşvünema bulmuş silahlı veya silahsız örgütler, her yıl binlerce gencimizi kendi ideolojik ağlarına takıp, onları ölüme ve öldürmeye hazır bireyler haline getiriyorlar. 

Düşünün bir anne çocuğunu dünyaya getirmek, onu büyütmek, okutmak ve ardından hayata kazandırmak için bin bir zahmet çekiyor.

Aile çocuğunu geleceğinin garantisi olarak görür ve bu minvalde onu hayata hazırlarken bir örgüt üyesi gelip o gencin aklını çeliyor ve kime neye hizmeti olduğunu bilmeden yeni örgütünün peşinde ölüme koşuyor.

Solcu örgütler, Leninist yöntemleri ile kendilerine azıcık sempati duyan bir genci kısa bir süre sonra suça bulaştırıyorlar.

Akıl ve muhakeme gücü olgunlaşmamış bu genç dimağ, işlediği suçun ağırlığı nispetinde bu yeni yuvasına daha fazla sarılıyor.

Önceleri masum küçük bildiri dağıtma, pankart asma, gösteri yapma gibi birkaç küçük eyleme katılan genç, giderek kendi örgütünün dışındaki herkese ve gruba düşmanlaşıyor.

İçindeki öfke giderek büyürken, örgütü için yapacağı daha büyük eylemlerin bütün toplumu kurtaracağına olan inancı onu daha büyük eylemlere sevk ediyor.

O liderini yeryüzünün biricik kurtarıcısı, kendisini de bu kurtarıcının en büyük yardımcısı; onlara karşı olan diğer herkesi de düşmanı olarak görmeğe başladığı andan itibaren ölene kadar mücadelesine devam eder.

Bu sağcı veya solcu, dindar ya da dinsiz bütün örgütlerin tarzıdır.

Silahlı bir örgütten, silahsız bir tarikata kadar hemen her örgüt bireyinin yüreğindeki muharrik güç, liderinin kurtarıcı kendisinin de yardımcı olduğu hakikatidir.

Oysa gerçekte bir insanı hangi ulvi amaçlar uğruna olursa olsun ölüme ve öldürmeye hazırlamak, bir genci hayatın gayesi olan dürüst ve yararlı bir insan olarak yaşamaktan koparacak olan herhangi bir örgüt, tarikat, dernek, cemaat aslında hayat kırıcı bir yapılanmadır.

Esas olan gençlerin doğal ve kendi kökleri üzerine büyümesidir.

Kendine, toplumuna ve hatta giderek insanlığa yararlı bir birey olması için özgüvenli, meslek sahibi, başkasının hak ve hukukuna saygılı, emeği ile geçinebilen, kendisi için istediğini başkası için de isteyebilen bir insan olarak yetişmesi gerekir.

Siz sanırsınız ki sadece silahlı illegal örgütler gençlerimizi kriminalize ederek, onları örgütleyerek, ağlarına düşürerek yaşamalarına mani oluyor.

Hayır... Sadece onlar değil, en masum dernekçilikten, en dindar tarikata kadar her tür örgütlülük ve örgütçülük gençlerimizin hayatına mal oluyor.

En basit haliyle hangi dernekten, görüşten, felsefeden veya ideolojiden olursa olsun, geri kalan bütün felsefeleri, ideolojileri, dünya görüşlerini, siyasal partileri ve oralarda örgütlenmiş diğer insanları düşmanlaştırmış, onları oralardan kurtarma gereğini inanmış bir insan nasıl sağlıklı ve mutlu bir birey olabilir ki?

Kindar, öfkeli; başkasını, mutluluğunun önündeki engel gibi gören biri yüreğinde sürekli büyüttüğü kinin kölesidir artık.

Çoğu insan sadece illegal silahlı örgütlerin insanı teröristleştirdiğini sanıyor. Hayır. Trollük de bir terörizm halidir.

Siz Twitter'da, Facebook'ta veya diğer herhangi bir sosyal medya mecrasında bir şeyi beğendiğinizde, bir şey paylaştığınızda yüzlerce kişi düşüncelerinizden dolayı sizi yargılıyor, beğendiklerinden dolayı size hakaret ediyorsa teröre maruz kalıyorsunuzdur.

Dinsel inançların etrafındaki insanlar, başkasını tekfir ediyor, onlara hakaret ediyorsa, küfür ediyorsa bu da başka türlü bir terörizm hali değil mi?

Bu gençler üretimden koparılıp, gayesiz, hedefsiz, ufuksuz insanlar haline nasıl getirildi?

Köylerinden, yaylalarından, koyun ve keçilerinden koparılıp bu hale nasıl getirildi? Niye bu hale getiriliyor?

Her yıl kaç bin gencimizin değişik örgütler tarafından ölüme sevk edildiğinden haberimiz var mı?

Coğrafyamızdaki onlarca örgütün her yıl kaç canımıza mal olduğunu biliyor muyuz?

Oysa bunlar can. Yani hayat. Tekrarı olmayan hayatlar. Kaybolan, yiten canlar.

Bu canların kaybolmasına sebep olan sadece örgütler midir?

Devletin, devletlerin, devlet kurumlarının bu işte hiç mi suçu, kabahati yok?


Değerli dostum, Profesör Ergün Yıldırım önceki yazıdan dolayı; "Üstat, artık aşiret toplum düzenine ağıt yakmaya gerek yok. Yeni toplum biçimi böyle değil. Kürtler aslında yeni toplum biçiminde kendilerini yeniden üretiyorlar. Bölge ve dünya sahnesine bu şekilde çıkıyorlar... Kabile ve hayvancılık sona eriyor tüm dünyada" sözleriyle itiraz etmişti.

Değerli siyaset bilimci ve hukukçu dostum Vahap Coşkun da "yaşımız ilerledikçe eskiye bir özlem duyduğumuzdan" bahseden bir tweet yazmıştı. 

Haftaya onların bulunduğu yerden, üniversiteden bahsetmek istiyorum. Üniversitelerin gençlerimizi en az örgütler kadar tehlikeli bir şekilde nasıl hayattan kopardıklarını örnekleri ile izah edeyim.

Belki o zaman yağı alınmış sütten yapılan peynire benzer bir yağsız, tuzsuz ve tatsız bir topluma doğru gittiğimizi daha iyi anlatabilirim...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU