Malumunuz, Connecticut'taki Yale Üniversitesi'nde ders veriyorum, geçen hafta Obama yönetimindeki üst düzey yetkililerden biri fakülteye yaptığı ziyaret sırasında uzun uzun konuştuk. Konuşmamızın ana konusu Suriye’deki dram ve İdlib kriziydi.
Şubat 2014’te bakanlıktaki görevimden istifa etmeden önce birlikte Suriye dosyasında çalışma imkanı bulmuştuk. Washington yönetiminin, Suriye krizine çözüm bulmaya çalışırken düştüğü hatalardan söz ettik.
İkimizde en büyük hatanın, Esed yönetiminin, Ağustos 2013'te Şam banliyösündeki Guta’ya kimyasal silah saldırısı düzenlemesine tepkisiz kalınması olduğunda hemfikirdik.
Bu saldırıda yüzlerce sivil hayatını kaybetti ve ABD yönetiminin Esed rejimine askeri olarak sert bir karşılık vermesi beklenmekteydi.
Bu üst düzey yetkiliye göre, Esed rejiminin en büyük yanlışı Guta’ya kimyasal saldırı düzenlemekti.
Muhaliflerin çektiği video görüntüleri, istihbarat raporları ve sahadaki tüm gerçekler, söz konusu saldırının rejim tarafından gerçekleştirildiğini kanıtlar nitelikteydi.
Tüm bu yaşananlar Rusya’nın siyasi olarak Esed’i savunmasını zorlaştırmıştı.
Hatırlanırsa Rusya o zamanlar askeri olarak Suriye’de bulunmuyordu, Rus hava güçleri bu saldırıdan iki yıl sonra ilk defa Suriye’ye geldi.
O zamanlar ABD, Esed rejimini vurması noktasında güçlü bir uluslararası destek almaktaydı.
Bölge ülkeleri ve Fransa da tam destek veriyordu. Washington o süreçte isteseydi geniş katılımlı güçlü bir koalisyon kurabilir ve rejime ağır bir darbe vurabilirdi.
Bu eski çalışma arkadaşımla, Ağustos 2013’te ABD’nin rejime hava saldırısı düzenlemesi durumunda, rejimi tamamen yıkmasa da ciddi anlamda zayıflatacağı konusunda da hemfikirdik.
Nitekim ABD yönetiminin, rejimi tamamıyla devirme hedefi yoktu, özellikle de 2003’te Bağdat’ta olanlardan sonra.
Ağustos 2013’te Suriyeli yetkililerin nasıl ortadan kaybolduğunu, bazı yetkililerin ailelerini Beyrut’a gönderdiğini hatırladık.
Suriye yönetiminde tam bir panik havası vardı, o dönemde askeri bir darbe vurmamız, özellikle hava kuvvetlerine yönelik bir operasyon düzenlenmesi, büyük ihtimalle Suriyeli yöneticilerin, kimyasal silah kullanmalarını engelleyecek ve sorunun askeri yöntemlerle çözülemeyeceğine ikna edecekti.
Belki o zaman siyasi krizin çözümü için Cenevre'deki görüşmelerde daha olumlu bir tutum takınabilirlerdi.
Rusların o süreçte, Suriyeli yetkililere, Cenevre toplantılarına aktif bir şekilde katılmaları yönünde ısrarcı olmaları da bunu gösteriyordu.
Bunun yerine, daha önce bu gazetedeki bir yazımda bahsettiğim gibi, Başkan Obama Eylül 2013'te ABD'nin Suriye'ye uzun vadeli askeri müdahalesi konusunda endişelendi.
Irak senaryosunun tekrarlanmasından çekinen Obama, Rusya ile Suriye’nin kimyasal silahlarının imha edilmesi konusunda müzakere yapılmasını tercih etti.
Obama ve çevresi hala bu anlaşmanın büyük bir diplomatik zafer olduğunu düşünüyor.
İşin ilginç tarafı, Esed yönetiminin bu anlaşmanın ardından son altı yılda defalarca kimyasal silah kullanmasıdır.
(Rus propagandasına rağmen, Lahey'deki Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü, geçtiğimiz hafta yayınladığı açıklamada: Esed rejiminin, Nisan 2018'de muhalefetin kontrolündeki bir şehre ‘klor gazı’ ile saldırması sonucu 40 kişinin öldüğü belirtildi)
Ocak 2014'te Suriye rejimi heyeti Cenevre'ye geldiğinde, herhangi bir utanç ya da pişmanlık belirtisi taşımıyordu.
Obama yönetiminin kendilerine karşı askeri güç kullanmayacağından son derece emin görünüyordular.
Suriye Dışişleri Bakanı Muallim, tehditler içeren uzun bir konuşma yaptı. Bazı okuyucularımız, Muallim’in, BM Genel Sekreterine alenen yaptığı hakaretleri de hatırlayacaktır.
Yale Üniversitesi kampüsünde eski meslektaşımla yaptığımız konuşmada, ABD yönetiminin Ocak 2014'ten itibaren Suriye’de siyasi çözüm için altın değerinde bir fırsatı kaçırmış olduğunda ittifak ettik.
Öte yandan, şu anda Suriye dosyasını yöneten eski bir meslektaşım olan Büyükelçi James Jeffrey, bir basın toplantısında açıkça şunları söylemişti:
Washington yönetimi, Suriye rejimine yönelik ekonomik yaptırımlara devam edecek, bu yaptırımların hedefi rejimi devirmek değil, davranışlarını değiştirmeye yöneliktir. Suriye ekonomisi çok kötü bir durumdadır, dolayısıyla Esed yönetimi yeni anayasa çalışmaları yapmak zorunda kalabilir.
Bu ifadeler beni dehşete düşürmüştü, çünkü Jeffrey’in zeki bir adam olduğunu biliyorum, eminim Esed’in hiçbir zaman halkının refahını düşünmeyeceğini çok iyi biliyordur.
Jeffrey ayrıca Rusya’nın, İran yönetiminin de desteğini alan Esed’e taviz verdirme konusunda yeterince baskı yapamayacağını da itiraf etti.
Böylece, ‘ekonomik yaptırımların bir gün Suriye hükümetini ateşkesi kabul etmeye ikna edebileceği düşüncesi’ dışında Jeffrey'nin, İdlib'deki insani krize dair hiçbir çözümü olmadığı anlaşıldı.
Yani eski meslektaşım bize ‘umut’ dışında bir şey vadetmiyor; tıpkı Ocak 2014’teki hayal kırıklığı gibi…
İdlibli çocuklar için sadece bir umut, ne bir strateji ne de gerçekçi bir analiz, kendi açımdan dürüst olmalıyım, ne umudum var ne de stratejim.
İdlib halkına yardım etmek isteyen hükümetler ve şahıslar, insani yardım kuruluşlarına destek olabilir, nihayetinde mültecilere sundukları yardımlarla gerçek kahramanlar, diplomatlar değil onlardır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Mustafa Yıldız
© The Independentturkish