İran İslam Cumhuriyeti'nde 21 Şubat tarihinde (bugün) parlamento seçimleri yapılıyor. Seçim öncesindeki durum iç siyasi krizin daha da derinleştiğini göstermektedir.
Seçime sayılı günler kala sosyal ağlarda karşımıza çıkan manzara seçmenlerin kayıtsızlığı ve seçime ilgisiz kalmalarıydı.
Tahran Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Merkezi Başkanı Ahmed Nadiri'nin seçimlere ilişkin yaptırdığı kamuoyu araştırmasının sonuçları, başkent nüfusunun sadece yüzde 24,2'sinin Milli Meclis'e ve Uzmanlar Konseyi'ne yapılan ara seçimlere katılacağını ortaya koydu.
Kamuoyu araştırmasına katılanların yüzde 93'ünün ülkenin yönetilmesinden memnun olmadıkları da tespit edildi.
Kasım 2019'da İran'da benzine yapılan zamlara karşı protesto gösterilerinin kan dökülerek bastırılmasından sonra göstericiler ve muhalif grupların çoğu Milli Meclis seçimlerini boykot edeceklerini açıklamışlardı.
Birkaç gün önce İran'daki 164 siyaset ve kültür aktivisti “Faal sessiz İsfend” ismiyle açıklama yaparak, ülke vatandaşlarını seçime katılmayarak kendi vatandaşlık haklarını korumaya çağırdı.
Acaba ülke için önemli olan bu mühim siyasi olayı total biçimde protesto etmek, siyasi sürecin zirve noktalarından biri sayılan parlamento seçimlerinin adeta alternatifsiz yapılması girişimi olarak değerlendirilebilir mi?
Milli Meclis'e seçimlerden önce adayların Kontrol Konseyi'nce kayda alınmaması reformcu ve muhafazakar politikacılar arasında ihtilafları daha da derinleştirmiştir.
Trump yönetiminin oluşturduğu durum (ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği'ne saldırılar, Kasım Süleymani suikastı vb olaylar) ocak ayı sonu itibariyle iki ülke arasındaki gerilimin zirveye yükselmesiyle sonuçlandı ve bu manzara muhafazakarlar için adeta gökten düşme bir fırsat yarattı.
Gelişmelerin en mühim neticesi ise, bugün yapılan parlamento seçimlerinde “Batıcılık”la suçlanan tüm reformcu güçleri sahneden kolaylıkla sıkıştırıp çıkarmak olacaktı. Nitekim beklenen oldu...
Milletvekili adaylarının çift aşamalı kontrolden geçme sürecinin tamamlanmasından sonra adaylarla ilgili tam yetkili karar kurumları olan Anayasa Mahkemesi ve Kontrol Konseyi'nin (Şûra-yı Nigehban) reformcu ve ılımlı ismi verilmiş siyasi cenahların adaylarının çoğunluğuna ilişkin olumsuz karar aldıkları ortaya çıktı.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bu yaklaşımı “Ülkenin ulusal bütünlüğüne darbe, halkın siyasi sistemden ve iktidardan soğumasına ortam oluşturan karar” olarak değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı'nın kendi sözleriyle ifade edersek;
Ülke tek cenahla yönetilemez. Bizim için tek muhalefetçinin hoşnutsuzluğu da fazladır; fakat siz bir siyasi cenahı ve büyük faalliği bulunan politik kitleyi muhalefetçiye dönüştürüyorsunuz.
Kontrol Konseyi Sözcüsü bu yaklaşımı “Millilik karşıtı davranış” olarak değerlendirdi.
Seçimlerden önce reformcuların Yüksek Politika Konseyi, parlamentodaki koltukların çoğuna artık milletvekillerinin atandığını açıklamıştı.
Hatta kimi muhafazakar temsilciler sonuçların önceden belli olduğunu iddia etmişlerdi.
Örneğin ünlü muhafazakar siyasetçi Muhammed Rıza Bahüner, bir süre önce sahtekarlıklara işaret ederek yapılacak seçimleri “Muhafazakarların oyun alanı” olarak nitelendirmişti.
İran İslam Cumhuriyeti’nin dini önderi Seyyid Ali Hamaney ise kendi kontrolünde bulundurduğu Şûra-yı Nigehban kararlarını savunarak Konsey'i eleştirenlerin “tövbe etmeleri” gerektiğini söylemişti.
Kontrol Konseyi üzerinden muhafazakar kanadın, reformcu cenahı kapasite bakımından son derece zayıflatmasına rağmen kesin zafer kazanacaklarından emin değiller.
O nedenle kendi pozisyonlarını güçlendirmek için çeşitli enstrümanlar kullanıyorlar.
Bu kez muhafazakarları savunma amacıyla meydana ne az ne de çok; tamı tamına 10 bin ulema çıkararak yaptıkları açıklamayla halka müracaat ettiler.
Kısaca özetlersek, “ulema” ülkenin düştüğü bu durumda dış faktörleri hesaba katmanın yanı sıra öncelikle reformcuları suçluyor, kurtuluş yolu olarak İslam devrimciliğini geri getirmeyi öneriyorlar.
Milletvekili ise muhafazakarlığın tüm taleplerine -fıkıha, öndere samimi kalpten inanmalı ve diğer özeliklere sahip bulanmalıdır.
İran’da, İslam devrimi kırk sene sonra halkın beklentilerine yanıt vermediğinden sistemin erozyonu giderek güçleniyor.
Pozisyonlarının zayıflaması sonucunda hizip ve kişisel çıkarlarının tehlikeyle karşılaştığını gören muhafazakar güçler geriye dönüş sloganlarıyla ortaya çıkarak tarihin tekerleklerini durdurabileceklerini hesaplıyorlar.
Kendi iktidarlarını muhafaza etmek amacıyla o güçler her şeyi yapmaya hazırlar.
Zemin kaydıkça onların da “devrimciliği”, daha net ifade edercek olursak; radikallikleri güçleniyor.
Bu kez laik ve yüksek dini eğitim kurumları çalışanlarının, yani “alimlerin”, muhafazakar güçlerin ve ideolojinin yardımına gelmesi toplumun politik, ideolojik buhranının derinliğini gözler önüne seriyor.
Bilimsel analizden uzak olup sırf ideolojik-propaganda anlamsızlığına sahip olan bu mektup aynı zamanda, muhafazakar güçlerin kendi iktidarlarını korumak için her tür radikal adımları atma hazırlıkları içinde olduklarına da işaret ediyor.
Reformcuların neyi değiştirecekleri ve muhafazakarların neyi muhafaza etmeye çalıştıkları belli değil.
Belli olan bunlardan herhangi birinin sayısız vaatlerle iktidarın ana kollarına; idareye ve meclise sahip olmaları ve zamanı geldiğinde her şeyin yerinde saydığının, halkın durumunun daha da kötüleştiğinin ortaya çıkması oluyor.
Yani yeni bir değişiklik ihtiyacı her zaman mevcuttur. Yönetici konusunda ise şimdiki devlet mekanizmasının iki kolundan birinin kimin yönetiminde bulunması hususunda öyle bir gürültü koparmışlar ki, sanki bir kanat, sistemi yıkmak; öteki kanat ise korumakla uğraşıyor.
Oysa sistemin ana temelleri yerinde durmaktadır. Hangi kanada mensup adayların daha ziyade yer kazanacağını ise muhafazakar Nigehban Konseyi artık çözmüştür.
O nedenle sözüm ona seçim yapılacak ve halk oy kullanacaktır. Halkın ise seçime aktif biçimde katılacağı soru işaretidir.
Kısacası, nedenlerinden asılı olmaksızın muhafazakarlar, Nigehban Şurası üzerinden reformcuları ve onları destekleyen güçleri parlamento seçimleri dışında tutmakla ülkedeki iktidarlarını yeniden onarmak istiyorlar.
Fakat bunu becerecekler mi?
Kendi pozisyonlarını güçlendirmeye çalışan taraflar arasındaki zıtlaşma derinleşerek, onların hiçbirinin arzu etmediği sonuçları da ortaya çıkarabilir.
Dini Lider Hameney’in konuşmasında “Benden hoşlanmasanız bile İran’ı seviyorsanız, gidip oy veriniz” şeklindeki sözlerini artık kendisinin başında durduğu rejimin çaresizliği olarak değerlendirmemiz belki çok doğru yaklaşım olacaktır.
Reformcuların, iktidara karşı yapılan protestoları yönetme şeklini düşündüğümüzde nelerin yaşanacağını söylememiz düşünüldüğü kadar zor olmayacaktır.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish