Soçi mutabakatında Türkiye ne elde etti, "kritik" görüşmeden ne çıktı?

Independent Türkçe, Türkiye ile Rusya arasında 22 Ekim'de imzalanan Soçi mutabakatını uzmanlar ile değerlendirdi

Fotoğraf: Reuters 

"Kritik görüşme" habercilerin son yıllarda en çok sarıldığı, klişeleşmeye yüz tutmuş kalıplardan biri. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 22 Ekim'de Soçi'de gerçekleştirdiği ve 6 saat 20 dakika süren görüşme hem öncesi hem sonrasında böyle nitelendirildi. 

Görüşme sona erdiği sırada, Ankara ile Washington arasındaki mutabakata göre Türkiye’nin terör örgütü saydığı Suriye Demokratik Güçleri’nin (SGD) çekilmesi için öngörülen 120 saatin dolmasına neredeyse 120 dakika kalmıştı.

Ancak bu, ABD ile yapılan mutabakatın gereğiydi. Türkiye ile Rusya’nın Soçi’de altına imza attığı ve dışişleri bakanlarının açıkladığı 10 maddelik mutabakata göre ise süre ötelendi.

SGD’ye çekilmesi için 150 saat daha

Mutabakata göre SGD unsurları ve silahlarının 23 Ekim saat 12.00’den itibaren 150 saat içinde Türkiye-Suriye sınırından 30 kilometre dışına çıkarılmasından söz ediliyor.

6 gün 6 saate denk gelen o süre başladı.

Buna göre Türkiye harekata kaldığı yerden devam etmeyeceğini teyit etti.
 

suriye tr sınır AA.JPG
Fotoğraf: AA


Kaba bir hesaplamaya göre bu mühlet simgesel bir tarihte, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda doluyor.

Hem anlaşmanın bu maddesi hem buluşmanın zamanlaması açısından, Soçi’deki zirvenin bu kez gerçekten de 'kritik' önemde olduğunu söylemek mümkün.  

Erdoğan ile Putin'in son 10 ay içinde sekizinci kez gerçekleştirdikleri bu görüşme diplomatik ve askeri gelişmelerin her zamankinden daha çok değişkenlik göstermeye müsait olduğu bir döneme denk geldi. 
 

putin erdo lavrov.jpg
Erdoğan, Putin ve Lavrov / Fotoğraf: AFP

 

ABD sahadan çıktı, Kürtler Şam'a yanaşıp, Ruslar ile anlaşmak durumunda kaldı, Türkiye tek başına büyük güç olarak karşısında Moskova'yı buldu. 

Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine başlattığı Barış Pınarı Harekatı ile sınır kaygıları, söz konusu operasyonun ABD ile yapılan mutabakat sonucu dondurulması, SGD'nin Türkiye'nin istediği güvenli bölgeye çekilip çekilmeyeceği, ateşkesin bozulma ihtimali, Trump'ın bölgeden ABD güvenlik bürokrasisi ve partisine rağmen çıkma niyeti, Şam ile SGD'nin anlaşarak sınıra Suriye ordusunun yerleşmesi, İsrail ve İran'ın tavrı, Türkiye'nin Esad ile üstü kapalı diyalog yürüttüğü iddiası ve elbette Rusya'nın rolü... 
 

 

Erdoğan-Putin zirvesi işte bu gelişmelerin ışığında yapıldı.  

Ve muhtemeldir ki; masa üstündeki pazarlıkların bu denli uzun sürmesinin nedeni bu başlıklardı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Tarihi mutabakat

‘Türkiye-Rusya Arasında Mutabakat Muhtırası’ mültecilerin dönüşü için ortak çalışmanın yapılacağını, Tel Abyad ve Rasulayn’daki mevcut durumun korunacağını, Münbiç ve Tel Rıfat’tan bütün YPG unsurlarının silahlarıyla birlikte çıkarılacağını söylüyor. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi mutabakat olarak tanımladığı belgede, her iki taraf Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüne vurgu yapıyor, bununla birlikte Türkiye’nin ‘milli güvenliği’ öne çıkarılıp bunun korunması teyit ediliyor.  

‘Terörizmin tüm şekilleriyle mücadele ve Suriye toprakları içerisindeki ayrılıkçı gündemlerin boşa çıkarma kararlılığı’ vurgulanıyor.

Metinde ayrıca terörist sızmaların önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınacağından bahsediliyor.
 

mutabakat.jpg
Türkiye ile Rusya arasındaki 10 maddelik mutabakat metni / Görsel: Sputnik 


"Moskova, Türkiye'nin limitlerini çizdi"

Rusya'nın iç ve dış politikası konusunda uzman bir isim olan Dr. Kerim Has'a göre mutabakat ile birlikte Türkiye ilk defa Şam yönetimi ile ilişkilerini normalleştirmek için Moskova'nın ara buluculuk rolünü kayıt altına aldı:

Kanaatim Rusya'nın Türkiye'nin Suriye'deki askeri varlığının limitleri çizdiği yönünde. Şu an Tel Abyad - Rasulayn arası aslında sadece burası da değil İdlib-Afrin-El Bab oradaki varlığı 5 kilometreden öteye geçmiş oluyor. Rusya, Erdoğan'ın içeride askeri zafer havasına gölge düşürmek istemedi. 'Geri çekildi' diyebilirdi. Tel Abyad-Rasulayn arası 32 kilometre derinliğe gitmesine karşı da çıkabilirdi ama olmadı. Zaten buna karşı çıkmaması anlaşılabilir. Çünkü belli ki; harekat başlarken Rusya ve ABD'den o yönde bir yeşil ışık alınmış. 

 

kerim has twitter @Kerim_HAS.jpg
Kerim Has / Fotoğraf: Twitter @Kerim_HAS

 

Has, 10 maddeli mutabakat muhtırasında YPG'nin tamamen silahsızlandırılmasından bahsedilmediğini vurguluyor, 'silahlarıyla birlikte çıkarılması' ifadesine dikkat çekiyor.

Dolayısıyla 'Münbiç ve Tel Rıfat'tan bütün YPG unsurları silahlarıyla birlikte çıkarılacaktır' diyen 6. maddenin Türkiye açısından kazanım olduğu yorumlarına karşı çıkıyor: 

6. maddenin Türkiye tarafından kazanım olduğu söylenecek, bu böyle pazarlanacak. Hükümet bunu ve genel olarak mutabakatı rahatlıkla iç kamuoyuna satabilir. Detaya indiğinizde YPG'nin çıkarılması başka şey silahsızlandırılması başka şey. Silahsızlandırma ifadesi metinde geçmiyor. YPG'nin üniforma değiştireceğini söyleyebiliriz. Bu iki tarafın da işine gelecek sonuçta. (...) ABD bölgede 28 askeri olduğunu söyledi, 50 bile değil bu sayı. Dolayısıyla ABD'nin varlığı belli, etkisi olmayacak. YPG de mecburen Şam ile anlaşmak zorunda. Bir iki petrol yatağı meselesini dışarıda tutacak olursak yüzde 80 oranında anlaşmanın tamam olduğunu söyleyebiliriz. 

"Türkiye amacına ulaştı"

Galatasaray Üniversitesi'nden uluslararası ilişkiler uzmanı Doç. Dr. Ali Faik Demir'e göre ise Soçi mutabakatından iki taraf da kazançlı çıktı, Türkiye amacına ulaştı.
 

8500341261366843-min.jpg
Erdoğan ve Putin 6 saati aşkın bir süre sonra kameraların karşısına geçti, mutabakat metnini açıklamayı ise dışişleri bakanlarına bıraktı / Fotoğraf: AP


Demir, Soçi'deki zirve öncesi beklentilerinin mutabakat metnine yansıdığını söylüyor: 

Soçi'deki anlaşmadan beklentilerim çıktı. İki taraf da Suriye'nin toprak bütünlüğüne vurgu yapacaktı. Öyle oldu. Rusya için Esad ağırlıklı elbette. Ama Türkiye için değil. Türkiye üniter bir yapı istediğini söylüyor. Suriye'nin kuzeyinde federal bir yapı istemiyor, arzulamıyor Türkiye. O yüzden Esad'ı istemeyerek Suriye'nin toprak bütünlüğünü destekliyor.  Türkiye amacına ulaştı. Rusya açısından ise Suriye'deki tek belirleyicinin kendisi olduğu ortaya çıktı. Rusya'nın kazanması Türkiye'nin kazancını etkilemez, Türkiye'nin kazancı Rusya'nın kazancını etkilemez. Kuşkusuz ortak çıkarların olduğu yerler var, ayrı çıkarların olduğu yerler var. Bence Türkiye operasyonu uzatmadan, her yönünün maliyetini çekmeden bu işi bitirmiş oldu. ABD ile de uzlaşmış oldu. ABD ile her ne kadar kriz var gözükse de ABD 120 saat sözüne bağlı kaldı. Rusya bölgede, ABD çıktığı için etkisini daha çok arttırdı. 

Dr. Kerim Has da ABD'nin büyük oranda oyun dışı kaldığını, etkisini yitirdiğini, bir anlamda YPG'nin de Rusya'nın eline koz olarak geçtiğini belirtiyor. 
 

6522007322758273-min.JPG
Fotoğraf: AFP


Has, bununla birlikte diplomatik anlamda Türkiye'ye yaptırım sopasını gösteren ABD'nin operasyonu durdurduğunu, fiili olarak Barış Pınarı Harekatı'nı durduranın ise Rusya olduğunu öne sürüyor:

Münbiç'e, Kobani'ye yolu kapatan Ruslar oldu. Kamışlı'da, Rakka'da gidişatı, Türk ordusunun ilerlemesini engelleyen fiili olarak Ruslar oldu. 

Dikkat çeken detay: Adana Anlaşması

Mutabakat muhtırasında asıl ilgi çeken ise 1998’de imzalanan Adana Anlaşması’na yapılan vurgu. 

Suriye’deki iç savaş öncesi, 2010’da Türkiye ve Suriye dışişleri bakanları arasında geliştirilmesi amacıyla yeniden imzalanan Adana Anlaşması; Erdoğan’ın 26 Ocak 2019’da Rusya ziyaretinin ardından bir kez daha gündeme gelmişti. 

Anlaşma, PKK ile mücadelede Ankara-Şam işbirliğini öngörüyor.
 

A.JPG
Adana Anlaşması / Görsel: TBMM


Birçok uzman anlaşmanın hükümlerinin hala yürürlükte olduğu kanaatinde.

22 Ekim tarihli Soçi mutabakatında ise Rusya’nın mevcut koşullarda Adana Anlaşması’nın uygulanmasının kolaylaştıracağının altı çiziliyor.
 


Doç. Dr. Ali Faik Demir de, Dr. Kerim Has da, 21 yıl önce imzalanan bu metne bugün yeniden vurgu yapılması ile Ankara-Şam hattı arasında bağlantı kuruyor.

Demir, Şam'da bugün Esad'ın olduğunu ama yarın kim olacağının bilinmediğini söylüyor:

Adana Anlaşması, Ankara ile Şam arası işbirliği demek aslında. Biz Suriye'nin toprak bütünlüğü ve Suriye devletinin hala var olduğu yönünde bir varsayımdan hareket ediyoruz. Adana Mutabakatı'nın karşı tarafı Suriye devleti sonuçta. Şam'da bugün Esad var yarın kim olacak bilemeyiz. O yüzden Rusya açısından Adana Mutabakatı'na referans yapmak ve teyit etmek Suriye resmi devletinin bir teyidi anlamına geliyor. O yüzden bu Suriye, Rusya ve Türkiye açısından önemli. Altını çizerek söylüyorum, Esad ile aramız kötü olabilir Suriye devletinin bütünlüğü Türkiye'nin çıkarınadır, bunu da unutmamak lazım. 

Dr. Kerim Has'a göre ise Adana Anlaşması'nın anılması aynı zamanda Rusya'nın garantörlük rolü üstlenmesi anlamına geliyor: 

Adana Anlaşması'nın anılması ile birlikte Rusya tarafı garantörlük rolü üstleniyor. Dikkat çekici olan 'mevcut şartlar' içinde olduğu. Zira değiştirilmesi istenmedi. Rusya'nın YPG'yi Türkiye'ye tehdit olmaktan çıkarma noktasında bir garanti vereceği bekleniyordu. Bu anlaşma ile bunu verdiğini söyleyebiliriz. 30 kilometre çünkü Fırat'ın doğusunda, Tel Abyad-Rasulayn'da zaten YPG yok artık. Ama bu hattın doğusu, Kamışlı ve Kobani tarafından YPG'nin 30 kilometre içeriye, Türkiye sınırından Suriye'ye doğru öteleneceği kayıt altına alındı. Rusya için zaten önemli olan YPG'nin Suriye ordusuna katılımı meselesi. Onu oraya eklemleme niyetinde. Tabii bu zaman alacak, bugünden yarına gerçekleşebilecek bir olay değil. (...) Kesin olmamakla birlikte, İdlib'deki operasyonlarda YPG unsurlarının kullanılacağı düşünülebilir. 

“Ortadoğu jepolitik borsa, Rusya kazançlı hissedar”

Suriye'deki tablo ile ilgili aslında son dönemde birbirinden farklı yorumlar öne çıkıyor.

Almanya'da yayımlanan Süddeutsche Zeitung gazetesinde operasyon sonrası yayımlanan bir haber, Türkiye'nin operasyonu sayesinde Esad'ın ordusunun Şam'ın Kürtlere bıraktığı toprakları geri alabildiğini, dolayısıyla Türk ordusunun düzenlediği operasyonunun en büyük kazananının Esad olduğu yönünde. 

Barış Pınarı Harekâtı’nı beş günlüğüne durduran, Türkiye ile ABD arasındaki 13 maddelik anlaşmanın sorunu çözmediğini ama diplomasiye zaman kazandırdığını düşünenler de yok değil.

Şimdi Soçi’de imzalanan mutabakat için de benzer değerlendirmeler yapanlar da var.

Kimi uzmanlara göre ortadaki asıl yadsınamaz gerçek ise Amerikalıların askeri birliklerini çekmesinin ardından Suriye'de bölge dışı tek gücün Ruslar olacağı. 
 

putin trump.jpg
Fotoğraf: Reuters


Hatta siyaset bilimci Spyros Plakoudas, Ortadoğu'yu jepolitik bir borsaya benzetip, Rusya'nın 'hisse senetlerinin' bir hayli değer kazandığı kanaatinde. 

Hatırlanacağı gibi Rusya, Esad rejiminin resmi çağrısı üzerine Suriye'ye dört yıl önce müdahale etmiş, Türkiye o dönem bu müdahaleye tepki göstermişti. 

Daha sonra iki ülke yanlarına İran'ı da alarak 22 Kasım 2017'den bu yana düzenledikleri beş ayrı üçlü zirvede de Suriye'nin geleceğini konuşmuştu.  

O gelecek konuşulurken Türkiye'nin derinlik, güvenlik kontrolü ve SGD ile ilgili talepleri olduğu, sınırına gelen göçmenler için güvenli bölge istediği nasıl artık herkesin malumu ise Rusya'nın Ortadoğu'daki çıkarları açısından Suriye'nin de ne kadar hayati olduğunu bilmeyen yok. 

Her ne kadar Rusya ekonomisinde küçültme dahi yaratsa da, Moskova yönetimi kendisine yakıştırılan 'oyun kurucu' sıfatıyla Doğu Akdeniz'deki askeri varlığını koruyup genişletmek istiyor. 

Zaten ciddi ekonomik maliyetleri de bu yüzden göze alabiliyor.

Rusya'nın Sovyet coğrafyası dışındaki tek askeri üssü yine 2011'den bu yana iç savaşı yaşayan Suriye'de bulunuyor. 
 

putin.jpg
Fotoğraf: Reuters


Birçok analist Rusya'nın Suriye topraklarındaki varlığının ülkenin küresel güç anlamında teyidi olarak okuyor, Rusların Ortadoğu'ya dönüşünün resmi olarak görüyor. Yine de Suriye'de siyasi çözüm isteyen Putin yıllar önce Sovyet ordusunun Afganistan'da kıskaç altında kalması gibi bir tablo ile karşı karşıya kalma niyetinde değil. Buradan hareket ile Rusya'nın ABD'nin rolünü üstlenip dünyanın jandarmalığına soyunması ihtimalinin, ileride Moskova yönetimi açısından ciddi sıkıntılar yaratabileceği de konuşuluyor. 

Haliyle Türkiye de bir nevi politik, askeri ve istihbarı laboratuvar olarak addedilebilecek Suriye'deki oyunculardan biri. 

22 Ekim'deki Erdoğan-Putin zirvesi yapılırken iki lider de kuşkusuz tüm bu gelişmeleri hafızasının bir yerinde tutuyor, ortak noktaları da ayrılıkları da bir köşeye not ediyordu. 

Görüşme tam da başladığı sırada Rusya Dışişleri Bakanı Yardımcısı Oleg Sıromolotov'un "Türkiye'nin operasyonu Suriye'nin toprak bütünlüğünü ihlal etti" açıklaması ve Rusya'nın resmi haber ajansı Ria Novosti'nin "Savaşa saatler kala" başlıklı haberi  "Görüşmeden uzlaşı çıkmayacak mı?" sorusunu akıllara getirse de, ortaya çıkan tablo Ankara'yı tatmin etmişe benziyor.
 

9994130270277772-min.jpg
Fotoğraf: AP


Soçi'de mutabakat metnini okuyan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'na göre harekatın meşruiyeti hem ABD hem Rusya tarafından kabul edildi.

ABD'yi göz önünde bulundurmadığını söyleyen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise Türkiye ve Rusya'nın Astana formatına güçlü bağlılığını ifade ediyor.

Güvenli bölge meselesi

Güvenli bölge silahlı çatışma dönemlerinde veya ihtilaflı bölgelerde, savaşa katılmayan kişilerin bir dereceye kadar sığınabileceği yerler olarak ayrılıyor.  

Bu tür yerler belirlenen dönemlerde ‘güvenli bölge’ olarak tanımlanıyor. 

Bu bağlamda güvenli bölge, birçok yönden düşman olan iki geniş, güçlü ülke ya da askeri güç arasında kalan bölge olarak bilinen ‘tampon bölge’den ayrılık gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 25 Eylül'de BM Genel Kurulu'nda aklındaki güvenli bölgeyi anlatmış,  480 kilometrelik hatta yayılan güvenli bölgenin 3 milyona kadar Suriyelinin yerleşebileceği bir alana karşılık geldiğini söylemişti.
 

erdogan bm harita infografik.jpg
İnfografik: AA


O plana göre Suriye'nin kuzeyinde, 5 bin nüfuslu 140 adet köy ile 30 bin nüfuslu 10 ilçeden oluşan yerleşim alanı oluşturulacaktı.

Kimi uzmanlar ise Soçi'de ise güvenli bölge namına bir şey çıkmadığını düşünüyor.. 

Dr. Kerim Has gibi:

Ankara'nın talep ettiği güvenli bölge Kobani'nin batısından Irak sınırına kadar uzanıyordu. Soçi'den güvenli bölge diye bir şey çıkmadı. Türkiye'nin kontrol edeceği, Tel Abyad-Rasulayn haricinde yeni bir bölge kazanmayacak. Barış Pınarı Harekatı 22 Ekim itibarıyla aslında ikinci defa bitirildi. Önce ABD bitirdi, durdurdu fiiili olarak ateşkes ile 'dondurma' diye ifade edilerek. Soçi'de ise resmen bitti. Soçi'deki zirveden sonra Barış Pınarı Harekatı şuraya da yayılacak diye bir durum söz konusu değil. Statüko bir süre daha korunacak. BM'deki harita, Kobani tarafından ta Kamışlı Haseke'ye kadar bir güvenli bölge kurulması öngörülüyordu, Erdoğan'ın gösterdiği harita en azından öyle diyordu. Dolayısıyla Ankara'nın tasarladığı Fırat'ın doğusu hattı boyunca güvenli bölge planı Moskova'dan onay almadı. Zira Tel Abyad-Rasulayn haricinde Türkiye için yeni bölgesel bir ilerleyiş durumu yok. Yeni bir genişleme söz konusu değil. Kobani, Münbiç, Kamışlı, Haseke'de hep Suriye ve Rus ordusu olacak. Buraların artık tamamen Şam rejiminin kontrolüne geçtiği rahatlıkla söylenebilir. 

 

barıs pınarı.jpg
Fotoğraf: Reuters

 

Doç. Dr. Ali Faik Demir'e göre ise Türkiye bölgede kimin olduğu ile değil kimin olmaması ile ilgili.

Hatta Türkiye Ankara ve Soçi'de iki önemli güç ABD ve Rusya ile vardığı anlaşmalarda önemli bir diplomatik başarı elde etti:  

Türkiye amacına ulaşmış oldu. Ankara diyor ki; 'Burada PKK uzantıları bölgede kalmayacak, terörist yapılar dışarıda olacak'. Şunu vurgulamak lazım. Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde bir tampon bölge ile kontrol altında tutmak istediği bir bölge yaratma hevesi olamaz. Çünkü bu Türkiye'ye uzun vadede çok büyük bir zarar verir. Türkiye'nin hedefi kontrol altında tutmak değil, istemediği güçlerin istemediği alanlarda bulunması engellemek. Türkiye YPG'yi ABD'ye çıkarttı, Rusya'ya da 'İçeri girmesin' diyor. Türkiye aslında birilerine görev delege ediyor. Önce ABD'den 120 saat ile taahhüt aldı, sonra Rusya'dan da taahhüttün diğer kısmını alıyor. Türkiye eli temiz şekilde bu meseleyi iki süper güce delege ediyor. Gerçekten diplomatik bir başarı olarak addedilebilir. 

Peki, Barış Pınarı Harekatı bir güç gösterisi miydi? 

Demir'e göre bu sorunun yanıtı 'Hayır'. Zira Türkiye operasyon öncesi tüm meşru zeminleri yokladı, herkesi bilgilendirdi, bütün diplomatik kanalları kullandı.

Bundan sonra 9 Ekim'de söz konusu operasyon başladı.

Dr. Kerim Has ise aynı fikirde değil. 

Has, Ağustos ayında başlatılan, ABD ile Türkiye'nin ortak hava devriyelerini de beraberinde getiren uzlaşmanın neden sonlandırıldığı ile ilgili bir açıklama yapılmadığını, anlaşmanın devamı halinde bugün Türkiye'nin sahadaki kazanımlarının daha fazla olacağını söylüyor.
 

devriye abd tr.jpg
Fotoğraf: AA


Kendisinin değil ama Ankara'nın penceresinden bakıldığında...

Ağustos ayı başında ABD ile varılan bir uzlaşma vardı. Uzlaşmayı desteklediğim sonucu çıkmasın ama Ankara açısından o anlaşma şu an kör topal dahi gidiyor olsaydı sahadaki kazanımları Ankara'nın daha fazla olurdu. YPG'ye dünya kamuyounda olağanüstü derecede sempati toplatmamış, meşrutiyetini arttırmamış olurdu. Çünkü Ağustos'ta varılan uzlaşma Fırat'ın doğusu boyunca, hatta Türkiye-Suriye sınır hattı boyunca 30-32 kilometre ABD ile birlikte (Fırat'ın doğusundaki 440 kilometre de dahil) bütün hat boyunca bir güvenli bölge kurulması söz konusuydu. (...) Günün sonunda Türk-Amerikan askerleri bütün Türkiye-Suriye sınır hattı boyunca 32 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturacaklardı. YPG'nin ağır silahlarını bırakması öngörülüyordu. Şunu anlatmaya çalışıyorum. Barış Pınarı Harekatı yürüttünüz ama sonuçta elde avuçta sadece Tel Abyad ve Rasulayn var. 10 km derinlikte Türk-Rus askeri devriye yapabiliyor olmak Türk ordusunun kontrolü anlamına gelmiyor ki. Bu harekat aslında YPG'nin meşrulaştırılmasına da hizmet etti. General Mazlum'un adı anılıyor. Şimdi bir de Washington'a gideceği konuşuluyor. Belki de Trump ile görüşecek. Mazlum'un adı Trump'ın Erdoğan'a yazdığı mektupta geçti, ateşkeste sanki ikinci bir taraf olarak görüldü. Türkiye ABD aracılığıyla YPG'yi muhatap aldı. Stratejik kayıplar hesaba katılmasa bile kast ettiğim - Ankara'nın penceresinden bakıldığında- ABD ile Ağustos'ta varılan uzlaşma sürdürülüyor olsaydı, belki şimdi belki 1 ay ya da 3 ay sonra şu ankinden daha fazla sahada mevzi elde etmiş olacaktı Türkiye. Türkiye'nin imajı da bu kadar zedelememiş olacaktı. 

Türkiye Rusya ile ortak devriye atacak

Soçi'de imzalanan mutabakatta 150 saat vurgusunun yapıldığı 5. maddede ayrıca "Barış Pınarı Harekatı alanı sınırlarının batısı ve doğusunda 10 km derinlikte Kamışlı şehri hariç Türk-Rus ortak devriyeleri başlatılacaktır" deniyor. 

Doç. Dr. Ali Faik Demir bu durumu şöyle yorumluyor:

Ortak devriyeden anlamamız gereken ise muhtemelen Türkiye'nin yapacağı denetimde Rusya'nın müşahit gibi olması. Bir anlamda sayısal duruma bakıldığında Ruslar 'Bu denetimde biz de varız, biz de haberdarız' diyeceklerdir. Bunu zaman gösterecek elbette. Kaç kişilik bir güç, denetim nasıl yapılacak gibi soruların yanıt bulması lazım. 

Dr. Kerim Has ise bu durumu hem tuhaf hem Erdoğan hükümeti tarafından bir parça anlaşılır buluyor:

5. maddede 10. kilometre derinlikte, Kamışlı şehri hariç ifadesi dikkat çekiyor. Türk-Rus ortak devriyesinin başlayacağı söyleniyor. Esasen bu da tuhaf. Zira YPG zaten 30 kilometre geriye öteleneceği için Türk-Rus ortak devriyelerinin 10 kilometrede bir anlamı yok. Hangi tehdide karşı ortak askeri devriye yürüteceksiniz? Rusya 150 saat içinde YPG'yi güneye öteleyeceğini zaten söylüyor. Bu madde biraz sembolik, fiili açıdan bir anlamı yok. Burada muhtemelen Ankara iç kamuoyuna zafer havası sunabilmek için bu maddeyi ekletmiş olabilir. Orada bayrak sallandırmayı sürdürmek önemli bir imaj. Moskova da muhtemelen hem Ankara'yı sakinleştirmek hem dünyaya 'Türkiye kontrolüm altında' mesajı vermek amacıyla bunu kabul ediyor. Kürtleri içeride, ABD'yi dışarıda, Türkiye'yi de aşağıda tutmak istiyor. Bu ortak devriye de bu anlama geliyor. Suriye'de Türkiye'nin ABD ile olan ortaklığının fiili olarak bitmiş olduğu anlamına geliyor. 'Benim yanımda, benim safımda' imajı. 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU