Sığınmacı karşıtlığı nasıl Arap karşıtlığına dönüşüyor?

Prof. Dr. Hasan Ünal Independent Türkçe için yorumladı

Dış politika sohbetlerinin bugünkü bölümünde toplumda yükselmekte olduğunu gözlemlediğimiz Arap ve Araplar karşıtlığını ele almaya çalışacağım.

Uzunca bir süredir hem kendi çevremde hem arkadaş çevremde hem öğrencilerimin arasında, sosyal medyada nereye bakarsam, nereye incelersem sığınmacılardan kaynaklı “Araplar” diye genel bir kategoride bir karşıtlık gelişmeye başladı toplumda. Ben Türkiye'de hiçbir dönemde böyle bir Arap karşıtlığı görmemiştim.

Birincisi bunun sebeplerinin başında sığınmacılar meselesi geliyor. Türkiye'de sayısının ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz en düşük rakamla 13 milyon civarında olduğu söylenen bir sığınmacı toplumu var. Bunların çok büyük bir bölümünü Suriyeliler oluşturuyor. Türkiye yetkililerinin yaptıkları açıklamalarda neredeyse 10 milyona yaklaşmış olan, belki de 10 milyonu geçmiş olan bir Suriyeli topluluğa bakıyoruz. Bu 10 milyonun hepsi Türkiye'de değil ama muhtemelen yarısı burada. Bir diğer yarısı da Suriye'de Türkiye'nin kontrol ettiği topraklarda. Bu 10 milyon insanın Türkiye'nin yaşadığı geçim sıkıntısına olumsuz etkilerinin çok büyük olduğu hepimizin aşağı yukarı kabul edebileceği bir şey. Çok ağır bir ekonomik krizden geçerken ve pek de iyi yönetilmediği hepimiz tarafından görülebilen böyle bir ekonomik krizin içinde bu kadar büyük bir sığınmacı topluluğu hemen dikkati çekiyor ve toplumda tepkilere sebep oluyor.

Ayrıca kaçak denilen yine çok sayıda insan var etrafta. Bunlar artık belli yerlerde yoğunluk oluşturdukları için büyük şehirlerde, belli şehirlerde, belli bölgelerde birebir toplumun karşıtlığını oluşturan temel grup unsur halinde. Şimdi sığınmacıların çoğunluğunun Arap kökenli, daha doğrusu Suriyeli olması Araplarla ilgili genel olarak kötü bir kanı oluşturuyor. Oysa bunun böyle olması için hiçbir gerekçe yok.

İkinci bir şey de yanlış bir tarih algısı var Türkiye'de, bilgisi diyelim buna, kulaktan dolma. O da şu, bu Araplar bizi zaten sırtımızdan bıçaklamamışlar mıydı Birinci Dünya Savaşı'nda diye. Sosyal medyaya baktığınızda Araplar bizim dostumuz olamaz vs. filan diye kendince başlayan bir sürü tepki sözleri ve serzenişler

Bunları yan yana getirdiğimizde önemli bir sorun ortaya çıkıyor. O da şu. Şimdi sığınmacıların gitmesini istemek, ki ben de bunlardan biriyim ne yabancı düşmanlığıdır ne faşistliktir ne ırkçılıktır ne başka bir şeydir. Hiçbir olumsuzluk içermez. Yani bir sığınmacı buraya sürekli olarak kalmak niyetiyle gelmiş olamaz. Böyle bir şey düşünülemez. Ülkesinden bir savaştan dolayı kaçmış, savaş bittiğine göre, şu anda Suriye'de savaş mavaş kalmadı, o halde geri dönmesi için hiçbir engel kalmadı. Bunun böyle düşünülmesi lazım.

Hükümetin bu konularda yavaş davranması, isteksiz olması, zaman zaman ayak sürüyor gibi görünmesi bu sorunun artmasına, toplumdaki infialin sıklıkla yükselmesine sebep oluyor. İstemediğimiz, sevmediğimiz, belki bazı tahrikçilerin de kısmen katkıda bulunduğu olaylar oluyor. Son zamanlarda Suriye'yle yakınlaşma çabaları içinde bulunan hükümetin adımlarına bu açıdan her yönde destek vermek lazım.

Ama esas konu şu. Sığınmacılar ayrı bir konu, Araplar, Arap devletleriyle ilişkiler ayrı bir konu. Sığınmacılara kızıp Arap devletlerinin hepsinin üstünü çizmek, Arap halklarının üstünü çizmek, uluslararası ilişkiler açısından, devletler arası ilişkiler açısından kabul edilemez bu durum. Hiçbir şekilde kabul edilemez aslında.

Bizi arkamızdan bıçakladı lafı da söylenildiği andan itibaren Suudilere yönelik bir itham şeklinde oluyor. Oysa Birinci Dünya Savaşı'nda, 1915 yılı haziran ayında isyan edenler Suudiler değildi. Suudi aşireti o sırada Riyad bölgesinde kuvvetli aşiretlerden biriydi. Ve Arabistan Yarımadası'ndaki pek çok aşiret gibi Osmanlı'nın orada kalıcı olup olmayacağına bağlı olarak bir yandan Osmanlı'yla, bir yandan İngilizlerle, bir yandan da etraftaki diğer aşiretlerle kurdukları dengeler içinde varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlardı. İsyanı başlatan İngilizlerle birlikte isyan edenler Mekke Şerifi Hüseyin ve oğullarıydı ağırlıklı olarak. Mekke Şerifi Hüseyin ise savaşın sonlarında Osmanlı'nın bölgeden çekilmesi üzerine Suudi aşiretinin, Suudilerin diyelim saldırısına uğrayıp kendi topraklarından çıkmak zorunda kaldı. Yani Osmanlı'ya isyan etti. Aslında isyan da çok kapsamlı büyük bir isyana dönüşemedi. Bütün Arap aşiretlerini, topluluklarını, halklarını yanına çekemedi.

Osmanlı'nın bölgeden çekilmesinin ise sebebi belki de çok çok çok küçük sebeplerinden birisi buydu. Osmanlı çok uzun süren çok ama çok büyük kayıplar yaratan, büyük maddi varlıklar gerektiren bir savaşı sonuna kadar sürdüremedi, yoruldu, yenildi. Onun için çekildi. Yani sadece Osmanlı mı böyle oldu? Hayır, Osmanlı o sırada 21 milyon civarında nüfusa sahipti, Arap eyaletleriyle birlikte. Avusturya-Macaristan gibi Osmanlı'nın üç katı nüfusa sahip, 63 milyon, çok daha gelişmiş, büyük bir imparatorluktu, o da yenildi. 70 milyon nüfusla savaşa giren Almanya, ki dünyanın teknoloji deviydi, öncüsüydü, inovasyonda dünya birincisiydi, dünyanın en gelişmiş silahlarıyla savaşa katıldılar. Ama onlar da yenildi.

Dolayısıyla Osmanlı bölgeden Oradaki Hicaz bölgesindeki Şerif Hüseyin ve oğullarının birkaç Bedevi aşiretiyle birlikte oluşturduğu isyan sonucunda çekilmedi. Bu isyan hiç mi zarar vermedi? Verdi. Ama öte yandan Iraklı, Suriyeli, Osmanlı'nın diğer Arap bölgelerindeki subaylar, askerler sonuna kadar Osmanlı'da savaşmayı sürdürdüler.
Bunlardan bazıları hatta savaşın sonunda kendi ülkelerine gittiklerinde, ülkelerinin Osmanlı'nın çekilmesiyle işte ya İngilizlerin ya da Fransızların kontrolüne girdiğini gördüler ve o dönemlerde de kendi topraklarında etkili olabilmek için siyasete atıldılar.

Dolayısıyla aklımızı başımıza alalım. Kaldı ki örneğin Osmanlı'ya her isyan eden Müslüman toplumu bu şekilde kınayacak ve onlarla ilişkilerimizi bozacaksak o zaman Balkanlarda da Müslüman olan bazı topluluklarla, Arnavutlarla vesaire ilişkilerimizi bozmamız gerekebilir. Zaman zaman onların da Osmanlı'nın politikalarına itiraz edip isyanlara sebebiyet verdikleri olmuştur. Osmanlı'ya her isyan eden Müslüman topluluğu şu veya bu şekilde lanetleyeceksek bu işin içinden çıkamayız.

Kısacası sığınmacılara karşıtlıkla başlayıp, yanlış tarih bilgisiyle beslenen, hükümete zaman zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan'a tepkiden tepkiyle bütünleşen ve onun iyi ilişkiler içinde olduğu, dostluk kurduğu her toplumu eleştirmeye, karşı çıkmaya hatta lanetlemeye başlarsak yanlış bir yola girmiş oluruz.

Son söz olarak şunları söyleyelim. Bir, sığınmacılar ülkelerine gitmeli. Ev, ev üstüne olmazmış. Atalarımız ne güzel söylemiş. Evet, her Arap kendi ülkesinde, kendi evinde olmalı. Türkiye'ye turist olarak gelmeli, yatırımcı olarak gelmeli, üniversitede okumak için gelmeli. Biz de aynı gerekçelerle onların ülkelerine gitmeliyiz. Kardeşliği bu şekilde oluşturabiliriz. Yani bu ensar-muhacir hikayesinden kurtulup, daha gerçekçi zeminler üzerine bu işi oturtmak hükümetin görevi.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU