Ekonomide yeni şeyler söylemek lazım

Bülent Güven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

Dünle beraber gitti cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.


Mevlâna Celâleddin-i Rûmî'nin bu şiiri hayatın hareketliliğini, her şeyin sürekli değiştiğini ve yeni durumlarla karşılaştırıldığında yeni çözümler geliştirmek gerektiğini veciz bir şekilde dile getiriyor.

Başka bir ifadeyle hayatın dinamizmini veciz bir şekilde ortaya koyuyor.

Dünya an itibarıyla ciddi bir değişim sürecinden geçiyor. Sadece yapay zeka alanında temayüz eden teknolojik değişimler değil, aynı zamanda ülkelerin ekonomik kalkınmalarına, toplumsal entegrasyonuna ve uluslararası ilişkilerine temel oluşturan modeller ve paradigmalar da değişimden payını alıyor.

Bu yazıda bu değişimin ekonomideki yansımalarını mercek altına almaya çalışacağım.

Geçen günlerde Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, şöyle bir tweet attı:

Programımızın üç temel bileşeni var: Mali disiplinin yeniden tesis edilmesi; yani deprem etkisi hariç, bütçe açığının Maastricht kriterleri ile uyumlu bir seviyeye çekilmesi; enflasyonun orta vadede tek haneye düşürülmesi için kademeli parasal sıkılaştırma ve enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikası; Makro finansal istikrarı ve diğer tüm kazanımları kalıcı hale getirecek yapısal reformlar.


Genelde kamuoyunda ekonomik konularda fikir beyan eden hemen hemen herkesin ekonominin düzelmesi için Şimşek'in tweetinde yaptığı vurgulara daha önceden dikkat çekmiş olduğundan, söz konusu başlıkların uygulanmasına dair kamuoyunda şu an için bir uzlaşı oluşmuş durumda.

Peki bu kanaatin gerçeklik payı nedir?

Evet, Türkiye'de tekrar ekonomik istikrarın sağlanması için söz konusu olan ve konunun uzmanları tarafından üzerinde mutabakat sağlanmış hususların mutlaka hayata geçirilmesi gerekiyor.

Makro istikrarın olmadığı, enflasyonun yüksek olduğu ve bütçe açığının dengeden çıktığı bir ortamda kimse büyümek için gerekli olan yatırımı yapmak istemez.

Dolayısıyla vurgu yapılan bu konular kalkınma ve büyüme için olmazsa olmaz şartlar, fakat maalesef yeterli değiller.

Nitekim geçmiş yıllarda da bu ekonomi politikalarının yetersizliğini gördük. AK Parti, 2002 yılında iktidara geldiğinde, Türkiye'de kişi başına düşen milli gelir 3 bin 600 dolar civarındayken, bu rakam 2013 yılında 12 bin 500 dolar civarına yükselmişti.

Bu büyümede Şimşek'in vurgu yaptığı göstergelerin istikrarlı hale gelmesinin yanında asıl olarak o dönemde Türkiye'de ciddi altyapı yatırımlarının yapılması, yabancı sermayenin gelmesinin teşvik edilmesi, ihracat ve ARGE yatırımlarının desteklenmesi gibi politikaların payı büyümede çok daha büyük bir role sahip.

Nitekim 2013'ten sonra da 2018'lere kadar Şimşek'in vurgu yaptığı hususlarda istikrar olmasına rağmen, Türkiye 2013 yılı dönemindeki büyüme kapasitesini yakalayamadı.

Kişi başına düşen milli gelir sonraki süreçte 10 bin dolar civarında seyrederek günümüze geldi.

Türkiye'nin günümüzde 10 bin 500 dolar civarında olan kişi başına düşen milli geliri 2013 yılının gerisindedir.


Türkiye'nin 2013 yılında zirve yapan kişi başına düşen milli gelirinin daha sonraki süreçte neden gerilediği ile ilgili nedenler, cevap verecek kişinin formasyonuna ve aidiyet duygusuna göre değişebilir.

Gezi olaylarından 15 Temmuz ve sonrasında yaşanan siyasal istikrarsızlığın şüphesiz bu gerilemede payı var. Fakat siyasal istikrarsızlık bu gerilemeyi açıklamak için yeterli değil.

Nitekim benzer gerilemeyi sadece Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde değil, ileri derecede gelişmiş ABD ve Almanya gibi ülkelerde de görmek mümkün.

Örneğin 2007 yılından önceki 25 yılda ABD, Almanya ve İngiltere gibi ileri derecede gelişmiş ülkelerin yıllık kalkınma oranları 3,1 iken; bu oran 2008 dünya finans krizinden sonra yüzde 1,2'lere, pandemi sürecinde de eksiye düştü.

Dolayısıyla ileri derecede gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de de ekonomik anlamda patinaj yapmanın konjonktürel nedenlerin dışında, başta yapısal nedenler olmak üzere, farklı nedenleri de bulunuyor.


Ülkelerin içine düştükleri bu kalkınma tuzağının ülkeden ülkeye değişik nedenleri söz konusu.

İlgili ülkenin uyguladığı ekonomik paradigmanın tıkanması, kalkınma modelinin işlemez hale gelmesi, öncü olduğu teknolojik alanlarda yeni gelişmelerin vuku bulması ile avantajlı pozisyonunu kaybetmesi bu nedenlerden sadece birkaçı.

Soyut olarak belirtilen bu nedenlerin somut olarak anlaşılmasına katkı sunmak için Almanya örneğinden yola çıkmak mümkün.

Almanya, 1980'lerden beri devletin ekonomiye müdahalesini minimuma indiren bir model olan neoliberal bir iktisat politikası izliyor.

Almanya'nın kalkınma modeli belli temellere dayanıyor:

Rusya'dan ucuz enerji ve hammadde ithal etmek; bilgi yoğunluğu ürünler üreterek dünyanın farklı ülkelerine ihracat yapmak ve bu arada tüketimi ve üretimi için gerekli olan basit üretime dayanan ürünleri Çin gibi ülkelerden ucuzca ithal etmek; güvenliğini de NATO şemsiye altında az askeri harcama yaparak ABD'ye havale etmek ve özellikle otomotiv, havacılık, kimya gibi öncü olduğu sektörlerde dünyadaki pazar payını artırarak ihracatını artırmak.

Almanya bu model ile 1,5 milyar nüfuslu Çin ile dünyanın en fazla ihracat yapan ülkesi konumunda bir ülke olarak milli gelirinin yaklaşık yüzde 50'sine yakınını ihracattan elde ediyor.

Almanya uzun yıllardır kalkınmasının saç ayaklarından olan söz konusu alanlarda son yıllarda ciddi sıkıntılar yaşıyor.

Çin'in devlet müdahalesine dayanan kalkınma modeli, Çin'in dünya ekonomisi içindeki payı arttıkça neoliberal paradigmanın devlet müdahaleleri karşısında dezavantajlı konuma düşmesine neden oldu.

Tesla'nın elektrikli araca öncülük etmesi ve Çin'in bu alanda olağanüstü ilerleme kaydetmesi, Almanya ekonomisinin yaklaşık olarak yüzde 20'sini oluşturan Alman otomobil sektörünü yeni rakipleri karşısında ciddi risk altında bıraktı.

Tesla'nın bugünkü borsa değeri tüm Alman otomotiv şirketlerinin borsa değerinden daha fazla.

Ayrıca, Rusya'nın Ukrayna'ya müdahalesi ile birlikte de Almanya'nın ucuz enerji ve hammadde kaynağı bu vesile ile kesilmiş, Almanya'da şu anki enerji fiyatları Ukrayna savaşı öncesinin üç katına çıkmış durumda.

Tüm bunlara ilave olarak, Almanya, Ukrayna savaşı ile güvenlik açısından tekrar Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi "düşman" hattına yakın, en yakın Batı Avrupa ülkesi konumuna gelmiş ve bundan dolayı askeri harcamalarını artırmak durumunda kaldı.

Bu dış etkenlerin dışında doğum oranlarının düşük olmasından dolayı nüfusun gerilemesinin sonucu olarak yetişmiş eleman sıkıntısı çekiyor.

Almanya ve benzer şekilde ABD, yeni karşılaştıkları bu meydan okumalara karşı yeni modeller ve kavramlar geliştirerek ekonomik gelişme süreçlerini devam ettiriyorlar.

Almanya enerjide dışa olan bağımlılığını azaltmak için, yaklaşık bir trilyon dolar tutarında yenilenebilir enerji sektörüne yatırım planlayarak, 2030 yılında enerji tüketiminin yüzde 80'ini yenilenebilir enerji üzerinden temin etmek istiyor.

Bu vesileyle bu alanda öncü bir ülke olarak hem yenilenebilir enerji sektöründe teknoloji ihracatı yaparak ekonomisine katkı sağlamak istemekte hem de enerji sektöründe dışa bağımlılığını minimize ederek enerji fiyatlarını kendi ekonomisi için ucuzlatmayı planlıyor.

Askeri alanda da maruz kaldığı yeni tehditlere karşı hem bütçedeki askeri harcamalarını milli gelirinin yüzde ikisinin üstüne çıkarıyor, hem de 100 milyar euro değerinde ek bir bütçe ayırarak savunma sanayindeki Alman şirketlerini teşvik ederek bu alanda zaten var olan tecrübesini artırarak ihracat potansiyelini güçlendirme yolunda.

Bu örnekleri Almanya açısından çoğaltmak mümkün. Fakat burada asıl önemli olan nokta, Almanya'nın içine düştüğü krizi fırsata çevirerek yeni bir kalkınma modeli ile ekonomisini geliştiriyor olması.

Tüm bu yeni politikaların uygulamasını ve koordinasyonunu, şimdiye kadarki uyguladığı neoliberal ekonomik politikasının aksine, "Ekonomi ve İklim Değişikliği Bakanlığı" adında yeni bir bakanlık kurarak doğrudan devlet müdahalesi ile koordine ediyor.

Neoliberal modelin aksine ekonomide devletin daha aktif bir rol oynaması gerektiği yönündeki teorik çalışmalara öncülük eden ekonomist ise İtalyan asıllı Mariana Mazzucato.


Benzer şekilde ABD de, Inflation Reduction Act (IRA) adlı taban tutarı 369 milyar dolarlık (yukarıya doğru sınır yok) bir teşvik paketi ile çevre teknolojisine yönelik yatırımları artıran bir politika uyguluyor.

Çin'in dünya ekonomisi ve politikasındaki etkisini azaltmak için ABD'li şirketlerin yüksek teknoloji alanında (çip üretimi) Çin'e yatırımlarına kısıtlama getirerek Almanya'ya benzer bir yol izliyor.
 


Bu perspektiften bakıldığında, yaklaşık 10 yıldır bir kalkınma tuzağının içinde bulunan Türkiye'de ekonomik meseleler çok fazla para, faiz ve mali konular üzerinden tartışıldığı fikrindeyim.

Elbette Mehmet Şimşek'in belirttiği gibi mali disiplin önemli, fakat Türkiye'nin içinde bulunduğu bu kalkınma tuzağından çıkmak için bu hususlar yeterli değil.

Türkiye'nin yapması gereken ekonomisinin hem içsel hem de dışsal problemlerini tespit ederek ona göre yeni bir ekonomik kalkınma modeli geliştirmektir.

Otomotiv sektöründe Togg ile, savunma sanayi alanında da İHA ve SİHA'lar ile adacık şeklinde yeni ekosistemler oluşmuş olsa da bunlar henüz Türkiye'yi yüksek gelir grubuna taşıyacak potansiyeli içlerinde barındırmıyor.

Türkiye'nin yeni kalkınmaları geliştirebilmesi için, öncelikle kurumsal anlamda yeniden yapılandırılmış bir ekonomi veya dönüşüm bakanlığına ihtiyaç var.

Türkiye'de söz konusu dönüşümün temini için gerekli olan kurumlar farklı bakanlıklar arasında dağılmış durumda.

Türkiye'deki tüm bu dağılmış hali bir kurum altında toplayıp dönüşümü bir kurum ve güçlü bir kişiliğe sahip olan bir bakanın koordinasyonunda gerçekleştirmeli.

Aksi takdirde hem resmin tümünü görmek zorlaşmakta hem de ilgili alanların yetkilerinin farklı kişilerde olması ekonomik politikaların daha verimli işlemesine engel oluyor.

Türkiye'nin tarihinde bunun örnekleri bulunuyor. Turgut Özal, ekonomide ihracata dayalı neoliberal ekonomik modele geçmek için hazırladığı 24 Ocak Kararlarını dönemin Başbakanı Demirel'in de desteğiyle hem Başbakanlık Müsteşarlığını hem de Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığını şahsında birleştirerek bu dönüşümü gerçekleştirmişti. 

Dünyanın ve Türkiye'nin geldiği noktada yeni şartları dikkate alarak Türkiye'nin de ekonomik olarak köklü bir dönüşüm gerçekleştirmesi gerekiyor.

Bu dönüşüm ancak cumhurbaşkanının güçlü desteği ve yeni kurulacak bir Ekonomi ve Dönüşüm Bakanlığı ile başında güçlü bir siyasi ve teknik kişinin bulunmasıyla mümkün.

Aksi takdirde hem yapılan ekonomik tartışmalar havada kalıyor hem de Türkiye'nin bu kalkınma tuzağından kurtulması zor gözüküyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU