MHP lideri Bahçeli: Uzattığım el milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır

Bahçeli, Bize göre doğru siyaset, buluşturan yakınlaştıran, kavuşturan, kutupları aşındıran ahlaklı siyasettir" dedi

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin TBMM grup toplantısında konuştu.

“Nereye gideceğimizi bilmiyorsak yolun hiçbir ehemmiyeti yoktur. Attığımız adımlar boşluğa düşmeden, geriye gitmeden sürekli ileri doğru olmalıdır”diyen Bahçeli özetle şunları söyledi:

Siyasette hiç kimseyle, hiçbir partiyle kategorik olarak alıp veremeyeceğimiz, konuşup çözemeyeceğimiz bir şey yoktur. Siyasi alakamız, sert veya yumuşak tarzımız tek tek fertlerin şahsiyet kalibreleri değil fikir ve düşünce kapasiteleriyle sınırlıdır. Muhataplarımızın kim olduğundan, özel hayatlarının nasıl oluştuğundan ziyade, ne söylediklerine, neyi hedeflediklerine bakıyor, siyasi bağlantı hatlarımızı buna muvafık kuruyoruz.

“İlk Meclis ne yapmışsa bizim de yapmamız gereken odur”

İlk Meclis’te görev alan ve rahmetle andığım her mebusun fikri mazisi, siyasi menşei, şahsi mizacı başka başka olsa da, inançları birdi, hedefleri birdi, emelleri birdi, sevdaları birdi, istiklal ve istikbal özlemleri tıpkının aynısıydı. Bu aynılık bütün aykırılıkları, bütün ayrılıkları, deyim yerindeyse çekiç ile örs arasında köreltmiş, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’ni dünya sahnesine taşımış ve taçlandırmıştır.

 Gazi Meclis’te o dönem görev alan merhum ve muhterem mebuslar birbirlerinin kökenine, yöresine, anasının diline bakmadılar. Birbirlerinin siyasi meşrebini, etnik ve mezhebi aidiyetini sorgulamadılar. Birbirlerinin giyimini, kuşamını, fesini, sarığını, şapkasını, şivesini dert etmediler.  Polatlı’dan top sesleri duyuluyorken hesap yapmadılar, makam düşünmediler, servet düşlemediler, şöhret istemediler, çetele tutmadılar, çeteciliğe özenmediler, uzlaşmaya karşı ve kapalı durmadılar. Yumruklarını birbirlerine değil müstevlilere sıktılar. Kaşlarını birbirlerine değil muhasım güçlere çattılar. Türk dediler, Türkiye dediler, vatan dediler, millet dediler, ya istiklal ya ölüm haykırışının canlı ve civanmert timsali oldular. İlk Meclis ne yapmışsa, bölgesel ve küresel cari tehditler karşısında bizim de yapmamız, bizim de başarmamız gereken odur. Özellikle bilmenizi arzu ederim ki, bu sözlerim bir yanda aklımın diğer yanda da vatan ve millet sevgisiyle çarpan yüreğimin bastırılamaz sesidir.  

İçinde bulunduğumuz coğrafyalar kırbaç üstüne kırbaç yerken, mazlumlar toplu şekilde boğazlanırken, her taşın altı zehirli yılanlarla, bin bir türlü nifakla dolup taşarken, Türkiye’ye yönelik azgın ihtiras ve iştahları nasıl görmezden gelelim? Kale duvarlarımızın önünde mevzi kazan Siyonist ve emperyalist caniliği hangi hakla yok sayalım? Günden güne körüklenen bölgesel yangının cümle kapımıza dayandığı besbelli ortadayken, hala birbirimizin ayağına basmakla, ensesine tokat atmakla, açığını aramakla vakit mi kaybedelim? Bu hakikatlere sırtımızı dönemeyiz, yüzümüzü çeviremeyiz, dudak bükemeyiz. Hızla akan tarih nehrinin kıyısına fütursuzca çıkıp, hayatın ve hadiselerin geçişini gafilce, atıl vaziyette, hiçbir şey yokmuş gibi seyredemeyiz.

“Uzattığım el, gelin Türkiye partisi olun teklifidir”

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı olarak, Cumhur İttifakı’nın bu duruş ve engin duyuşuna müzahir şekilde DEM sıralarına giderek elimi uzattım. Doğaçlama olmayan bu iyi niyetli tutumumu siyasi nezaketten öte önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı çarpışması ve yeni anayasa için cephe genişletme çabası olarak görenler mayın tarlasında söğüt gölgesi arayan zavallı biçarelerdir. Uzattığım el, milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. Uzattığım el, İlk Meclis’in ve Sayın Cumhurbaşkanımızın isabetli sözlerinin meşale gibi yanan aydınlığıdır. Uzattığım el, gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre cephe alın, gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenenin temenni ve teklifidir. Biz, gelişigüzel, keyfe keder, can sıkıntısından, anlık dürtülerle, dümenden ve düzenden el uzatmayız.

Biz durduk yere el vermeyiz, öylesine yerimizden kalkıp da el sıkmanın merakına tevessül ve teşebbüs etmeyiz. DEM’e evvela düşen sorumluluk, uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması, dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir.  Türk ve Türkiye Yüzyılında sıfırlanmış terör ve bölücülük melanetinden sonra, aşımızı beraber taşıralım, işimizi birlikte artıralım, huzur ve güvenliğimizi el ele çoğaltalım, nitekim dünya genelinde Türkiye Cumhuriyeti’nin yeryüzü cenneti olmasını sağlayalım.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

“Özgür Bey’in gene yanıldığı ortadadır”

Aynı şey CHP Genel Başkanı için de geçerlidir. Bizim siyaseten söylem ve eylemimiz yalan, dolan veya günü kurtarma telaşı değildir.  Siyaseten demek, siyasi mücadelenin gereği ve gerçeği demektir. Mesela Özgür Bey’in özel hayatıyla ilgili servis edilen iddia ve iftiraların hiçbirisi siyasetimizin konusu olmaz, olamaz, olmayacaktır. Özel hayatları ihlal ve istila eden FETÖ taktiklerinin, bundan mülhem şerefsiz hamlelerin, provokatif sosyal medya ifşalarının tamamıyla karşısındayız.

Türkiye böylesine karanlık ve karmaşık dönemleri vahim bedeller ödeyerek geride bırakmıştır. Eski çamlar şimdi bardak olmuştur. Köprünün altında çok sular akmıştır.  Biz CHP’nin siyasetiyle, siyaseten ihsas, ibra ve ifade ettiği gayeleriyle ilgiliyiz, bunun dışında ne söylenirse söylensin, ne yapılırsa yapılsın kulaklarımızı kapatmış haldeyiz.

Bel atlı vuruşlar, itibar suikastları, izansız isnatlar bizim ne işimize gelir, ne de gündemimize girer. Siyaset müessesini sarıp sarmalayan kumpaslar, kara kampanyalar, çirkin dedikodular, gerçek olup olmadığını tefrik etmeden ayağımızın altındadır ve bizim için yok hükmündedir.

Bizim düşüncelerimizin söylem kalıbına dökülmüş hali elbette siyasetendir. Başka türlüsünü akla getirmek, ihtimal olarak hesaba katmak hem insani hem de ahlaki değildir. Bu kapsamda sağduyuyla perçinlenmiş duruşumuzdan başka anlamlar çıkarmak beyhude zorlama ve zırvalıktır. Özgür Bey’in düne kadar, aslı astarı olmayan, ipe sapa gelmeyen, eften püften konularla ilgili Milliyetçi Hareket Partisi’ne saldırması, siyasetin dışına savrulması, şuur kaybına uğrayıp bizimle ilgili atıp tutması hakkaniyet ve haysiyet ölçüleriyle bağdaşmayan seviyesizlikti. Halbuki biz siyaseti centilmence, mertçe, adam gibi yapmanın tarafındayız.

Biz siyaseti, yalan ipinde cambazlık olarak değil, hakikat ve haysiyet ikliminde millete hasredilmiş hadim bir yüreğin mücadele kulvarı olarak tanımlarız. İşin doğrusunu isterseniz, bizim el sıkışmamızı normalleşmeye bağlayan Özgür Bey’in gene yanıldığı ve yanlışa kapıldığı ortadadır. Bu kadar kaotik, kırılgan ve kritik bir dönemde, iç siyasetin polemik dehlizinde boşuna çırpınacak, göz göre göre enerji ve zaman israfına katlanacak halimiz, hasenatımız ve hevesimiz yoktur.

“Bugün hedef Şam, Tahran, Sana veya Bağdat değil İstanbul’dur”

Türkleri Anadolu’dan atmak hayali, yüzyılları aşarak günümüze kadar ulaşan vazgeçilmez bir emeldir. Güçlü olduğumuzda boyun eğenler, gücümüz zafiyete uğradığında hemen sindikleri yerden doğrulmuşlardır.  Ve bir sır gibi taşıdıkları düşman amaçları bir bir gerçekleştirmenin çarelerini aramaya başlamışlardır.

Bugün hedef Şam, Tahran, Sana veya Bağdat değil İstanbul’dur. Bugün gizil ve gizli gündem Türk vatanıdır. Ortadoğu’da ateşlenen füzelerin, sıkılan mermilerin, atılan bombaların, düzenlenen suikastların, günbegün serpilen anarşik ve kaotik çalkalanmanın bir sonraki etabı, nihai sahası, kesin hesap merkezi Anadolu coğrafyasıdır. İsrail terörünün, emperyalist alçaklığın, küresel barbarlığın saklı ajandasında Türkiye vardır.

“İsrail’i durdurmak için acilen kuvvet kullanmak gerekmektedir”

Tam bir yıldır Gazze’de taş üstünde taş bırakmadılar. Tam bir yıldır bebek, çocuk, kadın ve sivil halk demeden katlettiler. 400 yıl boyunca hâkimiyetimiz altında tek top mermisinin patlamadığı Filistin ve Kudüs bugün kanlı heyelanın altında kaldı. Özellikle komşu coğrafyaların etnik ve mezhebi damarlarının ayrıştırılarak nasıl bölüneceğinin, Siyonizm’in ileri karakolu olarak planlanan terör ve minyatür devletlerin hangi yöntemlerle kurulacağının ince hesapları ve provaları yapıldı.

İsrail’in dünyaya meydan okuduğu artık netleşmiştir. Uluslararası hukuk çiğnenmiş, insani miras ve değerler mahvın sınırına gelip dayanmıştır. Bu terör devletine karşı silah ambargosu uygulamak yetersizdir. Kınama mesajlarının ise hiçbir manası ve bağlayıcılığı yoktur.

Cinayet makinesi ve soykırım suçlusu İsrail’i durdurmak için acilen kuvvet kullanmak gerekmektedir. Birleşmiş Milletler bu tarihi ve ertelenemez görevi derhal üstlenmek ve katiller sürüsünü cezalandırmak zorundadır. 2 Ekim’de İran’ın fırlattığı 120 adet füzeden sonra süreç iyice kızışacak, olası misillemelerle yangın Ortadoğu’nun bacasını hepten saracaktır.  Beşeriyet din ve medeniyet temalı bir küresel savaşa doğru hızla kayış halindedir. İsrail şu anda İslamiyet’e, İslam coğrafyasına ve hatta insanlığa savaş açmıştır. Yakın vadede ise komşu ülkelerdeki kaosun sınırlarımıza kadar ulaşması, İsrail’in küresel güçlerin himayesine güvenerek Türkiye’yi taciz etmesi muhtemeldir ve beklenmelidir. İran, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Filistin’den sonra dünya jeopolitiğinin şah damarı olan Anadolu coğrafyasının hedef alınma ihtimaline karşı milli seferberlik ruhuyla ayağa kalkılması biliniz ki, kaçınılmaz bir sorumluluk haline gelebilecektir.

“Kapalı oturum yerinde ve isabetli bir karardır”

Bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, İsrail saldırıları ve bölgesel gelişmeler kapsamında bugün öğleden sonra yapılacak kapalı oturum yerinde ve isabetli bir karardır. İsrail üzerimize gelirse, istihbarat oyunlarıyla ülke içinde örtülü veya açık operasyonlara heves ederse, bu hain ve hayasız cüretinden dolayı bin pişman edileceğini yedi düvel hatırında tutmalı ve asla unutmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti bunu yapacak güç ve kudrete sonuna kadar sahiptir.

“Toplumsal endişe ve infiali tırmandırmaktadır”

Küresel ve bölgesel vahşetin yükselen çıtası yaygınlaşırken, ülkemizde her gün bir yenisine şahit olduğumuz cinayet, taciz ve şiddet vakalarının gittikçe yaygınlaşması toplumsal endişe ve infiali tırmandırmaktadır. Psikopat bir cani tarafından İstanbul Fatih ve Eyüpsultan’da peş peşe işlenen tasarlanmış cinayetler, Beyoğlu’nda görülen taciz olayı, Sıla bebeğin hayatını kaybetmesi, asayişsizliğin yoğunlaşması, kavga ve karışıklık bekleyenlerin ümitlenmesi milletimizi derinden yaralamaktadır.

Şiddete karşı sıfır toleransla muamele etmekten başka seçeneğimiz kalmamıştır. Bugünün insanı, bugünün şiddet sahnesinde görülen ızdırap verici vakalar karşısında bezgin ve bitkindir. Milliyetçi Hareket Partisi ARGE çatısı altında, “Bireysel ve Toplumsal Şiddetle Mücadele” etmek maksadıyla saygın ve alanlarında parmakla gösterilen uzman ve akademisyenlerimizden teşekkül eden bir komisyon kurmuş bulunuyoruz.  Bu komisyonumuz inanıyorum ki, kısa zamanda çalışmalarını ikmal edecektir.

“Sert önlemleri almakla yükümlüyüz”

Şiddet karşısında sessiz kalamayız. Geleceğimizi şiddete rehin bırakamayız. Derlenmeliyiz, toparlanmalıyız, kendimize gelmeliyiz, cezaları artırmakla beraber; şiddetin ürediği ana yatağı kurutmak zorundayız. Temellerimizi kazıp, kaynağımıza inip saçılan hastalık tohumlarını bulup çıkarmalıyız. Bu durum aynı zamanda ülkemiz ve milletimiz için bir diğer beka konusudur.

Uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanım yaşı üzülerek ifade ediyorum ki oldukça düşmüş, okul önlerinde uyuşturucu çeteleri yuvalanmıştır. Hepimiz kafa kafaya verip seri ve sert önlemleri almakla yükümlüyüz. İnsanımızı sonsuz dalgalanmaların tesirinden kurtaracak değişmez ve dejenere edilemez değerlere müştereken sarılmak gerekmektedir.

“Hukuk, hayatın gerisine düşerse toplumsal buhran kaçınılmazdır”

Bugünkü dünyaya hakim olan sosyal ve ekonomik organizasyon tarzının ve yamalı değerler sisteminin büyük çapta tatminsizliğe yol açtığı muhakkaktır. İnsan gün geçtikçe yiyen,  içen, üreyen; fırsat buldukça başka insanlara şiddet uygulayan, niçin yaşadığını düşünmeye fırsat bulamayacak şekilde zamanın akıntısında sürüklenip giden bir varlık haline gelmiştir.  İşte asıl felaket de budur. Bu felaketin püskürtülmesi için el ele vermek, Merhum Hocamız Prof.Dr.Erol Güngör’ün önerdiği ahlaki şuur etrafında birleşmek, milli ve manevi ortak paydada tek yürek halinde kenetlenmek hepimizin omuzlarına binen görevdir.

Hukuk, hayatın gerisine düşerse toplumsal buhran kaçınılmazdır. Gerçekte hayatı yapanlarla hukuku yapanlar aynı kişilerdir. Sözgelimi cezasızlık şikâyetleri genişlerse, suçluların tahliyesi sıradanlaşırsa, yapanın yanına yaptıkları kar kalırsa, o halde herkes kendi ölçüsüne göre adaleti sağlama peşine takılacak, bu defa da devletin temelleri sarsılacaktır. Türk-İslam medeniyetinin özünde ahlak ile hukuku ayırt etmek mümkün değildir. Ahlakta da samimi inanç esastır.

Merhum Hocamız Prof.Dr. Nurettin Topçu’ya göre, ahlakın birinci ilkesi eşitlik, ikinci ilkesi adalet, üçüncüsü ilkesi merhamettir. Bana göre dördüncü ilke de hoşgörü ve karşılıklı anlayıştır.

 

 

Independent Türkçe 

DAHA FAZLA HABER OKU