Son zamanlarda Husilerin Gazze savaşındaki rolü öne çıktı. Bu silahlı grubun, Babu’l Mendeb Boğazı’ndan geçen ve İsrail ve Mısır limanlarına demirlemek veya Asya’dan Avrupa’ya doğru giderken bu iki ülkenin bölgesel sularından geçmek üzere kuzeye doğru ilerleyen ticaret gemilerinin önünü kesebiliyor olması da bu rolün hızlı bir şekilde etki göstermesini sağladı.
Batı’nın seyir halindeki gemilere yönelik askerî korumasının daha da etkinleştiği bir durumda, Husilerin gemilerin boğazdan geçişini engelleme, gemilere zarar verme ya da onları alıkoyma kabiliyeti pratikte sınırlı. Ancak buna rağmen küresel bir fark ortaya koyup dikkat çekmeyi, bazen heyecanlandırmayı ve çokça endişeye sebep olmayı başardılar. 32 kilometre genişliğinde olan ve sadece 26 kilometrelik alanı uluslararası deniz taşımacılığı için kullanılan boğaz üzerinden Husiler, gemilerin, küresel ticaretin yaklaşık yüzde 12’sini oluşturan mallarıyla geçişindeki olağan akışı aksattı ve bazı deniz taşımacılığı şirketlerini, Avrupa’ya ulaşmak için Afrika’nın güneybatısındaki daha uzun, daha eski ve daha maliyetli deniz yolunu (Ümit Burnu) kullanmak zorunda bıraktı. Boğazı kullanmaya devam eden gemiler için sigorta maliyetleri de iki kattan fazla arttı.
Husilerin bu çatışmadan devşirmeye çalıştıkları ve bu çatışmada şu ana kadar kaybettiklerinden daha fazla olan birtakım faydalar var.
İçeride kendilerine destek sağlamaya ve şu an uzun bir ateşkes sürecinden geçen Yemen iç savaşındaki hasımlarına (meşru hükümete) karşı konumlarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Nitekim Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi, Husi milislerin saflarına, raporlara göre Gazze’de savaşmak üzere gönderileceklerine dair kendilerine ‘söz verilen’ gönüllüler topladı. Büyük olasılıkla bu gönüllüler, Husilere karşı olan Yemen hükümet güçlerine karşı birden fazla cephede konuşlandırılacaklar.
Husiler, Arap dünyasının bazı kesimlerine karşı saldırılarını kullanmaya ve zayıf imkânlarına rağmen İsrail’e ‘karşı koyan taraf’ olarak görünmeye çalışıyor
Husiler, yolsuzluk ve kötü yönetim suçlamaları sebebiyle içerideki halkın onlara karşı duyduğu memnuniyetsizliği azaltmayı, mevcut çatışmaya dahil olmaya devam etmeleri halinde kendilerine olan desteği artırmayı ve hasımlarına, yani uluslararası alanda tanınan meşru Yemen hükümetine karşı bazılarının gözünde ‘devrimci bir meşruiyet’ kazanmayı da umuyor. Hükümet, Husi saldırılarını eleştirmemekle birlikte, ülkede resmî ve meşru egemenliğe Husilerin değil, kendisinin sahip olduğunu belirtti.
Dışarıda ise Husiler, saldırılarını Arap dünyasının bazı kesimlerine karşı kullanmaya, zayıf imkânlarına rağmen İsrail’e ‘karşı koyan taraf’ olarak görünmeye ve pek çok tarafı, Filistinli sivillere sempati duyan ve İsrail ile onun destekçisi Amerika’ya çok öfkeli olan kamuoyu karşısında ‘sıkıntıya sokmaya’ çalışıyor. Halbuki Arap ülkeleri, İsrail’in saldırılarına açıkça karşı çıktı, acil bir ateşkes çağrısında bulundu ve Husi saldırılarına karşı koymak ve boğazdan geçen gemileri korumak için oluşturulduğu duyurulan ve ABD liderliğinde otuz ülkeden oluşan deniz gücü düzenlemelerine katılmayı da reddetti.
Suudi Arabistan’ın ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yanı sıra son yıllarda Mısır da korsanlık ve kaçakçılık faaliyetlerine karşı ABD’nin liderlik ettiği benzer deniz oluşumlarına dahil oldu. Söz konusu faaliyetlerin çoğu da Arap (Basra) Körfezi’ne ek olarak, aynı su yollarında gerçekleşen İran ve Husi faaliyetleriydi.
Husilere yönelik herhangi bir İsrail saldırısı, bazı Araplar tarafından kışkırtıcı bir eylem olarak görülebilir ve çatışmanın yayılması açısından ciddi riskler doğurabilir
Amerika, Husi saldırılarına çok temkinli yaklaştı, askerî gerilimden kaçındı ve saldırgan bir karşılık yerine gemi hareketliliğinin aşamalı olarak eski hızına dönmesini sağlayacak sıkı bir kontrolü tercih etti. Amerika, Gazze’deki savaşın sona ermesiyle otomatik olarak bu saldırıların da sona ereceğini düşünüyordu. Amerika’nın bu stratejisi şu an için başarısız olmuş görünüyor. Zira Husi füzelerine ve insansız hava araçlarına karşı koyulması ne taşımacılık şirketlerinin kendilerini güvende hissetmesini ne de nakliye ve deniz sigortası ücretlerinin düşmesini sağladı. Üstelik Husilerin gemileri hedef alma hevesinde de bir azalma olmadı. Aksine İran’ın bu konudaki istihbarat ve teknik desteği sayesinde performansta bir miktar artış ve gelişme görüldü. Bu, kriz duygusunun devam ettiğini gösteriyor. Nitekim Amerika’nın savaşa bir an önce son verme veya uluslararası ve Arap öfkeyi yatıştırmak ve yayılıp bölgesel bir savaşa dönüşmesini engellemek için savaşın yoğunluğunu azaltma arzusuna rağmen Gazze savaşı uzadı. Özellikle de savaşı uzun süre ve ucu açık olarak sürdürmekte ısrarcı olan İsrail’in resmî açıklamaları ışığında.
Amerika’nın askerî bir saldırıya dönüşmeyen katı bir caydırıcılığı benimseyen tutumunda farklı ve bir ölçüde çelişkili değerlendirmeler etkili oluyor.
Birincisi, İsrail’in Husilerle doğrudan çatışma hattına girmesini engellemektir. Bu, İsrail’in istediği, ama Washington’ın itiraz ettiği bir şey. Zira Husilere yönelik herhangi bir İsrail saldırısı, Arap dünyasında bazıları tarafından kışkırtıcı bir eylem olarak görülebilir, çatışmanın genişlemesi yönünde ciddi riskler doğurabilir ve Amerika’nın Arap müttefiklerini sıkıntıya sokabilir. Bu, Amerika’yı Husilerle askerî olarak mücadele etme konusunda daha ileri gitmeye sevk ediyor.
Bir diğer ve çelişkili değerlendirme ise ABD yönetiminin Yemen’deki iç savaşı bitirmeye yönelik ilk anlaşmayı tehlikeye atmama arzusuyla ilgili. Bu, Tim Lenderking’in Yemen özel elçisi olarak atanmasından sonra ABD yönetiminin Ortadoğu’daki öncelikleri arasında değerlendirdiği bir mesele. Suudi Arabistan ile Husilerin, iki tarafın Amerika’nın desteğiyle yürüttüğü zorlu ve uzun müzakerelerin ardından vardığı ilk anlaşma, Yemen’de gelecek bir barış için son düzenlemelerin yapılması amacıyla uluslararası olarak çerçevelenmek üzere Birleşmiş Milletler (BM) Yemen Elçisi Hans Grundberg aracılığıyla BM’ye gönderildi. ABD, bu anlaşmanın, Babu’l Mendeb üzerine yaşanan bir Husi-Amerikan çatışmasına kurban gitmesini istemiyor.
Bununla birlikte ABD’nin savunmadan saldırıya ve Husilere ait füze platformlarını ve insansız hava araçları fırlatma noktalarını hedef almaya geçiş konusundaki bu tereddüdü ne ucu açık ne de derin. Hele de Amerikan meclis ve siyaset çevrelerinin, Husilere güçlü bir askerî karşılık verilmesi ve savunma tavrından vazgeçilmesi gerektiği yönünde Biden yönetimine yönelik baskıları artarken. Üstelik Washington’ın Arap müttefiklerine açıkça ifade edilmese de Husi saldırılarının devamlılığından duyulan bir hoşnutsuzluk da söz konusu.
Amerika’nın sabrının tükendiğine dair emareler açık. Husi füzelerine karşı koymanın ötesinde bir şeyler yapma isteği de artıyor
Savunma yoluyla kontrol altına alınamaması üzerine işaretleri son zamanlarda belirmeye başlayan mevcut Amerikan stratejisi, Husiler karşısında Amerika’ya verilen Arap desteğinin zayıf olduğu bir durumda, Avrupa’nın askerî ve siyasi desteğini harekete geçirmeye ve Avrupa himayesiyle veya katılımıyla askerî bir operasyon doğrultusunda ilerlemeye dayanıyor. Zira Avrupa, gemilerin Babü’l Mendeb’den geçişinin engellenmesinden ekonomik olarak en çok zarar görenlerden biri.
Gelgelelim Avrupa, biraz kararsız bir tutum sergiliyor. Avrupa Birliği ülkelerinin dış meydan okumalara karşı geliştirmeye alışık olduğu birlikten de yoksun. Bu durum, Avrupalı tercihlerin çeşitliliğiyle de gözler önüne serildi (Nitekim İspanya, ABD liderliğindeki deniz ittifakına katılmayı reddetti; Fransa, deniz kuvvetlerinin Amerikan komutası altında değil de tek başına faaliyet yürütmesini istedi; Kızıldeniz’de korsanlıkla mücadele için daha önce oluşturulan Avrupa deniz misyonu yeniden gündeme geldi vs.).
Bununla birlikte Avrupalılar ve Amerikalılar, her ne kadar tam olarak neyin, nasıl ve ne zaman yapılacağı konusunda anlaşmazlık yaşasalar da Husilerin gemilere yönelik saldırısını engellemek için etkili bir şeyler yapma arzusunda ortaklar. Bu arzudan çok da uzak olmayan bir bağlamda Amerikalılar, Husilere, gemilere saldırmaktan vazgeçmedikleri takdirde füze fırlatma platformlarını hedef alan askerî bir saldırıyla karşı karşıya kalacakları yönünde nihai bir uyarıda bulunmak üzere İngilizlerle iş birliği yapıyor.
Amerika’nın sabrının tükendiğine dair emareler açık. Özellikle Amerikan güçlerinin bir gemiyi kaçırma teşebbüsünde bulunan üç Husi botunu imha etmesinden sonra, Husi füzelerine karşı koymanın ötesinde bir şeyler yapma isteği de artıyor. Husilerin gemilere yönelik saldırısı ciddi anlamda azalmaz ya da tamamen durmazsa, Amerika’nın askerî müdahalesi an meselesi ve de yakın görünüyor.
* Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.