Lübnan’ın Nelson Mandela’sı kim olacak?

Lübnan’ı önemseyen güçlerin de Hizbullah ile sakin bir kurumsal boşanma ile yetinmemeleri, kendisini bölgesel bir milis gücü tarafından işgal edilmiş bir ülke sayarak -utanıp sıkılmadan- Lübnan’a daha fazla yaptırım ve kuşatmanın öncüsü olmaları gerekir

Fotoğraf: Reuters

Beyrut sokaklarında cumartesiyi pazara bağlayan gece yaşanan ve dini gruplar, özellikle de Sünniler ve Şiiler arasındaki çatışma hattını canlandırmaya yönelik organize girişim, bu sahneyi üreten sorumlu tarafın gücünün değil artan zayıflığının kanıtıdır.

Organizatörlerinin “Hizbullah”ın silahsızlandırılması sloganları attıkları gösteriden önce sosyal medya platformlarında, Lübnan’ı koruyan direnişi silahsızlandırmak isteyen “hainlere” karşı askeri üniformaların kuşanıldığı, silahların hazırlanıp doldurulduğu, ihtişamlı hayali zaferlerle şişinip övünülen videolar yayılmaya başlamıştı.

Bütün bunlar olup biterken arka planda Suriye’de Esed ordusunun kalıntılarını, Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları’nın silah depolarını hedef alan yeni bombalı saldırılar düzenlemek için Lübnan semalarında güvenli, emniyetli ve çok alçak irtifadan uçan İsrail savaş jetlerinin sesi duyuluyordu.

Cumartesiyi pazara bağlayan gece Hizbullah için Lübnan’dan Suriye, Irak ve İran’a uzanan projenin bir bütün olarak kaderine yönelik derin endişe duygusunun eşlik ettiği, aşırı zayıflık ile aşırı böbürlenmenin birleştiği o andı.

Bu denkleme erişimin yolu ise provokasyon seviyesini yaşananlara, hatta belki de daha fazlasına yol açacak şekilde yükseltmek için geçmişte de kullanılan en alçak söylem türünü (Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) eşi Hz. Aişe’ye hakaret etmek) yeniden kullanıma sokmaktı.

Hizbullah’ın bir iç savaş istediğini iddia etmiyorum. Ama şu üç hedefi gerçekleştirecekse kenarından da olsa bu yolda yürümeye bir itirazı olmadığını düşünüyorum.

Bu üç hedef şunlardır:

1- Hizbullah’ın silahı ve Lübnan’ın sorunlarına yönelik seçeneklerinin yeniden tabu sayılmasını sağlayarak Lübnan’ın politik, ekonomik, finansal ve nakit para krizlerine dair tartışmalarda ele alınmasını engellemek.

2- Her taraftan ayaktakımının katıldığı iğrenç bir sivil çatışma gösterisi yaratarak 17 Ekim 2019’da başlayan Lübnan devriminden gerçek, derin ve köklü bir sivil hareket olarak ilk başta çizdiği parlak imajı, Lübnanlıların en güzel özelliklerini taşıyan bir vatan inşa etme isteğini çekip almak.

3- Bu gecede yaşanan olaylar aracılığıyla yeni bir siyasi gerçekliğe ulaşmak. Daha sonra da mevcut Hassan Diyab hükümetine alternatif, Hizbullah ve Emel Hareketi’nin “ulusal birlik” adını vermekte direttiği yeni bir hükümet oluşturmak.

Bütün bu olup bitenlerin özünde işte bu sonuncu hedef yer almaktadır.

Lübnanlı yetkililerin açıklamalarını ve yoğun görüşme trafiğini takip edenler Hizbullah’ın herkesi istediği “ulusal birlik hükümetini” kurmak için kendisiyle tekrar masaya oturmaya zorlamakla meşgul olduğunu anlayacaktır.

Bu, yani “ulusal birlik hükümeti”, soylu olmayan bir misyon için kullanılan soylu bir tabirdir.

Hizbullah’ın Arap ve uluslararası toplum nezdinde şiddetli bir şekilde karşı çıktığı, devlete egemen olan bir İran milis gücü olduğu kusurunu ve ayıbını örtmek için kullandığı örtüyü güzelleştirme ve sağlamlaştırma girişimidir.

Hizbullah kendisi ve rolü için Hassan Diyab’ın ona sağladığı ince örtüden daha iyi bir örtü istiyor.

Lübnan’ı tamamen kendisinin yönettiğini inkar etmeyi sürdürebileceği bir alan istiyor.

Ancak onun ve müttefiklerinin oyları ile başbakan seçilen (parlamentodaki oylamada sadece bu grup kendisine güvenoyu vermişti) Hassan Diyab hükümeti kendisine bunu sağlamıyor.

Hizbullah’ın en çok korktuğu şey, Lübnan’ı ulusal birlik hükümeti (ki aslında ne ulusal ne de birlik özelliklerinden hiçbirini taşımayacak) adı verilen yalanının karanlığı yerine gün ışığında yönetmektir.

Hizbullah ile bu tür bir hükümet konusunda masaya oturmak için acele etmenin nesnel alternatifi, kendisi ile her tür ortaklıktan tamamen çekilmek, ülkeyi tek başına yönetmesini, Lübnan’ın ulaştığı ve kendisinin doğrudan sorumlusu olduğu durumla tek başına yüzleşmesini ve çözmesini sağlamaktır.

Önceki deneyimlerden herhangi birini yeniden denemenin fiili olarak Lübnan'daki herhangi bir şeyi koruyabileceği inancına dayanan aptalca tuzağa bir kez daha düşmemektir.

Gerçekte bu inanç artık ulusal sorumluluğun hiçbir özelliğini karakterize etmemektedir.

Aksine ucuz bir şekilde yönetime geri dönmek, Hizbullah ile iktidarı paylaşmak ve onun paylaştırdığı kırıntılarla yetinmek için ulusal sorumluluk sıfatının haksız bir şekilde kullanılan bir inanç halini almıştır.

Bunun nesnel alternatifi, Hizbullah’a hem bölgesel milis güçleri dünyasının hem de barışçıl bir ülkede, barışçıl bir siyasi hayatta iktidarın ulusal bir ortağı olma dünyasının nimetlerinden zevk almasına izin vermemektir.

Bunun yerine, Hizbullah’ı tüm örtülerinden tecrit ederek olduğu gibi Arap ve uluslararası toplumla karşı karşıya bırakmaktır.

Hükümeti, başbakanı ve silahı aracılığıyla devleti yöneten bölgesel bir milis gücü olduğu gerçeğinin sonuçları ile doğrudan yüzleşmeye, bunun Lübnanlıların ve her şeyden önce Şiilerin geleceği üzerindeki etkilerini test etmeye zorlamaktır.

Bunun yanı sıra Lübnan’ı önemseyen güçlerin de Hizbullah ile sakin bir kurumsal boşanma ile yetinmemeleri, kendisini bölgesel bir milis gücü tarafından işgal edilmiş bir ülke sayarak -utanıp sıkılmadan- Lübnan’a daha fazla yaptırım ve kuşatmanın öncüsü olmaları gerekir.

Bir vatandaş nasıl olur da ülkesinin bu şekilde cezalandırılması çağrısı yapar?

Bu sorunun yanıtı, 20’inci yüzyılın en büyük direnişçilerinden ve Güney Afrika’daki Apartheid rejiminin kendisine sunduğu kırıntıları kabul etmeyi reddeden Nelson Mandela’nın hayat hikayesinde gizlidir.

Mandela, Afrika Ulusal Kongresi lideri olarak serbest bırakıldıktan sonra bile dünyaya Güney Afrika rejimine uygulanan yaptırımların daha da artırılması çağrısında bulunan en yüksek seslerden biri olmuştu.

Apartheid sisteminde köklü bir değişiklik yapmadan atmış olduğu sembolik birkaç adım için Güney Afrika rejimi ödüllendirmeye hazırlanan bazı Batılı hükümetlerin, özellikle de Margaret Thatcher liderliğindeki İngiliz hükümetinin, politik fırsatçılıklarına karşı çıkmıştı.

Mandela’nın karşı çıktığı bu şeyin Lübnan’daki karşılığı, Hizbullah’ın kurulmasını istediği, tek görevi onun imajını parlatmak ve en sevdiği şeyi yapmasını, yani Lübnan’ı perde arkasından yönetmesini sağlamak olan ulusal birlik hükümetinin kuruluşuna karşı çıkmaktır.

Ne yazık ki Lübnan’da bir Nelson Mandela değil, gücü paylaşma ve etkisini koruma oyununda kalmak için ulusal sorumluluk söylemlerinden yardım alan iktidar güçleri var.

Arap ve Batı ülkeleri, Hassan Diyab hükümetinden sonraki birkaç hafta içinde bu tuzağa düşecekler arasında olmazlarsa iyi olur.

Söz konusu hükümetler, bu küçük ülkede Apartheid rejiminin bir benzeri olan, bu rejimi devirecek Mandela olsalar ne iyi olur.   

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU