Şu andaki zorlu bekleyiş anı hakkında...

"Lübnanlılar, İran ve Hizbullah'ın tehdit ettiği büyük yanıtı beklemekten bıktılar ve İsrail'in saldırılarını beklemeye başladılar, ancak savaşın kaçınılmaz olup olmadığı hâlâ belirsiz"

Fotoğraf: AFP

Lübnanlılar, İran ve Hizbullah'ın tehdit ettiği "büyük yanıtı" beklemekten bıktılar.

Ancak bu bıkkınlıkları uzun sürmedi ve çok geçmeden İsrail'in yapacağını söylediği saldırıyı beklemeye başladılar.

İsrail'in çılgın yetkililerinin, özellikle de askeri yetkililerinin açıklamaları en azından bunun olacağını söylüyor.

"Kuzeye odaklanma" ve "askeri güçlerin kuzeye aktarılması" yönündeki çağrıların yanı sıra, Amos Hochstein'ın girişimlerinin güney sınırındaki gerilimi hafifletmeyeceğine, yerinden edilenleri evlerine geri döndürmeyeceğine veya 1701 sayılı Kararın uygulanmasını sağlamayacağına giderek daha fazla kişi kanaat getiriyor.

Her iki saldırıdan birini beklemek acı verici ve korkutucudur ve bir savaş beklendiğinde her zaman böyle olur.

Kaldı ki televizyonlar ve sosyal medya da İsraillilerin Gazze'de işledikleri ve işlemekte oldukları zulümlerin görüntülerini aktarmayı sürdürüyorlar.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ancak hayal kırıklığının tek sahnesi Lübnan değil.

Korku ve acının ardındaki nedenler çok ve sınırları aşıyor.

Bu, savaşın kaçınılmaz olduğu anlamına gelmiyor, aksine patlak vermesinin olası ve yüzdesinin yüksek olduğu anlamına geliyor.

Çünkü kendisi ile ilgili  toplantıların bölgesel ve uluslararası başkentler arasında dolaştığı "anlaşma" gerçekleşmeyebilir.

Her ne kadar ABD'nin bu konudaki rolü bir tartışma konusu olsa da, tamamen kendisine özel nedenler ile deklare edilen Amerikan iyimserliğinin, "anlaşma"nın gerçek durumunun duyurulmasını engelleyen tek şey olduğu ortada.

Bu arada Gazze savaşları bitmek üzere ve onların bitmesiyle birlikte direniş ekseninin "destek" eylemlerinin kendisine hiçbir fayda sağlamadığı Gazze'nin kendisi de bitecek.

Gazze Şeridi'nden gelen yürek parçalayıcı görüntülerle birlikte, yerleşimciliğin ve organize kaosun hedef aldığı Batı Şeria'ya yönelik endişeler artıyor.

11 aydır süren çatışmaların ardından, büyük baskı ve kınamaların Binyamin Netanyahu'ya ateşkes dayatmayı başaramadığı netleşti.

ABD'deki geçiş aşamasından yararlanan Netanyahu, her zamanki nefret uyandırıcı küstahlığıyla, sanki başkalarını birer birer savaşa çekiyormuş gibi davranıyor.

O, askeri makinesinin yanı sıra, bölgenin eşini benzerini görmediği bir Amerikan donanması, kara üsleri ve denizdeki uçak gemileriyle de silahlanmış durumda.

Keza içeride Beyrut ve Tahran'daki son saldırılarının ardından yeniden kazandığı konum ile silahlanmış bir halde.

7 Ekim rehinelerinin veya onlardan geriye kalanların temsil ettiği baskıyı da hafifletti.

İsrail Başbakanı, sınır kapıları meselesini açık bir şekilde rehinelerin güvenliğinin önünde tutarak, Hamas'ın elinde kalan son kartları demeyelim de en önemli kartları, elinden alıyor.

Öte yandan İran'ın "yanıt" ile ilgili söylemine bir kekemeliğin yanı sıra tutarsızlık ve erteleme hakim.

Yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'a ise, sabır, bilgelik ve dünyaya açılım ile İran'ın davranışlarını yumuşatma görevi verildi ki bu Tahran'dan daha önce görülmemiş bir davranış.

Aynı zamanda, resmi pozisyondan önce popüler Arap pozisyonunun etkisinin, yine resmi pozisyondan önce popüler Filistin pozisyonunun kendi etkisinden daha büyük olmadığı da açık.

Hakkında çekincelerin olabileceği ama göz ardı edilemez, hiçe sayılamaz yeni nesillerin, ilgi alanlarının ve değerlerin ortaya çıkışı ve Ortadoğu dahil dünyadaki bazı dönüşümler dikkate alınmadan, bu durum "acizlik", "baskı" ve "gizli suç ortaklığı" ile açıklanamaz.

Gazze'deki savaşçıların dayanağı ve desteği olduğu varsayılan Maşrık (Levant) toplumlarına gelince; bunlar, ister Suriye'de olduğu gibi açıkça, ister Lübnan ve Irak'ta olduğu gibi örtülü olarak, bölünmelerin ve iç çekişmelerin hakimiyetinde.
 


Bu karanlık tablonun en korkunç unsurlarından biri, Chicago'da düzenlenen son Demokrat Parti Kongresi'nin Gazze savaşının Amerikan kamuoyu üzerindeki etkisinin maalesef sınırlı olduğunu açığa çıkarması ve göstermesidir.

İsrail'in lekelenmiş imajına, seçimlerde salıncak eyaletlerdeki Müslüman oylarına olan ciddi ihtiyaca ve Elizabeth Warren gibi Demokratların liderlerinden birinin karşıt bir görüş ifade etmesine rağmen, bahsi geçen Kongre Filistinlilere söz hakkı vermeyi reddetti.

Böylelikle Filistin haklarını desteklemeye aday gösterilen geniş bir kamuoyu çevresi olan Demokrat Parti, önceliğini kesin bir şekilde İbrani devlete ve onun "kendini savunma hakkına" vermiş oldu.

Evet, dünya adil değil ama içinde yaşadığımız ve onun etkilerine maruz kaldığımız sürece, kendimize meyilli bakış açımız ve dünyadaki etki gücümüze dair yanlış değerlendirmemiz bizi bunu yapmaktan alıkoymadan, bu dünyada adil olan ve olmayan ile baş etmek zorundaydık.

Bunu, umutsuzluğu ya da "yenilgi ve teslimiyet kültürünü" yaymak için söylemiyoruz, aksine birçoğu hiçe sayılan insanların hayatları için korktuğumuzdan söylüyoruz.

7 Ekim'de başlayan intihar operasyonunun bir noktada durdurulması talebinin çok geç kalmış olabileceğini biliyoruz.

Zira İranlılar ve onların araçları durdursa bile savaşın sürmesi için çabalayan Netanyahu kendisini durdurmayabilir.

Buna rağmen başkalarının savaşlarında kendi istekleri dışında öldürülen insanların hayatları için endişe duyanların bu endişelerini ifade etmeleri acil ve kaçınılmaz olmaya devam ediyor.

Ölümü sevenler ise, elbette, canları ile istediklerini, hem de istedikleri şekilde yapma hakkına sahiptirler ama şehit ilan etseler bile başkalarını da bu yola sürüklememek şartıyla.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU