Suriye’de bir devrin sonu

Dr. Cemal Kazak, Independent Türkçe için yazdı

Suriye'de 61 yıllık Baas rejiminin çökmesi ve Esad ailesi döneminin sona ermesiyle ülkenin çeşitli kentlerinde Beşar Esad'in babası Hafız Esad'ın heykelleri yıkılıyor. Tartus kentindeki dev Hafız Esad heykeli de yıkılan heykeller arasında. Fotoğraf: AA

“Ümmetun Arabiyyetun Vâhide, Zâte Risâletun Hâlide” (Ebedî Misyona Sahip Tek Arap Ulusu) sloganı ile Avrupa’nın yaşadığı Rönesans benzeri bir aydınlanmanın Arap dünyasında da gerçekleşebileceğine inanan, bu duygularla Baas Partisini kuran Mişel Eflak’ın Baas’ı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu halklarına kan ve gözyaşından başka bir şey getirmedi.  

Ne birlik, ne özgürlük ne sosyal adalet hepsi bir ütopyadan ibaret!

Ortadoğu'nun geçtiğimiz yüzyılına damgasını vuran, Suriye toplumsal, kültürel ve siyasî hayatında köklü değişikliklere neden olan, emperyalist ülkelerin sömürü düzenine karşı milliyetçi bir tepki olarak ortaya çıkan Baas Partisi, aradan 61 yıl kadar uzun bir süre geçmesine rağmen “birlik, hürriyet ve sosyalizm” hedeflerinden hangisini gerçekleştirebilmiştir? Suriye ve Irak’ta iktidar olmayı başaran Baas Partisinin bu ülkelerde ortaya koyduğu yönetim tecrübesi kendi ideolojisi ile örtüşmekte midir? 

Nedir bu Baas? 

“Baasçılar Baassız, Baas Baasçılarsız, elleri kana bulanmış, zulüm ve öldürmede birbirleri ile yarışıyorlar…” Baasçılar’a yöneltilen bu sözler kendisi de Baas’ın en önemli şahsiyetlerinden birisi olan Sami Cündî’ye ait. Cündî, “el-Baas” adlı eserinde Baas Partisinin işlediği katliamları, Suriye halkına reva görülenleri, rejim tarafından halka karşı işlenen suçları ve Arap ümmeti diye başladıkları yolculuğun zindanlarda nasıl son bulduğunu detaylı bir şekilde anlatmaktadır.

Aynı şekilde Baas’ın iki kurucu liderinden birisi olan Selâhaddin Bîtârın itirafları Baas Partisinin Suriye halkına yaşattıklarını göstermesi açısından bütük önem taşıyor, Bitar’ın 1980 yılında İhyâü’l-Arabî dergisinde Suriye halkına yönelik olarak kaleme aldığı “Afveke Şa’bu Sûriyyetü’l-Azîm…” (Afedersin, Büyük Suriye Halkı) diye başlayan yazısında yaşatılan acılara karşı Suriye halkının göstermiş olduğu sabır, şecaat ve fedakârlıklardan övgüyle bahseden Bîtâr, rejimin mezhepçi politikalarını ve Suriye halkına karşı yaptığı acımasız uygulamaları ifade ederken, Baas Partisinin yaşattığı acılardan dolayı Suriye halkından özür dilemiştir.

Bir tarih sona erdi: Şam düştü Esed devrildi. Heyetu’t-Tahrîri’ş-Şâm  (HTŞ) liderliğindeki muhalif grupların 8 Aralık 2024’te başkent Şam’a girmesiyle Suriye'de 61 yıllık Baas Rejimi, 54 yıllık Esed ailesi devri sona erdi. Pan-Arap sosyalizminden askeri diktatörlüğe oradan da Esedizm’e evirilen parti, 1963’ten bu yana Suriye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısını şekillendirdi. Peki, Ortadoğu’da birçok ülke liderime ilham kaynağı olan Baas Partisi nedir? Baas nasıl bir ideolojiye sahip? Zamanla nasıl evirildi? Suriye’de rejimin düşmesi Baasçılığın sonu mu demek? 

Arap Sosyalist Baas Partisi kuruluş ve ideolojisi nedir? 

XX. yüzyıl Ortadoğu siyasî hayatına bakıldığında hiç şüphesiz ki kitleleri harekete geçiren, Ortadoğu toplumlarını ve siyasî hayatını derinden etkileyen ideolojilerden biriside hiç şüphesiz ki Baas olmuştur. Emperyalist ülkelerin sömürü düzenine karşı “Ebedî Misyonu Olan Tek Arap Ulusu” sloganıyla bütün Arap ülkelerini tek bir çatı altında toplayarak sosyalist, laik, Pan-Arap bir yönetim kurmayı hedefleyen Baas ideolojisi köylüler, orta sınıflar ve öğrenciler gibi toplumun farklı katmanlarını etkilemeyi başarmıştır. Kuruluş hedefi olarak yapay sınırlar ile birbirinden ayrılmış ve Batılı devletler tarafından kalkınmaları engellenmiş Arap toplumlarını birlik, özgürlük ve sosyalizm ilkelerine dayanarak tek bir çatı altında toplamak olarak belirleyen Baas Partisi bu ideallerden hiçbirisini gerçekleştiremeden yıkılmıştır.  

Baas denince ilk akla gelen isim hiç şüphesiz ki Mişel Eflak ve Selahaddin Bîtâr’dır. Baas ideolojisinin fikir babası ve iki kurucusundan birisi olan Mişel Eflak, 1910 yılında Şam’da Hristiyan Ortodoks bir ailede dünyaya gelmiştir. Orta öğrenimini Suriye’de Fransız okullarında tamamlayan Eflak, Sorbon Üniversitesinde Hukuk ve Felsefe eğitimi almıştır. Eflak’ın yol arkadaşı Selahaddin Bîtâr da 1912 yılında Şam’da Sünnî dindar bir ailede dünyaya gelmiştir. Fransa’da Fizik eğitimi almış, diğer Suriyeli öğrenciler gibi Avrupa’da yaygın olan siyasî fikirlerden etkilenmiştir. Fransa’da bulunduğu yıllarda kendisi gibi eğitim için Paris’te olan Mişel Eflak ile tanışan Bîtâr, filozof Henri-Louis Bergson'un fikirlerinden etkilenmiş, komünizme ilgi duymuştur. Her iki düşünürün komünizm ilgisi çok uzun sürmemiştir. 7 Nisan 1947’de Suriye’nin başkenti Şam’da kurulan Baas ideolojisinde Arap birliği (Arap milliyetçiliği) “Ümmetun Arabiyyetun Vâhide, Zâte Risâletun Hâlide” (Ebedî Misyona Sahip Tek Arap Ulusu) sloganı ile en başat konumda idi.

Partiye verilen Baas ismi (Diriliş), Orta Çağ Avrupa’sında kültür, siyaset, politika, sanat ve eğitim alanlarında gerçekleşen yenilenmeyi, ifade eden Rönesans kavramına atıfta bulunmaktaydı. Bu anlamda Eflak ve Bîtâr’a göre Baas kelimesi Avrupa’nın yaşadığı şekilde bir yenilenmenin ve uyanışın Arap dünyasında da gerçekleşebileceğine işaret ediyordu. Eflak ve Bîtâr’ın Arap ulusunun yeniden dirilişini temsil edecek siyasî patiye Baas adını vermeleri manidardır. Arap dilinde “diriliş” anlamına gelen “nahda” ve “ihya” gibi kelimeler yerine İslâmî literatürde Allah’ın öldükten sonra insanları yeniden diriltmesini ifade eden “Baas” kelimesinin seçilmesi, bir nevî Allah’a ait olan yeniden diriltme eylemine seküler bir meydan okumayı da içinde barındırmaktadır. 

Baas iktidarı nasıl ele geçirdi?

8 Mart 1963 tarihinde Suriye başka bir darbe girişimine daha şahit oldu. Baas lideri Mişel Eflak’ın onay verdiği partinin askerî komitesine (Alevî subayların kontrolünde) mensup Baasçı subaylar; Muhammed Umran, Salah Cedid ve Hâfız Esed’in başını çektiği, Râşid Kıtini, Muhammed Sufî, Ziyad Harîrî gibi Nâsırcı ve bağımsız subayların da destek verdiği askerî darbe ile Arap Sosyalist Baas Partisi Suriye’de yönetimi ele geçirdi. 

Baas Partisinin askerle ilişkisi erken dönemlere dayanmaktaydı. Özellikle Eflak’ın derslerine katılan ve onun fikirlerinden etkilenen öğrencilerin çoğu askerî okullara girmiş ve bu öğrencilerle Partinin ilişkisi zaman içinde de devam etmiştir. Baas’ın 1949 yılındaki seçimlerde 114 üyeli parlamentoda sadece 1 koltuk kazanması, aynı şekilde 1954 ve 1962 yılında yapılan seçimlerde sadece %14 oy alması Baas’ın kitle partisinden çok bir azınlık partisi olduğunu göstermesi açısından önemlidir. 

1963 darbesinin sabahında Baas’ın üye sayısının 500’ün altında olması bu durumu doğrular niteliktedir. Bu sonuçlar Baas’ın ordu ile ilişkilerini geliştirmesindeki en önemli etkendir. Eflak, Suriye'deki siyasî yapının demokratik yollarla kırılamayacağını, ordunun iktidara gelmekteki önemini fark etmiş, bu bağlamda Suriye ordusu içinde önemli derecede etkiye sahip olan Arap Sosyalist Partisinin lideri Ekrem Hûrânî ile birleşme kararı almıştır. Hurani ile ortaklığı iyi değerlendiren Baas liderleri bu yolla Ordu içinde daha etkili olma fırsatı yakalamış oldu.  

Eski kuşak baasçıların tasfiyesi ve neo-Baas dönemi

1963 darbesinden sonra Baas’ın askerî kademesindeki liderler arasında iktidar mücadelesi baş göstermiş, Orduda yükselme liyakat esasından çok mezhep ve aşiret temeline dayanmaya başlamıştır. 1968 yılı itibariyle Suriye’de Salah Cedid ve Hâfız Esed arasındaki rekabet yönetim krizine dönüşecek bir boyut almıştır. Partinin sivil kanadında Cedid etkisini arttırırken askerî kanadında Esed hâkimiyetini kurmuştur. 

Baas’ın askerî kanat üyesi olan Nusayrî Salah Cedid tarafından gerçekleştirilen 23 Şubat 1966 darbesi, Suriye’de iktidarı ele almasının ardından Baas’ın kendi içinde gerçekleşen ilk darbe olması açısından önemlidir. Baas iktidarına rağmen Salah Cedid’in kendi partisine karşı yapmış olduğu bu darbe ne anlama geliyordu? Parti içindeki ideolojik bir bölünmenin sonucu muydu? Yoksa parti içi iktidar mücadelesinden mi ibaretti? Buna göre Parti içindeki bölünme Partinin kurucu nesli olarak kabul edilen ilk nesil liderlerle (Eflak, Bîtâr gibi) ikinci nesil liderler -aşırı sol düşünceye sahip Salah Cedid ve Ahmed Suveydânî gibi- arasındaki kuşak çatışmasından kaynaklanmaktadır. 1966 darbesinin ardından gelen dönem, Suriye ordusunun kırsallaştığı; mezhep, bölge ve aşiret bağları temelinde istismar edilmesinin zirve yaptığı bir dönem olmuştur. Suriye Silahlı Kuvvetleri’nde büyük gerilemeye neden olan bu uygulamalar, Sünnîler ile dinî azınlık mensubu subayların iki kampa bölünmesine yol açmıştır.

Bu sebeple gerek Baas’ın iktidarı ele aldığı 8 Mart 1963 gerekse 23 Şubat 1966 darbesinin ardından askerî komite tarafından gerçekleştirilen tasfiyeler bugünün Suriye’sinin ve rejimin doğru anlaşılmasına olanak sağlayacaktır. Şöyle ki 8 Mart darbesinden sonra Şamlılardan, Nâsırcılardan ve birlik yanlısı bağımsızlardan oluşan yaklaşık 700 kişi ordudan tasfiye edilerek yerlerine herhangi bir askerî eğitime sahip olmayan fakat Baas Partisi üyesi azınlıklara mensup 900 subay alınmıştır. Aynı şekilde Emin Hâfız destekçisi 400 kadar subay ordudan ihraç edilmiştir. 1965 yılına gelindiğinde orduda mezhebe dayalı yerleştirmelerin boyutunun ürkütücü seviyeye geldiği görülmektedir. Alasdair Drysdale, ordudaki azınlıklara mensup subayların toplam subay sayısına oranını %70, Sünnî subayların oranını ise %25 ila %30 oranında tahmin ediyordu.

1967 yılına girildiğinde Suriye ordusu iki bin iki yüzden fazla subay ve üç bin civarında yedek subay kaybetmişti. 1967 savaşında İsrail karşısındaki yenilginin sebeplerinden birinin de Suriye ordusunun eğitimsiz, savaş meselelerinden anlamayan Parti mensubu askerlerden oluşmasıdır.

Neo-Baas Dönemi’nin Nusayrîlikle özdeşleştirildiğini söyleyebiliriz. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu dönemde ordudan ciddi sayıda Sünnî subayın tasfiye edilmesi, bunların yerine Nusayrî kökenlilerle azınlıklara mensup subayların getirilmesi, aynı şekilde Dürzî subay Selim Hatum’un “Sonsuz Misyonu Olan Arap Devleti” yerine “Sonsuz Misyonu Olan Alevî Devleti” şeklindeki ifadeleri bu kanaati kuvvetlendirmektedir. Bu sebepledir ki Salah Cedid kendisi cumhurbaşkanı olmayarak devlet başkanlığına Sünnî Nureddin Atâsî’yi getirmiştir. Bu görevlendirme ile iktidarının Nusayrîlikle özdeşleştirilmesinin önüne geçmek istemiştir.

Baas iktidarı nasıl Nusayri azınlık rejimine dönüştü?

Suriye’de egemen unsur olan büyük toprak sahipleriyle şehirli Sünnî tüccar elitlerdi. Baas’ın ortaya koyduğu sosyalist ilkelerin (toprak reformu gibi) köylü çıkarlarını teşvik etmesi, kırsal kesimdeki yoksul kasabalarda hareketin taban tutup destek bulmasına imkân sağlarken Partinin sosyalizm vurgusu geleneksel Sünnî elitler, yerel tüccarlar ve toprak sahipleri ile arasındaki ilişkiyi olumsuz etkilemiştir. 

Ordu, Baas Partisini iktidara taşıyan kurum olarak ayrı bir yere sahiptir. Zira Baas’ın sosyal tabanını oluşturan kitlelerin önemli bir kısmını ordu mensupları oluşturmaktadır. Fransızların manda yönetiminde uyguladıkları siyaset sonucunda azınlıkların çocukları askerî akademileri tercih etmeye başlamış, bu nedenle Alevî ve Dürzî azınlıkların ordu içindeki ağırlığı artmıştır. Bu durum, Baas’ın sonraki yıllarda ordu içindeki Nusayrî ve Dürzî azınlıklara mensup subaylar içinden daha fazla destek almasını sağlamıştır.

Fransız işgali sırasında Arap milliyetçiliğinin öncülüğünü yapan zengin Sünnî Arap toprak sahipleri ve tüccar aileler emperyalist Fransız çıkarlarına hizmet etmemiş olmak için çocuklarını subay olarak askere göndermemişler, bu şekilde azınlıkların Suriye Silahlı Kuvvetleri’nde güçlü bir şekilde temsil edilmesine dolaylı olarak katkıda bulunmuşlardır. 

Azınlıkların Suriye Silahlı Kuvvetleri’nde güçlü bir şekilde temsil edilmesinde sosyo-ekonomik etkenlerin önemli rolü olduğunu söyleyebiliriz. Yoksul, kırsal kesimden gelen birçok kişi, askerlik mesleğini toplumsal statüsünü yükseltmenin, tarım sektörüne oranla daha rahat bir yaşama kavuşmanın yolu olarak görmüştür. Üst rütbelere gelen azınlık mensupları bağlı bulundukları mezhep ve aile çevresinden kişilerin askerî okullara girmelerine de imkân sağlamışlardır.

Sünnî subaylar; Şamlı, Humuslu ve Hamalı gibi ayrımlar çerçevesinde kendi arasında güç mücadeleleri yürütürken yaşanan tasfiyeler sonucunda Sünnî elitlerin ordu içindeki nüfusu ciddi anlamda zayıflamış, böylelikle azınlıklara mensup subaylar Baas’ın iktidara taşınmasında önemli bir rol üstlenmişlerdir. Baas Partisi aynı zamanda, Suriye siyasî hayatını elinde bulunduran az sayıdaki şehirli büyük aileyi temsil eden ve bunların çıkarlarını ifade eden partiler (Kütletü’l-Vataniyye-Hizbû’l-ʿAmâli’l-Kavmî) ile liderlerin hâkimiyetine karşı bir meydan okumayı temsil etmektedir.

Baasın ideolojik dönüşümü

Zaman içinde gerek uluslararası konjonktürün etkisi gerekse iç politik gelişmeler Partinin erken dönem ideolojisinden sapmalara neden olurken Parti içi çekişmelerin de fitilini ateşlemiştir. Birçok analist ve araştırmacı Partinin kuruluş döneminde birçok farklı ideolojiyi bünyesinde barındırmasından dolayı bölünme ve çatışmayı da içinde bulundurduğunu ifade etmekteydi.

1962 yılında gerçekleştirilen beşinci kongre Parti içindeki ayrışmanın açığa çıkması açısından önemlidir. Bir tarafta Baas’ın eski kuşak kurucu liderleri Mişel Eflak, Selâhaddin Bîtâr ve Emin Hâfız diğer tarafta ise ikinci kuşak Baasçılardan oluşan Salah Cedid, Hâfız Esed ve Muhammed Umran vardı. Kıyâdetu’l-Kavmiyye olarak anılan eski kuşak Baasçılar, Pan Arabizm ülküsünde ısrarcı olduklarından yapılan hatalar gözden geçirildikten sonra Mısır’la yeniden birleşmeyi savunuyorlardı. Diğer tarafta Mısır’la gerçekleştirilen birliğin beklenen başarıyı gösterememesinden kaynaklanan hayal kırıklığı ikinci kuşak Baasçılar tarafından erken dönem Arap birliği ideolojisinin sorgulanmasına neden oldu. 

Kıyâdetu’l-Kutriyyîn (Bölgeciler) olarak isimlendirilen yeni nesil Baasçılar 1960’ların uluslararası konjonktürüne uygun olarak Ortadoğu’da ve özellikle üçüncü dünyada yaygınlık kazanan sosyalist düşünceye vurgu yapmışlardır. Eski kuşağın milliyetçi söylemlerine karşı yeni kuşak, “İlk Önce Suriye” sloganı ile Suriye’deki ekonomik ve toplumsal sorunlar çözülmeden herhangi bir birlik projesine girilmesinin sağlıklı olmayacağını, bu şekilde bir Arap devleti kurulmasının mümkün olmadığını savunmuştur.

Partide görülen asker ve sivil şeklindeki ayrışma, zaman içinde daha da keskinleşmiştir. Partinin askerî komitesi, özellikle orduya yeni alınan azınlık mensubu subayların da etkisiyle daha da güçlenmiştir. 1963 yılında yapılan altıncı kongrede alınan kararlar bize Partinin Pan Arabizm fikrinden Marksist-Leninist sosyalist bir partiye dönüştüğünü göstermektedir.

Darbenin ardından başlayan tasfiye sürecinde kurucu eski kuşak liderler tutuklanmış; Mişel Eflak Irak’a, Selâhaddin Bîtâr ve Münif Rezzaz Lübnan’a gönderilmiştir. Bu değişim, Baas Partisinde bundan sonra Kavmiyye’nin (Arap milliyetçiliği) değil, Kutriyyun’un (vatanseverlik) politikalarının uygulanacağı anlamına gelmekteydi. Partinin kurucu lideri Mişel Eflak, bu yaşananları “Artık partimi tanıyamıyorum, bu parti benim mi, bu ilkeler benim mi?” diyerek hayretle karşılamıştır. Selahaddin Bîtâr ise 1966 darbesini “Baasçı politikaların Suriye’de sona ermesi şeklinde” yorumlamıştır.

Salah ve Esed arasındaki rekabet, Parti ve ordu içindeki karşılıklı tasfiyelerle zirveye ulaşmış, ülke içinde “sulta izdivaciyye”den (ikili iktidar) söz edilmeye başlanmıştır. Mısır Devlet Başkanı Nâsır’ın cenazesinden dönen Esed, ülkesindeki iktidar boşluğunu somut bir şekilde fark etmiş, 1949 yılında Hüsnü Zaim ile başlayan darbeler sürecine son verecek olan darbeyi 13 Kasım 1970’te gerçekleştirmiştir. Cedid ve Nureddin Atâsî başta olmak üzere Partinin bütün liderleri tutuklanmış, Suriye siyasetinde yeni bir dönem başlamış Esed Suriye’nin ilk Nusayrî kökenli devlet başkanı olmuştur. Esed, bu girişimi darbe olarak değil “Hareketü’t-Tashîhiyye” (Düzeltme Hareketi) olarak isimlendirmiş. 1949 yılında Hüsnü Zaim ile başlayan darbeler zinciri, Hâfız Esed’in 1970 yılında gerçekleştirdiği darbe ile son bulmuştur.

Esed’in paradoksal bir şekilde iktidara yükselişi

Ekim 1930’da Lazkiye’nin Kırdaha kasabasında Nusayrî kökenli orta sınıf bir ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Hâfız Esed, lise yıllarında Baas Partisinin Arap milliyetçiliği düşüncelerinden etkilenerek partiye üye olmuş ve Fransa karşıtı eylemlere katılmıştır. Baas rejiminin Suriye’de iktidarı ele aldığı 1963 darbesinde aktif rol alan Esed, darbenin ardından Hava Kuvvetleri Komutanı olmuştur.

Baas’ın askerî kanadından sorumlu olan Esed, iktidarı ele almadan önce ordudaki kritik görevlere aşiretinden ve akrabalarından kendisine yakın kişileri yerleştirerek gücünü sağlamlaştırmıştır. 1966-1970 yılları arasında kendisi gibi Nusayrî arkadaşı Salah Cedid ile girdiği iktidar mücadelesinde kansız bir darbe ile iktidarı ele geçirmiştir. Hâfız Esed’in ülkedeki en yüksek yönetim erkinin başına geçmesi, Alevîlerin sosyoekonomik geri kalmışlıktan Suriye’nin siyasî hayatında geçirdikleri dikey evrimin ulaştığı noktayı sembolize eden önemli bir gelişmedir.

Esed’in paradoksal bir şekilde iktidara yükselişi dikkat çekilmesi gereken bir noktadır. 1967 Arap-İsrail savaşında o dönemin Savunma Bakanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı olarak Golan tepelerinin kaybedilmesinden sorumlu olan Hâfız Esed’in sicili enteresan bir şekilde bu olaydan olumsuz etkilenmemiştir.

Bir diğer olay ise Kara Eylül katliamında Suriyelilerin Filistinlilere yardım girişimlerinin Esed tarafından şaşırtıcı bir şekilde engellenmiş olmasıdır. Haziran Savaşı’nda, nakliye araçlarına yoğun ihtiyaç duyulan bir zamanda bu araçlar, Kunaytıra’da ikamet eden Nusayrî subayların ailelerini ve eşyalarını nakletmek için sevk edilmiş, Golan’daki askerî birliklerin yiyecek stokları anlamsız bir şekilde kesilmiştir

Bölgenin Suriye için stratejik önemine rağmen savaşta İsrail’e karşı direnç gösterilmemiş, Şam radyosu daha İsrail birlikleri kente girmeden Golan’ın düştüğünü ilan etmiştir. Golan’da beş yıl istihbarat subayı olarak görev yapan Mustafa Halil, İsrail askerleri bölgeye ayak basmadan 17 saat önce yayımlanan 66 No.lu bildiri (Esed imzalı) ile Kunaytıra’nın da düştüğünün ilan edildiğini ifade etmektedir. İddia edilen bu olaylar başka bir ülkede yaşansa sorumlularının en hafif ihtimalle yargılanıp hesap vermesi gerekirken Esed, bu ithamların hiçbirisinden olumsuz yönde etkilenmemiştir.

Hama ve Tedmur katliamları

Suriye halkının kollektif hafızasında ciddi bir travma etkisi meydana getiren, Ortadoğu’nun yakın tarihinde bir devletin kendi vatandaşlarına uyguladığı en acımasız kıyımlardan birisi olan Hama katliamı, Baas rejiminin muhaliflere karşı ne kadar gaddar ve acımasız olabileceğini göstermesi açısından önemlidir.

Muhafazakâr bir yapıya sahip olan Hama şehri, iktidara geldiği 1963 yılından beri Baas rejimi ile çatışmaya girmiş, Sünnî muhalefetin ve İhvân’ın kalesi konumunda olmasından dolayı her zaman rejimin şüphe duyduğu bir şehir olmuştur. 1970 yılında iktidarı ele alan Esed, çoğunluğunu Sünnî Müslüman halkın oluşturduğu muhalifler üzerinde her geçen gün baskısını artırmıştır. Rejimin kolluk kuvvetlerinin halka uyguladığı sıkı kontroller, aşağılama ve taciz insanları canından bezdirmiş, hayatı yaşanamaz hâle getirmiştir. 

Hâfız Esed’in 1973 yılında yürürlüğe koyduğu anayasada Suriye siyasî geleneğine aykırı olarak devlet başkanının Müslüman olma şartını kaldırması, gerek Suriye halkında gerek din adamlarında büyük rahatsızlık uyandırmış, günlerce süren gösterilere neden olmuştur.

1981 yılının aralık ayında Hama’da olaylar çıkmış, Ocak ayında içlerinde İhvân mensuplarının da olduğu İslâmcı militanlar Hama’da şehrin kontrolünü ele alarak camilerin minarelerinden halkı Esed rejimine karşı sivil itaatsizliğe ve silahlı ayaklanmaya çağırmışlardır.

2 Şubat 1982 günü Hâfız Esed’in kardeşi Rıfat Esed’in başında bulunduğu Muhafız Tugayları, Hama şehrini kuşatma altına almış, havadan uçak ve helikopterle, karadan ise top ve tanklarla şehri bombardımana tutmuştur. 21 gün süren kuşatmanın ardından şehirde taş üstünde taş kalmamıştır. Yapılan tespitlere göre 38 cami ve İslâmî merkez yok edilmiş, 4 kilise yıkılmış, birçok cami büyük hasar görmüştür. Bu esnada yıkılan kiliseler arasında tarihî el-Cedide kilisesi de bulunmaktaydı. İnsan hakları örgütlerinin raporlarına göre Hama’da yaklaşık 40 bin kişi hayatını kaybetmiştir.

Katliamdan kurtulanların anlattıklarına göre yollarda çürüyen cesetlerin kokuları bütün şehri kaplamıştır. Yıkılan binaların altında kalan yaralılara bile müdahale edilmesine izin verilmemiş, ölenlerin cesetleri toplu olarak gömülmüştür. Yapılan tecavüzlerin ve işkencelerin boyutları insanın kanını donduracak dereceye gelmiştir. Görgü tanıklarının ifadesine göre rejim askerleri insanlara mesleklerini soruyor ona göre ceza veriyorlardı. Örneğin göz doktoru olan birisinin gözünü oyarak cezalandırıyorlardı

Yaralılara yapılacak tıbbî müdahalelere izin verilmemesi nedeniyle birçok yaralı ölüme terk edilmiştir. Hastaneler sürekli saldırıya uğradığından 185 hasta hastanede hayatını kaybetmiştir. Hamile kadınlar ve bebekler dahi katledilmiştir. Şehre giriş çıkış yasak olduğu için yiyecek sıkıntısı baş göstermiş, masum insanlar açlıktan hayatlarını kaybetmişlerdir.

Benzer şekilde çok büyük katliamların yapıldığı bir diğer yer ise Tedmur(Palmira) hapishanesiydi. Suriye Devlet Başkanı Hâfız Esed yapılan bir başarış süikast girişimi bahane edilerek Hâfız Esed, kardeşi Rıfat Esed’e Tedmur Hapishanesi’ndeki İhvân mensuplarının öldürülmesi emrini vermiştir. Rıfat Esed, komutasındaki savunma tugaylarından oluşan grupları helikopterlerle Tedmur Hapishanesi’ne göndermiştir. Bu ölüm tugayları hücrelere girerek saatlerce gelişi güzel ateş açmış, yaklaşık 600 ila 1000 kişiyi soğukkanlı bir şekilde öldürmüştür. Nakledildiğine göre ölenlerin bazıları “Allâhu Ekber” diye bağırırken bazıları çaresizlik içinde yardım istemeye çalışmıştır. 

1981 yılının şubat ayında Tedmur Hapishanesi’ne yakın bir yerde dürbünle çölü gözetleyen bir Alman petrol uzmanı, yüzlerce tutuklunun vahşi bir şekilde katliama tabi tutulduğuna bizzat tanık olmuş ve bunu Alman basınına yazmıştır:

“Asker üniformalı kişiler, muhtemelen Rıfat Esed’e bağlı birliklerden, tutukluları kelepçelediler ve zırhlı araçlara bağladılar, sonra zırhlı araçları birbirine ters yönde sürdüler ve böylece tutukluları iki parçaya ayırdılar. Daha sonra traktörler çok büyük mezarlar hazırladı ve cesetleri buraya toplu olarak gömdüler”

Esed’in siyasî rakipleri için bir ölüm kampına dönüştürdüğü Tedmur Hapishanesi’nde uzun yıllar mahkûm olarak kalan Ali Ebû Dehin şöyle demektedir: “Hapishaneye girdiğimizde bize şöyle dediler, burası sizin son varış yeriniz, burası cehennem, buraya Allah bile ancak Reis Hâfız Esed’in emriyle girebilir o da buraya Allah’ın girmesini yasakladı. Kimseyi beklemeyin. 

Baas rejimi Hanunu, Rakka, Humus Hola, Baba Amr, Sermede Köyü gibi birçok katliam yapmış Suriye halkına büyük acılar yaşatmıştır. 

Rejimin yaptığı bu katliamlar Baas rejiminin muhalif seslere karşı ne kadar sert ve acımasız olabileceğini göstermiş ve topluma korku yaymıştır. Özellikle Hama katliamı, Suriye muhalefet tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Hama katliamı ile rejim sadece İslâmî muhalefeti etkisiz hâle getirmekle kalmamış, aynı zamanda sivil toplumun, demokrasinin, çok partili siyasî hayatın ve özgürlüklerin yeşermesi umudunu da yok etmiştir. Nusayri-Sünnî ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiş, yaşanan kitlesel katliamlar, Suriye halkında geleceğe yönelik nefret ve intikam tohumlarının ekilmesine neden olmuştur.

Patrick Seale, rejimin yaptığı bu katliamlarla ilgili olarak şöyle söylemiştir: “Esed; vahşi bir karşı teröre, rastgele tutuklamalara, dayağa, işkenceye, şüphelileri barındırdığı düşünülen binaları yerle bir etmeye, sanıkların ailelerine karşı misillemelere ve toplu katliamlara başvuruyor. İfadelerini kullanmıştır. 

Sonuç 

Arap halklarının tarihin en eski ve en gelişmiş halklarından biri olduğunu fakat zaman içinde zayıflayarak emperyalist güçlerin etkisine girdiğini söyleyen Eflak, Arap toplumunu yeniden canlandırmak ve eski ihtişamlı günlerine döndürmek gibi kutsal bir vazifesi olduğuna inanmaktadır. Bu nedenle de Partinin adını Arapların yeniden dirilişini ifade eden “Baas” yani (diriliş) koymuştur.

Aradan geçen uzun süreye rağmen ortaya çıkan manzara Eflak’ın hayalleri ile örtüşmemektedir. Suriye’nin çok sesli demokratik siyasî yapısının bir ürünü olarak ortaya çıkan Baas Partisi, aynı hoşgörüyü farklı siyasî yapılara göstermemiştir. İlkelerinden biri “hürriyet” olan Baas, İktidar olduktan sonra bütün siyasî partilere yasak getirmiş, hiçbir zaman etkin bir muhalefete izin vermemiş, her iki ülke pratiğinde de tek partili, tek adamlı otoriter bir rejime dönüşmüştür.

Demokrasinin, fikir hürriyetinin, şeffaflığın adının dahi duyulmadığı bu ülkelerde rejimin güvenliğini önceleyen; siyasal, ekonomik ve toplumsal hayatı kontrol altında tutan bir iktidar mekanizması kurulmuştur. “el-Muhâberat” adlı istihbarat yapılanması ile rejim muhalifleri yok edilmiştir.

Baas Partisi; ordudan eğitime, ekonomiden medyaya toplumun bütün alanlarını kontrol altında tutmuş, toplumun farklı kesimlerini Parti çatısı altında toplayarak Suriye’yi neredeyse bir çeşit Baas ülkesi hâline getirmiştir. el-Cezîre muhabiri Ahmet Mansur’un Iraklı Baasçı Salah Ömer Ali’ye sorduğu “Baas’ın vatandaşlık tanımı nedir?” sorusuna Salah Ömer, “Partiye sadakatine göre değerlendirme yapılıyordu. Eğer partiye yakınsa ya da partiye üye ise iyi bir vatandaş, eğer partiden uzak ise ya da ona muhalif ise şüpheli vatandaş olarak değerlendiriliyordu.” cevabını vererek Partinin kendi vatandaşlarına bakış açısını göstermiştir.

Baas Partisi, sadece Suriye vatandaşlarına karşı kötü muamelelerde bulunmamış, kendi üyeleri ve Partinin etkili isimleri de benzer kaderi paylaşmıştır.

1989’da Paris’te ölen Eflak’ın Suriye’ye defn edilmesine izin verilmemiş Bağdat’ta toprağa verilmiştir. Fransa’da hayatını devam ettiren ve Suriye rejimine karşı muhalefete başlayan Bîtâr, 1980 yılında rejime bağlı ajanlar tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen bir suikast sonucu hayatını kaybetmiştir. Askerî komitenin diğer üyeleri olan Muhammed Umran ve Selim Hatum da benzer şekilde rejim tarafından tasfiye edilmiştir.

Hâfız Esed’le girdiği iktidar mücadelesini kaybeden Salah Cedid, tutuklanarak hapse atılmış, ölene kadar hapiste kalmıştır. Ürdün’de vefat eden Ekrem Hûrânî’nin cenazesinin dahi Suriye’ye getirilmesine izin verilmemiştir. Baas rejimi, kendi liderlerine de idam, işkence benzeri acımasız uygulamalar yapmaktan çekinmemiştir.

Tüm bunlar göstermektedir ki emperyalizmin boyunduruğu altında iç savaşlarla ve toplumsal sorunlarla mücadele eden Arap halklarını tarihteki ihtişamlı günlerine döndürmek hedefiyle yola çıkan Baas Partisi, kuruluşundan kısa bir süre sonra parti içi ihtilaflar sonucu farklı hiziplere bölünmüştür.

Arap birliği düşüncesi kişisel ve bölgesel rekabetlere kurban edilmiş, sözü edilen özgürlük ideali gerçek anlamda hiçbir zaman hayata geçirilememiştir. Sosyalizm hedefi ise zaman içinde tüccarların istekleri doğrultusunda liberal politikalara evrilerek sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Aradan 70 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen halkına yönelik her türlü baskı ve sindirme politikalarını meşrulaştıran Baas iktidarlarının günümüzde sadece diktatörlük, baskı, gözyaşı ve katliamlarla anılması, kelime anlamı “diriliş” olan bir siyasal hareketin zaman içinde nereye evrildiğini göstermesi açısından önem arz etmektedir.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU