Türkiye-İsrail ilişkilerinin kötüleşmesi 31 Mayıs 2010'daki filo hadisesinden önce başlamıştı. Ancak bu hadise, ikili ilişkilerdeki bu eşi görülmemiş gerilemeyi önemli ölçüde hızlandırdı. Kuşkusuz, iki ülke arasındaki ilişkilerin zayıflığı ve son iki yılda üst düzey diplomatik ilişki kurulmamış olması sadece söz konusu hadisenin sonuçlarına bağlanamaz. Bununla birlikte, Ankara ve Kudüs arasındaki derin şüphenin nedenleri arasında filodaki en büyük gemi olan Marmara'ya yapılan baskın, öne çıkmaya devam ediyor. Son haftalarda, başta Türk medyasında olmak üzere, ilişkilerdeki buzları çözmeyi amaçlayan bazı makaleler yayımlandı. Bu makalelerin güçlü bir temele sahip olup olmadığı hususu kuşkulu. Öte yandan her halükarda İsrail'in Batı Şeria'nın bazı bölgelerini ilhaka yönelik bir hamlesine Ankara, muhtemelen sert tepki gösterecektir. Bu nedenle, Türkiye'yle ilişkileri geliştirme çabaları önemsiz ve kısa ömürlü olacaktır.
Türk-İsrail ilişkilerindeki kötüleşme 31 Mayıs 2010 filo hadisesi öncesinde başlamıştı. Ancak bu olayın ikili ilişkilerde yarattığı etkinin ciddiyeti emsalsiz oldu. 2009'ta Davos'ta yaşanan ve dönemin Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında aleni gerçekleşen bir çatışma olan "One Minute" hadisesi geleceğe dair bir işaret niteliğindeydiyse de, sert sonuçları olan hadise filo meselesiydi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Gazze'ye giden filonun durdurulmasına yönelik çabalar sürecinde "yapılan hatalar sebebiyle" Mart 2013'te Erdoğan'dan özür dilemesine, Haziran 2016'da imzalanan ve olayda öldürülen Türklerin aileleri için 20 milyon dolarlık (yaklaşık 136 milyon 200 bin TL) bir fon transferini içeren normalleşme anlaşmasına ve Gazze'ye Türk insani yardım malzemeleri taşıyan Türk gemilerinin Aşdod Limanın'na varmasına karşın iki ülke arasında son iki yıldır üst düzey hiçbir diplomatik temas kurulmadı. Bu nedenle, ilişkilerin onarımına yönelik çabaların olumlu etkisi uzun ömürlü olmadı.
Son 10 yıldır İsrail ve Türkiye, aralarında şiddete sebep olabilecek ek olaylardan kaçındıysa da geçmişe bakıldığında filo hadisesinin karakterize olmamış yerel bir olay olarak değerlendirilmesi mümkün değil. 2010'dan bu yana taraflar arasındaki şüphe düzeyi arttı. Hatta, Türkiye'nin şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Netanyahu arasındaki kişisel husumete yansıdı. Karşılıklı husumet her iki ülkede de partizan çizgileri aştı. Şimdi, hem Knesset'te hem de Türk parlamentosunda muhalefet saflarında ikili ilişkilerin iyileştirilmesine karşı olanlar mevcut. Öte yandan aynı zamanda, ülkeler arasındaki ikili ticaret kısıtlayıcı bir faktör olarak kalmayı sürdürüyor (2018 itibarıyla 5 milyar dolar, yaklaşık 34 milyar 52 milyon TL). Bu durum, her iki tarafta da ilişkilerin sürdürülmesinden yana kimselerin de bulunduğunu hatırlatıyor. Bu dönemde, her ne kadar Tel Aviv-İstanbul güzergahında sadece Türk şirketleri uçmuş olsa da, havacılık bağları da sürdürüldü. İki ülke arası yolcu trafiği yakın bi zamanda, sadece koronavirüs pandemisi kaynaklı havacılık krizi sebebiyle donduruldu.
Filo hadisesi, Türk-İsrail ilişkilerinde olumsuz bir etkiye neden olan Arap-İsrail/Filistin anlaşmazlığıyla ilintili bir dizi olaydan biriydi. Yıllar boyunca, İsrail'in Filistinlilerle ilişkisindeki olumlu gelişmelerle Türk-İsrail ilişkileri arasında belirgin bir ilişki var oldu. Filo hadisesi, Türkiye'nin ve özellikle Erdoğan'ın kendisini Filistin davasının sesi olarak gördüğü ve Filistinliler arasındaki aşırılıkçı unsurlarla çekinmeden işbirliği yaptığı bir süreci hızlandırdı. Türk-İsrail ilişkilerinin bozulmasından birkaç yıl sonra bozulan Türk-Mısır ilişkileri, Ankara'nın Gazze Şeridi'ne erişim sağlamasını daha da zorlaştırdıysa da, Türkiye ve Hamas arasındaki yakın ilişkiler devam etti. Türkiye Filistin Yönetimi'yle de gayet yakın ilişkilere sahip. ABD Büyükelçiliği'nin Kudüs'e taşınması ve İsrail'in İsrail-Gazze Şeridi sınırı yakınındaki Dönüş Yürüyüşü gösterilerine saldırması, Türkiye'nin Mart 2018'de İsrail'deki büyükelçisini geri çekmesine ve uluslararası diplomatik geleneğe zıt biçimde Türkiye'deki İsrail büyükelçisine de istişarelerde bulunmak üzere İsrail'e dönme talimatı vermesine neden olan acil nedenlerdi.
Türk iç siyaseti bakımından, filo hadisesi birçok açıdan önemliydi. Birincisi, Erdoğan'ın saldırgan duruşu ve İsrail'le ciddi bir krize davet çıkarmaktaki hazırlılığı, dış politikada aday olduğu genişlemiş otorite rolünü yansıtıyordu. Bu özellikle, İsrail'le 1990'larda var olan sıcak ilişkilerin ana bir unsuru olan ve hatta bunu muhafazakar ve İslamcı unsurların egemen olduğu hükümetlere de dayatan Türk ordusuyla kıyaslandığında doğruydu. İkincisi, vaiz Fetullah Gülen bakımdan filo organizatörlerini kınamış olması, kendisiyle Erdoğan arasındaki artan ve Gülen'in Temmuz 2016'daki başarısız darbe girişiminin destekçileri arasında yer almasıyla zirveye ulaşan anlaşmazlığın öncülleri arasında sayılıyor.
Filo olayı, Türk kamuoyunda İsrail'e yönelik saldırıların temel bir meselesiydi ve öyle olmayı da sürdürüyor. Türk medya organları, İsrail'in gayrimeşrulaştırılmasına destek veren taraflardan gelen içerikleri sıklıkla yayımlıyor. Ankara'nın desteğinden yararlanan bir dizi sivil toplum kuruluşu iki ülke arasındaki nefretin körüklenmesinde önemli bir rol oynamaya devam ediyor. Bu manada, Gazze'ye giden filonun arkasındaki İHH örgütü aktif olmayı sürdürüyor ve filo hadisesi İsrail karşıtı söylemde hala merkezi bir rol oynuyor. Kitlelerin akın ettiği 2011 yapımı bir filmin başında hadise yeniden canlandırıldı; Türk medyasında hadiseden sıklıkla bahsediliyor; birçok kitaba konu oldu; her yıl Marmara'da öldürülenlerin anısına İsrail karşıtı gösteriler düzenleniyor. Bu gösterilere katılanların sayısı son yıllarda azaldı. Örneğin, Kudüs adına yapılan gösteri bunlardan biriydi. Öte yandan İHH, 2020'yı "Mavi Marmara Yılı" ilan etti.
Filo hadisesi ayrıca, Doğu Akdeniz'in İsrail açısından daha önemli bir alan ve eskiye nazaran daha yüksek bir askeri operasyon potansiyeline sahip olduğunu da gösterdi. Kıbrıs ve Yunanistan hadiseyi artan Türk saldırganlığının göstergesi olarak görürken; bu durum İsrail'le ilişkilerini yumuşatmalarına neden oldu. İsrail de kendi adına Türkiye'yle artan gerilim ve Gazze'ye başka filoların gelmesini önleme arzusu sebebiyle bunlarla daha çok yakınlaşmaya artan bir ilgi gösterdi. Doğal gaz keşifleri ve Kıbrıs sorununun çözümünde devam eden zorluk esasen Doğu Akdeniz'de iki rakip blok yarattı. Birinci blokta Yunanistan, Kıbrıs, Mısır, İsrail ve Libya'da General Halife Haftar liderliğindeki milisler bulunuyor. İkinci bloktaysa Türkiye ve Fayiz el-Serraç liderliğindeki Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti yer alıyor. Bununla birlikte, koronavirüs pandemisi ve petrol fiyatlarındaki düşüşün Türkiye'nin engellemeyi amaçladığı Doğu Akdeniz boru hattı inşası yönündeki iddialı projenin gerçekleştirilmesinin önünde büyük bir engel teşkil ettiği göz önüne alındığında, Libya iç savaşı tırmanışta olmasına ve her iki rakip blokun da kendi çıkarlarını koruma yönünde kararlı olduğu görülse de, Doğu Akdeniz'deki gerilimin hafifletilmesi için bir imkan söz konusu olabilir.
Son haftalarda başta Türk medyasında olmak üzere, Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerdeki buzları çözmeyi amaçlayan bazı makaleler yayımlandı. Bunlar arasında, iki ülke arasında deniz sınırı belirlenmesine yönelik anlaşmanın müzakerelerine yönelik bir rapor da yer alıyor. Ankara'nın pandeminin zirve yaptığı dönemde İsrail'e tıbbi malzeme satın alma izni vermesi (her ne kadar teslimatla ilgili birkaç gecikme yaşanmış olsa da) ve 10 yıl sonra ilk kez İsrail El Al havayolu şirketinin Türkiye'yle kargo seferlerine başlaması ilişkilerin iyileşmesine dair işaretler. Yine de bu olumlu işaretlere karşın, deniz sınırlarının ayrıştırılmasına dair müzakerelere ilişkin rapor İsrail'in Ankara Büyükelçiliğince reddedildi. Bu, Ankara'dan gelen olumlu işaretlerin anlamının bir nebze fazla abartıldığını gösteriyor. Bununla birlikte haber makalelerinin yayımlanması, Türkiye'nin uluslararası ilişkilere ve birçok angajman alanındaki mevcut sorunlara yanıt kapsamında daha dengeli bir dış politikaya dönme arzusuna dair soruları da beraberinde getiriyor. Tam tersine eğer bu sadece İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan arasındaki ilişkileri bozma saikinden ibaretse, İsrail açısından ilişkilerin yumuşatılmasının faydalı olup olmayacağı çok şüpheli olacaktır. Dahası halihazırda Erdoğan'ın sözcüsü, Netanyahu'nun Batı Şeria'ya egemenlik uygulama niyetine dair açıklamalarını "uluslararası hukuka aykırı işgal siyasetinin genişlemesi" diye adlandırdı. Bu nedenle şu anda, İsrail'in Batı Şeria'nın bazı bölgelerinin ilhakına yönelik herhangi bir adımının, iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesine yönelik bir çabayı önemsiz ve kısa soluklu olmaya mahkum edeceği neredeyse kesindir.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.inss.org.il/publication
Independent Türkçe için çeviren: Ahmet Yılmaz