Bir hafta önce Suriye sınırındaki bir Amerikan üssünü hedef alan ve 3 askerin ölümüne, onlarcasının yaralanmasına yol açan insansız hava aracı saldırısına yanıt olarak yapılan Amerikan hava saldırıları, Irak ve Suriye'de İran'a bağlı milislere ait 85 hedefi vurdu.
Amerikan açıklamalarına göre bu hava saldırıları açık bir "misilleme operasyonu" ve misilleme, stratejileri değiştirmeyen bir tepkidir.
Bu Amerikan hava saldırıları, Yemen'deki "Husilere" yönelik Amerikan-İngiliz hava saldırılarından çok da ayrı değil, ikisi de İran'a ABD'nin ciddi olduğu mesajını vermek istiyor.
Keza içeride seçmene Başkanın zayıf olmadığına dair mesajlar vermek istiyor.
Vurulan hedeflerin sayısını onlarca artırarak verilmek istenen son mesaj da açıktı; sayıyı yüksek göstermek ve saldırılara önem kazandırmak.
"B-1 bombardıman uçaklarının" kullanıldığı ve ABD'den doğrudan havalanıp, durmadan hedeflerine ulaşarak düzenledikleri bu hava saldırılarının, devam edecek bir yanıtın başlangıcı olduğu duyurusu da aynı amaçla yapıldı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
ABD hiçbir zaman İran ile gerçek bir mücadeleye girişmeye çalışmadı.
Bu, 40 yıldır kimsenin tartışmadığı bir konu. Yalnızca mecbur kaldığında bazen İran’a karşı caydırıcı olmaya çalıştı.
Suriye ve Irak'a yapılan bu Amerikan hava saldırıları da daha önce yaşanmış iki olay ile karşılaştırılabilir;
İlki, Birinci Körfez Savaşı sırasında İran'ın Irak ile savaşının bir parçası olarak Arap Körfezi'ndeki petrol tankerlerine karşı kullandığı deniz mayınlarına karşı ABD'nin 1988 yılında verdiği karşılıktı.
O dönemde İran bir Amerikan firkateynini hedef almış ve aynı yılın nisan ayında Amerikan kuvvetleri, Başkan Ronald Reagan'ın direktifiyle, meşhur "Peygamber Devesi" böceğinin adının verildiği operasyon ile "bir günlük" savaş yürütmüştü.
Operasyon, o dönemde bölgedeki güç denklemlerinde İran’ın sahip olduğu en tehlikeli güç olarak kabul edilen İran deniz kuvvetlerinin yarısının imha edilmesiyle sonuçlanmıştı.
Humeyni -kendi ifadesine göre- o yıl zehri yudumlamak zorunda kalmış ve savaş durmuştu.
İkincisi ise, 2020 yılında ABD'nin İran Devrim Muhafızları'nın "Kudüs Gücü" Komutanı Kasım Süleymani'ye Bağdat Havalimanı’nda düzenlediği suikasttı.
Bu, İran'a zarar veren çok büyük bir olaydı. Öyle ki, bazı mevcut İranlı yetkililer geçen yıl 7 Ekim'de Gazze'de yaşanan olayların Süleymani suikastına yanıt olarak gerçekleştiğini duyurdular.
Ne Reagan ne de Trump İran ile mücadele konusunda ciddi değillerdi, aksine sadece caydırıcı mesajlar göndermek istediler.
Nitekim Reagan, operasyonun ardından İran'a "her türlü pervasız davranışın bir bedeli olacaktır" mesajını iletmek istediğini ve "onu kışkırtmak değil, daha fazla saldırı yapmaktan caydırmak için" operasyon emrini verdiğini belirtmişti.
Bu sözler, caydırıcılık derecesi açısından önemli bir fark ile Biden'ın bugünkü açıklamalarına benziyor.
Bölgedeki temel politika ve stratejilere değil, belirli bir olaya yanıt olarak yapılan ABD'nin misilleme saldırılarının ciddiyetini ölçmek için kendisi ile İsrail'in son dönemde Suriye'de ve İran içindeki saldırıları karşılaştırılabilir.
"Biden yönetiminin" mensubu olduğu Demokrat Parti, Obama'nın Doğu Ukrayna'daki Kırım ve ardından Suriye konularındaki malum politikaları aracılığıyla zayıflıklarının ve başarısızlıklarının, ABD'nin dünyadaki imajını küçük düşürdüğünün görülmesinin ardından Trump'ın başkanlığa geldiğini unutmadı.
Obama yönetimi ayrıca, Rusya ve İran'ın Suriye’deki yayılmacılığına karşı sessiz kalmış ve bunu görmezden gelmişti.
Yine Obama döneminde Arap Körfezi'nde Amerikan askerleri hâlâ hafızalarda taze olan tarihi görüntülerle utanç verici bir şekilde aşağılanmaya maruz kalmışlardı.
Donald Trump, bu yılki seçimlere yalnızca Cumhuriyetçi bir aday değil, aynı zamanda eski bir Cumhuriyetçi başkan olarak da katılmaya hazırlanıyor.
Bu Amerikan hava saldırılarını normal boyutu ile ele almak ve hedeflerini bilmek, sahnenin daha iyi algılanmasına yardımcı olacaktır.
Tıpkı Yemen'de Husilere yönelik hava saldırıları gibi bu saldırılar da Amerikan yönetiminin dünyaya güçlü görünme ve İsrail'i koruma konusunda ciddi olduğunu gösterme çabasıdır.
Biden yönetiminin dış politikasında tekrarlanan başarısızlıklar, Obama yönetiminin benimsediği "geri çekilme" ve "izolasyon" eğilimleri nedeniyle dış politikada uğradığı başarısızlıklarının devamı niteliğindedir.
Biden yönetimi, ABD’ye Afganistan'dan kaçışı andıran ve o dönemde ABD'nin en yakın Batılı müttefiklerinin savunma bakanları tarafından da eleştirilen bir geri çekilme skandalı yaşattı.
Ukrayna’da Rusya ile yüzleşmekte yeniden başarısız oldu. Göreve başladığı andan itibaren her şeyi göze almasına rağmen İran ile müzakereleri yeniden canlandıramadı.
O dönemde bölgeye iki uçak gemisi göndererek yaptığı güç gösterisine rağmen İsrail'i 7 Ekim saldırılarından korumayı başaramadı.
Dolayısıyla, Biden yönetiminin İran ile herhangi bir gerçek çatışmaya girmeyi reddettiğini, ilan ettiği caydırıcılıkta da ciddi olmadığını, aksine, zaman kazanmayı ve yaklaşan seçimlerde bu olayı kullanmayı amaçladığını -sadece İran değil- herkes biliyor.
İran rejiminin özellikle ABD ile ilişkilerde, politika ve stratejilerde aptal olduğunu düşünenler, akılsızdır.
ABD'nin İran'a yönelik 40 yıllık politikasını okuyup inceleyen herkes, ABD ve Batılı müttefiklerinin İran rejiminin hayatta kalmasını istediğini anlayacaktır.
Bu, ister Demokrat ister Cumhuriyetçi olsun, ardı ardına gelen yönetimlerin üzerinde mutabakata vardığı politikalar, stratejiler ve pozisyonlarla kanıtlanmış açık bir gerçektir.
Herhangi bir komplocu düşünceden ya da çeşitli "komplo teorilerinden" uzakta, bu, ABD ve Batı çıkarlarına ait hassas hesaplar ne ABD ne de arkasındaki müttefiklerinin değişmesini istemediği bölgedeki güç dengesine ilişkin sabit algılardır.
ABD'nin Suriye, Irak ve Yemen'e yönelik hava saldırıları, tıpkı iki yıl önce ABD ve Batı'nın Rusya'ya karşı eşi benzeri görülmemiş bir şekilde gerilimi tırmandırmasının ardından Ukrayna'da yaşananlar ve yaşanmaya devam edilenler gibi, daha ziyade bir itibarı kurtarma politikasıdır.
Nitekim bugün Batı’nın Ukrayna politikası daha soğukkanlı, sakin ve akılcı hale geldi.
Siyasette coşku ve hamaset, olayların doğru algılanmasını ve rasyonel bir şekilde okunmasını engellediği ve sağlam bir şekilde analiz etme yeteneğini bozduğu için akıl açısından son derece zararlıdır.
Yıllar önce eski ABD Başkanı Obama'nın vizyonu, Washington’un Ortadoğu bölgesini terk etmesi ve kronik sorunlarından uzak durması yönündeydi.
Hem de o dönemdeki müdahaleleri son derece zararlı olmasına rağmen; Obama, kara Arap Baharı’nın tüm hadiselerini güçlü bir şekilde destekledi ve birçok Arap ülkesinde rejimleri devirip onları siyasal İslam gruplarına teslim etmeyi ısrarla istedi.
Bölge tarihinin en kötü siyasi anlaşmalarından biri olan ve Biden yönetiminin yeniden canlandırmak isteyip başaramadığı İran ile "nükleer anlaşma"ya imza atan da oydu.
Bu başarısızlığı kanıtlanmış bir politikaydı ve bu yüzden de Biden yönetiminde ABD yeniden geri adım atmak zorunda kaldı.
Son olarak, dünyadaki diğer bölgelerle basit bir karşılaştırma yapıldığında, Ortadoğu'nun en sıcak bölge olduğu görülüyor.
Bu durum, artan sıcaklıkların gölgesinde kalkınmalarını, refahlarını ve ilerlemelerini sürdürmeleri konusunda bölge ülkelerinin karşısına gerçek zorluklar çıkarıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu