Hayatı özledim (2)

Celalettin Can'ın cezaevinde İlhan Sami Çomak ile gerçekleştirdiği söyleşinin ikinci bölümü

İlhan Sami Çomak

Nerede mi yazıyorum

Bu şiiri nerede mi yazıyorum:
Öksüz rüzgarların taşıdıklarında,  
Bazı yorgun sularda,  
Adını ezberleye ezberleye sakındığım kış soğuklarında, 
Oturup masamda karaladığım nehirlerde,  
Gecenin mecalsiz ışığında,
Uçmayı yalnızlıkla tariflediğim karanlık odalarda, 
Sütü kesilmiş bir annenin sise buluta yönelttiği bakışlarında,  
Bir üryan olarak sığındığım koynunda, 
Mırıldanlıklarınla ıslanan dilinde, 
Kokunla soluduğum boynunda.

(İlhan Sami Çomak,
Hayattayız Nihayet,
Manos Yayınları)

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

87 gündür cezaevinde bulunan Celalettin Can'ın, 29 yıldır tutuklu olan şair İlhan Sami Çomak ile gerçekleştirdiği söyleşinin ikinci bölümünü yayımlıyoruz:


"Yaşadıklarımla halkımın zor mirasına ortak oldum"

Bir devrimci siyasetçi olarak cezaevine girdin. Akışı içinde şair edebiyatçı oldun. Ama çoğu kez seninle siyaseti konuşuyoruz. Anlıyorum, koşulların getirdiği ilk tercihler kalır. Koşulların siyasetin sana ne kattığını bugünden baktığında siyasetin sana nasıl göründüğünü anlatabilir misin?

Kendimi bildim bileli, olağanüstü şartların belirlediği bir toplumsal siyasal iklimde yaşadım. Neredeyse buna olağaüüstünün olağan hale geldiği zamanlardı diyeceğim. Baskılar, işkenceler, köy boşaltmalar, gözaltında kayıplar.

Daha ilkokula başlarken, Kürtçe konuştuğum için yediğim dayaklar, Kürtçe konuşmanın bir suça dönüşmesi, Kürtçe bilmemenin yarattığı dilsizlik... Buna Kızılbaş olmanın getirdiği inanç temelli dışlanmanın eklenmesi... İşte tüm bunlar, daha ilk adımda, zaten kurulu düzenle doğal olarak karşı karşıya gelmeyi doğuruyor.  

Dolayısıyla özel bir çabadan ziyade, içinden çıktığım toplumun genel sorunlarının önüme koyduğu hazır ve işlenmiş, devletin uygulamalarıyla beslenen siyasal bir zeminden bahsetmek doğru olanı. Ben de yaşadıklarımla halkımın bu zor mirasına ortak oldum. 
 

 

"Reddetmek önemli ama daha önemlisi yeni bir şey önermektedir"

"Hazır ve işlenmiş devletin uygulamalarıyla beslenen bir toplumsal zemin"i önünde buluyorsun.

Evet, bir kez hiçbir sorunun doğal olmadığını, aslında kültürel ve tarihsel olan her şeyin bugün bilinenden farklı olabileceğini, yasal bilinç edindikten çok sonra öğrendim. 

İnsan dokunduğu şeyleri kendisine benzemekte çok mahir. Yani karmaşıklaşıyor,  çoğu zaman ikiyüzlüce perdeliyor, yaşam ve ilişkileri. 

Bu olsa olsa, iktidarın kendini gizleme yoludur. Siyaset tam da bu noktada, İktidarın uzun, derin, ince ve yaygın ağlarla topluma, tarihsel ve kurumsal hafızaya, ama bizzat insanın kendisine ve tüm bilgi kuramlarına yedirdiği, tahrif edilmiş bilincin yarattığı sorunları çözmek için yine insan tarafından vücuda getirilmiş bir korunma yöntemidir kanımca.

Bunu bilmek, muktedirin sofrasından uzak durmanın önemini ve onu, yapıp etkilerini sorgulamaktan vazgeçmemek gerektiğini öğretti bana. Şayet insana ve iktidara dair olan şeyler hakim doktrinin emrettiğinin aksine, doğal ve kaçınılmaz değilse, bu durumda apayrı bir yaşam neden mümkün olmasın ki. 

Verili dünyadaki sorunları çözmek mümkün. Ama bu, iktidarın beslediği havzada kalmakla değil. İşte siyaset bana muktediri ters köşeye yatırmak için, dirençle kendine ait doğrulara ve bir gelecek tahayyülüne sahip olmak gerektiğini öğretti. Reddetmek önemli ama daha önemlisi yeni bir şey önermektedir. 

Bunun dışında siyaset gerçek anlamda uyanık demeye gelir aslında. Özellikle Kürtler söz konusu olduğunda, bir sorun çözme yöntemi olmanın dışına taşıp, kendine uyanma, kültürel varlığına sahip çıkma, tarihin ve zamanın dışına itilmeye hayır demek gibi kanıtlanmış anlamlar içeriyor siyaset.


"Ben hayatı ve özgürlüğü çok düşünüyorumdur belki de"

Dışarıdaki hayat çok hızlı, çok renkli, çok geniş ölçekli ama cezaevi hayatının dışarısı ile kıyas götürmez biçimde hareketsiz, renksiz ve dar bir alanda sürdüğünü göz önüne getirdiğimizde, dışarıyı görme, iç dünyasında yaşatma, hayallerime çabası zor iş, büyük bir enerji gerektiriyor ama bu oranda önemli olduğunu düşünen bir noktadan sormak istiyorum: İçeride kaldığın 30 yıl süresince cezaevi sana nasıl göründü?

İçeriden dışarıyı görmek çok zor bir görev. Bu görmenin kişiye, kişinin hayal gücünün kapasitesine ve entelektüel çabasına bağlı olarak çeşitlilik gösterdiğini belirtebilirim. 

Tüm iyi şeyler, sahip olunası güzellikler dışarıda ve ondan yani hayattan uzak yerde yaşamak mecburiyetindesin. Dışarıda akan hayatın güzelliğini hatırlamak, acı verici bir hal alıyor. Dahil olman mümkünken, o renkli ve yaşanılası alemden edilmek, hep kovulmak.

Son zamanlarda gelişen bir kaydımı paylaşmalıyım. Acaba diyorum, dışarısı, daha genel olarak hayatın kendisi, aslında benim ona yüklediğim anlamları bütünüyle karşılıyor mu gerçekten. Hayat ve özgürlük güzel ve bunca ayrılıktan sonra onları özlemem anlaşılırdır.

İşte sorun buradan kaynaklanıyor. Ben hayatı ve özgürlüğü çok düşünüyorumdur belki de. Ve tam da bu sebeple daha ilginç bir hal alıyor olabilir mi acaba? Özlem ve isteklerim, hayal gücünün yardımıyla hayatı, onun değer ve içeriğini olduğundan daha farklı bir yere oturtuyor olamaz mı?

Hayat belki de bu denli, en azından özlemlerinin boyutlu andırdığı kadar ilginç değildir. Ondan uzak kalmam, onu yalın haliyle ele almayı zorlaştırıyor olabilir. Sanırım bir şeyi çok uzun süre düşününce, her ne olursa olsun ilginçleşiyor o şey. 
 

 

"Koca adam oldum ama annemin elleri saçımdan eksik olmasını isterim"

Bana "Cezaevinde kaldığın uzun yıllar içinde duygu ve isteklerini tek bir kelimeyle ifade etsen, bu hangi kelime olurdu" deseler; "özledim" derdim. Sana şöyle sorayım İlhan kardeşim; en çok neyi özledin?

Anne baba ve kardeşlerimi, tüm diğer sevdiklerimi ama illa da onlara dokunmayı özledim. Dokunmak, sevdiğim insanlardan yayılan sıcaklıkla bana geçen o eşsiz sıcaklığı tenimde canımda hissetmek vazgeçilmez bir ihtiyaç benim için. 

Oysa kısacık açık görüşler bu ihtiyacı karşılamaya asla yetmiyor. Hem oraya koca masaları konunca sevdiklerime uzanmak bile çok güç bir hal alıyor.

Özgürlük dokunabilmektir,  sevdiklerinin sıcaklığını duyumsayabilmektir bu durumda. Çıkınca annemin babamın elleri saçımda, başımda eksik olmasını isterim. Koca adam oldum ama yine de bunu istiyorum. 

Akşamın sessiz ve tenha karanlığında, ay ışığının desteklediği gecelerde yürümek, yürümek ve yürümek. İşte bunu özledim. Çünkü burada gece ve karanlık yasak bize.  Avlu kapıları erkenden kapanıyor üzerimize ve yakılan ışıklardan dolayı karanlık hep yaralı.

Geceyi özledim ben. 

Karanlıkta özgürce yürüme imkanını özledim.

Genişliği özledim bir de.

Atların koşacağı, kuşlarım uçacağı genişlikte bulunmayı, bunun ruhuma katacağı taze havayı solumaya ve elbette istediğim her an, her yöne çekip gitmeyi ve bu imkana sahip olmanın ruhuma katacağı hafifliği özledim.

Araya bunca uzun zaman girince pek çok maddi tat ve renk unutuluyor.

Bu sebeple şeylere dair herhangi bir özlemim neredeyse kalmadığını söyleyebilirim. Toplamda hayatı özledim.

Hayatı derin bir tutkuyla bağlıyım. Oysa hayat somut pek çok küçük şeyden oluşuyor ama zaman benden ayrıntıları çaldı. Şimdi tam olarak neler kaybettiğinin farkında değilim.

Bunca yenilik, inanılmaz büyük değişimlere yepyeni bir hayat var artık ama bende genel bir hayat fikri daha baskın. Bu da belki de aklımın bir tedbiri.

Kaybın sürekli hatırlanması kalbimin kaldırabileceği bir şey değildir belki de ve ben de unutmayı seçiyorumdur, böyle olmalı.

Dışarı çıktığımda hayata değer katan unuttuğum bu küçük şeyleri; bir yemeğin tadını, suyun akışının sesini, kar yağışının yumuşak ve hacimli beyazlığını ve kalabalıkta herkes ve hiç kimse olmaması deneyimleyerek yeniden hatırlamak zorundayım. Buna hazırım zor olacak biliyorum ama buna hazırım ben.
 

 

Bizlerin cezaevine atılmamız, yıllarca cezaevinin ağır koşullarında yaşamamız en çok ailelerimizi etkiledi. Cezaevine girerken örgütlülük ama, "ama"sı var işte... Mesela benim Sakine annem o denli olağanüstü bir tutumla koruma, sahip çıkma tutumu sergiledi ki anlatılamaz. Diğer çocuklarını, kendini, her şeyi bir kenara bıraktı, bir ben... Son çıkışı mı duyduktan hemen sonra vefat etti. Hatırladıkça içim acır. Şimdi sana sormalı; yaşadıkların, aileni, onların yaşam koşullarını ve hislerini nasıl etkiledi? Senin edebi başarıların karşısında duygularını paylaşabilir misin?

Elbette. 25 yıla varan süre zarfında önce DGM'deki dosyam Yargıtay tarafından bozulduğunda, bu sefer özel yetkili mahkemede ve AİHM'in adil yargılama olmadığına dair aldığı karardan sonra, Ağır Ceza Mahkemesi'nde üç kez yargılandım. Yani öngörülen 30 yılın çoğunda mahkeme sürdü.

Bu haksız mahpusluk ve uzun yargılamalar,  sadece benim hayatımı değil, ailemin hayatını da temelden sarstı doğal olarak. 

Tutuklanıp cezaevine konduğumda, ailem Bingöl'de ikamet ediyordu. Baskılardan dolayı Bingöl'de barınamadılar ve İzmir'e taşınmak zorunda kaldılar.

Bilip aşina oldukları bir yaşam ve ilişki ağından sürülmek, her şeye sıfırdan başlamak, yabancıların olduğu bir şehre geçmek, biliyorum ki çok yıpratıcı ve travmatik oldu.

Mahpusluğum istemediğim şekilde onların hayatını değiştirdi. 

Ve bir de bütün bu 25 yıla varan yargılamanın, onlarda yarattığı "Acaba ne olacak", "Bu sefer tahliye mümkün mü" gibi hep kendini yenileyen, kaygılı ve beklentili ruh hali, olumsuz her karardan sonra, hayal kırıklığının ve adaletsizliğin bilince yerleşen sessizce geçiştirilemeyecek acısından, ama bir de onlardan uzak yerlerde tutulduğum için yıllardır peşim sıra cezaevi kapılarında beklemeleri, bunun yarattığı yorgunluk ve kederden bahsetmeliyim.

Demem o ki ailem de benimle birlikte hapsedildi bir bakıma. Hep eksik yaşadılar ve bu duygunun yarattığı gerilim huzursuzluklarını demledi.

Bir de beni bu duvarların arasından çekip almanın yarattığı ruh hallerini değiştirmeliyim. Hayal kırıklığının, insani değerlere olan inançlarının sarsılmasına evrilmesi, adaletsizliğe duyulan tepkinin, giderek çaresiz bir öfkeye bürünmesi var ki asıl yaralayıcı olan budur.

Ne olursa olsun sevgilerini asla eksiltmediler. Destekleriyle bana direnç kattılar. Onlara borçluyum.

Benim edebi çalışmalarımın, giderek daha geniş kesimlerce bilinmesi karşısında, büyük bir sevinç duyduklarını ve mutlu olduklarını biliyorum.

Edebi başarılarımın özgürlüğün yerini tutmadığının onlar da farkında. Ama hiç olmazsa, bunca yıl oldu dolu dolu yaşama çabamı ve zamanı değerli kılma adına, şiir ve edebiyata karlıca yönelme, avuntu ile karşılıyorlar.

Özellikle anne ve babamın, daha baskın bir şekilde gurur duyduklarını biliyorum. Bu şekilde az da olsa onları destekleyecek duygular yaratabilmek ise benim için en büyük ödül kesinlikle.
 

 

"Doğacak bütün sorunlarla yüzleşmeyi amansızca istiyorum"

Yakında dışarı çıkacaksın.  Ardında ne bırakıyorsun, seni ne bekliyor nelerle karşılaşabileceğine dair belirsizliğin yarattığı kaygı mı, yoksa uzun yıllara yayılan özlemle yerden sonra hayata ve özgürlüğe kavuşmanın sınırsız heyecanı mı baskın?

Çıktığımda, ardımda hiçbir şeyi bırakmak istemiyorum açıkçası. Mümkün olsa, birlikte kaldığım tüm genç arkadaşlarımı da beraberimde götürürdüm. Yazık ki değil. Ama onların özlem ve sevgilerini,  Hasbi insan hallerini beraberimde götüreceğim.

Buraya olsa olsa burukluğumu, çokça hayal kırıklığının yarattığı sessizliği ve yalnızlığın yankısını bırakabilirim, Müstehzi bir edayla. Zira cezaevine girdiğimden daha güçlü şekilde çıkacağım.  

Evet, ömrümün çoğunu çaldılar ama yine de yepyeni bir insan olarak, dimdik çıkmayı başarmanın verdiği gurur hep yanımda olacak.

Bunca zamandan sonra özgürlüğe çıkmanın getireceği sorunları çok önemsemiyorum açıkçası. Hayata yeniden başlayacağım, çok şey yabancı gelecek ve belirsizlik, büyük kaygılarla aklımı ve kalbimi sınayacak.  

Yine de ben, doğacak bütün sorunlarla yüzleşmeyi amansızca istiyorum. Çünkü yaşamın gerçek kalbi dışarıda,  özgürlüğün hızla aktığı o genişlikte atıyor. 

Nitekim dışarıda çıkabilecek sorunlar, hayatın bizzat kendisiyle ilgili olacaktır. Bu sorunlarla uğraşmak, hayatımı kurmak yolunda kaçınılmazsa, ben buna hazırım. Yeter ki özgürlük gelsin, gecikmeden gelsin. Hayatı çok özledim ben.

Yine de dengesiz bir heyecan yaşamıyorum. Belki de bu, özgür olmanın getireceği somut çerçeveyi, aklımda yeterince oturtamamakla ilgilidir, emin değilim. Öyle uzun zaman oldu ki, pek çok şeyi unuttum sanırım.

Hayatın rengi ve tadıyla ilgili bir silikleşmeden bahsediyorum. Ama yeniden öğrenmeye başlamanın, gençliğin öğretici tazeliğine benzer bir yanı var ki bunu düşünmek bile beni baharlara götürüyor. 
 

 

"Şimdi başa dönsem ve akışı değiştirsem belli ki İlhan Sami olamazdım"

Yaşanmışlıkla, olası yaşamı kıyaslama çerçevesinde başa dönsen nasıl yaşardın, neleri yapar, neleri yapmazdın diye bir çerçeve çizilse içini nasıl doldururdun?

Doğrusu oldukça çetin ceviz bir soru bu, zira istekler ile gerçekliği deneyimlemiş yaşam ile olası yaşamı karşı karşıya getirmeyi düşünmeye zorluyor.

Neni ben yapan bu deneyimlerle günümüze geldim, kimlik kazandım. Herkes gibi bir tek yaşamım var. Buna ilişkin genişçe konuşabilirim.

Öte yandan, biliyoruz ki olasılık söz konusu olduğunda, her şey mümkün. Ben şimdi başa dönsem ve akışı değiştirsem belli ki İlhan Sami olamazdım.

Akışı değiştirmek dediğimde, aslında bilinen bir kırılma noktasının varlığına da gönderme yapmış oluyorum. Bu durumda, kırılma noktasının gözaltına alındığım gün olduğunu söyleyebilirim.

O büyük günle birlikte, hayatımın seyri kesin şekilde değişti. Su yepyeni bir yatağa girerek akmaya başladı.

Mümkün olsa, bunu değiştirirdim. O gün gözaltına alınmamak için elimden gelen her şeyi yapar; uçar, kaçar gizlenirdim.

Doğrusu hayatıma ilişkin,  büyük ve onun yönünü değiştirecek temel hatalarım olmadı.

Belki de bu gerçeğin kendisi hayatıma yön verdi. İçinden çıktığım toplumun temel sorunlarının yarattığı iklimin bir sonucu olarak tercihlerim şekillendi.  

Benim bilinçli yönelimlerimin Çok az etki ettiği bir süreçti bu.  Bunun da bir yönüyle doğal olduğu aşikâr.

Şunu demek istiyorum; hayatımın seyri, benim bilinçli kararlarım ve irade göstererek şekillenmedi. Çoğu zaman tesadüflerin baskın olduğu ve bu haliyle günümüze ulaşan bu akışta, öngörerek yaşamayı çok önceleri düşünmek isterdim bugünden baktığımda. 

Erken yaşlarda tutuklanıp cezaevine konulmak, beni kendine ait hatalara ve bunun doğuracağı sonuçları karşılama imkanından mahrum bıraktı.  Hayat çizgisindeki esas kırılmanın bu olduğu, daha bir anlaşılıyor.

Özgürlük pek çok anlama gelebilir. Doğru ve yanlış yapmak da buna dahildir. Ben, özgürlüğün verebileceği bu derin ve çok çeşitli olasılıklardan ve deneyimlerin kişiliğime yükleyeceği zenginliklerden de edilmiş oldum.  

Mahpusluk, belki de tam olarak böyle bir şeydir.  Mahkûm ve mahpus olanın yaşamı manipüle edilmiştir. Yani olasılıklar en aza indirilmiştir. 

Evet, büyük acılar ve zorluklar yaşayarak bugüne vardım. Evet, haksızca bir ömürdür içeride tutuluyorum. Böyle olmasını asla istemezdim. Şikayetçiyim bundan.  

Mahpusluğu ve yakınlarımın kaybını bir kenara bırakma imkânım olsa bunu yapardım.

İşte bundan sonra bu yaşamın bana verdiklerine onun duygu ve düşünme biçimine, kişiliğimi oluşturan tüm diğer şeylere, sevgiyle sahip çıkmak istediğimi de biliyorum.

Bunun sırf eldeki tek yaşam bu olduğu ve başka güzellikleri bilmediğimden beliren bir istek olup olmadığını bilmiyorum ama bir şekilde bu yaşamda memnunum. 
 

 

"Yaşamak istediğim bir hayat tahayyülüm var"

Cezaevinde 30 yılını geçirdin. Çok uzun bir zaman. Bazı sonuçları olmalı. Sen olarak, yaşadığın 30 yılın dersleri nelerdir desem, ne anlatırsın?

30 yılın hayat dersleri. Ben bu hayat dersleri. Böyle düşünmenin müstehzi bir yanı var bana kalırsa. Zira benim gibi çok genç yaşta yakalanmış ve son 30 yılını cezaevinde geçirdiğinden hayata dair çok az deneyimi olan birinin önerebileceği ne olabilir ki.

Nasıl yaşanması gerektiğine dair söyleyeceğim her şeyin,  bu durumda oldukça soyut, kararsız ve öznel olabileceğini kabul ederek işe başlamalı.

Hayat, övmek ya da özlemek için var, bugünkü haliyle. Bense yaşayacağım bir hayat istiyorum. İstekler bilinir her zaman ızdıraplara temas eder.

Ben yine de özleye özleye Acı çektiğim bir hayattansa, ızdırabın kavuruculuğuyla beni olgunlaştıran gerçek bir hayat istiyorum. 

Ama kendi çabamla ulaştığım bu düzeye haksızlık etmeyeyim. En nihayetinde insana ve onun yükümlülüklerine dair edindiğim pek çok şeyi bu zaman zarfında öğrendim. İstediğim hayatı yaşayamadım ama ona ulaşma derdim hep sıcaktı.

Yaşamak istediğim bir hayat tahayyülüm var. Bu tahayyülün kendisi tek başına çok değerli.  Biliyorum, zaman ve hayat kendi hükmünü kuracaktır.

Pek çoğumuz gibi ben de yaşamak istediğim hayatı değil, yaşayabildiğim hayatı yaşadım, yaşayacağım. Ama bu arada hayat çizgisine, isteklerim doğrultusunda bir şeyler eklemiş olacağım.

Öyleyse, zorluk ve engelleri önemsemeden bir istek sahibi olmayı önerebilirim.

İnsan, tahmin edilenden daha güçlü bir varlık ve asla çaresiz değil. Bunu kendimden biliyorum.

Yaşamak dediğimiz şey öğrenilebilen, kişinin çabasına paralel olarak geliştirilip genişletilerek zenginleştirilen bir varoluş alanı. Bunu unutmamalı. 

***

"Tertemiz Bir Gündü"

12 Eylül darbesi sonrasında yanlış anımsamıyorsam ilk açık görüşü 1988'de bir bayram vesilesiyle Eskişehir Özel Tip Cezaevi'nde yapmıştık. Annem gelmişti.

1991 yılındaTerörle Mücadele Yasası'nın çıkmasıyla birlikte siyasi tutuklu ve hükümlülere açık görüş yasaklanmıştı.

İlhan Sami Çomak, 1994 yılında cezaevine konuyor, ancak 1999 yılında annesi Zeytun Hanım ve ablası Reyhan Hanım'la ilk kez açık görüşebiliyor. Nikah şahitliği vesilesiyle yaşıyor bu sevinci. 

1999 yılı, İlhan'ın annesi Zeytun Hanım ve ablası Reyhan Hanım ziyaretine geliyor. Bir süre konuşuyorlar. İlhan'ın evli ve birkaç çocuğu olan cezaevindeki Naci adlı arkadaşının resmi nikah sorunu var.  

Önce pek düşünmemişler ama cezaevine girince eşi ve çocuklarıyla görüşmeme durumu ortaya çıktığında nikah bir zorunluluk olmuş. Nikah şahidi ihtiyacı ortaya çıkınca içeriden İlhan Sami ve birkaç arkadaşı, dışarıda da Zeytun ve Reyhan Hanımların yanı sıra kimi ziyaretçiler buna talip oluyor. 

Nikah, avukat görüş yerinde yapılacağından hep beraber oraya geçiyorlar. İlhan görüş yerine geçer geçmez annesine ve ablasına sımsıkı sarılıyor, hasretle onları defalarca öpüyor. Hele de annesi Zeytun Hanım ona dokununca İlhan ruhunu ve bedenini kavrayan bir hisle bir anda çocukluğuna dönüyor.

İçindeki bütün katılıklar, kasılmalar çözülüyor,  tarif edilmez bir huzurla annesinin sıcaklığının verdiği güvene sığınıyor. 

Annesi ile birbirini çok severlerdi. Fakat o onlara kadar yaşadığı duygu yoğunluğundan çok da farklı ve derin bir duygu yoğunluğuydu yaşadıkları, paylaştıkları, özlemin derinleştirdiği, sevgi yoğunluğu içlerine akıyordu. 

Annesinin ve ablasının capcanlı somut varlıklarını içinde duyumsuyor, Isıları İlhan'ı çarpıyor,  ruhunu tazeliyor. Çocuktu o, büyüyen İlhan'ın annesinin, ablasının duyguyla sarıp sarmaladıkları çocuktu. Hissediyordu,  onların da ruh dünyası böyleydi.

Annesinin üzerine titreyerek şefkatle "atlet giyiyorsun değil mi" sorusuna cevap dahi beklemeden gömleğinin birkaç düğmesini hızla açıp kontrol etmesini, saçını, başını, kollarını okşamasını, ellerinden öpmesini, yediği yemeği, içtiği suyu sorması yok mu ya?

İlhan artan ölçüde sevgi ve şefkat sıcaklığında eriyor.

Annesi nikah işini unutmuştu. Nikah töreni için sundukları kurabiyeleri "Dışarıda çoktur, siz her zaman bulup yiyemezsiniz, ye oğlum" diye ısrarla ona yedirmeye çalışıyordu. İlhan yemeyince, "hem zaten çok zayıflamışsın" deyişindeki ilgi, şefkat, sevimlilik başka bir şeydi.

İlhan'a 24 yıl sonra o günü nasıl hatırlıyorsun diye sorduğumda cevabı şu oldu: 

Tertemiz bir gündü, anısı da öyle temiz ve duru bir şekilde hâlâ çok canlı bende.


30 yıl sonra, tam da dışarı çıkma, özgür olma aşamasında bu söyleşiyi yaptık. Senden eminim ama yine de söyleyeyim; üzülmenin ü'sünü bile kafandan silip atmanı isterim.

Sen burada gençliğini bırakıp çıkmıyorsun, gençliğinin kabuk halini, ham halini bırakıp çıkıyorsun.

Bizim zamanlarımızın gençliğinde en çok görülen erken olgunlaşan, doğru durmaya çalışan çekirdek bir öz senin içinde özgürleştiriyor, dünyaya açılıyor.

Hayatının yeni safhasında sana başarılar diliyorum. Söyleşi için de çok teşekkür ediyorum İlhan kardeşim.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU