Günümüzün önde gelen düşünce insanları, dünya çapında 1 milyondan fazla kişiyi etkileyen koronavirüs salgınına dair çeşitli yorumlarda bulunuyor. Örneğin, ünlü düşünür Slavoj Zizek koronavirüs salgınıyla mücadelede paniğe değil küresel koordinasyon ve işbirliğine, yan yeni bir komünizme başvurulmasını gerektiğini söylemişti. Fransız düşünür Alain Badiou ise SARS deneyiminden sonra yeni koronavirüsle mücadele etmeyi mümkün kılacak hakiki araçları sağlayabilecek araştırmaların fonlanmadığını vurgulamıştı. Amerikalı dilbilimci ve tarihçi Noam Chomsky de koronavirüs salgınının gelmekte olan daha büyük krizlerin küçük bir kesiti olduğunu söyledi.
Ünlü düşünür, Diem25’in internet üzerinden yayımlanan “Koronavirüs sonrası dünya” söyleşisinde pandemiyle ve diğer ciddi tehlikelerle ilgili konuştu. Koronavirüs sonrası iki büyük tehlikenin insanlığı beklediğini söyleyen Chomsky’ye göre nükleer savaş tehdidi ve küresel ısınma gibi iki küresel sorun, dünyanın geleceğini ciddi biçimde tehdit ediyor.
Kendisini Arizona’daki evinde tecrit ettiğini söyleyen Chomsky’ye göre salgının iyi bir yanı, insanları nasıl bir dünya istediğine dair düşünmeye itmesi olabilir. Bu krizin kökenlerine dair düşünülmesi gerektiğini söyleyen dilbilimci, “Neden bir koronavirüs krizi var?” diye sordu. Chomsky’e göre bu sorunun cevabı “neoliberal vahşilikle” ilgili. Koronavirüs salgının daha başlamadan önlenebileceğini söyleyen Chomsky, dünyanın dört bir yanındaki laboratuvarların olası bir koronavirüs salgını için çalışabileceğini ancak ilaç şirketleri kazançlı bulmadığı için yapılamadığını ifade etti. Chomsky, "tiranlar" diye nitelediği ilaç şirketlerinin vücut kremi yapmayı aşı çalışmalarından daha kazançlı bulduğunu aktardı.
Sosyal mesafe tedbirlerine de değinen dilbilimci, teknolojinin ve cep telefonu kullanımının insanları uzun süredir “yalıttığını” söyledi. Toplumsal bağların ve dayanışmanın mümkün olan tüm yollarla yeniden oluşturulması gerektiğini belirten Chomsky, “Faaliyetlerinizi genişletmenin ve derinleştirmenin yollarını aramalısınız” diye konuştu.
Medyascope’tan Yasin Uysal ve Yusuf Said Akçakaya’nın Türkçe’ye aktardığı röportajda önce çıkan başlıklar şu şekilde:
Gelmekte olan çok daha dehşetli bir tehlike var: Koronavirüs yeterince ciddi bir tehlike. Ama gelmekte olan çok daha dehşetli bir şey var. İnsanlık tarihinde gelmiş geçmiş her şeyden daha kötü bir felaketin kıyısına doğru yarışıyoruz. Donald Trump ve yardakçıları da bu uçuruma giden yarışta en öndeler. Aslında şu anda yüz yüze olduğumuz iki büyük tehlike var: Biri, silah denetiminden kalanların yok edilmesiyle kızışan nükleer savaş tehlikesinin artması, diğeri ise tabii ki küresel ısınmaya dair artan tehlike. İki tehlike de halledilebilir ama çok zamanımız yok. Ve elbette koronavirüs de korkunç sonuçları olabilecek bir şey.
Kaderimizi sosyopat şaklabanlara bırakırsak mahvoluruz: Bildiğiniz gibi her yıl kıyamet saati kurulur. Bu saat gece yarısına, yelkovanın 12’ye vurmasına doğru kurulmuştur. Yelkovan 12’ye vurduğunda her şey bitecektir. Trump seçildiğinden beri yelkovan gece yarısına vurmaya gittikçe yaklaşıyor. Geçen yıl gece yarısına iki dakika vardı. Ulaşılabilen en yüksek seviye buydu. Bu yıl analizciler, dakikaları boş verip saniyeleri hesaplamaya başladı. Gece yarısına 100 saniye… Hiç bu kadar yakın olmamıştı. Bu üç şeye göre oldu: Nükleer savaş tehlikesi, küresel ısınma ve demokrasilerin yozlaşması. Aslında bu sonuncusu (demokrasilerin yozlaşması), tam buraya ait değil ama bir yandan da ait. Çünkü bu krizi atlatabilmemiz için yegâne umudumuz bu: Halkın kendi kaderini ele geçirmesi. Eğer bu gerçekleşmezse o zaman bittik. Kaderimizi sosyopat şaklabanlara bırakırsak mahvolduk demek. Ve bu yaklaşıyor.
Trump ABD’nin sahip olduğu güçten dolayı en kötüsü. ABD’nin gerilemesinden bahsediyoruz ama dünyaya bakarsanız bunu görmüyoruz. ABD korkunç yaptırımlar uyguluyor, öldürüyor ve hâlâ bunu yapabilen tek ülke. Ve herkes bunu uygulamak zorunda. Avrupa, İran’a yaptırımlardan hoşlanmayabilir. Aslında bundan nefret ediyor ama yine de yaptırımlara uymak zorunda. Efendiyi takip etmek zorunda. Yoksa uluslararası finansal sistemden atılır. Bu bir doğa yasası değil, Avrupa’nın Washington’daki efendiye tâbi olmak için verdiği karardan ileri geliyor. Diğer ülkelerin böyle bir seçim hakkı bile yok.
Yaptırımlar eziyeti en üst seviyeye çıkarmak için kullanılıyor: Koronavirüse geri dönersek, bunun en şok edici ve haşin yönlerinden biri, yaptırımların eziyeti en üst seviyeye çıkarmak için tamamen bilinçli kullanılması. İran çok büyük iç sorunların içinde. Bu durumda yaptırımları daha da sıkılaştırmak, sert bir şekilde acı çekmelerine yönelik bilinçli bir tasarıyı akla getiriyor. Küba bağımsızlık kazandığında bugün bile bunun cefasını çekiyor. Hayatta kalabilmeleri hayret edilesi ama dirençli duruyorlar ve bugünkü virüs krizinin en ironik unsurlarından biri de Küba’nın Avrupa’ya yardım etmesi. Demek istediğim bu çok şaşırtıcı, nasıl tarif edeceğinizi bilemiyorsunuz. Almanya’nın Yunanistan’a yardım edememesi ama Küba’nın Avrupa ülkelerine yardım etmesi… Bunun ne anlama geldiğini düşünürseniz tüm sözcükler yetersiz kalıyor.
Eğilimler devam ederse Güney Asya yaşanmaz hale gelecek: 2009’da ABD’de ortaya çıkan domuz gribi salgınını hatırlayabiliriz. Yüzlerce insan en kötüsünü atlatabildi. Yine de uğraşılması gerekti. Ama bu durum ABD gibi zengin bir ülkede gerçekleşti. Şu an iki milyar insan söz konusu, çoğunluğu Hindistan’da. Kıt kanaat geçinen, karantinada açlık çeken bir Hintli için durum nasıl olacak? Ne olacak? Uygar bir dünyada zengin ülkeler, bizim şu anda yapmakta olduğumuz gibi onları boğmak yerine muhtaç olanlara yardım ediyor olurdu. Özellikle Hindistan’da... Fakat dünyanın çoğu yerinde durum aynı. Bu çeşit bir krizde, ister Hindistan gibi bir ülkede olsun, eğer hâlâ devam ederlerse günümüzdeki eğilimler sonucunda Güney Asya birkaç on yılda yaşanamaz hâle gelecek.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Demek istediğim, evet, koronavirüs oldukça ciddi, bunu hafife alamayız. Ama bunun, gelmekte olan daha büyük krizlerin küçük bir kesiti olduğunu hatırlamalıyız. Bugün koronavirüs kadar insan hayatına dokunuyor değiller ama canlı türlerini yaşayamayacak duruma getirecekleri bir noktaya gelecekler ve bu çok uzak bir gelecek değil. Dolayısıyla çözmemiz gereken birçok sorun var; evet, acil olanlar arasında koronavirüs ciddi. Elbette halledilmesi gerekli ama belirmekte olan daha büyük, çok daha büyük sorunlar var. Bunun yanında, uygarlıkla ilgili bir kriz var. Koronavirüsün iyi bir yanının, belki de insanları nasıl bir dünya istediğimize dair düşünmeye itmesi olduğu söylenebilir. Bu duruma götürecek bir dünya mı istiyoruz? Bu krizin kökenleri hakkında düşünmek durumundayız. Neden bir koronavirüs krizi var?
İlaç şirketleri vücut kremlerini daha kazançlı buldu: Sözkonusu olan devasa piyasanın başarısızlığı… Bu, neoliberal vahşiliğin kızıştırdığı piyasaların özü ve derin sosyoekonomik sorunların neoliberaller tarafından şiddetlendirilmesiyle ilgili. Küresel salgınların muhtemel olduğu uzun zamandır biliniyordu. SARS’ın biraz değişmiş hâliyle bir koronavirüs salgını olmasının muhtemel olduğu iyice anlaşılmıştı. 15 yıl önce virüsler tanımlanmıştı, aşılar vardı. O dönemde, dünyanın her yanından laboratuvarlar olası bir koronavirüs salgınına yönelik bir koruma sağlamak için çalışabilirdi. Bunu niye yapmadılar? Piyasa göstergeleri yanlıştı. İlaç şirketlerini (kaderimizi özel tiranlıklara devrettik), kamuya hesap vermeyen şirketleri ellerinde tuttular. Bu durumda, büyük ilaç şirketleri söz konusu. Onlar içinse yeni vücut kremi yapmak, insanları nihai bir yıkımdan kurtaracak bir aşı bulmaktan daha kazançlıydı.
ABD ve Birleşik Krallık görmezden geldi: Aslında 2019 Ekim’inde, salgından hemen önce, ABD ve dünya seviyesinde böyle olası bir salgın için geniş ölçekte bir simülasyon yapıldığı biliniyordu. Hiçbir şey yapılmadı. Dolayısıyla, bu kriz siyasi sistemlerin ihaneti yüzünden daha kötü hâle geldi. Sahip oldukları bilgiye gereken önemi vermedik. 31 Aralık’ta Çin, Dünya Sağlık Örgütü’nü pnömoniye (zatürre) benzer fakat kökeni bilinmez belirtiler olduğuna dair bilgilendirdi. Bir hafta sonra, bazı Çinli bilim insanları bunun bir koronavirüs olduğunu tespit etti ve daha sonra bunu diziledi. Bilgilerini de dünyayla paylaştı. O zamanda, Dünya Sağlık Örgütü’nün raporunu okumaya zahmet edenler, bir koronavirüsün sözkonusu olduğunu ve nasıl mücadele edileceğini biliyordu. Herhangi bir şey yaptılar mı? Evet, tabii, bir kısmı yaptı. O bölgedeki ülkeler; Çin, Güney Kore, Tayvan, Singapur, bir şeyler yapmaya başladı. En azından krizin ilk çıkışında bunu az çok sınırlamayı başardılar. Avrupa’da da bir ölçüye kadar bu oldu. Almanya ise tam zamanında harekete geçti. Liberalizm altında hastane sistemlerine sahipti, fazladan muayene kapasitesi vardı ve fazlasıyla bencil bir şekilde davranma olanağına sahipti; diğerlerine yardım ederek değil en azından kendine makul bir sınırlama sağlayabildi. Diğer ülkeler ise bunu sadece görmezden geldi. Bunlardan en kötüsü Birleşik Krallık ve hepsinin en kötüsü de bir gün “ortada bir kriz değil sadece grip var” diyen, ertesi gün bunun korkunç bir kriz olduğunu söyleyen insanlar tarafından yönetilen Birleşik Devletler.
İnsanlık tarihinin önemli bir anındayız: İnsanların örgütleneceği, bir araya geleceği ve daha iyi bir dünya kuracağı bir ihtimal de mevcut. Ancak şu anda herhangi bir zamandan daha muhtemel olan nükleer savaş, o aşamaya geldikten sonra düzelmenin mümkün olmayacağı çevre felaketi sorunları gibi devasa sorunlarla yüz yüze gelecek. Bu olasılık, eğer kararlı bir şekilde harekete geçmezsek o kadar uzakta değil. Dolayısıyla, şu an insanlık tarihinin önemli bir ânı sözkonusu.
Özellikle gençler yalıtılmış yaratıklara dönüştü: İlk olarak, son yıllarda, oldukça zararlı bir çeşit toplumsal uzaklık gerçekleştiğini unutmamalıyız. Örneğin bir McDonalds’a gidiyorsunuz ve masanın etrafında oturan, hamburger yiyen gençlere bir bakıyorsunuz ve gördüğünüz şey: İki ayrı sohbet ilerliyor. Biri, kendi aralarında devam eden yüzeysel bir tartışma diğeri ise her birinin kendi cep telefonunda uzaktaki bir arkadaşıyla yaptığı sohbet. Bu durum, insanları olağanüstü derecede atomize etti ve onları birbirinden yalıttı. Toplumun olmadığını ileri süren Thatcher ilkesi yükseldi, sosyal medyayı kötüye kullandı ve insanları, özellikle gençleri oldukça yalıtılmış yaratıklara dönüştürdü. Şu anda ABD’de üzerinde “Yukarı bak” yazılı tabelalar olan kaldırımlara sahip üniversiteler var. Çünkü etrafta gezinen her genç kendine yapışmış durumda. Bu oldukça zararlı olan, bir çeşit kendi kendini sürekli yalıtma durumu. Şimdi ise gerçek bir toplumsal yalıtım halindeyiz.
Bunun üstesinden ancak toplumsal bağların mümkün olan tüm yollarla yeniden oluşturulmasıyla gelinebilir. İhtiyacı olanlara yardım ederek, iletişime geçerek, örgütlenmeleri geliştirerek, çözümlemeleri genişleterek, onları çalışır ve harekete geçebilir durumda tutarak, gelecek için planlar yaparak, insanları internet çağında bir şekilde bir araya getirerek, karşılaştıkları sorunlar için danışmak, tartışmak, karar vermek, yüzleşmek ve bunlar üzerine çalışmak gibi yollarla olabilir. Bunlar, yüz yüze olmadan yapılabilir çünkü insanlar için bu iletişim biçimi esas değildir. Bu bir süre devam edebilir, bu yüzden faaliyetlerinizi genişletmenin ve derinleştirmenin yollarını aramalısınız. Bu yapılabilir. Yapılması kolay değil ancak insanlar bundan daha kötü sorunlarla karşılaştı ve üstesinden geldi.
Independent Türkçe, Mediacscop, Diem25