İran’da gelişen olaylar, 2020’nin ilk iki haftasında dünya gündemine damga vurdu.
Her şey çok hızlı ve bir o kadar da zıt yönde gelişti.
Dünya haber bültenlerinden düşmeyen İran, Türkiye basınında da epey bir yer aldı.
Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin yüz binlerce İranlı tarafından son yolculuğa uğranması, Türkiye’de “İranlılar Amerika’ya karşı birleşti” şeklinde yorumlandı.
Birkaç gün sonra Ukrayna Havayollarına ait yolcu uçağının düşürülmesinin ardından yaşanan rejim karşıtı protestolar da soru işaretleri oluşturdu.
Ayrıca Tahran’ın zorlu intikam vaadinden sonra Irak’ta ABD’nin boş üssüne düzenlediği anlaşmalı operasyon ve yolcu uçağının -açıklamalara göre- füze sanılarak düşürülmesi de bölgede askeri anlamda etkin olan İran’ın karizmasını içeride ve dışarıda ciddi bir şekilde zedeledi.
Bu noktada özellikle İran’ı doğru analiz etme konusundaki eksiklikler, Türkiye kamuoyunda çelişkilere sebep oldu.
Ayrıca İran’ın hafife alınmayacak etkisinin yanı sıra toplum faktörünü göz ardı eden televizyon yorumcuları, bir hayli ilginç komplo teorilerini de ortaya koydu.
Amerika mı düğmeye bastı?
İran ve genel olarak bölge ülkelerinin hangisinde olursa olsun otoritelere karşı başkaldırılarda sürekli batının parmağı aranıyor.
Özellikle 11 Eylül’den sonra batı ülkelerinin bölgedeki askeri varlıkları doğal olarak sürekli akan kanlardan hassasiyetle sorumlu tutulmasına da yol açmıştı.
Bu konuya bir de türlü nedenler yüzünden artmakta olan ABD karşıtlığını eklediğimiz zaman yanlış genellemeler daha da anlaşılır oluyor.
İşte son yaşanan Süleymani suikastı ve sonra ki olaylarda da yine tekrarlanan yorumlarda bu yüzeysellik ve genellemenin etkilerini görebiliriz.
Bu noktada olayları daha netleştirmek adına İran’ın paralel devleti konumunda olan Devrim Muhafızları'nın dış operasyonlardan sorumlu Kudüs Gücü’nün faaliyetlerine konsantere olmakta fayda var.
Öldürülen Kudüs Gücü Komutanı Süleymani, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin deyimiyle İran’ın bölgedeki koluydu.
Peki, bu kol neler yapıyordu?
Örneğin İran’ın, Suriye’de Beşşar Esad’ı iktidarda tutma isteğini hayata geçiren güç yine Kudüs Gücü'ydü.
Kudüs Gücü’nün faaliyetleri bir tek Suriye ile de sınırlı değildi.
Irak’ta silahlı Şii grupları, Yemen’de Husileri temsil eden silahlı gruplar ve Lübnan’da Hizbullah örgütünü kurup, finanse edip kendi amaçları doğrultusunda yönetmesi de uzun yıllardan beri Süleymani’nin komutanlığını yaptığı Kudüs Gücü’nün görevleri içindeydi.
İran’ın sahada desteklediği örgütler, zaman zaman ABD ile de paralel bir şekilde çalıştı.
Suriye’de ilk günden beri Esad rejimini korumakla kendini mükellef gören İran, özellikle DAEŞ ile mücadele adı altında kurulan koalisyon güçleriyle de koordine halinde çalıştığı zamanlar oldu.
DAEŞ’in Irak’ta ortaya çıkışından sonra Haşdi Şabi adı altında bir araya toplanan Şii silahlı milislerin de başta ABD olmak üzere koalisyon güçleriyle işbirliği yapmaları sır değil.
Tahran yönetimi Kasım Süleymani’nin DAEŞ ile savaş esnasında Haşdi Şabi ile bizzat ilgilendiği ve defalarca Irak’a gitmesi konusundan övgüyle bahsedilmişti.
Bunların hepsini gözden geçirince; hatta Süleymani’nin de kendisinin dediği gibi “Amerika istediği zaman vurabilirdi” sözü daha da anlamlı oluyor.
Ancak 'Ne oldu da vakit geldi' sorusunu sahadan çok siyasilerde aramalıyız.
Trump 2018’de tek başına "Nükleer Anlaşma'dan" çekildiği zaman tekrar masaya oturmak için belli başlı ön şartlar ortaya koydu.
O şartlara bakıldığı zaman en çok dikkate alınan husus da İran’ın bölgedeki askeri varlığıdır.
Ancak bugün İran’ın iç karışıklığında ABD’yi sorumlu tutanlar, Trump’ın Tahran’ın içişleri ile ilgili tek bir şart koymadığını göz ardı ediyor.
Trump yönetiminin özellikle insan hakları konularına lakayıt kalması, muhalifler tarafından da epey eleştirilmiştir.
Trump iktidarı İran’ın muhalifleriyle arada bir verdiği görüntü ile Tahran’a karşı bir baskı aracı oluşturmak istediği açık bir şekilde anlaşılıyor.
Nitekim Kasım Süleymani’nin ölümünden sonra ABD Dışişleri Bakanlığı “yetkilinin İran muhalif gruplarıyla görüşmemesi” uyarısında bulunup, “bu işin İran ile müzakere sürecine zarar verebilir” konusuna dikkat çekmişti.
İranlı muhaliflerin bu denli ABD başkanları tarafından hayal kırıklığına uğramaları özellikle Obama döneminde 2009’da yeşil harekatı protestolarında da yaşanmıştı.
Dolayısıyla Trump’ın birkaç tweet atması, İran muhaliflerinden çok, rejimin işine yarıyor; çünkü rejim klasik bir yöntemle sokaktaki gençleri başta Amerika olmak üzere dış ülkelere bağlayarak daha kolay bastırıyor.
Ayrıca İran’da özellikle Trump döneminde daha da zorlaşan ekonomik sorunlar ve geçim sıkıntılarının yıkıcı ambargoların sonucu olarak görülmesi konusunu da göz ardı edemeyiz.
Yani İran toplumu içinde olduğu sıkıntıdan, yönetimin yanı sıra Trump iktidarını da sorumlu tutuyor.
Bu da ister istemez sert tepkilerin ortaya çıkmasına zemin oluşturuyor ve doğal olarak yönetim de kendi yararına kullanmaya çalışıyor.
Bunun örneğini Kasım Süleymani’nin ABD ordusu tarafından öldürülmesi olayından sonra görebiliriz.
Yani sokaklara inen ve Süleymani’nin cenaze törenlerine katılan yüz binlerin motivasyonuna bakıldığı zaman ABD karşıtlığını da görebiliriz.
Beceriksizliklerle karizmayı harcadılar
Şu bir gerçek ki, Devrim Muhafızları Ordusu'nun karşılık vermesindeki ortaya çıkan şaibeler İran’ın savunma karizmasını ciddi derece zedeledi.
İran yönetimi topyekûn “zorlu intikam” vaatleri verip, sokaklarda sloganlar attığı zaman özellikle rejimi destekleyen halkta da beklentiyi yükseltmiş oldu.
İran, Irak’ta ABD üslerine gerçekleştirdiği operasyonda ilk başta en az 80 Amerikan askerinin öldüğünü açıklasa da daha sonra bu iddiasını bir türlü kanıtlayamayan İran, “Zaten biz kimse ölsün istememiştik” açıklamalarıyla kamuoyunun karşısına geldi.
Asıl nihai darbeyi ise Ukrayna uçağı trajedisinde aldı. En üst düzey askeri yetkililerinin savaş pozisyonuna geçtiklerini ilan etmelerine rağmen yolcu uçağı füzeyle karıştırılarak düşürülüyor.
Üstelik 3 gün boyunca yönetimin topyekûn gerçeği halktan saklaması ve en üst düzeyden gazetecilerin tehdit edilmesi, yine rejim ile halkı karşı karşıya getirdi.
Özellikle Türkiye’de İran konusunun bazen gerçekten ciddi bir mesafeyle siyah beyaz anlatılması, toplumu olduğu gibi yerinde incelenmesinden kaynaklanır.
Durum böyle olunca da Süleymani’nin cenaze törenlerine katılan kalabalık, Türkiye’de tamamen rejim destekli okunurken, yolcu uçağının düşürülmesine olan tepkiler tamamen ABD planı olarak aktarılır ve akabinde komplo teorileri ile çelişkilerin içinden çıkmaya çalışılır.
Oysa gerçek şu ki, İran halkı da doğal olarak kaynaklarının neden Suriye’de harcandığını ve karşılığında neyi elde ettiğini soruyor.
ABD ile savaşın eşiğine geldikleri nokta da hazırlığın en üst düzeyinde olması gerektiği zamanda ordunun yolcu uçağıyla füzeyi karıştıracak kadar beceriksiz olduğunu kabul etmemesi de bizi şaşırtmamalı.
Üstelik böyle yıkıcı bir hata baş vermişken yabancı ülkelerin baskısı olmadan yönetimin halkla gerçeği paylaşma talebi de gayet doğal bir konu olarak ele alınmalıdır.
Nitekim sosyal medyada İranlı kullanıcılar içinde en çok tartışılan konu şu ki;
Eğer düşürülen yolcu uçağı iç hatlarına ve tamamen İran uyruklu yolculara ait olsaydı yine yönetim hatasına itiraf eder miydi?
Hamaney, “aynen devam” dedi
Tüm bu kargaşada tabi ki en belirleyici karakter yine İran lideri Ali Hamaney oldu.
8 yıl aradan sonra İran’da olayların hassasiyetine işaret eden cuma namazını kıldırdı ve hutbelerde gündemi değerlendirdi.
Hamaney konuşmasında Süleymani’nin ölümüyle ilgili yeni bir intikam mesajı vermedi ve özellikle yapılan operasyonu İran’ın verdiği askeri cevap olarak değerlendirdi.
Dolayısıyla bu aşamada askeri bir çatışmanın yaşanma ihtimalini şimdilik düşürmüş oldu.
Ancak Hamaney’in Kudüs hakkında “Sınırsız üyeleri nerede gerekiyorsa oradadırlar” sözleri de İran’ın bölgesel etkisinin sürdürüleceğinin habercisi olarak kabul edilebilir.
Hamaney konuşmasında başta İngiltere, Fransa ve Almanya’ya yüklenerek Avrupa’yı Nükleer Anlaşma konusundaki tutumu ile ilgili sert eleştirdi.
Avrupa'yı özerk siyaset yürütememek ve ABD’nin etkisi altında olmakla suçlayan Hamaney sözlerinin bir başka bölümünde yine müzakerenin olabileceği konusunda yeşil ışık yaktı.
Günlerdir İran’da tabu olmasına rağmen Hamaney karşıtı sloganlar ve istifa talepleri seslendiren gençleri, "düşman propagandasına kananlar" olarak adlandıran Devrim Rehberi, muhalifler konusundaki sert duruşunun devam edeceği konusunda da şüphe bırakmadı.
Böylelikle tüm iç ve dış muhalifetlere rağmen “aynen devam” diyen Hamaney, İran’da sivil ve barışçıl reform umutlarını da giderek bitirmeye yönelik bir adım daha atmış oldu.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish