​Arap doğusu ve Körfez’de rollerin ve stratejilerin tanık olduğu değişiklikler

Eğer bu iki adamın vakti geçmiş gibi görünüyorsa, karakter olarak değil, idari ve stratejik politika için alternatifleri nerede?

Umman Sultanı Kabus bin Said, haftalar önce hayatını kaybetti. Aynı şekilde birkaç gün önce de eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek öldü.

Bu iki gelişme, Batılı gözlemcileri, bölgedeki sahneyi yeniden değerlendirmeye itti.

İstikrar ve kargaşa faktörleri, önceki dönemlerde de liderler arasında hep vardı.

21'inci yüzyılın ilk yirmi yılı, bölgede fırtınalı değişikliklere tanık oldu.

Sert dönüşümün 2 istasyonu ve kavşağı vardı; ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali ve 2011 yılında Arap değişim hareketleri.

Bu değişiklikler, bilindiği gibi onlarca yıl boyunca Arap doğusu ve Körfez üzerinde etkileri olacak büyük yansımalara yol açtı.

Sultan Kabus, 1970 yılında bölgede yaşanan ve etkileri Umman’a ulaşan kargaşa ortasında iktidara geldi.

Süveyş’in doğusundaki stratejiye göre İngilizler, adadan ve çevresinden çekiliyorlardı.

Onların yerine ise ABD’liler geliyor, Rusya ise Soğuk Savaş taktikleri altında onlarla mücadele etmek için Sovyetler Birliği’nde aceleci davranıyordu.

Bu nedenle kaptan, bölgede devrimci ittifaklar ve güçlere yöneldi.

İran Şah’ı, Körfez’deki ABD ajanlarının rolünü üstlenirken Ruslar, adanın güneyinde Umman Sultanlığı’na ulaşan devrimci hareketleri kışkırtmaya çalıştı.

Sultan Kabus, İranlıların sultanlıkta istikrarın yeniden sağlanmasına yönelik yardımlarını asla unutmadı.

Sovyetler Birliği’nin müttefik bir bölgesel gücü olarak Mısır ise o dönemde iki darbeyle karşılaştı.

Bu darbelerin ilki 1967 yenilgisi, ikincisi ise eski Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ı ölümü oldu.

O dönemde yaralarını sarmak için kendilerine sarıldılar, topraklarını kurtarmak için çalışmaya odaklandılar.

Umman’ın özellikle de (1967- 1968 yıllarında) Yemen’in kuzeyinden geri çekildikleri için Körfez bölgesinde artık bir rolü kalmamıştı.

Ruslar, Yemen’in güneyinde hareket etmeye devam ederken, nihayetinde sosyalist Güney Yemen Halk Cumhuriyeti’ne ulaştı.

Umman Sultanlığı, uzlaşı ve kalkınma için yoğun bir iç hareket başlattı.

ABD’liler ve adadaki müttefikleri, İran’daki 1979 İslam devriminde önemli bir darbe aldı.

Daha sonra 1980 yılında İran ve Irak arasında bir savaş çıkartıp bu darbeyi emmeye çalıştılar.

Hüsnü Mübarek, Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın bir ‘cihatçı’ grup tarafından öldürülmesinin ardından 1981 yılında Mısır cumhurbaşkanlığına geldi.

Bu gelişme, 1979 devrimini yöneten Şii devrimine paralel olarak, bölgede Sünni bir devrimci eğiliminin ortaya çıktığının işaretiydi.

Cumhurbaşkanı Mübarek, artık dış müdahaleye yol açabilecek herhangi bir kapasitenin bulunmadığını düşünüyordu.

Önceliği ise Sedat’ın imzaladığı Camp David Sözleşmesi’ni yürüterek topraklarının kurtuluşunu sağlamaktı.

Cumhurbaşkanı Abdunnasır’ın alışkın olduğu tüm rollerden ve Cumhurbaşkanı Sedat’ın tamamen unutulmuş olan rollerinden geri adım attı.

2007 yılında Lübnanlı bir heyete şunu dediğini duydum;

Başkalarının evlerine müdahale etmeyin, evlerinize girerler. Egemenlik mücadelesine katılmayın, çünkü bunu yaparak kendinizi, diğerlerin yapacaklarından daha fazla yok edersiniz. İçeride kalkınma yürüyüşünü sağlayın ve kan dökmekten kaçının! Eleştiri yapılan bağlam, İran ve Suriye’nin davranışları üzerindeydi. Ancak bölgesel ve uluslararası politikalarında ve iç davranışlarında da önemli bir yön ortaya koyuldu.


Sultan Kabus ve Cumhurbaşkanı Mübarek, her zaman içerideki, bölgedeki ve dünyadaki garnizon başlıkları tarafından rahatsız edildi.

Ancak Sultan Kabus, bu rolleri yok etmenin ya da ortadan kaldırmanın gerekli ve akıllıca olmadığını düşünmekteydi.

Yurt içinde ve dışındaki sorunları önlemek, her iki lider için de tutarlı bir politikaydı.

Mübarek döneminde Mısır, sorunlardan kaçınma rollerinden her zaman uzaktı.

Sultan ise, Araplar ve İranlılar arasında, daha sonra da İranlılar ve ABD’liler arasında arabuluculuk yapmak için bölge ve dünyada hareketlerini sürdürdü.

Bu siyasetin, hızla değişen bir ‘güçler dengesi’ değil, ‘dengeler gücü’ olması gerektiği politikasına öncülük etti.

Ancak mesele eğer bir kargaşa ve çatışma meselesi olsaydı öncelik, çatışmayı bastırmak, daha sonra diyalog ve ikna gücüyle barışı sürdürmek için bununla veya onunla birlikte çalışmak olurdu.

Çünkü görünür bir hâkimiyet olmaksızın istikrara hizmet eden bir denge, herkesin çıkarınaydı.

Son yirmi yılda oldukça etkili iki olay yaşandı; ABD’nin Irak işgali ve 2011 yılındaki değişim hareketleri.

Her birininse Arap doğusu ve Körfez üzerinde büyük yansımaları oldu.

Tabi ki Cumhurbaşkanı Mübarek, ABD işgali açısından oldukça önemli bir konumdaydı.

Ancak içsel harekete önem göstermekte geç kalmıştı. Sultan Kabus’a gelince, 2001 yılında El-Kaide’nin ABD’ye saldırısı sonrasında Afganistan’da ve daha sonra Irak’ta yaşananları takip ediyordu.

İran’ın yalnızca Irak’ta değil, Afganistan’da da en büyük yararlanıcısı olacağını fark etmişti.

Cumhurbaşkanı Mübarek, 25 Ocak sonrasında bile veraset ve orduya teslim olma arasında kalırken Sultan, İran ve Araplar ile İran ve Batı arasında arabuluculuk yapmaya yöneldi.

Ancak 2011 olaylarını hesaplayamadı. Olaylar yaşandığında ve Umman’a uzandığında, binlerce işsiz için bir iş fırsatı doğdu, yolsuzluk ve çeşitli suçları ortadan kaldıracak bir kabine değişikliği gerçekleşti.

1980’lerde ve 1990’larda Sultan Kabus ve Cumhurbaşkanı Mübarek, iki lider olarak kabul ediliyordu.

Mübarek, bu sıfatı Mısır’ın büyüklüğü ve ağırlığı dolayısıyla almıştı.

Sultan Kabus ise, muhaliflerin bir arabulucuya ve müzakereciye ihtiyacı olduğunda, her zaman, ancak ısrardan uzak bir şekilde ‘kendisini gerekli kılmaya’ çalıştı.

Öncülüklerinde, her türlü şekilde savaştan ve çatışmalardan uzak durma çağrıları yapıldı.

Bu iki durumdan dolayı otoriter ve İslamcı radikaller, onları beğenmedi.

Bu radikaller, bu iki liderden geldiği sürece tavsiyeleri ve arabuluculuğu reddetti.

Bununla birlikte büyük bir kesim, Mısır ve Umman’a hatalarından geri dönmeleri için ısrar etti.

Bu durum, Yemen, Sudan, diğer Arap ve Afrika ülkelerinde de yaşandı.

Arabulucu sonunda kara bir yüze sahip olsa da, çatışmalarda fitneden kaçınmak ve arabuluculuk etmek için sarf edilen politikaların akıbetlerine ne oldu?

Gerçek şu ki zaman, radikalizm ve kırılganlık zamanıdır.

Dürüst olan ve bunu şiarı olarak taşıyan bir arabulucu, bir görüş veya bakış açısı sahibi olarak değerlendirilmez. Aksine faydasını göreceği bir ganimet almak ister.

Hüsnü Mübarek’in dediği gibi, arabuluculuğun aşağılayıcı olarak görülmesinin nedeni de budur.

Sultan Kabus’a gelince, arabuluculuğun, çatışmaların hafifletilmesinde bir istisna olduğunu itiraf etti.

Ona göre arabuluculuk, nadiren istikrarın yeniden sağlanması veya barışçıl ufukların açılması ile sona erer.

Önemli olan da ateşkes ve merdivende mucizelerin oluşmasıdır. Savaş, kan ve gözyaşından başka bir şey değildir. Zihnin düşünmesine ve tedbir almasına izin vermez.

Sultan Kabus ve Cumhurbaşkanı Mübarek, köktenciliğin ve canlanmanın ortaya çıkmasında, uluslararası politikanın değişmesinde önde gelen isimlerdir.

Bazen kargaşa ve belirsizlikle karşılaşmışlardır.

Huzursuzluğun insanların yaşamlarına zarar vermesi, şehirleşmeyi sabote etmesi ve yerinden edilmeyi teşvik etmesi ise yeni politikalar gerektirmektedir.

Öyleyse eğer bu iki adamın vakti geçmiş gibi görünüyorsa, karakter olarak değil, idari ve stratejik politika için alternatifleri nerede?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Kübra Şahin

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU