Tarih boyunca takvimlerin serüveni

Bu hafta Logos'ta takvimlerimizi başa sarıp insanlığın binlerce yıllık yolculuğuna dalacağız

İnsanlar binlerce yıldır zamanı ölçmek ve geleceği planlamak için çeşitli yöntemler geliştirdi (Pexels)

Keşfiyle medeniyetin tarihini baştan yazan Göbeklitepe'de bilinen en eski takvimin bulunduğu iddiaları, arkeoloji dünyası ve kamuoyunun dikkatini üzerine çekti.

Ağustosta çıkan bir makalede Şanlıurfa'daki arkeolojik kazı alanında 12 bin yıllık bir güneş takvimi bulunduğu öne sürülmüştü. 

Ancak Göbeklitepe Kazı Başkanı Prof. Dr. Necmi Karul, çalışmada tutarsızlıklar olduğunu söylemiş, Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Doç. Dr. Halil Tekin de bulguları "güvenilir bulmadığını" dile getirmişti

Bu tartışmalar bir yana takvimlerin binlerce yıllık gelişim ve değişimi, zamanı ölçebilmenin ne kadar hayati olduğunu gösterirken, insanlığın gökyüzüyle kurduğu ilişkinin de en somut kanıtlarından birini sunuyor. Tarih boyunca ortaya çıkan takvimler, çeşitli kültürleri tanıma yolunda adeta bir ayna görevi görüyor.

Bu hafta Logos'ta takvimlerin tarihine doğru Mezopotamya'dan Antik Yunan'a, Asya'dan Amerika'ya uzanan bir yolculuğa çıkıyoruz.

Mezopotamya'yı etkileyen Babil takvimi

Tarih öncesi dönemlerde zamanı ölçmek için geliştirildiği düşünülen çeşitli yöntemler olsa da daha sistematik takvimler yazının icadından sonra ortaya çıkmaya başladı. 

Yaklaşık 5 bin yıl önce Dicle-Fırat Havzası civarında yaşayan Sümerler, yılı 12 aya bölmüştü.

Yaklaşık MÖ 2400'lerde kullanılan bu takvime göre bir yıl 360 günden oluşuyor ve her bir ay, Ay'ın gökyüzünde görülmesiyle başlıyordu. Sümerler günleri 12 eşit kısma, saatleri de 30'ar parçaya ayırıyordu.

Bu dönemde kraliyet yılı da daha net bir biçim alırken, her sene ekinlerin hasadıyla başlıyordu. Tarım faaliyetlerinin, pek çok kültüre ait takvimlerin biçimlendirilmesinde temel bir rol oynadığını göreceğiz.

Kral yeni yılı selamlarken, tanrılara yılın ilk meyvelerini sunuyordu. Bugünkü Irak'ın büyük bir kısmına yayılan Sümerler, bölgedeki kentleri işgal etmeden önce farklı kentlerin farklı ay isimleri kullandığı düşünülüyor.

Örneğin Umma kentinde "Hasat" veya "İlk meyve" anlamına gelen aylar vardı.

Yıllara da isim veren Sümerler, bunu rakamla değil önemli olaylara göre yapıyordu. Örneğin Mezopotamya'nın tarım ve savaş tanrısına ithafen "Ninurta tapınağının inşa edildiği yıl" diye isimler tercih ediliyordu.

MÖ 21. yüzyılda neredeyse 50 yıl hükmeden Kral Şulgi bölgedeki kentleri işgal ettikten sonra çeşitli takvimleri birleştirerek Umma takvimini ortaya çıkarmış, bu da Babil takviminin temelini oluşturmuştu.

Tarihin ilk ay-güneş takvimlerinden birini icat eden Babiller, sonraki kültürlere de önemli şeyler miras bıraktı. 
 

Babiller
Babillerin "Astronomi Günlüğü"nde III. Darius'un 5. yılı 13 Ulūlū'da  (MÖ 20 Eylül 331), Gaugamela Muharebesi'nden 10 gün önce gerçekleşen bir Ay tutulmasından bahsediliyor (British Museum)


Sümerler gibi yılı 12 aya bölüp Ay'ı rehber alan Mezopotamya halkı, mevsimleri Güneş'e göre ayırıyordu. 

Her bir ay, yeni hilalinin görüldüğü gün Güneş battıktan sonra başlıyordu. Yeni yıl da Güneş'e göre belirlenerek ilkbahar ekinoksuna sabitlenmişti. Babiller yılın ilk ayına Nisanu, yani "ilk meyve" adını vermişti. Sümercede "nisag" diye geçen bu sözcük, Türkçedeki 4. ayın da isminin kökeni.

19 yılda bir başa saran Metonik Döngü

Ay'ın Dünya etrafındaki dönüşü yaklaşık 354 gün, Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüşü ise yaklaşık 365,25 gün sürdüğünden bu iki döngü arasında tutarsızlıklar oluşuyordu.

Ay'a göre yapılan ölçümün, tarımsal faaliyetlerin ayarlanmasında elzem olan güneş takvimiyle uyuşması için Babiller enterkalasyon denen bir yönteme başvurdu.

Daha önce Sümer kentlerinin de tercih ettiği bu yöntemde birkaç yılda bir sene sonuna bir ay ekleniyordu. Bu tıpkı bugün kullanılan miladi takvimde 4 yılda bir şubatın sonuna bir gün ekleyerek takvimin, Dünya'nın Güneş etrafındaki hareketleriyle uyumunu korumaya benziyor. 

Umma takviminde 4 yılda bir 12 ayın sonuna bir ay eklenirken, Babiller bunu belirli bir döngüde yapmıyordu.

Takvim ve mevsimler arasında bir tutarsızlık görüldüğünde eklenen bu fazladan aylar, astronominin ilerlemesiyle ancak MÖ 500'lerde bir sisteme oturtuldu. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Gökbilimciler 19 yıl ve 235 aylık bir Ay-Güneş döngüsünde neredeyse mükemmel bir denklik yakalamayı başardı. Bu döngüde ekstra ayın 3, 6, 8, 11, 14, 17 ve 19. yıllara eklenmesiyle sorun çözüldü. 

Babil takviminin etkisi, onları takip eden uygarlıklarda hissedilmeye devam etti. Örneğin Yahudi dini bayramlarının vaktinin belirlenmesinde esas alınan İbrani takvimi bugün hâlâ 19 yıllık döngüyü kullanıyor.

Daha sonra MÖ 5. yüzyılda Yunanlı gökbilimci Meton'un yeniden keşfettiği bu sistem Metonik Döngü diye biliniyor. 

Asurlular da MÖ 1100 civarından itibaren Babillerin ay isimlerini kullanmaya başlamış ve gücünün zirvesindeyken onların ay-güneş takvimini benimsemişti.

Mezopotamya'nın bu dönemindeki diğer takvimler hakkında çok fazla şey bilinmiyor. Ancak Hititlerin de Babiller gibi yılı ilk meyvelerle başlatması, bu uygarlığın etkisinin bir diğer kanıtını sunuyor.

Nil Nehri, Antik Mısır takviminin kalbinde yer alıyor

Mezopotamya'yla birlikte gökcisimlerine bakarak ilk takvimlerin oluşturulduğu Antik Mısır'da yine tarım faaliyetlerinin merkezde yer aldığı göze çarpıyor.

Antik Mısır'da takvim, tıpkı yaşamın kendisi gibi Nil Nehri etrafında şekillenmişti. Her yıl taşan nehir, o sene ne kadar hasat alınacağını belirlemede kritik bir konumdaydı. 

Herodot'a göre Mısırlılara "topraklarını veren nehir" aynı zamanda takvimlerinin de temeli olmuştu. Nil'in yazın sonlarına doğru taşması, etrafındaki toprakları tarım alanına dönüştürmesi açısından önem arz ediyordu.

Nehrin bu dönemde sele yol açarak kentleri yutması tehlikesi de vardı. Mısırlılar taşma dönemindeki sudan kurak zamanlarda yararlanmak için kanallar ve havzalar kurmuştu.

Bütün bunları düşününce zamanı Nil'e göre ayarlamak kaçınılmaz görünüyor. 

Sirius veya Akyıldız diye bilinen yıldızın, nehrin taşmasıyla aşağı yukarı aynı zamanda yükseldiğini fark eden Antik Mısırlılar, takvimlerini buna göre ayarlamıştı.

İlk başta ay takvimi kullanan Mısırlılar, diğer toplulukların aksine günü, gün batımı yerine gün doğumunda başlatıyordu

Ay takvimine dayalı çoğu sistemde, hilalin görünmesini ayın başladığını gösteren bir işaret olarak kabul ediyordu. Mısırlılar ise daha özgün bir yaklaşım sergileyerek, ayın başlangıcını şafaktan hemen önce eski Ay'ın kaybolmasıyla ilişkilendiriyorlardı. Bu farklılık, Mısırlıların astronomik gözlemlerindeki hassasiyetin bir yansımasıydı.

Buna bağlı olarak gün başlangıcı da gün batımı değil gün doğumu oluyordu. Zira ayı hilalle başlatan takvimlerde günü de gün batımıyla başlatmak gerekiyordu. 

Günü 24 saate bölen antik medeniyetin, "dekanlar" denen yıldız gruplarının gökteki hareketini takip ettiği düşünülüyor. 

365 günlük takvim kullanan ilk uygarlık 

Mısır
Kom Ombo Tapınağı'ndaki hiyeroglif takvimde XII. aydan I. aya geçildiği görülüyor ancak fazladan 5 günden bahsedilmiyor (Wikimedia Commons)


Antik Mısırlılar daha sonra idari işler için başka bir takvim oluşturdu ancak tarımsal faaliyetlerde diğerini de kullanmaya devam etti.

12'ye bölünen idari takvimde aylar 30 gün sürdüğü için bir yılın 360 günden oluşması gerekiyordu. Fakat Sirius'un 365 günde bir yükseldiğini hesaplayan Mısırlılar, her yılın sonuna fazladan 5 gün ekliyordu.

Antik Mısırlılar, Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüş süresine çok yakın olan 365 günlük takvimi kullanan muhtemelen ilk medeniyetti.

Piramitlerin inşa edildiği Eski Krallık (MÖ 2700-2200) dönemine ve belki de daha eskiye dayanan bu takvimdeki mevsimler de nehre ve tarımsal faaliyetlere göre belirleniyordu: Nil'in taşmasıyla başlayan Tufan'ın (Akhet) ardından Büyüme'de (Peret) ekinler ekiliyor ve Hasat (Şemu) mevsiminde toplanıyordu.

Antik Mısırlıların ilk başta yeni yılı, gece göğünün en parlak yıldızı Sirius'un görünmesiyle kutladığı tahmin ediliyor. 

Ancak idari takvim, yaklaşık 365,25 günlük güneş yılının çeyrek gün gerisinde kaldığı için Sirius'un döngüsüyle uyuşmuyordu. Takvim her yıl yavaş yavaş bir mevsimden diğerine doğru ilerliyordu. 

Bu nedenle idari takvime göre yeni yılın başlangıcı, daha sonra hesaplandığı üzere 1460 yılda bir yıldızın yükselişine denk geliyordu. Sotik döngü denen bu durum, ismini Antik Yunanların Sirius'a verdiği isimden alıyor.

Antik Mısırlıların yıldızın yükselişini, yeni yıla denk gelmediği zaman da kutlamış olması muhtemel. 

Bilim insanları, idari takvimle yıldız arasındaki uyumsuzluğu kullanarak takvimin ne zaman oluşturulduğunu hesaplamaya çalışsa da henüz net bir sonuca ulaşamadılar. 

Aradaki uyuşmazlığı gidermeye karar veren Antik Mısırlılar, en azından MÖ 4. yüzyılda yeni bir ay takvimi icat etti.

Diğer ay takviminden farklı olarak Sirius'a göre belirlenmeyen bu sistem, görünüşe göre idari takvimi esas alıyordu. 

Mısırlılar bunu dini kutlamalarda, ilk ay takvimini de tarımsal faaliyetlerde kullanıyordu. Aynı zamanda idari takvimi de koruyan medeniyetin aynı anda üç takvimi vardı.

Antik Mısırlılar ayrıca yılları da sayıyordu ancak bunu rakamla değil yöneticilerin hüküm süresine göre yapıyordu. 

Bir hükümdarın ölümünden sonra yıl sayımı sıfırlanıp halefiyle yeniden başlıyordu. Mısırlılar resmi tarihleri, mevcut kralın hükümdarlık yılını, ayı, mevsimi ve günü içerecek şekilde "8. hükümdarlık yılı, Peret'in üçüncü ayı, 15. gün" gibi yazıyordu.

Sırrı uzun süre açıklanmayan İbrani takvimi

Mısırlıların astronomi ve takvim konusundaki yenilikçi yaklaşımları, yalnızca kendi medeniyetlerini değil, aynı zamanda diğer uygarlıkları da etkiledi. Bu etkilerden biri, Mısırlıların sistemlerinden farklı olarak Ay'ın döngülerine dayalı bir zaman anlayışını benimseyen İbrani takviminde görülebilir.

İsrail'in bugün miladi takvimle birlikte resmi olarak kullandığı İbrani takviminin kökenleri yüzlerce yıl öncesine uzanıyor. 

İbrani takviminde Babillerin etkisinin görülmesinden önce bulunan en eski örnek, Gezer takvimi. MÖ 10. yüzyıla tarihlenen bu takvimin, Ay'ın döngülerine göre bölünmüş 12 ay içerdiği düşünülüyor.

Bu döneme dair çok az kaynak olsa da İbranicede hem gökcismi hem de zaman birimi olan "ay"ı ifade eden "yereah" sözcüğü göze çarpıyor. Takvimin aynı zamanda güneş yılını da esas alduğı tahmin ediliyor.

Babillerin MÖ 587'de Kudüs'ü işgal etmesiyle Yahudiler onların ay-güneş takvimine geçti ve idari işlerde 500 yıldan uzun süre bunu kullandı. Romalıların MS 70'te Kudüs'ü kuşatıp ele geçirmesinden sonra tam olarak hangi takvimin kullanıldığı net değil. 

Diğer yandan bütün bu süreçte Yahudiler, dini günler için Ay'ın hareketleri takip etmeyi sürdürdü. 

Diasporadaki Yahudiler en azından MÖ 143'ten itibaren, yaklaşan bayramları Filistin'den gelen ulaklar tarafından öğrendi. 

MS 200 civarında yeni bir yöntem benimseyen haham liderler, Ay'ın döngülerinin yanı sıra gizli bir hesaplama da yapıyor ancak bunu açıklamıyordu.

Bu durumdan rahatsız olmaya başlayan diaspora, önemli günleri kendi tarihlerine göre belirlemeye başladı.

Eski İsrail'in birliğini korumak isteyen hükümdar II. Hillel, 358-359 civarında hahamların sırrını açıkladı: Babillerin 19 yıllık döngüsü. 

Birtakım değişikliklerle benimsenen bu döngüyü esas alan takvim bugün hâlâ kullanılıyor. Toplamda 235 ay içeren 19 yıllık sistemde, her döngünün 3, 6, 8, 11, 14., 17 ve 19. yıllarına bir ay ekleniyor.

Babillerden ay isimleri de ödünç alan İbrani takviminin yeni yılı Nisan'da başlıyor. Bunun yanı sıra Yahudilerin üç yeni yılı daha var. Her biri kendi dini önemine sahip olan bu günler Elul ayı (Ağustos-Eylül), Tişri 1 (Eylül-Ekim) ve Şevat 15'te (Ocak-Şubat) kutlanıyor.

Hicri takvim neden Ay'ın hareketlerini takip ediyor?

İbrani takvimi, Babillerden alınan etkilerle şekillenip dini ritüellerde Ay'ın hareketlerini izlemeyi sürdürürken, benzer şekilde Ay'ın döngülerini temel alan bir sistem, Arap Yarımadası'nda İslam'ın doğuşuyla daha belirgin bir hal almıştı. Bu geçiş, farklı kültürlerin ay takvimini nasıl uyarladığına dair önemli bir örnek sunuyor.

İslam'dan önce Arap Yarımadası'nda Ay'ın hareketlerine göre zamanın takip edildiği düşünülürken, bu dönemde bölgenin standart bir takvimi yoktu.

Neredeyse 1400 yıldır kullanılan hicri takvim ise Hz. Ömer'in halifeliği döneminde kabul edildi.

Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç kabul eden sistem, yine Ay'ın hareketlerini esas alıyor ve 354-355 günden oluşuyor. 

İslam'da ay takvimi benimsenmesinin, ayların farklı mevsime denk gelmesi sayesinde bazı bölgelerdeki Müslümanların hep uzun günlerde oruç tutmasının önüne geçme amacı taşıdığı düşünülüyor

Peygamberin 622'deki hicretinden itibaren Müslümanlar bu tarihi başlangıç alsa da bu resmiyet kazanmamıştı. 

Hz. Ömer'in halife olduğu 634-644 döneminde İslam devletinin geniş alanlara yayılmasıyla birlikte daha net bir sisteme ihtiyaç duyulmaya başlanmıştı.

Böylece 639'da yürürlüğe giren hicri takvimin ilk ayı da Muharrem olarak belirlendi. Haram kelimesinden gelen muharrem, "haram kılınan, yasaklanan" anlamına geliyor.

Muharrem ayı, Zilkade, Zilhicce ve Receb'le birlikte İslam'da savaşmanın yasak kabul edildiği 4 aydan biri.

Yılın 29 veya 30 günden oluşan 12 aya bölündüğü hicri takvimde 30 yılda yaklaşık 11 günlük bir gerileme yaşandığı için artık yıl uygulanıyor. 30 yıllık bir döngüye göre 2., 5., 7., 10., 13., 15., 18., 21., 24., 26. ve 29. yılların son ayına bir gün ekleniyor.

Bugün hicri takvim İslam coğrafyasında pek çok ülkenin resmi takvimi olmasının yanı sıra miladi takvimin resmi takvim olduğu ülkelerde de bayramlardan kandillere, önemli dini günlerin zamanını belirlemede hicri takvim kullanılmaya devam ediliyor.

Antik Yunan kentleri zamanı Olimpiyat Oyunları'yla ölçüyordu

Diğer medeniyetler Ay ve Güneş'in hareketlerine göre takvimler oluştururken, Antik Yunan'da çok daha çeşitli kaynaklar esas alınıyordu.

Antik Yunan kentleri tek bir çatı altında birleşmeden kendi takvimlerini kullanıyordu. Bunların hepsinin Ay'ı esas aldığı tahmin edilirken, Güneş ve takımyıldızlarının da takip edildiği görülüyor.

Bazılarında yıl yaz gündönümünde, diğerlerinde kış gündönümünde başlıyordu. Sparta, Rodos ve Girit ise sonbahar ekinoksunu seçmişti. 

Bir "Olimpiyat takvimi" tutan Yunanlar, 4 yılda bir gerçekleşen oyunlara göre kayıt alıyordu. Örneğin bir olay, 5. olimpiyatın 3. yılı diye işaretleniyordu.

Olimpiyat oyunları sadece spor etkinlikleri değil, aynı zamanda dini, ticari, siyasi ve diplomatik açıdan tüm Yunan şehir devletlerini bir araya getiren organizasyonlar olduğu için bu sistem Yunan şehir devletleri arasında ortak bir zaman ölçütü oluşturarak kronolojik kayıt tutmada faydalı olmuştu.

Bazı uzmanların "Yunan Almanağı" dediği mevsim takvimi de bugünkü anlamıyla bir takvime pek benzemiyordu.

Antik Yunanlar "parapegmata" denen bu takvimde belirli yıldızların belirip kaybolmasına göre yıllık değişen hava olaylarının kaydını tutuyordu. Bu sayede yıldız ve takımyıldızlara göre işlerini ayarlıyorlardı.

Örneğin MÖ 8. yüzyılda yaşadığı düşünülen Hesiodos, İşler ve Günler'de Ülker yıldız grubu yükseldiğinde hasat zamanı geldiğini söylüyor.

En azından MÖ 8. yüzyıla dayanan bir uygulamayla, genellikle her 8 güneş yılı dönemine üç ay ekleniyordu
 

Meton döngüsü
9. yüzyıla ait çizimde 19 yıllık Meton döngüsü anlatılıyor (Wikimedia Commons)


Antik Yunan kentleri arasında Atinalıların takvimi diğerlerinden daha detaylı bir sistem sunuyordu. "Gerçek" bir takvime en çok benzeyen bu sistemde yeni yıl, yaz gündönümünü takip eden ilk yeni ayla başlıyordu.

Atinalılar bu takvimi öncelikle bütün yıla yayılan festivallerini düzenlemek için kullanıyordu. 12'ye bölünen ay-güneş takviminde her bir ay, o dönemdeki festivalle adlandırılıyordu.

Ay'ın döngülerini yaz gündönümüyle olabildiğince uyumlu hale getirmek isteyen Atinalılar, belirli aralıklarla fazladan bir ay ekliyordu.

Diğer yandan Antik Yunan kentleri, Güneş ve yıldızların hareketlerine göre takvimlerini ayarlıyordu. Ancak bazen kolaylık için ay veya gün eklenip çıkarılması, takvimde karışıklıklara yol açıyordu

MÖ 2. yüzyıla ait Atina belgelerinde hem takvim tarihinin hem de Ay'a göre olan tarihin yan yana listelendiği görülüyor. Bu da şehirlerin takviminde ayrışmaya yol açıyordu.

Meton, MÖ 432'de 19 yıllık döngüyü hesaplasa da takvimleri yapan yöneticiler, muhtemelen ellerindeki gücü bırakmak istemedikleri için bunu pek dikkate almadı.

Ay isimlerini miras bırakan Roma takvimi 

Antik Yunan'dan Roma'ya geçerken, çeşitli takvimlerde yaşanan tutarsızlıkların daha uzun vadeli bir şekilde çözülmeye ve ay tavimlerinin geride bırakılmaya başlandığını görüyoruz.

Miladi takvimin tohumlarının atıldığı Roma'nın bilinen en eski takvimi, mitolojiye göre kardeşi Remus'la kenti kuran Romulus'a atfediliyor.

MÖ 8-7. yüzyıla dayanan ilk Roma takviminde Ay'ın döngüleri ve tarım yılına göre mevsimler esas alınıyordu. 

İlkbaharda başlayan yılda 6'sı 30 ve 4'ü 31 günden oluşan 10 ay vardı. Bazıları tanrılara veya önemli olaylara, bazıları da sıralarına göre rakamla ifade edilen bu aylar, pek çok Batı dilinde bugünkü ay isimlerinin de temelini oluşturuyor.

Yılın ilk ayı Martius (Mart), ismini Romalıların savaş tanrısı Mars'tan alırken, onu Latincede "açmak" anlamına gelen "aperire" sözcüğünden türeyen Aprilis (Nisan) izliyordu. Yunanların bereket tanrıçası Maia'yı ilkbaharla ilişkilendiren Romalılar, üçüncü aylarına Maius (Mayıs) ismini vermişti.

Onun peşinden gelen Junius (Haziran) da adını tanrıların kraliçesi Juno'dan alıyordu. Yılın geri kalan ayları sırasıyla 5.,6.,7.,8.,9. ve 10. ay anlamına geliyordu: Quintilis (Temmuz), Sextilis (Ağustos), September (Eylül), October (Ekim), November (Kasım) ve December (Aralık).

304 günden oluşan bu takvim ne ay ne de güneş yılıyla uyuşuyordu. Kış döneminde bir boşluk görülürken, bu sorunu ikinci Roma Kralı Numa Pompilius'in MÖ 7. yüzyılda seneye 50 gün ekleyip 12'ye bölerek çözdüğü düşünülüyor.

Bir yıldaki gün sayısı 354'e çıkarılmış ve 30 günlük aylardan birer gün alınarak 28 günlük iki yeni ay oluşturulmuştu: Romalıların iki yüzlü tanrısı Janus'a ithafen isimlendirilen Januarius (Ocak) ve adını arınma festivali Februa'dan alan Februarius (Şubat).

Ancak çift sayıların uğursuz sayılmasından dolayı ocak ayına bir gün daha eklenerek hem aylar hem de yıldaki günler tek sayıya getirildi. Yılın toplamının tek sayıda kalması için en azından bir ayın çift sayıda gün içermesi gerekiyordu.

Şubat, Romalıların ölülerini andığı dönem olduğu için buna uygun görüldü. Bugün şubatın diğer aylardan daha az güne sahip olmasının çift sayılarla ilgili batıl inanca dayandığı düşünülüyor.

Yeni yıl neden 1 Ocak'ta kutlanıyor?

Romalıların takviminde de diğer medeniyetlerdeki gibi Ay'ın hareketlerinin mevsimlerle uyuşmaması tutarsızlığa yol açıyordu.

Bunun için Şubat ve Mart arasına zaman zaman yeni bir ay ekleniyordu. 
 

Roma
Jülyen takviminden önceye ait nadir takvimlerden olan Fasti Antiates Maiores'in üst sırasında aylar sıralanıyor (Wikimedia Commons)


Ancak hükümdarın zaman zaman eklemeler yapması da bu karışıklığı tamamen çözmeye yetmiyordu. Örneğin Romalı devlet insanı ve düşünür Cicero, MÖ 13 Şubat 50'de yazdığı bir mektubunda o aya ekleme yapılıp yapılmayacağını hâlâ bilmediğinden yakınıyor. 

Ayrıca hükümdarların ekstra ayı kullanarak görev sürelerini uzatma riski de vardı. Jül Sezar bunu engellemek için Yunan matematikçi ve gökbilimci İskenderiyeli Sosigenes'e başvurdu. 

Böylece MÖ 45'te, yılın 365 gün içerdiği  ve 4 yılda bir fazladan bir günün eklendiği Jülyen takvimi oluşturuldu

Bugün dünya çapında çoğu kültürün yeni yılı 1 Ocak'ta kutlaması da Jülyen takviminden kaynaklanıyor

Roma Cumhuriyeti'nin seçilen en üst düzey yetkileri olan konsüller, yılın ilk ayı Martius'ta göreve başlıyordu. MÖ 153'te bu tören Januarius'a taşınmış ancak kesinleştirilmemişti.

Antik Roma'da Jülyen takviminin yürürlüğe girmesiyle birlikte yeni yılın Januarius'un ilk günü başlaması kararlaştırılmıştı.

Miladi takvimin doğuşu

Jülyen takvimi, güneş yılına tam olarak uymadığı için her yıl yaklaşık 11 dakikalık bir fark meydana geliyordu. 11 dakika uzun bir aksama gibi görünmeyebilir fakat 16. yüzyılın sonlarına doğru 10 günlük bir fark ortaya çıkmıştı.

Papa XIII. Gregorius, 1582'de bu günleri silerek 4 Ekim'den sonra ayın 15'ine geçilmesine karar verdi.

Aynı durumun tekrar yaşanmaması için de yüzün katı olan yılların, 400'e bölünmediği sürece artık yıl sayılmaması gerektiği sonucuna vardı. Yani 2100, 4'e ve 100'e tam bölünmesine rağmen 400'e bölünmediği için o yıl şubat 28 gün sürecek. Yüzün katı olan bir sonraki artık yıl 2400'e denk geliyor.

Papa XIII. Gregorius bu düzenlemeyle Gregoryen veya miladi takvimi dünyaya kazandırdı. 

Jül Sezar'ın suikast sonucu MÖ 44'te ölmesinin ardından 5. ay anlamına gelen Quintilis'e onun adı verildi. Pek çok Batı dilinde hâlâ bu ismin bir türevi kullanılıyor.

"6. ay" anlamına Sextilis ise Roma İmparatorluğu'nun kurucusu Augustus'a ithafen değiştirildi. 

Antik Yunan ve Mezopotamya etkisiyle şekillenen Hindu takvimi

Miladi takvim Batı dünyasında standart bir zaman ölçütü haline gelirken Doğu'da farklı kültürler kendi astronomik ve dini geleneklerine uygun takvimler geliştiriyordu. Antik Yunan ve Mezopotamya etkilerini taşısa da asıl olarak Hindu kültürünün zengin astronomik birikimini yansıtan Hindu takvimi, bu geleneğin önemli bir örneğini sunuyor.

Hinduların bugün kullanmaya devam ettiği takvimlerin kökeni, MÖ 1000 civarına kadar dayanıyor

Vedik Dönemi'nde kullanılan 360 günlük ilk takvimde aylar, Ay'ın döngülerine göre belirleniyordu. Bugün pek çok dil gibi Türkçede de miladi takvimin 8. ayı ismini Augustus'tan alıyor

Her biri 27-28 günden oluşan 12 ay vardı ancak diğer medeniyetlerdeki gibi tutarsızlıkları gidermek için zaman zaman fazladan gün veya ay ekleniyordu.

Hindu takviminde ayrıca nakshatra denen 27 takımyıldızın hareketleri de takip ediliyor ve her biri yaklaşık bir güne karşılık geliyordu. Nakshatralar, Hindu astrolojisinin de temelini oluşturuyor. 

Diğer yandan Ay'ın hareketlerine göre her bir ay yaklaşık 30 gün içeriyor ancak bu günlerin süresi 21,5'le 26 saat arasında değişiyordu. Yıl da 6 mevsime ayrılmıştı.

Yaklaşık iki bin yıl önce Antik Yunan ve Mezopotamya'dan etkilenmeye başlayan Hindular, 7 günlük haftaları takvime dahil etti. Pazarla başlayan haftanın günlerine sırayla Güneş, Ay, Mars, Merkür, Jüpiter, Venüs ve Satürn'ün isimleri verildi. 

Ayrıca kültürüne 12 burç da katan Hindular, bütün bu değişikleri kendi sistemlerine entegre ederek uyguladı.

Hindistan'da bugün yaygın kullanılan iki Hindu takvimi var: Ülkenin miladi takvimle birlikte resmi işlerde benimsediği Śaka Samvat, miladi takvimden 78 veya 79 yıl geride olan bir ay-güneş takvimi.
 

Hindu
1871-72'nin Hindu takvimi (Wikimedia Commons)


Yılın ilk ayı Chaitra, ilkbahar ekinoksuyla başlıyor ve miladi takvimde 21 veya 22 Mart'a denk geliyor.

Hindistan'ın 1957'de benimsediği bu takvim, Filipinlerde de kullanılıyor.

Ülkenin kuzey ve batı kesimlerindeki Hinduların esas aldığı Vikram Samvat ise ayları Ay'a, yılları Güneş'e göre ayarlayan bir ay-güneş takvimi. Efsanelerde yer alan Vikramaditya'ya atfedilen takvim miladi takvimin 56-57 yıl ilerisinde. 

Bu takvimde yeni ay yılı, Chaitra'da yeni Ay'ın görülmesiyle başlıyor. 

Nepal'in iki resmi takviminden biri olan bu sistemde, festival ve ritüellerin doğru mevsime denk gelmesi için 19 yıllık döngüye göre belirli aralıklarla fazladan bir ay ekleniyor. 

Hindular yüzlerce yıl içinde birtakım değişimler yaparak bu takvimlere ulaştı. Diğer yandan 6 mevsim ve nakshatra gibi kendilerine özgü yapıları da korudukları görülüyor.

Her biri iki aydan oluşan mevsimler çeşitli festivallerin zamanını belirlerken, 27 nakshatra Hindu astrolojisinin merkezinde yer alıyor.

Birinin doğumu sırasında, Ay'ın nakshatra döngüsündeki konumu onun nakshatrası kabul ediliyor ve kişiliği, kariyeri, ilişkileri üzerinde belirleyici olduğuna inanılıyor. 

Bazı nakshatraların daha uyumlu olduğu düşünüldüğünden evlilik kararlarında da dikkate alınıyor. 

Antik Yunan ve Mezopotamya'nın etkisiyle Güneş'e göre belirlenen burçları da kullanmaya başlayan Hindular, bunları "rashi" diye adlandırıyor. Astrolojide nakshatra ve rashiler birlikte kullanılıyor.

12 yıllık döngüsüyle Çin takvimi

Takvim yolculuğunun Asya durağında öne çıkan bir diğer önemli sistem, Çinlilere ait. Bir yandan bilimsel gelişimlerini ortaya koyan diğer yandan da kültürlerinin somut bir göstergi olan bu takvim, bugün hâlâ varlığını sürdürüyor.

Neredeyse 4 bin yıl önceye uzanan Çin takvimi, Asya halkının astronomideki becerilerinin en güçlü kanıtlarından biri. 

Bugün Çin ve Tayvan gibi ülkelerde miladi takvimle birlikte kullanılan bu sistemin ilk başta Ay'ı esas aldığı düşünülüyor.

Diğer yandan MÖ 14. yüzyılda Dünya'nın Güneş etrafındaki hareketlerinin de yılı belirlemede rol oynadığı görülüyor. 

Shang Hanedanı döneminde güneş yılının 365,25, Ay'ın bir döngüsünün de 29,5 gün sürdüğü hesaplanmıştı. 

İki döngü arasındaki tutarsızlığı gidermek için 12 ay içeren 354 günlük yıla zaman zaman ekstra bir ay ekleyen Çinliler, en geç MÖ 770-476'da 19 yıllık dönügüyü de tespit etmişti.

Fakat MÖ 3. yüzyılda meteorolojik döngünün bulunmasıyla bu yöntem bırakılmaya başlandı. Çinliler, Dünya'nın Güneş etrafındaki yörünge düzleminde 15 derecelik aralıklarla yer alan 24 nokta belirleyerek yılı bu şekilde eşit parçalara ayırdı. 

 

Çin
Çin takvimindeki yıllar Sıçan, Öküz, Kaplan, Tavşan, Ejderha, Yılan, At, Keçi, Maymun, Horoz, Köpek ve Domuz'la ifade ediliyor (Wikimedia Commons)


Bu noktaları hesaplamak derin bir astronomi bilgisi gerektirdiğinden pek çok uzman, Çin'in bu dönemdeki diğer uygarlıklara kıyasla bilimsel gelişimini epey etkileyici buluyor. 

Asya halkı Zhou Hanedanı döneminde (MÖ 122-256) hükümdarın saltanatının başlangıcından itibaren yılları da saymaya başladı. 

Uzun süre benimsenen bu yöntem, 1912'den 1949'a kadar varlığını sürdüren Çin Cumhuriyeti'nde de uygulanıyordu. 1912, ülkenin birinci yılı kabul ediliyordu. 

Tayvan hâlâ bu yöntemi kullanmaya devam etse de Çin Halk Cumhuriyeti, 1949'da miladi takvim tarihlerini kullanmaya karar vermişti.

Çin takviminin belki de en ilgi çekici yanlardından biri hayvanlar. 

Her biri ayrı bir hayvana karşılık gelen 12 yıllık döngüyle işleyen sistem, Jüpiter'in Güneş etrafındaki dönüş süresine göre belirlenmişti.

Takvimdeki hayvanların, halkın baharın gelişini ve yeni mahsulü kutlamasına yardım etmek için göklerden inen 12 efsanevi hayvanın hikayesini anlatan eski bir Çin şiirinden geldiği düşünülüyor.

Sıçanla başlayıp domuzla biten bir sıra halinde iki saat arayla yeryüzüne inen hayvanların yolculuğu, 24 saatlik bir günü temsil ediyor

Çin burçlarının temelini oluşturan takvimdeki hayvanlar belirli kişilik özellikleriyle ilişkilendiriliyor. Bu nedenle Batı astrolojisinden farklı olarak kişinin doğduğu ayın değil, yılın kişiliğini etkilediğine inanılıyor.

En azından Han Hanedanı'nın (MÖ 206-220) ikinci yarısına dayanan bu sistemde her yıl yeni bir hayvana geçiliyor.

Ocak-şubata denk gelen Ay Yeni Yılı, 2025'te 29 Ocak'ta kutlanacak. Halihazırda Ejderha Yılı'nda olan takvim, Yılan Yılı'na geçecek. 

Evrenin yok olacağını söyleyen Maya takvimi

2012'de Dünya'nın sona ereceği tartışmalarını hatırlıyor musunuz? İşte bütün o felaket tellallığının arkasında Maya takvimi vardı. 

Avrupalı kolonilerden önceki pek çok Orta Amerika toplumunun kullandığı Maya takvimi aslında Mayalardan eskiye dayanıyor

MÖ 5. yüzyıldan beri var olduğu düşünülen sisteme, Maya uygarlığı da epey bir katkı sundu. 

Uzun Sayım, Tzolkin (ilahi takvim) ve Haab (idari takvim) diye üç kısımdan oluşan takvimde, bu parçalardan her biri döngüsel. Yani belirli sayıda gün geçtikten sonra döngü başa sarıyor.

365 günlük bir güneş takvimi olan Haab'da 20 günlük 18 ay ve 5 günlük bir ay bulunuyor. Takvimin dış halkasında ayları temsil eden Maya glifleri (resimleri) var. Glifler o ayla ilişkili kişilik özelliklerine karşılık geliyor.

"Günlerin dağılımı" anlamına gelen Tzolkin, İlahi Takvim ve Kutsal Döngü diye de anılıyor. 13 günlük 20 dönemden oluşan 260 günlük bu takvim, dini amaçla kullanılıyor.

Törensel günlerin isimleri Mezoamerika'da farklılık gösterse de çeşitli takvimlerin, kullanıma göre senkronize edildiği düşünülüyor.
 

Maya
Tzolkin ve Haab'daki günler, 18 bin 980 farklı kombinasyonla bir araya gelebiliyor ve aynı kombinasyon 52 yılda bir tekrar ediyor (Patricia Martin Morales/Smithsonian Amerikan Yerlileri Ulusal Müzesi)


Takvimin bu iki çarkı günleri ölçerken, Uzun Sayım yılları takip ediyor. Bu sistem 2 milyon 880 bin günlük, yani 7885 yıllık döngüler içeriyor.

Mayalar, "evrensel döngü" dedikleri her bir döngünün sonunda evrenin yok olup baştan yaratılacağına inanıyordu. 

Pek çok tarihçi Mayaların, son döngünün başlangıcı olarak 4 Ahau 8 Cumku (muhtemelen MÖ 11 Ağustos 3114) tarihini esas aldığını düşünüyor. 

5 bin 125 günlük bu döngü, 21 Aralık 2012'de son bulduğu için bazıları Dünya'nın sona ermesini beklemişti. 

Tarih öncesi takvimler

Dünyanın çeşitli yerlerinde bugün yaygın kullanılan sistemlere benzeyen takvimlerden önce de insanların zamanı bir şekilde ölçmeye çalıştığı görülüyor.

Aslında geleceğe hazırlanmanın önemini düşününce bu pek de ilginç bir durum sayılmaz.

Takvim olduğu öne sürülen bugüne kadarki en eski sistem ise 40 bin yıllık. 

Geçen yıl yayımlanan bir çalışmada Avrupa genelindeki kayalarda, Buzul Çağı'ndan kalma bazı çizgilerin, hayvanların doğum ve çiftleşme gibi mevsimsel döngülerini ifade ettiği öne sürülüyor.

Araştırmacılar ayrıca mevsimlerle ilgili bilginin 13 bölüme ayrıldığını ve ay takvimi olabileceğini savunuyor.

Avusturya'daki 10 bin ila 20 bin yıllık Wurdi Youang da ilk takvimler arasında sayılıyor. Aborjinlerin yaptığı taş dizisinin Güneş'in hareketlerini ve böylece mevsimleri takip ettiği düşünülüyor.

İskoçya'da ilk 2004'te keşfedilen Warren Field da tarih öncesi takvimlerden biri gibi görünüyor. 8 bin yıl önce avcı-toplayıcıların açtığı düşünülen, her biri tahta çubuk içeren 12 çukurun Ay'ın evrelerini taklit ettiği öne sürülüyor.

Kış gündönümünde, gün doğumuna hizalanan çubukların Güneş ve Ay'ın döngülerini uyumlu hale getirdiği tahmin ediliyor. Bu özelliğiyle Warren Field, ilk ay-güneş takvimi olabilir.

Birleşik Krallık'taki Stonehenge anıtları da yaz gündönümünde Güneş'in doğuş yönüyle çakışacak şekilde ayarlandığı için bir tür takvim olarak görülüyor. 

Diğer yandan bazı bilim insanları MÖ 3000-1520'de yapılan Stonehenge'in aslında takvim olmadığını ve ölüler için anıt görevi gördüğünü savunuyor.

12 hayvanlı takvimden bugüne Türklerin kullandığı takvimler

Türklerin bilinen en eski takvimi, kökeninin Çin takvimine dayandığı düşünülen ve 12 hayvanlı sistem olarak bilinen bir takvimdir. Diğer yandan takvimi ilk hangi halkın icat üzerine henüz fikir birliği sağlanamadı. 

Eski Türklerin ilk başta sadece Ay'ın hareketlerini takip ettiği, Göktürkler dönemindeyse Güneş'i de hesaba katmaya başladığı düşünülüyor.

Hasat ve ekim zamanlarını belirlemek adına oluşturulan 12 Hayvanlı Türk Takvimi'nde bir yıl 365,2436 gün olarak hesaplanmıştı.

Astronomi çalışmalarında yıl 24'e bölünürken, halkın kullandığı takvim 30'ar günlük 12 aydan oluşuyordu. Yeni yılın başlangıcı da ilkbahar ekinoksu olan 21 Mart olarak kabul ediliyordu.

Takvim ayrıca her biri ayrı bir hayvana atfedilen 12 yıllık bir döngü veya devir içinde işliyordu. Hayvanların, Çin takvimine benzer bir sırayla ilerlediği görülüyor: Sıçgan (sıçan), ud (öküz), bars (pars), tavışgan (tavşan), nag (timsah/ejder), yılan, yund (at), koy (koyun), biçin (maymun), takagu (tavuk), ıt (köpek), toŋuz (domuz).  

Farklı lehçelerde "müçe, müçel, müçöl, müşel" gibi şekillerde geçen 12 yıllık devirler, aynı zamanda yaş hesaplamada da kullanılıyordu.

Örneğin 49 yaşındaki bir kişi, yaşı sorulduğunda "4. müçeldeyim" diye yanıtlıyordu.

12 Hayvanlı Türk Takvimi'nin kullanıldığı en eski kayıt, I. Göktürk Dönemi'nden kalan ve 582 yılına tarihlendirilen Bugut yazıtı.

Ayrıca Orhun Yazıtları'nda da bu sisteme rastlanırken, Bilge Kağan Yazıtı'nda şu ifadeler göze çarpıyor:

Bu kadar kazanıp babam Kağan, köpek yılının onuncu ayının yirmi altıncı gününde vefat etti. Domuz yılının beşinci ayının yirmi yedisinde cenaze törenini tamamladım.

8. yüzyıldan itibaren İslam'ı kabul etmeye başlayan Türk boyları, geleneksel zaman ölçme yöntemlerini de geride bırakarak hicri takvimi kullanmaya başladı.

Celali ve Rumi takvimin ortaya çıkışı

Hicri takvimin Güneş'in hareketleriyle uyumlu olmaması tarım ve ticarette sorunlara yol açıyordu. 

Bu nedenle Büyük Selçuklu hükümdarı I. Melikşah, yeni bir takvim yapılmasını istemiş ve İranlı matematikçi ve gökbilimci Ömer Hayyam liderliğinde bir ekip güneş yılına dayalı yeni bir sistem kurmuştu.

1079'da yürürlüğe giren Celali takvim, bir yılın uzunluğunu 500 sene kadar sonra oluşturulacak miladi takvimden çok daha isabetli bir şekilde hesaplamasıyla öne çıkıyor.

Bu sistemde her biri 30 gün süren 12 aya ek olarak her yılın sonuna 5 gün ekleniyordu.

Celali takvimin hassas bir hesap yapabilmesinin, matematikten ziyade astonomik gözlemlere ağırlık verilmesinden kaynaklandığı tahmin ediliyor.

Hicri takvimin neden olduğu düzensizliklerin giderilmesi için oluşturulan bir diğer sistemse Rumi takvim. 

Osmanlı Devleti'nde başdeftardar olan Hasan Paşa'nın 1677'de geliştirdiği takvim, 1840'ta yürürlüğe girmişti. 

Hicri takvime göre yılları hesaplayan, ayları da Jülyen takvime göre belirleyen Rumi takvimin yeni yılı 1 Mart'ta başlıyordu.

1917'de miladi takvime eşitlenen Rumi takvimin yılbaşı da 1 Ocak'a çekildi. 

Osmanlı'nın son döneminde Avrupa'yla ilişkiler artarken, takvimlerin farklılığı sıkıntı yaratmaya başlamıştı. Rumi takvimdeki değişimlerle sorun giderilmeye çalışılmış ancak takvimlerin başlangıç tarihinin farklılığı nedeniyle bu başarılamamıştı.

Nihayetinde miladi takvim, 26 Aralık 1925'te Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi takvimi oldu.

Türkçedeki ay isimleri nereden geliyor?

Rumi takvimdeki ay isimlerinin büyük bir kısmı bugüne miras kaldı: Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Teşrinievvel, Teşrinisani, Kânunuevvel, Kânunusani, Şubat.

1945'te 4 ayın ismi değiştirilerek Ekim, Kasım, Aralık, Ocak denmesine karar verildi. 

Mart, Mayıs ve Ağustos aylarının isminin Roma takviminden, Nisan'ın da Sümerceden kaldığından söz etmiştik.

Haziran'ın Süryanicede "sıcak" anlamındaki "hazıran" sözcüğünden geldiği düşünülürken, Temmuz da eski Türkçede "çok sıcak" ve "cehennem" anlamındaki "tamu-z" kelimesinden türemiş görünüyor.

Türkçeye Arapçadan geçtiği düşünülen eylül kelimesinin kökeni, Akatçada "hasat festivali, bu festivalin yapıldığı ay"ı ifade eden "elūlu" sözcüğüne kadar sürülüyor.

Ekim ise tahmin edilebileceği gibi tarlaların ekilmesinden geliyor. 

Kasım'ın, Arapçada "bölen, taksim eden" anlamına gelen "ḳāsim" sözdüğünden türediği tahmin ediliyor. Anadolu'da yüzlerce yıl önce yaşayan halkın yılı kasım ve hızır günleri diye ikiye bölmesinden dolayı bu ismin kullanıldığı düşünülüyor. 6 Mayıs'ta başlayan hızır günleri kasımda sona eriyordu.

Aralık ise kasım ve ocak arasında kaldığı için bu isimle anılıyor olabilir. 

Divan-ı Lugati't Türk'e kadar izi sürülebilen ocak sözcüğünün, daha sonra ay adı olarak seçilmesinin kışın ocak yakılmasıyla bağlantılı olduğu tahmin ediliyor.

Şubat da Türkçeye Süryanicede dinlenme kökünden türeyen "şabat" kelimesinden geldi. Süryaniler, kışın son ayı şubatta tarım işlerini yürütemiyor ve evde dinleniyordu. 

İnsanlığın zamanla kurduğu bu bitmeyen ilişki, bizi geçmişten bugüne taşıyan bir rehber olmaya devam ediyor. Logos da bilim dünyasındaki yolculuğuna devam edecek, merakla kalın!

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU