Avusturya sandığa gidiyor... İlk sıra adayı Zeynep Arslan: Gerçeklerimizden uzak olanlar çözüm üretemez

Avusturya yarın (29 Eylül) erken genel seçimlere gidiyor. 6 milyon 400 bin seçmen yeni hükümeti belirlemek üzere oy kullanacak

Fotoğraf: APA/Georg Hochmuth

Avusturya'da 29 Eylül Pazar günü, 6 milyon 400 bin seçmen 33'üncü hükümeti belirlemek için sandıklara gidecek.

Ülkede 2017 yılında kurulan ve 17 ay süren aşırı sağcı Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ve Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) koalisyonunun "İbiza skandalı" ile dağılmasının ardından ülkeyi yaklaşık 4 aydır geçici hükümet yönetiyordu.

29 Eylül günü yapılacak olan seçimlerin ardından ikinci bir aşırı sağcı koalisyonun kurulması ise beklenen en güçlü olasılık olarak karşımıza çıkıyor. 

Koalisyonu bitiren İbiza skandalı nedir?

Eski Başbakan Yardımcısı ve Özgürlük Partisi Genel Başkanı Heinz Christian Strache'in 2017'deki genel seçimler öncesinde İspanya'nın İbize Adası'nda gerçekleşen bir görüşmede zengin bir Rus kadına partilerine maddi yönden yardım yapılması durumunda, bazı devlet ihalelerinin Rusya’ya verilmesi hususunda yardımcı olabileceği yönünde ifadeler kullandığı ortaya çıkmış ve ÖVP-FPÖ koalisyonu dağılmıştı.

Avusturya 3. sıra, Viyana 1. sıra ortak adayı olan Dr. Zeynep Arslan ile ülkedeki siyasi atmosferi ve sorunları Independent Türkçe için konuştuk.
 

Dr. Zeynep Arslan
Dr. Zeynep Arslan / Fotoğraf: Independent Türkçe


Arslan, ülke kaynaklarının sermaye sahiplerine peşkeş çekildiğini söylerken, seçmenlere oy kullanma çağrısında bulundu.

Arslan, "Yaşamımızı kendi elimize almalıyız" diye konuştu.

- Aşırı sağcı koalisyonun dağılmasının ardından seçimlere giden ülkede genel siyasi atmosfer nasıl gelişti?

“İbiza-Skandalı” olarak dünya kamoyuna duyurulan olay bizler açısından buz dağının sadece görünen yüzüydü. Ondan sonraki süreçte 2019’un yaz aylarında Avusturya siyasetinde skandalların arkası gelmedi.

Neoliberal ve ırkçı iktidarın koalisyon ortakları olan Avusturya Hıristiyan Halkçı Partisi (ÖVP) ve Avusturya Özgürlükçü Partisi (FPÖ) siyasetçileri bireysel çıkarları uğruna ülke menfaatlerini ve toplumun vergilerinden elde ettikleri kamu gelirlerini sermaye sahiplerine peşkeş çektiler.

Buna tanık olan Avusturyalı seçmenler siyasetçilerin kendilerinin dışında sermayedar ve ülke zenginlerinin de finanse ettiği bir dünyada ve kendilerinden uzak bir realitede yaşadıklarına ikna oldular.

Çoğu seçmen, halkın yaşam gerçekliklerinden uzak ve ona yabancı olan siyasetçilerin kendileri için gerekli ve doğru siyaseti yap(a)mayacaklarını düşünüyor. 

Fakat ana akım medya, onun araçları ve düzen partilerinin ve de sermaye sınıflarının satın aldıkları araştırma ve anket kurumları genel bir algı yaratıyor.

Yaratılan algı, sistem partileri ve siyasetçilerinin de su taşıdığı bu değirmen, toplumda belli bir korku siyasetinin oluşturulmasına da zemin sunuyor. 

“Toplum, mültecilere ve göçmenlere karşı kışkırtılıyor”

Ülkeyi, İbiza Skandalı’nda görüldüğü gibi bir Rus zenginine satmaya kalkan, ırkçı FPÖ, toplumu mülteciler ve yabancı dediklerine karşı kışkırtıyor ve kutuplaştırıyor.

Bir zamanlar Yahudi mülkünü gasp etmiş ve onun üzerine zenginliğe erişmiş kişilerin, devasa para bağışları yaptığı ÖVP'de sıkıştığı anda mülteci düşmanlığı üzerinden bir korku siyaseti üretiyor. 

Hayat pahalılığı ile düşük gelir ve giderek yükselen kiralar gibi bir sürü sorun ile bunalmış olan çalışanlar ve yaşamlarını emek gücünü satarak idame ettirmek zorunda olanlar ise "stratejik" bir seçim yapmak üzere, işçi partisi olmaktan giderek uzaklaşmış olan Sosyal Demokrat Parti’ye (SPÖ) oy vermek zorunda hissediyor.

 “Seçmen, yıllardır yaptığı gibi 'kötünün iyisini' tercih etme eğiliminde”

Yeniden ırkçı bir iktidarı istemeyen daha eğitimli, orta ve yüksek gelirli bir kesim ise, yine de neoliberal ÖVP ile bir olası koalisyon hükümetinde bir nevi “yeşil neoliberalizmi” kurmak isteyen Yeşiller’den (die Grünen) yana tercihini yapmak istiyor. 

Genel olarak Avusturyalı seçmen siyasetten umudu kesmiş ve daha kötü günlerin olmaması adına aslında uzun yıllardır yaptığı gibi yine “kötünün iyisi” niyetine “stratejik” oylar kullanmak niyetinde. 

Böylesi bir siyasi atmosferde, artık “Kendi yaşamlarımızı kendi ellerimize almalıyız” şiarıyla biz ‘Solda ittifak’ sürecini başlattık.

Yaşamın var olmasına alın terimiz ve emeğimiz ile müdahil olan bizler, hayatlarımız ve yeni nesillerin geleceği için, irademize sahip çıkmaya karar verdik.

Bizim yaşam realitemizden uzak olanlar bizlerin yaşamlarına uygun ve doğru program ve önerilerde bulunamaz. Ayda 10 bin Avro geliri olan milletvekilleri ayda bin Avro ile geçinen bizlerin hayatlarına dokunamaz. 

- Seçimlere girdiğiniz platform kimlerden oluşuyor? Seçim çalışmaları ve kampanya sürecinde özellikle hangi konuları öne çıkardınız? Bu sorunlara çözüm önerileriniz nelerdir?

Solda İttifak sürecinin içinde sol siyasi grup ve kurumlar, bağımsızlar ve sendikal gruplar var. Yerelde başarılı çoğulcu demokrasi anlayışına dayanan kamu politikası yapan “Alternative Liste İnnsbruck” (ALI) ve “Steiermark Komünist Partisi” (KPÖ) var.

İttifak’ın içinde bir de "Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu" (DIDF) olarak bizler varız. Kullandığımız kısa isim KPÖ.

Bizim oluşumumuz toplumun farklı sosyal, kültürel ve mesleki katmanından kişilerden oluşuyor ve gayet renkli bir grup olarak Avusturya toplum yelpazesini temsil ediyoruz.

Hepimizin birleştiği çerçeve ise emek-sermaye çelişkilerinin çizdiğidir. Buradan hareketle üretim ilişki, biçim ve tarzını sorgulayarak, günümüz dünyasının ve geleceğin de getireceği baş edilmesi gereken sorunların omuzlanabilmesi için tabandan yukarıya örgütlenme sürecini başlattık. 

“Haftalık çalışma saati günde 12'ye çıkarıldı”

Bizler emek gücünü satarak yaşamını idame etmek zorunda kalan çalışanların kültürel, dinsel ve dilsel hatlarda kutuplaştırılmasına artık izin vermek istemiyoruz. Bizleri bölerek, son iktidar döneminde çalışma saati günde 12, haftada 60 saat olarak yasal zeminde kararlaştırıldı.

İttifakımız bileşenleri özellikle 18.yy’dan kalma bu uygulamaya şiddetle karşı çıkıyor ve bu yasanın geri çekilmesini istiyor.

İlgili yasa, dün işçi partisi olduğunu iddia eden Sosyal Demokratların (SPÖ) parlamentoda olduğu bir dönemde yürürlüğe girdiği gibi, bugün de onlar açısından bir koalisyon kriteri olarak değerlendirilmiyor. 

“Çalışma süreleri haftada 30 saate düşürülmelidir”

Dünyada haftada 30 saat çalışma modelleri pilot projeler olarak uygulanırken ve başarılı veriler elde edilirken, Avusturya bunun tam tersini yaparak, emekçi insanların tarihi kazanımlarını bir çırpıda revize etti.

Şimdi de emeklilik yaşının yeniden yükseltilmesi ile ilgili bir hamleyi legalize ve tabanda kabul edilir hale getirmek üzere, bir söylev yaratma peşinde. Sosyal hakların kısıtlanması da cabası. 

Bunları çalışan insanların onuruna yapılmış birer hakaret ve saldırı olarak değerlendiriyoruz. Çalışma saatleri mutlaka tam ücret karşılığında haftada 30 saate düşürülmelidir. 

“Kira ücretleri son on yılda yüzde 50 arttı”

Aynı şekilde son on yılda kiralar yüzde elli artış göstermesine karşın, insanların gelir düzeylerinde sadece yüzde 27 oranında bir artış gözetlenebildi. İttifakımız ev kiralarının haneye düşen gelirin en fazla yüzde 25'ini oluşturması gerektiğini savunuyor.

Avrupa’nın farklı ülkelerinde artık tartışıldığı gibi, kira miktarı sınırlamasının belirlenmesini ve komisyoncuların serbest piyasa ekonomisinden ve liberal yasalardan faydalanarak, kiracıların sırtından devasa kârlar edinmesinin engellenmesini talep ediyor. 

Bunlar ütopik fikirler değil. Son yıllarda üretim müthiş rakamlarda arttı fakat bu büyüme çalışanın cebine yansımıyor.

Dolayısıyla mevcut sistemi ayakta tutan ve sadece belli bir kesimin giderek zenginleşmesine hizmet eden yasalar ve kurallar değiştirilmelidir. 

“Şirketlere dokunmadan iklim sorununa çözüm bulamazsınız”

Öyle ki, iklim krizine sebep olan üretim tarz ve biçimi de radikal bir şekilde değiştirilmelidir. Şu anda seçim çalışmaları yürüten sistem partileri -ve buna liberal bir çizgide duran Yeşiller Partisi de (die Grünen) dahil- iklim sorunun da çözüm sorumluluğunu geçim sıkıntısı ile boğuşan bireyin omuzlarına yüklüyor.

Örneğin, hava kirliliğinin yüzde 70’inden fazlasına sebep olan şirketlere dokunmadan iklim sorununa bir çözüm bulmak, samimiyetsizliğin bir göstergesidir. 

“İşe, sistem eleştirisiyle başlamak gerek”

Biliyoruz ki, bu düzeni ayakta tutmak için milyarlarca doları, bankaları kurtarmak için kullandılar. Oysa ki, o paralar geri dönüştürülebilir enerji ve yeni ekolojik teknolojilere yatırılmalıdır.

Yeni üretim ilişkilerinin inşaasına, örneğin dünyamıza zarar veren, petrol ve gaz (fosil enerji üretimi) sektöründe çalışan binlerce insan da müdahil edilmeli ve onlar için yeni iş sahaları oluşturulmalıdır.

İşe, sistem eleştirisini yapmak ve sistemin mevcudiyetini koruyan kuralları değiştirme isteminden başlamak, daha doğru ve dürüst çözüm öneri ve programlarını beraberinde getirir. 

Bütün bunlar için bizim uzman kişiler tarafından hazırlanılmış yol haritalarımız var ve bunlar mümkün olan şeyler. Tek olması gereken insanı, yaşamı ve doğayı merkez alan bir siyaset biçimi için daha fazla cesaret ve değişim kararlılığı.

- Avusturya halkının ve özellikle de Türkiye kökenlilerin seçimlere ve genel olarak siyasi gelişmelere duyarsız kaldıkları söyleniyor. Bu eleştiriye katılıyor musunuz? Neler söylersiniz?

Seçme hakkı olan Türkiye kökenli insanların Avusturya’da oranı yüzde 16. Avusturya’da yaşayan Türkiye kökenli insanların neredeyse tamamı, yaşamını iş gücü ile idame ettirmeye çalışan 6,4 milyon çalışana dahil.

Türkiye kökenli insanlar Türkiye siyasetine çok fazla odaklı. Oysaki yaşam merkezi olan Avusturya’da yapılan siyasetin verdiği kararlar günlük yaşantılarını, bugün ve yarınlarını etkiliyor.

Burada çalışma saatinin 12 saate çıkarılması daha düşük ücret karşılığında iş gücünü satmak zorunda kalan insanları daha çok etkiliyor. İşveren 12 saati diretirse buna bir çalışan farklı sebeplerden dolayı belki bir, belki iki defa itiraz edebilecektir.

Üçüncü itirazda işveren mutlaka “teşekkürler, sıradaki” diyerek kapıda bekleyen 275 bin işsize işaret edecektir. 

“1 milyonu aşkın göçmen kökenlilere seçme hakkı tanınmıyor”

Bütün ulus devletlerde olduğu gibi Avusturya devleti de yapısal ırkçı mekanizmalar ile çalışıyor. Vatandaş olmayan ve fakat yıllarca Avusturya’da ülke refahına ve işleyişine emek gücünü ortaya koyarak katkıda bulunan 1 milyonu aşkın göçmen kökenli insan var. Onlar vatandaş olmadıkları için demokratik bir hak olan seçme haklarından faydalanamıyorlar. 

Seçme hakkının bir insan hakkı olduğunu ve 1 milyonu aşkın insanın bu haktan muhaf tutulmasının bir demokrasi ihlali olduğunu söyleyen tek siyasi oluşumuz.

Bu konuda diğer partiler bu yönde ve bizim kadar net ve kararlı bir tutumu sergilemiyorlar, fakat aynı partiler bu insanlardan “entegre” olmalarını istiyorlar.

Türkiyeli seçmene çağrı: Lütfen oyunuzu kullanın

Kısaca, mevcut yapıda farklı biçimlerde dışlama ve ötekileştirme söz konusu, fakat “Hak alınır ve haklarımıza sahip çıkacağız” şiarıyla yola çıkan bizler, Türkiyeli seçmene şu çağrıda bulunuyoruz: 

Seçme hakkınızı lütfen kullanın. Bakın, daha dün ırkçı FPÖ lideri 'Ülkede 800 bin Müslüman var ve onlar ülke güvenliği için birer tehdit unsuru oluşturuyorlar' dedi.

Aynı cümle içinde ordu ve güvenliğe verilmesi tartışılan 16 milyar Avro için, 'Orduyu güçlendirelim ve askeriyeyi yürüyüş ve miting yapan insanlara karşı müdahale amaçlı kullanalım' diyerek son derece faşist bir çizgide olduğunu; günümüze dek nasyonalsosyalist düşünce biçimini ne denli güttüğünü bir kez daha ortaya koymuştur. 


“Irkçılara karşı dayanışmayı yükseltmeliyiz”

Yaşam merkezimiz Avusturya ve burada verilen siyasi kararlar ve uygulamalar yaşamlarımızı etkiliyor. Kendi yaşam ve çocuklarımızın geleceği için Avusturya’daki yaşama müdahil olmanın yollarını zorlamak ve Avusturya’daki çalışan kesimle dayanışmanın yollarını aramak zorundayız.

Avusturya’nın ırkçı bir zeminde, çalışan insanları kültürel, dilsel ve dinsel hatlarda ayrıştırma ve kutuplaştırmasına karşı daima dayanışmayı farkındalıklı ve bilinçli bir biçimde yükselterek “parçala, böl ve yönet” geleneğine karşı gelmeliyiz. 

“Anne ve babanızın her yerde alın teri var”

Avusturya’da mevcut yasalara göre vatandaş olan kişi 16 yaşından itibaren seçme hakkına sahip. İş piyasası ve eğitim gibi alanlarda uygulanan siyasi kararlara özellikle gençlerin de duyarlı olması lazım. Onları da özellikle kendi yaşamlarını kendi ellerine almaya, müdahil olmaya ve ilk adımı 29 Eylül’de seçme haklarını kullanmaya davet ediyoruz.

Seçimlerinin ise halktan, çalışandan, emekçiden yana olmasını istiyoruz. Anne ve babalarının Avusturya’nın her köşesinde alın terleri var ve onların hakları tahrip ediliyor. 

İkinci Paylaşım savaşından sonra Avrupa’nın refahının yeniden yükselmesine katkıda bulunan ve genel toplumun artık birer parçası olan insanların daima “yabancı”, "göçmen” vs. gibi kategorilerde dışlanması kabul edilemez.

Dolayısıyla, gençleri hem bu geçmişlerine hem de günü ve geleceklerine sahip çıkmaya ve duyarlı olmaya davet ediyoruz.

- Seçimlerin, ikinci bir aşırı sağcı koalisyonun kurulmasıyla sonlanacağı dillendiriliyor. Bununla ilgili olarak ne söylemek istersiniz? Son mesajınız nedir?

Neoliberal ve ırkçı bir iktidarı geride bıraktığımızı düşünürken, bütün yaz boyunca erken seçimlere doğru daima yeniden böylesi bir koalisyon yönetimine doğru ilerlediğimizi fark ettik.

Medya çok ciddi bir algı operasyonu halinde adeta seçim sonuçlarının inşaa edilmesine hizmet etti. Anlaşılan o ki, sermaye mevcut siyasetin devam etmesini fakat halkı daha fazla provoke etmemek adına az buçuk bir Yeşil (die Grünen) veya Sosyal Demokrat (SPÖ) ile süsleyerek bunu devam ettirmek ve insanlar açısından katlanılabilir kılmak istiyor. 

“ÖVP ile koalisyon için birbirleriyle yarışıyorlar”

Bütün diğer partiler ve buna SPÖ, Yeşiller Partisi de dahil neoliberal bir parti olan ÖVP ile koalisyon ortaklığı için adeta birbirileriyle yarışıyorlar.

Avusturya’nın farklı eyaletlerinde onların koalisyon ortaklıklarının örneklerini gördüğümüz gibi daha önceki dönemlerde ülke genelinde de onların koalisyon hallerine tanık olduk. 

Bu partiler neoliberal ÖVP koalisyona girerek iktidar hırsları uğruna mevcut düzen içinde yedeklenmek ve böylelikle az buçuk sosyal yönlerini de tamamıyla tasfiye etmekten geri durmuyorlar. 

“SPÖ, inandırıcılığı yitirmiştir”

SPÖ çok uzun bir süredir çalışanların partisi olma iddiasını ve seçmende inandırıcılığını yitirmiş durumdadır.

Yeşiller ise çalışan kesimlerin sorun ve talepleriyle ilgili bir programa sahip değildir, fakat dünyadaki iklim krizi bu kadar medya tarafından popüler biçimde gündeme getirilirken parti amblem ve logosu yeşil olan bir parti sempatik görünüyor.

Her iki partide herhangi bir sistem eleştirisini getirmiyor. 

Oysaki kapitalist sistem ve onun üretim ilişkileri, biçim ve tarzı hem doğaya ve onun parçası olan insana ve diğer canlılara ve çevreye zarar veriyor.

Reformcu olan bu bahsettiğim partiler hırsları ve güce ortak olma arzuları uğruna bu çöküşün uzatmalara girmesine yedeklenmeyi yeğliyorlar.

Dolayısıyla, mevcut siyasete yedeklenmek isteyen tüm partilere gidecek her oy, neoliberal ve ırkçı bir siyasetin devamına verilecek bir oy olacaktır. 

O yüzden, 29 Eylül’de seçmenin işi çok kolay; ya neoliberal ırkçı bu siyasetin devam etmesi üzere diğer partilerden yana oy tercihini yapacak, ya da tabandan yukarıya örgütlenmek ve çalışanın sesini yükseltmek ve kendi hayatını kendi ellerine almak üzere, siyasete müdahil olma adına tercihini bizden, yani KPÖ’den yana kullanacak.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU