Haçlı ordusu nihayet Kudüs şehrinin kapısına vardıklarında takvim 7 Haziran 1099 idi.
İnsanlık namına her türlü denâat ve necis eylemin faili olan bu ordu şehri ele geçirmeye değil, yok etmeye gelmişti.
Müslümanlar şehirde bulunan komşuları Hıristiyanların çıkışına izin verdi.
Yahudiler ise kendilerini Müslümanların yanında güvende hissettikleri ve dışarıda yok edileceklerini bildikleri için şehirde kalmak istedi.
Şehrin muhafazasından mesul ordu, Yahudilerin bu isteğini kabul etti.
Yahudiler daha önce katledilerek bu şehirden sürülmüşlerdi ve İslam halifelerinden Hz. Ömer şehri aldığında şehrin Müslümanlar ve Yahudiler için dinen kutsal olduğunu belirterek çıkardığı emanname ile tüm mabetlerin korunacağını ve inançların özgürce yaşayacağını kanunla güvence altına almıştı.
Yahudiler bu emanname sonrası şehre Hz. Ömer ile dönebilmişler ve uzun bir huzur devri geçirmişlerdi; çünkü Hz. Ömer Hıristiyanlara sağladığı bu düsturları Yahudiler için de uygulayacaktı.
Yani Hıristiyanlar, Yahudileri kutsal beldeden sürdüklerinde evvela Hz. Ömer sayesinde dönebilmişlerdi.
Hz. Ömer'in amannamesi şöyle idi:
Bismillahirrahmanirrahim.
Bu, Allah'ın kulu, Müminlerin Emiri Ömer bin el-Hattab'ın İlya (Kudüs) halkına verdiği emandır.
Bu eman, canlarına, mallarına, kilise ve mabetlerine, hastalarına, sağlıklılarına ve sair halka verilmiştir.
Kiliseleri Müslümanlarca kullanılmayacak ve yıkılmayacaktır.
Kiliselerden ve arsalarından, Hıristiyanların haçlarından ve mallarından hiçbir şey eksiltilmeyecektir.
Din değiştirmeleri için baskı yapılmayacak, hiçbiri bu uğurda zorlanmayacaktır. İlya halkı Medain halkı gibi cizye verecektir.
Buradan ayrılarak Rum'a (Bizans) ve Lusus a gitmekte serbesttirler.
Ayrılan kimselerin canı ve malları gideceği yere varıncaya kadar güvendedir.
Şehirde kalanlar da güvendedirler. İlya halkından mabetlerini ve haçlarını bırakıp mallarıyla birlikte Rum'a gitmek isteyenlerin canları, malları ve haçları gidecekleri yere varıncaya kadar güvencededir.
Şu tarihten beri, orada oturan herhangi bir kimse de dilerse İlya halkı gibi cizye vermek şartıyla orada kalabilir, dilerse Rum'a da gidebilir.
Allah'ın ahdi ve Rasulü nün, halifelerin ve müminlerin zimmeti, üzerlerine düşen cizyeyi verdikleri sürece burada yazıldığı şekildedir.
Şahitler: Halid bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Avf ve Muaviye bin Ebi Süfyan.
1099 yılında şehirde en az Müslümanlar kadar tedirgin olan kesim Yahudilerdi.
Daha önce büyük zulümlerle bu şehirden sürülmüşlerdi ve şehir düşerse yeni bir zulümle karşı karşıya kalacaklarını biliyorlardı.
Müslümanlar yaklaşık bir ay boyunca kahramanca direndiler; ama 15 Temmuz'da şehir düştü.
Bundan sonra yapılan katliamları bizzat Haçlı ve Batılı kaynaklarından okuyalım:
Dük ve yanındakiler derhal kınından çekilmiş kılıçları, kal-kanları ve miğferleriyle mücehhez olarak sokaklara ve şehrin meydanlarına giderek, yaş ve cinsiyete bakmaksızın bulduk-ları bütün düşmanları kılıçtan geçirdiler. Her tarafta o kadar çok insan kellesi yığıldı ki, cesetlerin üzerinden başka geçe-cek yol kalmadı.
(Willermus Tyrensis'in Haçlı Kroniği)
Bunlar dişlerine kadar silahlı ve tamamen zırhlı olarak hep birlikte şehre girdiler ve çok müthiş bir katliam gerçekleştir-diler. Dükten ve adamlarından kaçıp, hayatlarını kurtarmış olduklarını zannedenler, şehrin diğer tarafına yöneldiklerinde, şimdi bunların ellerine düştüler...Böylece şehirde o kadar çok insan öldürülüp, o kadar çok kan döküldü ki, galiplerin kendileri bile dehşete düştüler.
(Willermus Tyrensis'in Haçlı Kroniği)
…savunmadakiler surların uzağına ve şehre kaçtılar ve bizimkiler de onların arkasından gittiler ve bileklerine kadar düşman kanı içinde yüzdükleri bir katliamın yapıldığı Süleyman Mâbedi'ne kadar onları kestiler.
(Gesta Francorum-Haçlı Tarihi)
Vahşice kaçanları takip edip önlerine çıkan herkesi öldürdüler, bu bir savaş-tan ziyade tam bir katliamdı.
Evlerde, sokaklarda yığın yığın başlar, eller ve ayaklar uzanıyordu; askerlerin ve şövalyelerin üstlerinde bir aşağı bir yukarı koşturdukları aslında cesetlerdi.
(Haçlılar Kudüs'te Bir Papazın
Gözünden İlk Haçlı Seferi
Raimundus Aguilers)
Bu zulüm elbette yalnızca Müslümanlara yönelik değildi.
Şehirdeki tüm Yahudiler sinagoglarına toplanarak çocuk, kadın ve yaşlı demeden canlı canlı yakıldı.
Ardından Yahudilerin şehre girişi yasaklandı:
Birçok insan öldürüldü, Yahudileri bir sinagog'a toplayıp ateşe vererek toplu bir şekilde yaktılar.
(İbnü'l-Kalânisî, Târîhu Dımaşk)
Yahudiler için Kudüs tekrar yasaklı bir şehir oldu.
Ta ki bu şehri alana kadar gülmeyi kendisine haram sayan bir başka Müslüman komutan gelene kadar…
Bir asır sonra Kudüs yeniden özgür
Kudüs savunmasını komuta eden İbelinli Balian, elçilere haber göndererek Selahaddin ile bizzat görüşmek istediğini bildirdi.
Balian, daha evvel Selahaddin'in eline esir düşmek üzereyken Hıttin Savaş Meydanı'nda kaçmasına izin verilenlerdendi.
Balian bu olaydan sonra Kudüs'ü silahsız olarak ziyaret etmek için Selahaddin Eyyubi'den izin istemiş, Selahaddin sadece bir gün kalıp Kudüs'ten çıkması şartıyla bunu kabul etmişti.
Oysa Balian Kudüs'e geldiğinde şehrin tüm soylularının Hıttin'de Selahaddin tarafından ya öldürüldüğünü ya da esir edildiğini gördü.
Şehir halkı Balian'a kalıp savunmayı komuta etmesini istedi; ama Balian, Frenkler içerisindeki en dürüst soylulardan birisiydi ve Selahaddin Eyyubi'ye şehirde kalmayacağına dair söz vermişti.
Balian, şehirden ayrılmadan önce durumu Selahaddin Eyyubi'ye bildirerek kendisine karşı savaşması ve sözünü bozması için izin istedi.
Selahaddin, mütemadiyen yaptığı üzere tüm kurmaylarını çıldırtacak bir karara imza attı.
Balian'a gönderdiği cevapta düşmanlarının da şerefli bir şekilde savaşmaya hakkı olduğunu bildirdi ve Balian'ı verdiği sözden azat etti.
Şimdi Balian, Selahaddin ile Kudüs surları önünde görüşmek istiyordu.
Komutanların tüm itirazlarına rağmen Selahaddin, Balian'ın görüşme teklifini kabul etti.
Savaşın kesin üstünlüğü İslam komutanının lehineydi ve istese büyük bir katliamla savaşı bitirebilirdi.
Komutanları Selahaddin'in bu tutumuna anlam veremiyordu ve düşmanlarını cesaretlendireceği için karşı çıkıyordu.
Hatta bazı subaylar Selahaddin'i fazla yufka yürekli davranmak ve Frenklerin canını kurtarmak için seferi geciktirmeye çalışmakla suçlamaya başladı.
Balian, Selahaddin'in karşısına geçtiğinde yaptığı ateşli konuşmayı ünlü Vak'a-Nüvis İbn el Esir şöyle aktaracaktı:
Balian, halkın hayatının bağışlanacağı sözünü almak için ısrar eder, ama Selahaddin hiçbir şeye söz vermez. Kalbini yumuşatmaya çalışır, ama boşuna. Bunun üzerine ona şu sözlerle hitap eder:
Ey sultan, bil ki bu kentte sayısını yalnız Allah'ın bildiği kadar çok insan var. Çarpışmayı sürdürmekte tereddüt ediyorlar, çünkü birçok başka kentte yaptığın gibi hayatlarını bağışlayacağını umuyorlar, çünkü hayatı seviyor ve ölümden nefret ediyorlar.
Ama eğer ölümün kaçınılmaz olduğunu görürsek, Allah bilir ya, çocuklarımızı ve karılarımızı öldüreceğiz, sahip olduğumuz her şeyi yakacağız, size ganimet olarak tek bir dinar, tek bir dirhem, esir edecek tek bir erkek, tek bir kadın bile bırakmayacağız.
Sonra Kutsal kayayı, el-Aksa camiini ve birçok başka yeri tahrip edeceğiz, elimizde tuttuğumuz beş bin Müslüman esiri öldüreceğiz, sonra binek atlarımızı ve bütün hayvanları yok edeceğiz.
Sonunda dışarı çıkacağız ve sizinle bir ölüm kalım savaşında olduğu gibi çarpışacağız. İçimizden hiçbiri sizden birçoğunu öldürmeden ölmeyecek.
Aslında Balian'ın tehditlerinin hiçbir karşılığı yoktu, Selahaddin seferi çok önceden bitirecek güce sahipti; ama şehirde kan akmasını istemiyordu.
Selahaddin, Balian'ın kutsal yerlere zarar verme tehdidini kendi kurmaylarını ikna etmek için kullandı ve Frenklerin şehirden çok cüzi fidyelerle çıkmasına müsaade etti.
Devlet kasasının neredeyse boşaldığı bu seferde Selahaddin'in bu kararı kurmaylarının itirazları ile karşılansa da Selahaddin Eyyubi ne altın ne de esir yakalamakla ilgileniyordu.
Nitekim 2 Ekim 1187 tarihinde İslam ordusu şehre girdiğinde bir tek kişinin burnu dahi kanamamıştı.
El İsfahani, Selahaddin'in tavrını şöyle aktaracaktı:
Sultana şöyle dedim: Bu patrik en azından iki yüz bin dinar edecek bir servet taşıyor. Onların mallarını götürmelerine izin verdik, ama kilise ve manastırların hazinelerini değil. Buna izin vermemek lâzım.
Ama Selahaddin şöyle cevap verdi: İmzaladığımız anlaşmalara harfiyyen uymalıyız, böylece hiç kimse inananları anlaşmalara ihanetle suçlayamaz. Bunun tamamen tersine, Hristiyanlar her yerde bizim iyiliklerimizi anlatacaklardır.
Selahaddin Eyyubi'nin tek ilgilendiği biran evvel Müslümanları el- Aksa Camisi'nde toplayarak zafer namazını kılmaktı.
Şam kadısı Muhiddin İbn el-Zeki, sırtında Selahaddin'in giydirdiği siyah hilatla imam olarak minbere çıktığında Selahaddin Eyyubi ömrünü adadığı hayalini gerçekleştirmiş oluyordu.
Bu zafer sonrası Selahaddin Eyyubi intikam peşinde koşmayacak ve Hz. Ömer'in emannamesini aynen tatbik edecekti.
Eyyubi'nin bir çağrısı da Yahudileri ilgilendiriyordu; çünkü Sultan, Hıristiyanların koyduğu şehre giriş yasağını kaldırmış ve Yahudilerin Kudüs'e dönüşüne müsaade etmişti.
Bu yüzdendir ki en necis Siyonist kaynaklarda dahi Yahudiler Selahaddin Eyyubi'ye karşı hürmetsiz ifadeler kullanmaz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish