Neredeyse 25 yıl sürdü ama sonunda bir süper kahraman filmi Temmuz 2000'de gerçek insan kötülüğüyle karşı karşıya geldi. Yağmur çiselerken Yahudi bir erkek çocuğu Auschwitz gardiyanları tarafından anne babasından kopartılır. Haykırır. Kampın kapıları eğilip bükülür. Genç Magneto, “mutant” güçlerini kullanarak akıl almaz zulmün insan eliyle yaratılan bu anıtını her bir dikenli teli tek tek parçalayarak yıkmaya başlar. Sahne tüm çamurlu vahşetiyle sürerken, aniden büyük bir kakofoni ortaya çıkar. Bu, kötülüklerle dolu bir dünyaya saldıran tuhaf yeteneklere sahip bir çocuğun sesidir. Aynı zamanda da, gözlerinizin önünde büyüyen çizgi roman uyarlaması filmin sesi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
20 yıl önce 12 Temmuz'da yayınlanan ilk X-Men filminden önce, süper kahraman filmleri gençlerin arzularının gerçekleşmesini konu alan 50 farklı lezzeti içeriyordu. Örneğin Christopher Reeve’in türünün ilk örneği olan 1978 yapımı Superman‘indeki gibi şaşaalı ve parlak ya da Tim Burton’ın Batman filmindeki gibi çocuksu ve karamsardı. Sahip olmadıkları şeyse özellikle olgunluk ya da ince düşünceydi. Ölüm kamplarını yaratan insan doğasının karanlık tarafını irdelemeye kesinlikle cesaret edemediler. Ve sonra tüm bunları değiştirecek X-Men geldi.
X-Men, kabaca Marvel’ın Avengers'ına benzeyen bir "takım" macerasıydı. Ortam, genetik mutasyonların yeni bir süper güçlü bireyler ırkı yarattığı bir dünyaydı. Çelik pençeli Wolverine, havayı kontrol eden Storm gibi bazı karakterler güçlerini iyilik için kullanıyordu. Artık yaşlanmış ve hayata küsmüş olan Magneto gibi diğer karakterlerse, insanların yeni efendilerine boyun eğmesi gereken daha aşağı bir tür olduğuna inanıyordu. Çok katmanlılığa yolculuk kolay olmamıştı. Sürecin ilk döneminde X-Men, bir çizgi roman mülkiyetinin değiştirilemeyen bir başka ders verici masalı olabilecek gibi görünüyordu. 1990’lar, Spawn'dan Tank Girl'e benzer örneklerle doluydu.
Marvelblog.com'dan yazar David Mumpower şunları söylüyor:
X-Men film projesi bir fiyasko olarak başladı. Onlar [20th Century Fox], daha sonra Avatar ve Altered Carbon'u yaratan Joss Whedon ve Laeta Kalogridis'in senaryoları da dahil birçok olası senaryoyu reddetti. Yapımla ilgili ilk algı, kaderine terk edildiği yönündeydi.
X-Men’in yönetmeni Bryan Singer, radikal bir adımın gerekli olduğunu fark etti. Bu nedenle büyük bir risk aldı ve filmi kısaltarak sadece 95 dakikaya indirdi, temellerini ortaya çıkardı. Mumpower şöyle devam ediyor:
Singer’ın en çok sevdiklerini öldürme isteği, daha önce kimsenin görmediği bir süper kahraman filmini ortaya çıkardı. Film tümüyle aksiyon sahnelerinden oluşuyordu ve karakter odaklıydı. Ayrıca X-Men, o zamanlar çizgi roman filmlerinde nadir görülen bir süper kahraman takımına sahipti. Daha da güzeli, bazı karakterlerin birbirini pek de sevmiyor olmasıydı (örneğin Wolverine ve Cyclops arasındaki kavga). Bu yeni bir şeydi… X-Men'in tazeliği onu yukarı taşıdı.
Birbiriyle savaşan iki aşırı güçlü “mutantlar” klanına liderlik eden Patrick Stewart’ın Profesör Charles Francis Xavier’si ve Ian McKellen’ın Magneto'suyla beraber, Singer'ın güç gösterisi süper kahraman sineması için cesur bir gün doğumunun müjdecisi oldu. Ya da o dönemde öyle göründü. X-Men, süper güçlerin gerçek olduğu bir dünya tasvirinde zeki ve sofistikeydi. Siyasetçiler, bu “mutantların” kamuoyuna açıklanması ve gerekirse hapse atılması çağrısı yapıyordu. Sıradan insanlar, onları uzak durulması gereken ucubeler olarak görüyordu. Superman ve Batman’le karşılaştırıldığında, bu incelikli bir şeydi. X-Men, sosyal açıdan tuhaf ve fazla keskin olanlar için bir kaçış noktası olarak görülen ve çoğunlukla küçümsenen bir türle ilgili ezberleri bozdu. Yine de istenen parlak gelecek hiç gelmedi. En azından X-Men için değil. Yirmi yıl sonra seri, gerçek anlamda sinematik bir karmaşa olarak önümüzde duruyor. James Mangold’un 2017 yapımı revizyonist başyapıtı Logan başta olmak üzere bazı olağanüstü X-Men filmleri var. Bununla birlikte, serinin 10 filmi arasında parlak ve dar kıyafetlerin görüldüğü birçok başarısızlık da mevcut. Muhtemelen en kötü şöhrete sahip örnek, geçen yıl yayınlanan X-Men: Dark Phoenix. Game of Thrones sonrasında yıldızlığının balayını yaşayan Sophie Turner'ın oynadığı film, 100 milyon dolarlık bir bombaydı ve filmde yer alan herkes için bir utanç oldu. Iron Man ve Thor gibi sönük ve karikatür karakterleri üstünkörü şekilde bir araya getiren rakip Sinematik Marvel Evreni gişeyi fethederken, X-Men nasıl oldu da zirveden en dibe vurdu?
Bu soruyu cevaplamak için, Marvel'ın kurucusu Stan Lee'nin düzenli olarak işbirliği yaptığı sanatçı Jack Kirby’le birlikte çalışarak yeni bir suçla mücadele eden “mutantlar” efsanesi yarattığı 1963'e geri dönmek gerekiyor. Bunu, Marvel'daki hatırı sayılır muhalefet karşısında başardılar. Dünyayı kurtaran ucubeler ve dışlanmışlar topluluğu kavramı, Marvel'daki bazı isimler, hatta Ant-Man ve Dr Strange'i dünyaya kazandıran yazar tarafından fazla ileri gitmekle eleştirildi.
Süreç boyunca bu fikre karşı çıkanlar oldu. Lee, 2003’teki X2'nun vizyona girmesiyle beraber yayımlanan 20th Century Fox belgeselinde şunları bir söyleyecekti:
Başlangıçta onlara mutantlar adını verecektim. Ama yayıncı bu ismi beğenmedi. ‘Stan, hiç kimse mutantların ne olduğunu anlamayacak…’ dedi. Neden insanların mutantların ne olduğunu anlamayacağını hissettiğini bugüne kadar hiç anlamadım… Bir X-Man'in ne olduğunu anlarlardı.
X-Men, yeni bir yumruk gösterisinden daha fazlası olmak istiyordu. Lee’nin mutantları yanlış anlaşılmış bir azınlıktı. Uygarlığı koruma sözü vermişlerdi. Ama Örümcek Adam, Demir Adam ve arkadaşlarının aksine, asla hak ettiği yere gelemedi. Ne kadar çok risk aldılarsa, halk arasında kendilerine duyulan şüphe o kadar büyük oldu. Onlar ebedi yabancılar, tipik bir kaybedenler takımıydı. 1970’lerde X-Men'i Lee'den devralan Chris Claremont, 2003’te The Secret Origin of X-Men’de (X-Men'in Gizli Kökeni) “McCarthy döneminin bir etkisi vardı. Başından beri X-Men'in en önemli noktası, korumak için yemin ettikleri dünyanın kendilerinden korkması ve nefret etmesiydi” dedi.
Hayal kırıklığı yaratan satışlar nedeniyle, X-Men Claremont'un Marvel'e katıldığı döneme dek rafa kaldırıldı. Claremont, yeni seriyi yazmasına izin vermesi için patronu Len Wein'e yalvardı. 1975’te onay aldıktan sonra, yeni serinin ismi olan Uncanny X-Men'i diğer süper kahraman takımlarından ayırmaya başladı. Fantastic Four ya da Avengers’ın daha kötü bir versiyonunun ne anlamı olurdu?
Claremont, “Çizgi roman ortamında güçlü dinamik kadın karakterlere sahip olma fikrine çok sık rastlanmıyordu… Önemli bir siyah karakter fikriyse çok nadirdi. O dönemde kadınlar genelde kız arkadaş olarak tanımlanıyordu. Böyle karakterlerin kitabın merkezinde tek başına yer alabildiği örnekleri nadiren bulurdunuz. Bu, büyük heyecan yarattı” dedi. Daha önce bahsettiğimiz, ilk Singer filmlerinde Halle Berry'nin canlandırdığı havayı kontrol eden bir mutant olarak tasvir edilen Storm’dan bahsediyordu. Yeniden başlayan çizgi romanda ona yeni bir karakter daha katıldı: içeri girebilen çelik pençelere sahip aksi ve kır saçlı bir beyefendi. Lee, “İnsanların Wolverine’le ilgili sevdikleri şeylerden biri… onun mükemmel biri olmamasıydı. Sert ve huysuzbir adam. Hepsinin altındaysa iyi bir kalbi var” diye konuştu.
Filmlerdeki Wolverine/Logan rolü ilk başta Russell Crowe'a teklif edildi. Crowe rol konusunda çekimser kaldı ancak 20th Century Fox’a, müzikal tiyatro geçmişi olan ve çok tanınmayan Hugh Jackman isimli Okyanusyalı dostunu önerdi. Jackman, yönetmen Bryan Singer’ın aklındaki bir düzineyi aşkın potansiyel Wolverine'den biriydi. Singer’ı X-Men’e dahil etmek için de ilk başta yoğun bir ikna çabası harcanmıştı. 1995 yapımı neo-noir başyapıtı Olağan Şüpheliler, ona Hollywood çevrelerinde büyük şöhret getirmişti. 1998’de Apt Pupil’in (Ölümcül Sır) yaşadığı başarısızlığa rağmen, 20th Century Fox X-Men’i üstlenmesi için yoğun bir lobi faaliyeti yürüttü. Yine de Singer, bir "çizgi roman adamı" değildi. Elde etmek için çok uğraştığı prestiji, Joel Schumacher’in Batman ve Robin’i ölçeğinde bir felakete dönüşebilecek bir projede heba etmeyi gerçekten istiyor muydu?
Daha sonra yaptığı bir açıklamada, “Doğrusu çocukken hiç çizgi roman okumadım. Ama bilim kurgu ve fantastik edebiyatın ve filmlerin büyük bir hayranıydım. [Film] bana önerildiğinde… malzemeyi incelemeye ve karakterlerin geçmişlerine bakmaya başladım. Bu, Stan Lee ve Jack Kirby’nin önyargıyı yorumlama şekliydi” dedi.
Singer, 2003’de övgüyle karşılanan X2 de dahil 4 X-Men filmini yönetecekti. Ancak kariyeri 2018'de özel hayatıyla ilgili söylentiler nedeniyle düşüşe geçecekti. Örneğin, masumiyetini korumasına rağmen geçen yıl, 2003’te o dönem 17 yaşında olan bir erkek çocuğunun tecavüz iddiası için mahkeme dışında 150 bin dolarlık (1 milyon 169 bin TL) bir anlaşma yaptığı ortaya çıktı.
Benzer şekilde üzerinde kara bulutların dolaştığı bir diğer isim de, serinin çok eleştirilen üçüncü filmi X-Men: Son Direniş'in yönetmeni Brett Ratner olacaktı. Kasım 2017'de aralarında Olivia Munn ve Natasha Henstridge’in de olduğu yedi kadın oyuncu, Ratner'ı taciz ve cinsel saldırıyla suçladı. Daha sonra Warner Bros kendisiyle olan bağlantılarını kopardı. Ardından Ellen Page, Son Direniş filminin setinde Ratner'ın, eşcinsel olduğunu göstermesi için kadrodaki başka bir kadınla yatmasını önererek kendisini küçük düşürdüğünü iddia etti.
Page, daha sonra Facebook’ta şöyle yazdı:
Henüz eşcinsel olduğumu kendime dahi açıklayamamış genç bir yetişkindim. Eşcinsel olduğumu biliyordum, ama bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Bu olay yaşandığında kendimi istismar edilmiş hissettim. Ayaklarıma baktım, tek kelime etmedim ve kimsenin de tek kelime etmediğini gördüm.
Ratner ve Singer hakkındaki iddialar seriye zehirli bir gölge düşürdü mü? Açıkça evet, ancak filmler zaten kendi başlarına her şeyi mahvedebilecek kapasiteye sahipti. Örneğin Son Direniş, doğru dürüst aksiyon sahneleri bile olmayan gürültülü ve ruhsuz bir karmaşaydı. Telepatik güçlere sahip Jean Grey için işlerin kötüye gittiği hikayeyi yeniden anlatan Dark Phoenix daha da karmaşıktı. Doğrusu, “rezil olmadan önce” seride işler Matthew Vaughn’un flashback filmi X-Men: Birinci Sınıf’la 2011'de kısa bir süre yoluna girmişti. Film, Michael Fassbender ve James McAvoy'a genç Magneto ve Profesör X rolü vererek ve 1960'lı yıllardaki Soğuk Savaş casusluğu ortamını arka plan olarak kullanarak risk almıştı.
Ne yazık ki, bu olumlu gidişat kısa sürede sona erdi. Singer, 2014'teki X-Men: Geçmiş Günler Gelecek’’te Fassbender, McAvoy ve yeniden canlanan şekil değiştiren Mystique rolünde gelecek vadeden Jennifer Lawrence'ı yönetmek üzere sete geri döndü. Zamanda yolculuk hilesiyle genç Magneto ve McAvoy'u bugünün Wolverine’iyle eşleştirdi ve gerçek bir kimyasal uyum yakalandı. Ancak Singer'ın yönetmenliği ayrıntılardan yoksundu ve yaratıcı değildi; film havada hızla uçması gerekirken yerde hantalca yürüyor gibiydi. Singer, daha sonra Akademi Ödülü adayı Oscar Isaac'i bir şekilde 2016'da zayıfbir film olan X-Men: Apocalypse'de galaksr arası Blue Meanie Apocalypse karakterini canlandırmaya ikna etti.
Görünen o ki Apocalypse bir önceki X-Men filminin yaptığı başarılı işleri büyük oranda yok etmek için yoğun çaba harcadı. Özellikle Magneto ve Apocalypse'in karikatürize bir şekilde Auschwitz’i yıkmak için bir araya geldiği ve toplama kampının parçalanan bir bilgisayar animasyonuna dönüştüğü sahne çok eleştirildi. Orijinal filmdeki derli toplu sahnelerle karşılaştırıldığında, Auschwitz’in bir video oyunu sahnesindeki gibi Fassbender’ın Magneto'su etrafında gülünç bir şekilde dönen, bilgisayarla yaratılmış gibi görünen bir enkaza dönüştüğü bu sahne oldukça kaba ve acemiceydi.
Bilim ve nerd kültürü web sitesi Inverse şunları yazdı:
Yıkım tamamen dijital olsa da, bu şok edici ve son derece rahatsız edici bir andı. 20’nci yüzyılın en korkunç vahşetlerinden birinin yaşandığı bir yeri, hem de bir çizgi roman filminde havaya uçurmak çok gereksiz görünüyor.
Zekice ve tempolu Marvel filmlerinin standardı belirlediği bir dönemde, X-Men yorucuydu ve hayal gücünden yoksundu. Yapımcı Simon Kinberg Dark Phoenix'i yönetmek için sürece dahil olmadan önce, büyük ilgi göreceği düşünülen filmin Dünya'ya çarpmak üzere olduğu açıktı. Mumpower “Raydan çıktıkları zamanı saptamam gerekseydi, Brett Ratner'ın (Son Direniş için) göreve getirilmesini seçerdim. Filmlerinde ve kişisel yaşamında aşırılıklar var. Projenin daha ölçülü bir yaklaşıma ihtiyacı vardı. Matthew Vaughn bunu mükemmel bir film olan Birinci Sınıf’ta sağlamıştı” diyor.
Daha sonra seri, en azından çizgi roman filmlerinde başarısını kaybettiğini kanıtlamış olan Singer'a geri döndü. Sonraki iki filmi tahmin edildiği gibi fazla abartılıydı ve üzerine düşünülmemişti. Yani, her şey Marvel’ın Sinematik Evreni'nin özel yeteneği olan doğru yönetmeni işe almakla ilgili
Tüm bu değersiz şeyler arasındaki tek iyi şey, tarz olarak çok farklı olsa da aynı evrende yer alan X-Men’e yakın Deadpool filmleri ve James Mangold’un efsaneyi cesurca ele aldığı Logan’dı. Logan’da, daha önce iki çok kötü uyarlamada yer alan Jackman, yolun sonundaki alaycı bir silahşör olan Wolverine rolünde son derece başarılıydı. Film, Clint Eastwood’un Affedilmeyen’inin büyüyebilen metal pençelere sahip versiyonuydu. Gerçek dünyanın kiri ve sinizmine bulaşmış, bir Hollywood stüdyo yapımı için hayal edilebilecek en akıllı ve iddialı süper kahraman filmiydi. Aynı zamanda olabilecek bir X-Men'in hayali için son bir gösteriydi.
Disney’in 52 milyar dolarlık bir anlaşmayla Fox’u bünyesine katmasıyla beraber, bildiğimiz X-Men'in sona erdiği açıkça görülüyor (Game of Thrones’dan Maisie Williams'ın oynadığı ve daha az bilinen birkaç karaktere odaklanan oldukça gecikmeli New Mutants filmi nihayet 2020'de gün ışığını görebilecek olsa da). Gelecekteki X-Men projeleri, muhtemelen Disney’in Marvel imparatorluğunun bayrağı altında olacak. Marvel Sinematik Evreni’nin şefi Kevin Feige de, X-Men’in Marvel’ın gelecekteki "beşinci evresi"nde yer alabileceğinin sinyalini verdi. Birçok vaadine rağmen, sonuç itibariyle X-Men çok önemli bir sinematik süper güçten yoksun kaldı: ardında tutarlı bir miras bırakma yeteneği.
Duruma iyi tarafından bakma eğilimindeki Mumpower şunları söylüyor:
Disney’in film yapma şeklinin Fox’dan çok daha üstün olduğu görüşü, geçmiş performansa ve genel başarı oranlarına bakıldığında desteklenmesi kolay bir düşünce. Bu nedenle, Kevin Feige'in mutantların sorumluluğuna atanması, bir sonraki filmin Son Direniş’ten ziyade Birinci Sınıf düzeyinde olmasını sağlamakta çok faydalı olacak. İnsanlar, karmaşık ve değişken olsalar bile X-Men filmlerine gitmeyi ve bu filmlerin keyfini çıkarmayı seçti. Usta isimler tüm yapımlardan sorumlu olduğu zaman serinin ne kadar başarılı olacağını hayal edin.
Profesör Xavier, Magneto ve çete Marvel çatısı altında gelişebilir mi? Bunu sadece zaman ve yeni filmler gösterecek. Ancak efsanenin ilk filmlerinde sergilenen büyük potansiyelin ardından, hayranlar hâlâ X-Men'den daha mükemmel maceralar gelebileceğini umuyor. Karakterler bunu hak ediyor. Ve Dark Phoenix’te canı yanan bizler de bunu hak ediyoruz.
* İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
independent.co.uk/arts-entertainment
Independent Türkçe için çeviren: Merve Arkan
© The Independent