Kızıl Goncalar: Aslında hepimiz "Faniler"iz

H. Caner Akkurt Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Daha ilk bölümünde kamuoyunda menfi ve müspet büyük tartışmalar başlatan FOX TV'de yayımlanan "Kızıl Goncalar" dizisi ikinci bölümünde izleyicilerini müthiş bir sahneyle sarstı.

Mira, Zeynep'in zekâsını kıskanıp kışkırtıcı bir dille "Dedem iyi yapmış; 28 Şubat'ta sizi okutmamış" deyince Zeynep, amansız bir hastalıkla yatağa mahkûm olan fizik profesörü Suavi Alkanlı'nın 28 Şubat'ın "kudretli" akademisyenlerinden olduğunu öğrenir.

Hışımla Suavi Hoca'nın odasına çıkar ve sessizce tahtaya bir mantık önermesi yazmaya başlar.

"Kapalı kızlar okulda okuyamaz" önermesinde p= Efendi Hazretleri, q= Suavi olarak betimler ve aslında ikisinin de aynı zihniyette olduğunu ispatlayarak birbirlerine denk olduğu sonucunu tahtaya yazar.

(p ≡ q) ve cevabı içinde olan şu yakıcı soruyu Suavi'ye sorar:

Olan hep kızlara oluyor! Ne farkınız var?
 


Ön yargı maalesef bu toplumun iliklerine kadar işlemiş.

Diziyi vakit kaybetmeden hedef tahtasına koyup "İslam düşmanı" ilan ederek, "vurun kahpeye" naralarıyla yetkilileri gerekeni yapmaya çağırmanın hiçbir tutarlılığı olmadığı gibi, etik de değil.

Devlet yetkililerinin de aynı hızla ve telaşla harekete geçerek bazı mekânlardaki çekimleri iptal etmesi ise ayrı bir mevzu…

Öyle anlaşılıyor ki birilerinin iddia ettiği gibi, "Kızıl Goncalar" İslam düşmanlığı üzerinden tarikatlarla hesaplaşma değil, tam aksine iki mahallenin de geçmişle ve mevcut durumla yüzleşmesini konu ediniyor.

Bir tarafta "Faniler" olarak anlatılan, gerçek hayatta olmayan bir tarikat, diğer tarafta ise gerçek hayatın tam da içinde olan seküler ve idealist Atatürkçü bir aile.

Farklı dünya görüşü ve pratiği olan bu iki ayrı mahalle mensuplarının yolları Zeynep ve Mira aracılığıyla kesişir.

Dizinin ilk iki bölümünde biraz flu gibi görünse de anlaşılan o ki gelecek bölümler, her iki kesimin de birbirlerini zaman içinde anlamalarının mümkün olabileceği, sevmek zorunda olamasalar da birbirlerine tahammül etmek mecburiyetinde oldukları minvalinde ilerleyecek.

Bununla birlikte bir taraftan da herkesin karşı tarafı kendi tarafına çekmek için inceden bir propaganda ve çatışma atmosferi içinde olacağı öngörülebilir.

Bunların da diziye aksiyon, gerilim, merak katması açısından önemli enstrümanlar olduğu aşikâr. Tabii RTÜK mahalle baskısı nedeniyle diziyi yayından kaldırmazsa... 

Sanki önceden hazırlık yapılmış gibi dizi başlar başlamaz "Faniler" adına hem savunma hem taarruz pozisyonuna geçen pek çok grup oldu.

Halbuki ilk bölümün Al-i İmran Suresi 103. Ayetteki "Hani siz düşman idiniz, O, kalplerinizi birleştirmişti" ifadesiyle başlaması bile diziye empatik yaklaşımı beslemesi gerekirdi.  

Fakat ne ilginçtir "Kızıl Goncalar"da işlenecek ana tema daha tam belirgin hale gelmeden oluşan yersiz tepkiler, dizinin içeriğinde anlatılacakları haklı pozisyona getirdi.

Hele kibriyle ve gereksiz hiddetlenmeleriyle bilinen bir yazar, diziyi, "Batı'dakine rahmet okutacak bir İslam düşmanlığı" olarak ilan etti.

"Kızıl sultan" diyerek beynimizi yıkayanların şimdi de "Kızıl Goncalar", "Kızılcık Şerbeti" vs. diyerek İslami kesimlere karşı kin ve nefret tohumları ektiğinden falan bahsetti. 

Şunu açıkça belirmeliyim ki, "Kızıl Goncalar", hangi mahalleden olursa olsun geleceği elinden alınan, birbirine ötekileştirilen, düşmanlaştırılan, var olma sorunu yaşayan genç kızları temsil ediyor.

Bir taraftan ebeveynlerinin soru bankasına dönüştürdüğü, yanlış cevapladığı bir-iki sorudan dolayı sinir krizleri geçiren ve bir taraftan da yaşadığı toprakların geleneklerinden tamamen uzaklaşıp, dindarları "pis" olarak algılayan bir eşiğe kadar gelen bir kız çocuğu.

Diğer tarafta dini gereklilik olarak inanılan fakat aslında Efendi Hazretleri'nin emir ve talimatlarıyla okula gönderilmeyen, çocuk yaşta evlenmeye mahkûm, başkaları tarafından kozası örülen ve bu kozanın kendi iradesiyle yırtılmasına asla müsaade edilmeyen bir genç kız.

Nitekim Zeynep'in babası Naim Efendi (Mert Turak) tarafından dindar olmasına rağmen "kâfir" diye nitelendirilen kız kardeşi Birgül Öğretmen, bu kozadan ancak tarikatın dergâhından kaçarak kurtulabilmişti.

"Kızıl Goncalar", seküler ve dindar kesimin kendi içindeki tutarsızlıkları ve her iki kesimin empatiden yoksun ötekileştirmelerini, birbirlerine kendi ideolojik pencerelerinden nasıl bilendiklerini gözler önüne seriyor.

Dizide; seküler kesimin doğru bildikleri, savundukları bazı düşüncelerin, pratize ettikleri davranışların, özünde topluma zarar verdiği, diğer taraftan tarikat bağıyla bağlı "Faniler"in katı kurallarla kendilerini toplumdan soyutladıkları ve bunun yanında tarikata bağlı olan mensuplarını hegomonik bir hiyerarşiyle muhafaza altında tuttukları gayet ustaca anlatılıyor.

Senaryosunu Önder Çakar'ın yazdığı, yönetmenliğini Özer Kızıltan'ın yaptığı 2006'nın sonlarında gösterime giren ve "Kızıl Goncalar" gibi o dönemde çok tartışılan, eleştirilen ve birçok ödül alan "Takva" sinema filminde bir tarikatın iç işleyişi, ritüelleri, tarikat içindeki hiyerarşi, ticari ilişkiler ve kadın-erkek ilişkileri gayet başarılı ele alınmıştı.

"Takva" filminde kısaca; karşımızda kendi içine kapanmış ve çevresi, bağlı bulunduğu bir tarikat hayatıyla sınırlanmış, mütevazı, geçmişinde günah olarak gördüğü davranışlarını sürekli sorgulayan bunun ızdırabı içinde bir kişilik vardı.

"Takva"da filmin kahramanı Muharrem'in (Erkan Can) şöhretin, paranın ve cinselliğin belirleyici rol üstlendiği modern hayat düzeniyle yüzleşmesi ve bu süreçte yaşadığı çelişkiler anlatılıyordu.

Öte yandan filmde cemaatlerin, tarikatların ulvi gayeleri ile kapitalist değerlerin zaman zaman nasıl iç içe geçtiğini görmüştük.

Muharrem'in bunu anlamlandırmada yaşadığı sorunları ve iç dünyasındaki çatışmalara şahit olmuştuk.
 

 

"Kızıl Goncalar"da bir tarikatın sosyolojisinden ziyade tarikat mensubu, dindar, liberal, seküler, Kemalist vs. gibi bir yelpazeden müteşekkil Türkiye sosyolojisini ele alıyor.

Aynı zamanda ikiz kardeşlerin farklı ailelerde, farklı coğrafyada ve farklı yaşam koşullarında nasıl bir profile evirilebileceklerini göstermesi açısından da önemli. 

İşin içinde insan unsuru olunca hangi görüşten, ideolojiden, inanç grubundan olursa olsun iyilik ve kötülüğün bir arada olduğu unutulmamalı.

Bir görüş ya da inanç buna "suç" derken; diğeri "günah" diye yaklaşır. Yahut biri "sevap" derken; diğeri ulvî bir beklentiye girmeden "insanlık görevi" olarak inanması gayet doğaldır.

Nitekim "Kızıl Goncalar"da "Faniler"den olan börekçi İdris Efendi'nin böreklerde hile yapmasıyla, Dr. Levent Alkanlı (Özcan Deniz) ve Dr. Beste Alkanlı'nın (Hazal Türesen) hayata döndürdükleri (Mira) bebeği annesine kavuşturmak yerine, sırf çocukları olmuyor diye gizlice sahiplenmelerine günah ya da suç ekseninden bakmak yerine tüm inançların üstünde olan ahlak felsefesi üzerinden bakmak gerekmez mi?

Seküler veya dindar fark etmeksizin hangi inanç, ideoloji olursa olsun ahlak üzerine müteşekkil değilse tekâmül etmesi ve yaşamaya sağlıklı devam etmesi mümkün mü?

Ulusal TV kanallarındaki diziler, dizi film platformlarındaki gibi sezonluk topluca yayımlanmadığı için senaryo ileride nasıl olgunlaşacak tam kestirmek, genel bir değerlendirme yapmak biraz zor.

Ancak ilk birkaç bölümden sonra dizideki rollerin karakterlerini tahlil etmek mümkün: 

Meryem (Özgü Namal); çocuk yaşta evlendirilen, eşi Naim Efendi'nin "Faniler" tarikatına müntesipliği nedeniyle tarikata dâhil olan dürüst, yaptığı işin ehli, doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, inancından taviz vermeyen bir karakter.

Meryem, Allah'ın rızasına ve Efendi Hazretleri'nin şefaatine mazhar olmaya çalışan fakat kızına kendi kaderini yaşatmadan bir gelecek kurmaya çalışan cevval bir Anadolu kadını portresi sunuyor. 

Naim Efendi, eşi Meryem'i çok seviyor, bir taraftan belli etmemeye çalışsa da saygı duyduğu anlaşılıyor.

Ancak mevzubahis "Faniler" tarikatı ve Efendi Hazretleri ise hikmetinden sual olmadan akan sular duruyor.

Çünkü kardeşi Birgül Öğretmen sırf tarikatından koptu ve öğretmen oldu diye ona "kafir" diyecek kadar da kesin inançlı.

Derdi tarikatta iyi bir konum edinip şeyhine daha yakın olmak. O yüzden 14 yaşındaki kızı Zeynep'i, Efendi Hazretleri'nin bir işaretiyle torunu Cüneyd Efendi ile evlendirecek kadar da gözünü karartmış durumda. 

Zeynep'in (Mina Demirtaş) daha İstanbul'a ilk adımını atıp, dergâhın yolunu tutarken gördüğü imam-hatip liseli kızlara gıpta ile bakması gözlerden kaçmıyor.

Zeynep'in hayali kendi mecrasından, bağlı oldukları geleneğin, tarikatın çeperinden çıkmak değil. Tek hayali; okumak ve öğrenmek tutkusu.

Modern bilimle tanışıp, matematiksel üstün zekâsını insanlığa verimli hale dönüştürme arzusu.

Tabii bunu başarabilecek mi? Bu yolda ne bedeller ödeyecek ileriki bölümlerde izleyeceğiz.
 

 

Sadi Hüdayi Güneş (Erkan Avcı), "Efendi Hazretleri" diye hitap edilen tarikatın şeyhinin oğlu olduğunu öğreniyoruz.

İslami ilimler konusunda muhtemelen babasının rahle-i tedrisinden geçmiş, zeki, iş bitirici, devlet bürokrasisi ve tarikatı arasında köprü vazifesi gören, ticari ilişkileri çekip çeviren Efendi Hazretlerinin bir nevi vekili, naibi olarak cemaatte söz sahibi bir konumda diyebiliriz.

"Takva" filmindeki Rauf Efendi (Güven Kıraç) tiplemesi "Kızıl Goncalar"da Sadi Hüdayi Efendi'ye verilmiş.

Bir taraftan da oldukça hırslı. Babasından sonra dergâhta posta oturmak istiyor fakat yeğeni Cüneyd Efendi'nin, Efendi Hazretleri nezdinde daha itibarlı olduğunun bilincinde olduğu için temkinli hareket ederek denge politikası güdüyor.

Cüneyd Efendi'ye dergâhta büyük bir saygı söz konusu. Bu saygıyı otoriterliği ile değil derin bilgisi, hikmet dolu söz ve davranışlarıyla kazanmış.

"Faniler"in dertleriyle ilgilendiği gibi toplumsal sorunlarda da hassas bir duruşa sahip ve bu sorunları kendi usulüne göre çözmeye meyilli.

Sürekli okuyan, tefekkür eden, felsefeyle haşir neşir, dinamik, muhakeme kabiliyeti yüksek, adalet duygusu kuvvetli bir delikanlı.

Psikiyatr Levent'i felsefi sorularıyla köşeye sıkıştıracak kadar keskin zekâya sahip ve bununla birlikte Levent'in "Sen Allah'ı nasıl biliyorsun" sorusuna "Bilmek yok, tapmak var" diye cevaplayacak kadar da kesin inançlı.

Kısacası Cüneyd, kimilerine göre pozitif bilim skalasında tedaviye ihtiyacı olan, amiyane tabirle bir deli; "Faniler"e göre de cezbe ve hikmet sahibi bir veli.
 

 

Levent, babası "28 Şubatçı" fizik profesörü Suavi Alkanlı'nın yetiştirdiği seküler bir Atatürkçü.

Lakin babası kadar dine ve dindarlara karşı katı değil.

Dogmalara itibar etmeyen, rasyonalist, fırsat buldukça çevresindekilere Kemalist devrimleri anlatan, ama sevgi kıtlığı yaşayan, Cüneyd'in tabiriyle bu yüzden de mesleğine tapan, eşi Beste ile hiçbir zaman mutlu olamadığına inanan, kızı Mira ile bir türlü duygusal babalık bağı kuramayan bir kişilik.

Seküler olduğu ve makama eğilip bükülmediği için hastanenin başhekimi tarafından ötekileştirilip, sıkça mobbinge maruz kalsa da bunu takmayan; mesleğine sıkı sıkıya sarılan, her şeyi kanun çerçevesinde uygulamayı prensip edinmiş bir karaktere sahip.

"Kızıl Goncalar"da anlatılmak istenen başat unsurun hiç kuşkusuz, farklı kesimlerin birbirlerine bakış açılarının ne kadar yamuk, eğreti, dışlayıcı olduğunu dramatize etmek olduğu.

Dizide kısaca ana tema; hiç kimsenin kendi görüşünün, hayat biçiminin kendisi için doğru olsa bile karşısındakine mutlak doğru olarak dayatılmasının doğurduğu ve doğuracağı sonuçların topluma bir fayda sağlamayacağıdır.

Mesela bir yerde "Faniler"in, sekülerleri kalpleri kapalı diye tarif etmesi kadar seküler kesimin de "Faniler"i bilim karşıtı, kaba softa görmeleri, Levent'in asistanının Meryem'e "Siz niye çıktınız ki mağaranızdan?" demesi tahkir ve tezyif edici, oldukça ilkel bir ruh halini yansıtıyor.

"Kızılcık Şerbeti" dizisinin de yapımcısı olan Faruk Turgut, "Kızıl Goncalar" dizisinde neyi amaçladıklarını yalın bir dille açıklasa da aramızda o kadar çok "vurun söyletmen"ciler var ki, meramını kaç kişi anlar bilemiyorum:

İnsanları uyutan diziler çeker, suya sabuna dokunmadan bu mesleği yapabilirdim. Türkiye sosyolojisine ayna tutmaya çalışıyorum. Gerçekler konuşulmalı, bunları yok sayarak bir yere varamayız. Ama bizde gerçekler maalesef geçmişten buyana halının altına süpürülüyor. Ben bu ülkenin birliğine, beraberliğine ve düzenine olumsuz bir şey gelsin diye iş yapmıyorum. Toplumdaki abuk sabuk kutuplaşmanın ve birbirlerini yok saymanın bitmesini istiyorum. İnsanların birbirinin kılığına, kıyafetine değil vicdanına ve aklına baksın istiyorum.


Sonuç olarak "Kızıl Goncalar" ile ilgili bundan sonra gerek dizinin devamında gerekse kamuoyunda neler yaşanacak hep birlikte izleyip göreceğiz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU