İsrail Lübnan'da haritaları değiştirmeye başlarken İran "Hasani yaklaşımına" geri döndü

Tahran iç ve dış politika arasında kalmış durumda

İsrail’in Lübnan'ın güneyindeki Zevtar beldesine düzenlediği füzeli saldırıda etrafa saçılan kıvılcımlar / Fotoğraf: AFP

Hizbullah'a yakın analistler ve yazarlar, Hizbullah destekçilerine İsrail basınını takip etmelerini tavsıyor ediyor ve Haaretz, Yediot Ahronot ve Maariv gibi İsrail gazetelerindeki makalelerin ve İsrail televizyonlarındaki siyasi programların, İsrail’de kötüye giden ve tam bir çöküşe ve Hizbullah liderlerinin Mescid-i Aksa'da namaz kılma vaatlerinin yerine getirilmesine gittikçe yaklaşan iç siyasi, ekonomik ve sosyal durum hakkında önemli bilgiler barındırdığını söylüyorlar.

Ancak bahsi geçen analistler ve yazarlar, İsrail toplumunun yakında çökeceğine dair kötümser makaleler ve tahminlerden çok daha fazlasını kaçırmış görünüyorlar.

Örneğin, Binyamin Netanyahu hükümetinin, Hizbullah'ın felaketle sonuçlanan Aksa Tufanı Operasyonu'nun ardından Hamas'ı desteklemek için sözde oyalama savaşının ilk günlerinden beri Lübnan için neler hazırladığına dair açık ve net bir şekilde yapılan açıklamaları gözden kaçırdılar.

İsrailli yetkililerin, 60 bin kişinin yerinden edildiği kuzeydeki statükoya müsamaha göstermeyeceklerine dair uzun süredir yapılan tehditlerden ve uyarılardan habersizler.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İsraillilerin Hamas gibi kendilerine karşı bir tehdit olarak gördükleri bir örgütün sınırlarının hiçbir yerinde var olmasına ve Aksa Tufanı’nın ne pahasına olursa olsun tekrarlanmasına izin vermeyeceklerini duyurmalarının üzerinden çok zaman geçmedi.

Bu sözler açık bir şekilde, 2018 yılında İsrailliler tarafından keşfedilen ve İsrail içlerine kadar uzanan tünelleri, Hizbullah sözcüleri ve diğer yetkilileri tarafından geniş başlıkları ve hatta detaylarıyla anlatılan "Celile'yi Kurtarma Operasyonu" planında kullanılmak üzere inşa edilen tünelleri, Hizbullah’ın Rıdvan Gücü’nün İsrail'in kuzeyindeki yerleşim birimlerini ele geçirmedeki rolü ve benzerleri hakkında çok şey söylenen Hizbullah'a yönelikti.

"Dikkat dağıtma savaşının" ilk günlerinden itibaren İsrail'in kendisine yönelik roket saldırılarına karşılık verme biçiminde köklü bir değişiklik olduğu görüldü.

İsrail, çağrı cihazlarının ve telsizlerin patlatılmasından ve son büyük hava saldırılarından önce Lübnan’da siviller dışında 426 Hizbullah üyesi ve 26 Emel Hareketi üyesini öldürdü.

Yaklaşık bir yıldır aralıklarla devam eden çatışmalarda ölen Hizbullah üyesi sayısının İsrail ile çatışma tarihinde daha önce görülmemiş bir rakam olduğu açıktı.

Çağrı cihazı ve telsiz saldırıları, Rıdvan Gücü komutanlığına yapılan hava saldırısı ve şiddetli bombardımanlarla tablo daha da kötüleşti.


Peki İsrail neyin peşinde?

Başbakan Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant ve (genellikle pek ciddiye alınmayan Avichai Adrai de dahil) ordu sözcüleri tarafından yapılan sözlü ve yazılı açıklamalar yan yana konulduğunda İsrail'in planı büyük bir doğruluk ve netlikle çizilebilir.

İsrail, Lübnan topraklarından on ila on beş kilometre içerideki tüm yaşam unsurlarını yok edecek ve sadece sivil halkın değil Lübnan ordusunun da geri dönüşünü engelleyecek.

Dolayısıyla bu bölge Hizbullah üyelerine de yasaklanacak. İsrail sınırından yaklaşık yirmi kilometre uzaklıktaki Litani Nehri'ne kadar uzanan bölgeler sıkı güvenlik kontrolü altına alınacak ve sivillerin hareket etmesinin zor olduğu bir "ölüm bölgesi" haline getirilecek.

İsrail, Lübnan topraklarından 10 ila 15 kilometre içerideki tüm yaşam unsurlarını yok edecek.


İsrail Gazze'de yaptığını Lübnan'da iki aşamalı olarak tekrarlıyor.

Bu aşamalardan birincisi, Güney Lübnan'ın büyük bir bölümünü doğrudan ateşle kontrol altına almak;

İkincisi ise, durumu 7 Ekim 2023'teki haline getirecek diplomatik bir çözümü kabul etmemek.

ABD Başkanı Joe Biden’ın Özel Temsilcisi Amos Hochstein, bölgeye gerçekleştirdiği son ziyarette Lübnan’ın geçici Başbakanı Necip Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile görüşerek Hizbullah'ı ateşkes için diplomatik çabalara yanıt vermeye ikna etmelerini istedi.

Ancak Hizbullah'ın Gazze'yi desteklemeye devam etme ve Gazze'de ateşkes sağlanmadan İsrail’in kuzeyinde yaşayanların geri dönmelerine izin vermeme konusundaki kararlı duruşuyla karşılaştı.

Hochstein, İsrail'de de kuzey sakinlerinin gerekirse zorla geri döneceklerine dair Hizbullah'ınkine benzer bir uzlaşmazlıkla karşılandı.

Burada İsrail'in Lübnanlıların ve Filistinlilerin yaşamlarına ve haklarına değer vermediğini ve hiçbir zaman da vermeyeceğini söylemeye bile gerek yok.

Nasıl ki Netanyahu hükümeti 7 Ekim saldırısının tekrarlanmasını önlemek bahanesiyle Hamas'ın ya da Filistin Yönetimi’nin Gazze'de iktidara geri dönmesine karşı çıkıyorsa aynı şekilde Hizbullah'ın hatta Lübnan'daki meşru yönetimin iktidara geri dönmesini de engellemeyi planlıyor.

Buna hem Lübnan'da hem de Filistin'de siyasi bir çözümün tartışılmaması eşlik ediyor.

İsrail planının ikinci aşaması çağrı cihazlarının patlatılmasıyla başladı. İsrail, bunun hemen akabinde Hizbullah'ın hareket etme ve karşılık verme yeteneği en yüksek birimini vurmak için "kafa kesme operasyonları" diye adlandırılan operasyonlarla Rıdvan Gücü komutanlarını öldürdü.

Elit birliğin karar merkezini ortadan kaldırılarak Hizbullah'ın taarruz kabiliyetlerinin sekteye uğratılması ve ardından 23 Eylül Pazartesi günü gerçekleştirilen yoğun saldırılar, bir yandan Radvan Gücü’nün misilleme niteliğinde bir kara harekatı başlatmasını, diğer yandan birçoğu araç ve kamyonlar üzerinde taşınan Hizbullah füzelerinin tahkimatlarından çıkarılarak hazır müdahale planlarına göre önceden belirlenmiş ateşleme noktalarına ulaşmasını engellemeyi amaçlıyordu.

Bir başka deyişle İsrail güçleri istihbarat servisleriyle iş birliği yaparak çağrı cihazı ve telsiz patlamaları saldırısından bu yana art arda gerçekleştirilen saldırıların yarattığı şok halinden faydalanarak askeri operasyonlarda üstünlüğü ele geçirdi ve Hizbullah’ı hazırladığı güçle karşılık verme imkanından mahrum bıraktı.
 


Dikkat edilmesi gereken ikinci bir nokta ise İsrail'in Lübnanlı sivillere Hizbullah'ın silah depoladığı evlerden uzak durmaları yönünde yaptığı çağrıların pratikte Hizbullah üyelerinin konuşlandığı tüm bölgelerin boşaltılması çağrısı olması.

Hizbullah üyelerinin konuşlandığı tüm bölgelerin boşaltılması çağrısı, siviller arasında herhangi bir evin silah deposu olabileceği ve dolayısıyla İsrail’in hava saldırılarına açık hedef olduğu şüphesi uyandırıyor.

Bu plan ve İsrail bombardımanının ilk dalgası sırasında onlarca köyün acımasızca bombalanması ve yaklaşık 200 sivilin öldürülmesi, güney bölgelerinden Beyrut'un güney banliyölerine ve dağlarına doğru kaçış şeklinde bir panik durumu yaratmayı başardı.

Durum, İsrail Ordusu Sözcüsü tarafından yapılan Bekaa Vadisi’nin köylerinin iki saat içinde boşaltılması tehdidiyle daha da kötüleşti.

Yukarı Cubeyl'deki İhmec bölgesinin bombalanması aynı zamanda Lübnanlı Hıristiyanlara, el-Avni Hareketi gibi bazı akımların Hizbullah'a destek vermeye çalışması halinde İsrail'in hedefinden kaçamayacakları mesajı veriyor.

Son günlerde ortaya çıkan bir başka husus da Hizbullah’ın ve onun emniyet ve askeri birimlerinin 8 Ekim 2023 tarihinden bu yana aldığı darbelerden ders çıkaramaması ve alternatifler geliştirememesi.

Bu durum Hizbullah’ın imajına ciddi zarar verdi. Hizbullah uzun yıllar boyunca Lübnanlıları -hem Hizbullah destekçilerini hem de diğerlerini- başta güvenlik ve askeri alanlar olmak üzere tüm alanlarda yüksek yetkinliklere sahip olduğuna ikna etmeye çalıştı.

Ancak son birkaç gün içinde yaşananlar, bunun tam tersini gösterdi. Hava saldırıları Hizbullah’ın lojistik sistemini darmadağın ederken Hizbullah’ın kendi ekosistemi olarak gördüğü yüz binlerce sivilin durumunun ele alınması için gerekli insani boyutların ihmal ettiği de ortada.


İran ve Hasani ve Hüseyni yaklaşımları

Hizbullah'ın üst düzey komutanlarından Fuad Şükür’ün öldürülmesi ve ertesi gün Hamas'ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin Tahran'ın merkezinde Devrim Muhafızları Ordusu’na (DMO) ait bir konutta öldürülmesinden bu yana Lübnanlılar arasında sık sık “İran şimdi ne yapacak? İran ne yapacak? Şam'daki İran konsolosluğunun bombalanmasına verilen tepkinin çok ‘ölçülü’ ve ‘önlenebilir’ olmasının ardından Hizbullah'ı kendi kaderine mi terk edecek?” soruları sorulmaya başladı.

İsrail güçleri istihbarat servisleriyle iş birliği yaparak çağrı cihazı ve telsiz patlamaları saldırısından bu yana art arda gerçekleştirilen saldırıların yarattığı şok halinden faydalanarak askeri operasyonlarda üstünlüğü ele geçirdi.


Bu sorular, İran'ın içinde bulunduğu durumun aşırı basitleştirilmiş şekilde yapılan bir okumasından kaynaklanıyor.

Bu okumada, İranlı liderlerin söyledikleri yüzeysel sözler ve attıkları sloganlar, Dini Lider (Rehber) Ali Hamaney'in ve siyasi ve medya cephelerinin değil, gerçek otoriteyi elinde tutan kurumların efendilerinin sözleriyle karıştırılıyor.

İran’ın stratejisinin temelinde, 1980-1988 yılları arasında yaşanan İran-Irak savaşındaki deneyimine dayanarak, rejimin hayatta kalması ve ağır sınavlara tutulmaması amaçlanıyor.

Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan'ın bu stratejide tampon bölge ve manivela görevi gördüğünü söylemek çok da büyük bir keşif sayılmaz.

Çünkü içeride durumunun doğrudan müdahil olduğu yurt dışı askeri maceralara tahammülü olmadığının farkında olan Tahran'ın omuzlarındaki yük çok hafif olmalı.

DMO’nun yurt dışı kolu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin ya da nükleer bilimci Muhsin Fahrizade'nin tasfiyesi, Natanz'daki nükleer araştırma merkezlerine yapılan saldırılar ve nükleer arşivlerin çalınması gibi yönetici elit kesimi vuran büyük operasyonların hepsi, ima ettikleri meydan okumanın seviyesine uygun misillemelerle karşılık verilmeden geçiştirildi.

Çünkü Tahran'da, başvuracağı herhangi bir şiddet içeren misillemeye İsraillilerin (ve Süleymani suikastı sonları ABD’nin) rejimin istikrarını bozacak şekilde karşılık vereceğine dair bir inanç vardı.

Ne var ki geçen günlerde İran Cumhurbaşkanı’nın ve Dışişleri Bakanı'nın "ABD’li kardeşlerden" eğer "karşı taraf isterse" New York'ta nükleer anlaşmayla ilgili müzakerelere başlamaktan ve "dünyayı barış içinde yaşanacak bir yer haline getirmekten" söz ettiklerini duyduk.

İran, ABD’nin başkanlık seçimleriyle meşgul olmasından faydalanmak ve İran'ın ülke genelindeki nükleer tesislerine saldırmak isteyen Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümetinin sert misillemesine karşı duracak güce sahip değil.

ABD ve İran 2015 yılında nükleer anlaşmaya varmadan önce Hamaney'in "Hüseyni yaklaşımına" karşı "Hasani yaklaşımı" olarak adlandırdığı yaklaşımı öven açıklamaları yoğun şekilde gündeme geldi.

Hamaney, söz konusu açıklamalarında Kerbela Savaşı sırasında Hz. Hüseyin’in ölümüyle sonuçlanan trajik çatışmada kendini gösteren "Hüseyni yaklaşımın" aksine, Hz. Hasan’ın kan dökülmesini önlemek ve Müslümanlar arasındaki ihtilafları ortadan kaldırmak için halifeliği Muaviye bin Ebu Sufyan'a bırakmayı kabul ettiğini hatırlattı.

‘İlkelerinden’ geri adım atmadan yıkıcı bir çatışmadan kaçınmak isteyen İran'ın bugünkü durumu Hasani yaklaşımın olumlu yönlerini anımsatıyor.

İran'ın Heniyye suikastına misillemede bulunma konusundaki isteksizliği de bundan kaynaklanıyor. Çünkü İran’ın böyle bir misilleme, Netanyahu'nun istediğinin olmasına, yani İran'ın açıklamaları bağlamında ele alınırsa sonucu zaten bilinen topyekun bir savaşın fitilinin ateşlenmesi demektir.

Ancak bu da “İran Hizbullah'ı tek başına bırakıp İsrail'in pençelerinde kaderine mi terk etti?” sorusunu akla getiriyor.

Bu sorunun yanıtı gayet basit, “hayır”. Hizbullah, İran'ın dış başarılarının "baş tacı" ve Gazze'de, Lübnan'da ve hatta Suriye topraklarında olup bitenlere sessiz ve kayıtsız kalan Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın davranışlarının da gösterdiği gibi son zamanlarda sessiz hoşnutsuzluk belirtileri gösteren "Direniş Ekseni" ülkeleri üzerindeki siyasi ve askeri kontrolünü genişletmek için vazgeçilmez bir araç olmaya devam ediyor.

İran, bölgedeki stratejisinin önemli bir ayağının çökmemesi için Hizbullah'a desteğini sürdürecektir.

Bu da İran’ın diğer domino taşlarının düşmesine yol açabilir.

Yine de bu, "stratejik sabrı" ve "ihtiyatı" tercih eden İran’ın saldırgan bir politikaya ve her türlü doğrudan müdahaleye yöneleceği anlamına gelmiyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Bu makale Independent Türkçe Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.

Al Majalla

DAHA FAZLA HABER OKU