İnsanın çıktığı en uzun yolculuk kendi içindeki yolculuktur. Aklı kemale erdiğinden beri insan kendi içinde düşünerek ve analiz ederek çeşitli yolculuklara çıkmıştır.
Semavi dinlerin tamamı insanlığın tüm bireysel ve kolektif oluşumunu hedef almıştır.
Aklın gücü ile diğer canlılardan üstün olan bu varlığa dünyevi yaşamda dengeli bir ufka doğru öncülük etmek konusunda felsefe, çağlara uzanan insanlık yolu üzerindeki ışık parıltıları gibiydi.
Zihin ve kas denklemi her zaman hayat arenasında insanlar arasındaki ilişki yollarının üretiminde hassas ve tehlikeli bağlantı olmuş ve olmaya devam etmektedir.
İçinde yaşadığımız bu zamanda her şey birbiri ile yarışıyor ve durmadan karışıyor. Akıl bilim üretiyor ve bütün alanlarda her an yeni şeyler icat ediyor.
Bilim alanındaki buluş patentleri, Çin’den Avrupa, ABD ve Afrika’ya dünyanın dört bir yanında gelişiyor.
Değişen hızlarda laboratuvar ve fabrikalara aktarılıyor. Ancak burada üzerinde durulmayı hak eden paradoks, doğusundan batıya dünyada felsefenin gerilemesidir.
Metotlarının çeşitliliğine ve fikirleri arasındaki farklılığa rağmen filozoflar eskiden beri tek daire içinde toplanmışlardır.
O da insanın dünyası, davranışları, kendisi ve başkaları ile etkileşimi, toprak üzerinde hatta altında yaptıkları ile ilgili düşünsel bir yolculuğa çıkmaktır.
Çağlar boyunca yenilenen değerler paketi, siyasi, ekonomik ve sosyal durumlara göre miras alınmış ve yenilenmiştir.
Ahlak, iyilik ve kötülük, adalet ve politika, Platon’dan itibaren felsefe ekolleri üretmiş ve eski zamanlardan beri tüm dillerde akmıştır.
Rönesans’tan Aydınlanma Dönemi ve Sanayi Devrimine düşünce buluşlara eşlik etmiş hatta onları geçmişti.
Bugün şu soruyu soruyoruz: Teknoloji ve ekonomisi akıl dahil her şeyi ele geçirirken felsefe geriledi mi yoksa yok mu oldu?
Teknoloji küreselleşti ve dünya bir fabrikaya, mağazaya, banka ve havayolu şirketlerine, silah ticaretine açık alanlara dönüştü.
Reklam ve propaganda araçları, her türden ve farklı ülkelerden ürünleri pazarlamada yarışır hale geldi.
Sinema, seçilmiş hatta üretilmiş, şiddet, çatışma ve eğlence dolu insan modelleri örnekleri sunan görüntü, ses ve harekete dönüştü.
Görsel medya araçları ve teknolojik iletişimin derinliklere nüfuz etmesi ile kitap ve basılı basının varlığı geriledi. Göz ve kulak, diğer ürünler gibi üretilir hale gelen akıllara giden yollar haline geldi.
Günümüzde yaşadığımız en büyük yokluk, kapsamlı anlamı ile felsefedir.
Ondan geriye kalan sızıntılar bile seçici bir politik yaklaşım benimsedi.
Yüksek insani çakmak ile akılları ateşlemeyen, yaşamın karmaşıklıklarına dalmayan ve analiz etmeyen, mali hegemonya, içgüdülerin ve sınırların ötesine geçen açgözlü akımların içinde çatıştığı savaş alanını aydınlatacak düşüncelere ulaşmayan bir yaklaşım.
İngiliz filozof Bertrand Russell, doğu ile batı arasındaki çatışmanın yoğunlaştığı, dünyanın uzun yıllar nükleer savaş uçurumu eşiğinde yaşadığı bir zamanda canlı düşünce parıltıları içeren büyük aklın çığlığı ve felsefi sesi olmayı başardı.
20’nci yüzyılda sadece seçkinlere değil sıradan insanlara da sesini ulaştırabildi.
Felsefi, bilimsel ve politik açıdan çeşitli çağları ile insanı ifade eden onlarca kitap yayınlayan kapsamlı bir kütüphaneydi. Mantık ve matematiğin adamı, siyasi bir aktivistti.
Kendisi ile yapılmış bir söyleşiyi içeren ve “Dünya Görüşüm” adlı kitabında Russell, çağdaş insanı meşgul eden tüm sorunlara ilişkin kapsamlı bir bakış açısı sunar.
O, komünist doğu ile kapitalist batı, eğitimle şekillenen ve pazar kültürü dünyasına dalan yeni insan arasındaki silahlı ve ideolojik sıcak ve soğuk savaşları yaşamıştı.
Sovyetler Birliği’ni ziyaret etmiş ve Lenin ile görüşmüştü. Komünizmde, kalkınma, sosyal adalet ve barış çağı açacak bir eklenti sunabilecek insani, politik ve ekonomik bir tez görmüştü.
Ancak Moskova’yı ziyaret ettiğinde büyük bir şok yaşamıştı. Çünkü özgürlük tam anlamıyla yok olmuştu. İnsanların geneline güç ile dayatılan tek düşünce egemendi.
Russell, eserlerinde savaşların, sömürgeciliğin ve ırkçılığın etkenlerini irdeledi.
Birey ve topluluklar olarak insanlar arasındaki ilişkileri, savaş ve şiddet içgüdülerini harekete geçirmekte eğitimin rolünü, otorite ile motivasyonları ve dizginleyicilerini, tüm düşünürleri meşgul eden hoşgörü sorununu analiz etti.
Bertrand Russell, 17’inci yüzyılda suçlama ve cezalandırma zihniyetinden kaçan birçok düşünürün kendisine sığındığı Hollanda örneği üzerinde durdu.
Düşünce ve politik faaliyetlerinde her zaman yer verdiği konulardan biri de yılmadan kendisine karşı savaşmayı sürdürdüğü nükleer silahtı.
Russell, Vietnam savaşından dolayı eski ABD başkanı Lyndon Johnson’u “savaş suçlusu” olarak yargılamış ve bunu Nazilerin yargılandığı Nuremberg mahkemesinin uzantısı saymıştı.
Bu nedenle, ABD’de geniş çaplı bir saldırıya maruz kalmıştı.
Bugün Bertrand Russell ve felsefesinde üzerinde durulmayı hak eden hususlardan biri de insanın bir zamanlar korktuğu ve tapındığı, daha sonra bilim ile köleleştirdiği ve emrine amade kıldığı doğa ile ilişkisidir.
İnsanlara mesajının ne olduğu sorulduğunda Russell şu yanıtı vermişti:
Bugün elinizde atalarınızın elinde olmayan muazzam güçler var. Bu güçleri ya hepiniz mutlu olmak ya da mutsuz olmak için kullanmalısınız. Herkes zulüm ve baskıya karşı ittifak etmesi gerektiğini anladığında eğitim mutluluğa giden yol olabilir.
Bugün, zengini ve yoksulu, zayıfı ve güçlüsü ile tüm dünya benzeri görülmemiş bir hastalık, korona salgını ile yüzleşirken, bu korkunç ölümcül virüsü geri püskürtmek için mücadele ederken Russell’in düşüncelerini ve bakış açısını hatırlıyoruz.
Bu dünyada insanlar, davranışlar ve birçok şey değişti. Her şey küreselleşti.
En büyük kaybımız ise, aklın meşalesi, yaşam savaşının ayrıntılarının yüzeyindeki dengesizliği düzeltmek için güçlerini ve yaşamlarını insan dünyasında çıkılan yolculuklara adayan büyük insanların yaydığı felsefedir.
Yansımalarını okumakta herkesin zorlandığı bu pandemi, insanı kirlettiği, dengesini bozduğu, varlığını ortadan kaldırmaya yetecek kadar silah depoladığı bu toprak üzerindeki faaliyet ve etkileşimlerinin birçok durağını gözden geçirmeye davet eden aydınlanmış insan aklının sesini yükseltmesini hak ediyor.
Felsefe belki bunun ilacını geliştirebilir.
Bertrand Russell’in yapmaya çalıştığı da tam olarak buydu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish