Baba, hikmet geleneklerinde fizyolojik bir öğe olmanın yani bir oğula/kıza sebep olmanın ötesinde anlamlar taşır.
Baba için Süryanicede “abo”, Arapçada “eb”, Türkçede “baba”, Kürtçede “bab/bav” gibi hep aynı kelimenin yani “ba” harfinden türemiş türevleri kullanılır.
Ba harfinin Sami dillerde alfabenin ikinci harfine tekabül etmesi tesadüfi olmasa gerek.
Eğer harflerin ontolojisine kulak vereceksek elif harfi hem bir harf hem de tüm harflerin kaynağı olmakla birlikte harflerden biri değildir.
Tıpkı 1 sayısı gibi. O da bir sayı olmakla beraber tüm sayıların da kaynağıdır.
Komutan ve ordu ilişkisi de böyledir. Komutan hem bir asker hem de bir askerden ötedir.
Baba da böyledir. Eliften sonra gelen ba, 1’den sonra gelen 2, komutandan sonra gelen asker aslında en gerçek ve somut varlığı temsil eder.
Varlıklar bunlardan başlar. Elif ve 1 sayısı bilinmez, görünmez hakikati temsil ederken yani bir kenz-i mahfî/gizli hazine olurken, ba harfi ve 2 sayısı ise varlığın müşahhas ve ferdiliğini temsil eder.
Buna göre baba, varlık düzleminde hem bizden biri hem de bizim varlığımızın sebebi başlangıcıdır.
Müşahhas, tekil, muayyen ve gerçek varlık.
Baba böylece bilinmezlikten bilinirliğe yol alan merhalelerin başlangıcıdır.
Baba verendir; hep verdiği için rindliği, kalenderliği ve üryanlığı da beraberinde getirir
Baba irfan geleneğinde de bir yeniliğin, yeni bir anlayışın sebebidir.
Başka bir ifadeyle baba ve vermek iki akraba kelime olarak irfan geleneklerinde yeni bir felsefenin, yeni bir tarikatın, yeni bir yaklaşımın, değişim ve dönüşümün habercisidir.
Bazen dede olarak da anılır ki dede de vermek anlamına gelen “dad” filinden türemiştir.
Baba verendir. Kendinden olanı ardılına aktarandır.
Bir pir-i muğan, bir rind-i harabat, bir mürşid-i hakiki, bir insan-ı kamildir.
Baba hep verdiği için rindliği, kalenderliği ve üryanlığı da beraberinde getirir. Sürekli veren, kendinde bir şey saklamayandır baba.
Hem maddi hem de manevi anlamda fakr ve tecerrüdü temsil edendir baba.
Baba Tahir-i Üryan da bunlardan biridir.
Baba Tahir, o kadar vermiştir ki, aidiyet içinde olduğu tasavvuf-irfan geleneğinin yakın ve uzak tüm habituslarına uzanmıştır.
Yaresani/Ehl-i Hak, Kalenderiye ve Nusayri geleneklerine uzanan geniş bir nüfuz alanı olan Baba Tahir’in adı Yaresani gelenekte bir melek olarak geçer.
Bu inanca göre, Tanrı’nın hülul ettiği ve O’nun mücessem hali olan Havendigar, Ali Murteza ve Şah Huşin’e refakat eden yaran-ı çar melek bulunmaktadır.
Baba Tahir de Baba Bozorg, Kaka Rıza ve Kore Faqî adlı meleklerle ile beraber Sultan Huşin’e refakat eden meleklerdendir.
Bir de Mama Celalê adlı bir kadın melek bulunur onlarla beraber.
Sonra 13. Yüzyılda Kalenderiyye namıyla Cemaleddin Savî tarafından tesis edilen mezhebin de ilham kaynaklarından biri olmuş Baba Tahir. Ebu Ahmed Çiştî, Baba Hemşa ve Ebu Said Ebu’l-Hayr ile beraber.
Esasında bu mezheplerden çok önce yaşamış Baba Tahir.
11. Yüzyılda yaşadığına dair güçlü tarihi tanıklıklar vardır.
Hemedan’da vefat eden ve türbesi hala orada olan Baba Tahir, Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in Hemedan’ı zaptetmesi üzerine sultanla bir diyalog yaşar.
Sultan, Hemedan caddelerinden geçerken cezbe halindeki Baba Tahir’i görür ve ellerini öperek hürmetlerini arz eder.
Baba Tahir Sultandan nasıl yöneteceğini sorunca Sultan, “Siz nasıl emrederseniz” der.
Bunun üzerine “Allah size adaletle ve iyilikle yönetmenizi emreder” ayetini okuyunca Sultan da o şekilde yöneteceği sözünü verir.
Baba Tahir de Sultana yıllarca kullandığı ibriğinin ucundan yaptığı sade yüzüğünü hediye eder ve rivayet odur ki, sultan girdiği her savaşta bu yüzüğü takmış ve zaferden zafere koşmuştur.
Kalender hem rind hem de üryandır; Allah’tan başka kimsecikleri yoktur
Baba Tahir’in bir mezhep olarak değil, ama bir tavır ve duruş olarak kalender-meşrep olduğu kesindir.
Sadece o değil, aslında tasavvuf ve irfan geleneğimizin hemen hemen bütün büyük isimleri böyledir.
Kalender olmak, genel geçer kural ve kaidelere değil, gönül denizinin dalgalarına teşne olmaktır zira.
Buna göre yünden değil sert bir abadan giyinirler. Saç, sakal, bıyık ve kaşlarına ustura vururlar. Zira bir güç ve iktidar hissine kapılmak istemezler.
Gezici dervişler halinde yaşarlar. Gök ata, yer anadır onlara göre.
Mescid, tekke, kilise birdir onlara göre, cennet ve cehennem de öyle.
Kalender hem rind hem de üryandır. Allah’tan başka kimsecikleri yoktur.
Baba Tahir kalenderiliğini şöyle dillendirmiştir:
Mu an rindum ke namum bî Qelende
Ne xan dîrem ne man dîrem ne lenger
Çû rûz aye bigerûm durgîtî
Çû şew aye be xiştî danehem serBen o rindim ki adım Kalenderdir benim
Ne evim barkım ne mekanım var benim
Gündüz olunca uzak diyarlara atarım kendimi
Gece olunca koyarım sert bir yere serimi
Hafız, Mevlana ve Melayê Cizîrî de bu anlamıyla kalender-meşrep sayılırlar.
Onların şiirlerinde de kalender yaşamın tüm öğelerine rastlamak mümkündür.
Sözgelimi Mevlana bir şiirinde şöyle ifade eder kalenderiliği:
Yekî lehze kalender şu kalender ra musahhar şu
Semender şu semender şu der ateş ru be asanî
Der ateş ru der ateş ru der ateşdan-ı ma hoş ru
Ke ateş ba halil-i ma kuned resm-i gulistanîBir an kalender ol, kalender için hazır ol
Su taşı, su taşı ateşe su taşı
Ateşe git ateşe, ateşliğimize hoş git
Öyleki ateş halilimize gülistan olmuştur
Melayê Cizîrî de şöyle dillendirir kalenderiliğini. Aşk yolundaki perişanlığını ve üryanlığını:
Bi xwe rinde xerabat im ji dêrê vê deme hatim
Çi hêvî hun diken îro ji vî rinde xerabatîBen bir rind-i harabatım yeni geldim kiliseden
Bugün bu harabat rindinden ne umudunuz var ki sizin!
Rindliği, kalenderiliği ve üryanlığı bir yaşam felsefesi olarak seçmiş Baba Tahir, Kürt şiirinin de babasıdır.
Baba Tahir, Rubaileri ile meşhur İran-Fars İrfan havzasının meşhur şairi Ömer Hayyam’dan takriben yetmiş sene evvel edebiyatın bu türünde Kurdî dilinin Lorî lehçesinde ilk örnekleri vermiş.
Dubeytî/Çarîn denilen rubailerinde tasavvuf felsefesinin vahdetü’l-vücûd doktrinini şiirinde güçlü biçimde sergilemiştir.
Onun düşüncesinde tüm varlık aynı kaynaktan çıkmış tecelliler, aynı ağacın dalları, aynı elifin harfleri, aynı birin sayıları aynı komutanın askerleridir.
Bu sebeple görünen her şey o biricik hakikatin açığa çıktığı, göründüğü, müşahhas ve mücessem olduğu hüviyetler, kimliklerdir.
Eşyanın farklı kimlikleri, ferdilikleri mutlak gerçekliğin önünde bir perde olmamalı, aksine bize güneşten parlak o hakikati hatırlatmalı ve bizi oraya götürmelidir.
Bu sebeple baba Tahir’in ifadesiyle dağ, deniz ve çöl, o güzel endamın nişanelerinden başka nedir ki!
Be sehra bingerem sehra tu wînem
Be derya bingerem derya tu wînem
Be her ca bingerem kuh û der û deşt
Nîşanê ez qametê re’na tu wînemSahraya bakarsam sahrayı sen görüyorum
Denize bakarsam denizi sen görüyorum
Dağ, çöl nereye bakarsam bakayım
Senin güzel endamının nişanını görüyorum
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish