Genişleyen ve karmaşıklaşan cephe/cephelerin anlamı

İsmail Hakkı Pekin Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: @tcsavunma

Türkiye’nin tarafı olduğu ve muhtemelen olacağı cepheleri, karmaşık hale gelen ittifak ilişkilerini, ‘kim kimdir’ ve ‘nerededir’ sorularının cevabını, durduğumuz yeri irdelemeden ne kadar ileri gideceğimizi bilmek için kahin olmak gerekir.

Halbuki bizim kahine değil, gerçeklerden ve olgulardan hareket ederek yapabileceklerimizi belirleyecek ve uygulayacak yöneticilere ihtiyacımız var.

Bunun için de karşımızdakilerin gücünü ve kendi imkan ve kabiliyetlerimizi değerlendirerek bir siyasi hedef belirlemek, diplomasi ve diğer yumuşak güçleri kullanarak söz konusu hedefin ne kadarını gerçekleştirmemiz mümkün olabilir?

Siyasi hedefi sağlayacak askeri hedef neresi olmalıdır?

Bu soruların cevabını vermek ve müteakiben stratejimizi belirlemek zorundayız. 


Genişleyen ve karmaşık hale gelen cephelerden bahsettim. Nedir bu cepheler?

Suriye cephesi, Irak cephesi, Doğu Akdeniz cephesi, Libya cephesi, Kıbrıs cephesi, Ege cephesi vb.

Bunun dışında Balkanlar’da, Güney Kafkasya’da, Karadeniz’de nelerle karşılaşacağımız konusunda öngörülerimiz var mı ve bu bölgelerdeki gelişmelerin bizi nasıl etkileyeceğini değerlendiriyor muyuz?

Tabii ki iç cephe başlı başına her şeyi etkiliyor. Ekonomi derseniz hakeza.


Peki, bütün bu cephelerde karşımızdakiler kim; yanımızdakiler kim? Kimler iki taraflı davranıyor?

Bu soruların cevaplarına cephe cephe bakalım.

Tabii işin en karmaşık ve bilinmeyen tarafı, çünkü ülkeler çok farklı beklentiler içinde.

Bu da ister istemez davranış ve politikalarında farklılıklar arz ediyor.

Zira her ülkenin kendi ajandası ve kendi hesabı var. Onun için çok dikkatli ve ihtiyatlı davranmak durumundayız.

Milli gücümüzle uyumlu bir strateji belirlemek, mevcut duruma ve olabileceklere toplu bir bakış açısıyla bakmak ya da resmin tamamını görerek strateji belirlemek durumundayız.

Aksi takdirde dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olabiliriz.

Cephelere bakalım ve her cepheyi ayrı değerlendirelim.

Ancak bütün cephelerin aynı anda faaliyette olabileceğini de dikkate alarak alınması gereken diplomatik ve askeri tedbirleri, yeni müttefikler bulmayı ve buralardan güç tasarruf etmeyi, bazı konuları siyasi olarak halledip karşı cephedekilerin sayısını azaltmayı da düşünmek durumundayız. 


Suriye cephesi; Türkiye’nin bu cephedeki siyasi hedefi hududunun hemen güneyinde bir terör/garnizon devletçiğinin tesisini ve Irak’tan Akdeniz’e ulaşan bir terör koridorunun oluşmasını engellemektir.

Bunun için İdlib, Afrin, El Bab ve Tel Abyad- Resulayn bölgelerine harekat icra etmiş ve huduttan 30 kilometre kadar derinlikte, bazı yerleri parçalı da olsa bir güvenlik koridoru tesis etmiştir.

Edemediği yerlerde de ABD ve Rusya ile anlaşarak söz konusu derinlikte ortak devriye faaliyeti başlatmıştır.

İdlib bölgesi kritikliğini muhafaza etmektedir. Bölgede her an M4 yolunun kuzeyine yönelik bir taarruz başlatılabilir.

Türkiye bu konuda Rusya ve İran ile Astana mekanizması kapsamında üzerine düşeni yapmakta, bu bölgeyi güvenli bölge olarak mütalaa etmektedir.

Tabii Fırat’ın kuzey doğusunda ABD’nin bir terör devletçiği tesis etme konusundaki hedefi devam etmektedir.

ABD hala bu bölgeye silah, mühimmat ve malzeme yığmaya, YPG/PKK unsurlarından bir ordu teşkil etmeye devam etmektedir.

Diğer taraftan ABD’nin bölgede bulunan Merkez Komutanlığına ait güçleri YPG ile birlikte Suriye’nin petrol bölgelerinde faaliyetlerine devam etmektedirler.

Bu arada Rusya yeniden yapılandırdığı Suriye birliklerini (Süheyl Hasan komutasında) Deyrizor bölgesine yığmaktadır.

Türkiye’nin bu faaliyeti yakından izlemesi gerektiğini düşünüyorum. ABD birliklerinin bölgeden çekilmesi durumunda YPG/PKK’nın bölgede tutunma şansı yoktur.

Türkiye Suriye cephesinde bulundurduğu birlikleri ve muhalif unsurlardan teşkil ettiği güçlerle kontrolü devam ettirmektedir.

Aynı zamanda kontrol ettiği bölgelerde kamu düzenini yeniden tesis ederek gelecekte bu bölgelerin Türkiye’ye hasım güçlerin ele geçmesine karşı da önlem almaktadır.

İdlib bölgesinde M4 otoyolunun kuzeyinde kalan bölgede hem TSK unsurlarını bulundurmakta hem de bölgedeki muhalif unsurları bir emir komuta altında birleştirerek etkinliğini artırmaktadır.

Bu bölgede Haseke ve Kamışlı dikkatle izlenmeli ve oldubittilere engel olunacak tedbirler alınmalıdır.

Irak cephesinde ise; 2108 de başlayan 2020 devam eden Pençe operasyonları ile Türkiye-Irak sınırından 15-40 kilometre derinliğe, Kuzey Irak’a doğru girerek sınırı daha iyi koruyacak şekilde 37 üs bölgesi tesis etmiştir.

Gözetleme ve koruma açısından bize dezavantaj yaratan Türkiye-Irak sınırı ileri doğru taşınarak PKK’nın sınırda bulunan üsleri kontrol altına alınmıştır.

Diğer bir ifade ile Irak sınırı boyunca adına ister güvenlikli bölge ister tampon bölge deyin bir güvenlik koridoru oluşturulmuştur.

Kandil, Sincar ve Mahmur vb. bölgeler ise takip edilerek söz konusu bölgelerdeki terörist unsurlar SİHA ve uçaklarla ateş altına alınmaktadır.

Kuzey Irak bölgesinde özellikle Kerkük, Telafer, Musul vb. bölgelerdeki PKK varlığı ve faaliyetleri dikkatle takip edilmeli, bir oldubittiye engel olunacak tedbirler alınmalıdır.


Doğu Akdeniz ve Libya cephesinde, Türkiye Doğu Akdeniz’deki deniz alaka ve menfaatlerini korumak için donanmasıyla bölgede faaliyet göstermekte hem de yaptığı anlaşma gereği Libya meşru hükümeti olan Ulusal Mutabakat Hükümetini desteklemektedir.

Peki, Türkiye’nin bu bölgedeki siyasi hedefi nedir?

Türkiye’nin siyasi hedefi Libya meşru hükümeti ile imzaladığı deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasının devam etmesini dolayısıyla Münhasır Ekonomik Bölgemizdeki (ilan edildiğinde) hak menfaatlerimizin belki daha doğru bir ifadeyle Doğu Akdeniz’deki (Suüstü, sualtı, sualtındaki toprağın altındaki canlı ve cansız kaynaklar) hak ve menfaatlerimizin korunması, Libya Devleti'nin toprak bütünlüğü ve siyasi bütünlüğünün sağlanmasıdır.

Bu maksatla da Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Türkiye arasında Askeri Güvenlik ve İşbirliği anlaşması imzalanmıştır.

Türkiye bu anlaşmaların gereğini yerine getirmektedir Amaç Libya’da 2015'teki duruma dönmek yani Sirte ve Cufra’nın alınması ve karşı tarafın veya tarafların Libya’nın bütünlüğünü sağlayacak bir anlaşmayı imzalamaya ve bu doğrultuda bir siyasi çözümü kabul etmesidir.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya cephesindeki  başarısı karşısında oluşan Yunanistan, GKRY, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Rusya, İsrail, Fransa vb. ülkelerden oluşan cepheyi zayıflatmak bun karşılık kendi arakasında bulunan ABD, İtalya, Malta, Katar’dan meydana gelen cepheyi güçlendirmekten, silahlı kuvvetlerini güçlü bulundurmaktan ve Doğu Akdeniz’deki deniz ulaştırma hatlarını açık bulundurmaktan geçmektedir.

Türkiye bu bağlamda NATO ve AB ülkelerinin güvenliğinin Fransa ve Yunanistan tarafında Rusya’nın tehdidine açık hale getirdiğini savını da kullanmalıdır.

Tabii bu durumun Akdeniz’in güvenlik ve istikrarı ile Avrupa’ya Afrika’dan yönelecek ve istikrarsızlığı artıracak göç körükleyeceği de belirtilmelidir.

Buna bir de bölgedeki petrol, doğal gaz kaynakları, Libya’nın yeniden inşası, alt yapı yatırımları da ilave edildiğinde Türkiye’nin karşı cepheyi zayıflatmasının önü açılacaktır.

Gerekirse çatışma alanlarının genişletileceği yani özellikle BAE ve Suudi Arabistan’a karşı Yemen’de karşı cepheye verilecek Türkiye desteği bu iki ülkeyi daha dikkatli olmaya zorlayacaktır.

Satranç ve GO oynarken bu şekilde ortaya sürülen taktikler karşı tarafın sıkıştırılmasına, tedbir almaya zorlanmasına, taş ve alan kaybetmesine yol açar.


Kıbrıs cephesine gelince, Türkiye bu konuda elinden geleni yapmıştır. Ancak karşı tarafın AB’yi kullanarak Kıbrıs konusundaki tavrı aynen devam etmektedir.

Aslında Türkiye için Kıbrıs konusu 1974 yılında bitmiştir. Maalesef GKRY ve Yunanistan gerçeği bir türlü kabul etmemekte, sorunu (bizim bir sorunumuz yok) zamana yayarak kendi lehlerine çözmek istemektedirler.

Aslında Türkiye’nin bu konuda yapması gereken iki hareket tarzı bulunmaktadır.

Mevcut konjonktüre göre bu ikisinden birini uygulamalıdır. Nedir bunlar? KKTC’nin bağımsızlık ilanı diğeri de KKTC’nin Türkiye tarafından ilhakı!


Ege cephesine gelince, burada karşılıklı sorunlardan çok Yunanistan’ın taleplerinin yarattığı bir durum bulunmaktadır.

Yunanistan bu bölgede tek taraflı kararlar alıp uygulamaya çalışmakta ve arkasına AB’yi alarak bu oldubittileri Türkiye’ye kabul ettirmeye çalışmaktadır.

Karasularının 12 mile çıkarılması, FIR hattı, silahlandırılmama statüsündeki adaların silahlandırılması, EGAYDAAK’lar (Egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar), arama kurtarma sahaları, kıta sahanlığı, MEB vb. konularda talepleri vardır.

EGAYDAAK’ların toplam yüz ölçümü Dr. Cihat Yaycı’nın ifadesiyle, Trakya’nın yüz ölçümüne yakındır.

Türkiye, bu konuyu barışçıl yöntemlerle çözmeye çalışmakta ve kimsenin provokasyonuna ya da gazına gelmemeye çalışmaktadır.

Ancak Yunanistan’ın söz konusu taleplerine de sıra gelecektir. Yine Dr. Cihat Yaycı’nın ifadesiyle, Ege Denizi yerine Adalar Denizi, Ege Bölgesi yerine Batı Anadolu bölgesi adlarının kullanılmasının vakti yaklaşmaktadır.

Tabii TSK’nın da buna uygun bir yapılandırmaya gitmesi Yunanistan ve AB’nin konuyu daha iyi anlamasını sağlayacaktır.


Özet olarak, Türkiye, bekasını ve halkının refahını sağlamak için, özellikle de gelecek kuşaklar için önemli fedakarlıklar yapmakta ve kritik dönüm noktalarında bulunmaktadır.

Yapılanlara ve amaçlarına bakarsak, ortaya konan siyasi hedeflerin elde edilmesi için milli güç unsurlarının özellikle de askeri güç unsurunun yeterli olduğunu görmekteyiz.

Zaten hedefler de söz konusu güç unsurlarıyla elde edilebilecek şekilde seçilmiştir.

Siyasi hedef Türkiye-Suriye-Irak sınırında bir terör devletçiğinin tesisi, Akdeniz’e ulaşan bir terör koridorunun önlenmesi, bu sınırlarda Türkiye’ye müzahir bir yapının oluşması, Türkiye’nin denizlerdeki hak ve menfaatlerinin korunması, deniz yetki alanlarının belirlenmesi ve bunu sağlayacak anlaşmaların yapılması, bunların fiiliyata geçmesi için anlaşmanı yapıldığı Libya vb. ülkelerin toprak ve siyasi bütünlüğünün korunmasıdır.

Askeri hedef de bu siyasi hedefi sağlayacak şekilde seçilmiştir ve ulaşılması mümkündür. Hayali değildir.

Türkiye hem silahlı gücünü hem de diplomatik gücünü birlikte kullanmak zorundadır.

Tabii bu arada tarihten gelen kültürel gücünüzü, içinde bulunduğumuz NATO ittifakını da unutmayalım.

Türkiye, milli güçlerini uygun olarak kullandığı ve geliştirdiği sürece hedeflerine ulaşacaktır.

Bunun en önemli şartı ülke içinde birlik beraberliğin sağlanması yani iç cephenin güçlü tutulmasıdır.

          

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU