Yaklaşık 6 yıllık bir aradan sonra ABD, BM'nin kültür kuluçka merkezi UNESCO'ya geri dönüyor.
Bu adım, geri dönüş ve nedenleri, ondan önce de geri çekilme ve nedenleri hakkında köklü sorgulamaların önünü açtı.
Sorgulamaların bir diğer nedeni de misyonu bir yandan dünya mirasına sahip çıkmak, diğer yandan eğitim, bilim ve kültür alanında uluslararası iş birliği yoluyla dünya barışını tesis etmek olan örgüt ile Washington arasındaki uzun tartışmalı tarihti.
Elbette, şu anda UNESCO'ya dönmeye hevesli görünen ABD'nin dönüş nedenleri, ancak son 40 yılın ışığında anlaşılabilir.
Bu yıllar içinde Soğuk Savaş sırasında ve ardından İsrail-Filistin çatışması nedeniyle ideolojik anlaşmazlık bahaneleri çoğalmıştı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Başkan Donald Trump'ın 2017'de UNESCO'dan çekilmesi, ABD'de türünün ilk örneği değildi.
1983'te ABD Başkanı Ronald Reagan, UNESCO'nun Varşova Paktı'na karşı yeterince tarafsız veya adil olmadığı düşünülen politikalarını reddederek örgütten çekilmişti.
Trump ise UNESCO'nun Filistin'in tarafını tuttuğu bahanesiyle çekilmişti. Ondan önce de Barack Obama, Filistin'in UNESCO'ya tam üye kabul edilmesinden sonra 2011'de ülkesinin UNESCO'ya ayırdığı fonu kesmişti.
ABD'nin katkısı UNESCO'nun toplam bütçesinin yüzde 22'sini oluşturduğundan, fonlamayı durdurma kararı örgütün dünyadaki birçok projesi için büyük bir mali gerilemeyi temsil etti.
Bu durumda akla şu soru geliyor:
Washington neden bu kez güçlü bir şekilde UNESCO'daki rolünü aktifleştirmeye yöneldi?
Bu örgütün dünyanın çehresini ve özelliklerini çizecek askeri yetenekleri bulunuyor ve ABD bu yüzden mi onu büyük stratejilerine hizmet edecek şekilde uyarlamaya çalışıyor?
Kesin olan bir şey var ki UNESCO, ırkçılık ve bazı toplumlara karşı ırkçılık yüklü şiddet eylemleriyle karakterize edilen bir dünya savaşına yanıt olarak kuruldu.
Günümüzde de özellikle bu tür olaylar tekrarlanmasa dahi benzerleri yaşandığı için benzer bir ihtiyaç var gibi görünüyor.
Bilhassa hükümetlerin siyasi ve ekonomik düzenlemeleri, halkların sabit ve sadık bağlılığını garanti altına almakta artık yetersiz kaldığından, UNESCO'nun mesajı, kültürel ve entelektüel mekanizmalar yoluyla barışı ve güvenliği aktifleştirmeye odaklanıyor gibiydi.
İnsanlar arasında entelektüel ve ahlaki dayanışmaya ek olarak diyalog ve anlayış payandalarına ihtiyaç işte buradan doğdu.
Buna ilaveten UNESCO programları, 2012 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen 2030 Uluslararası Kalkınma Gündeminde belirtilen sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılmasına da katkıda bulunuyor.
Bu amaçların şimdiye kadar ABD için pek çekici olmadığına ve bu nedenle birkaç kez UNESCO'ya boş verdiğine şüphe yok.
Ne var ki şimdi UNESCO modern vizyonlar hayata geçiriyor ve bunlar Amerikalıları çağdaş zamanları okuma, özellikle de UNESCO'nun siyasileştirilmesi ile ilgili masum olmayan sorgulama gölgesinde, gelecek günlerin sonuçlarını tahmin etme yoluna itmiş olabilir.
Kesin olan şu ki, UNESCO'nun altmışlı yıllarda Asvan Barajı'nın yapımından sonra sular altında kalmak üzere olan Güney Mısır'daki Ebu Simbel tapınaklarının kurtarılması gibi uluslararası kültürel yaşam ve miras alanındaki öncü rollerinden sonra, siyasi rollerinin işaretleri de görülür gibiydi.
Geçen yıl Aralık ayında, kültür konuları ile ilgili İtalyan gazeteci Anna Somers Cox, The Art News gazetesinde şunları yazmıştı:
UNESCO, 1972 Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına Dair Sözleşme'nin ortak bir alan olarak miras alanlarını korumaya dayanan ilkelerinden uzaklaştı.
Ardından şunu eklemişti:
Bazı ülkeler ittifaklar ve gizli anlaşmalar yoluyla Dünya Mirası Listesi'ne kabul edilen alanları elde etmek ve alanların kötü yönetilmesi durumunda cezalardan kaçınmak için teknik ve profesyonel bir yaklaşımı politik bir yaklaşıma dönüştürmeye çalıştılar.
Konu Cox'un suçlamalarıyla sınırlı kalmıyor, bunu aşarak insan yaşamı ve insanların önümüzdeki on yıllardaki teknolojik geleceği, bu konuda kimin üstünlük sağlayacağı ile ilgili kritik ve temel bağlantı noktalarına uzanıyor.
ABD'nin UNESCO'ya neden dönmek istediğinin cevabını, Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in Mart ayında bütçe görüşmeleri sırasında ABD Senatosu'na yaptığı sunumun içinde bulabiliriz.
Blinken, o gün kelimenin tam anlamıyla şöyle dedi:
Bence gerçekten tekrar UNESCO'ya dönmemiz gerekiyor. Bu uluslararası kuruluşa bir tür hediye sunmak için değil, orada yaşananlar gerçekten önemli olduğu için dönmeliyiz.
Yani bu, gerçekçiliğin idealizmi yendiği, sonsuz Amerikan iç mücadelesi içinde Wilsonculuğa karşı Jacksonculuğun kazandığı geleneksel Amerikan pragmatizmidir.
Görünüşe göre artık kimsenin dolandırıp durmadığı veya saklamadığı bir konu var, o da önümüzdeki yıl ve on yıllarda insan hedeflerinin odak noktası yapay zeka, ardından insanın sınırlarını ve vizyonlarını çizecek olan ve bizzat varlığını tehdit edebilecek süper yapay zeka dünyasıdır.
Blinken, UNESCO'da "yapay zeka için normlar, kurallar ve standartlar oluşturmak için çalışıldığına ve kendilerinin de orada olması gerektiğine inandığını' söyledi.
Ama kime karşı orada olmak? Tabii ki UNESCO'ya en büyük katkıda bulunan ve bunun da kendisine olayların gidişatını yönlendirmekte büyük bir ağırlık kazandırdığı ülke olan Çin'e karşı.
Dahası Çin bu ağırlığını korumak için olayların yapımını ve ardından formülasyonunu yönlendirirken, Washington masada bulunmuyor.
ABD'nin UNESCO ile ilgili uyanışına neden olan korku, Çin'in örgüt içinde maddi ve manevi varlığını dayatma çabalarıyla sınırlı değil.
Buna ek olarak, tanıdık, bilinen ve tarif edilen bir şey olarak "dünyanın Amerikanlaştırılması" fikrini reddeden küresel bir eğilim de var.
Kozmolojik sahneye dikkatli bir bakış, kültürel çeşitliliğin saldırı altında olduğunu, olayların faşist ve ırkçı akımların uyanışına izin verdiğini ve bunun da anavatanların barışı ve insan hakları açısından ciddi meydan okumalar yarattığını gösteriyor.
UNESCO, eğitim ve öğretimin insani görevlerinin, yeni dünya düzeninin geleceği ile kesişen fikri konularda görüş ve tavsiyelerde bulunmanın önemini vurgulama görevine sıkıca bağlı görünüyor.
Bu da ABD'yi tüm bunların ortasında kendi çıkarlarını aramaya itiyor.
ABD'nin UNESCO'ya dönüşü, Çin ve Rusya tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanmadı.
Zira Çinliler uluslararası örgütleri jeopolitik oyunlar için bir arena olarak görmeyi reddediyorlar ve ABD'nin istediği gibi gidip gelemeyeceğini düşünüyorlar.
Ruslara gelince, ABD'nin yeniden üyeliğinin BM Antlaşması ile çelişen ve uluslararası örgütün kurallarını çiğneyen bir hadise olduğunu düşünüyorlar.
ABD'nin dönüşü, UNESCO için yeni bir harita çizme yolunda bir adım mı?
Dünya genelindeki Amerikan dengeleme çabası, izolasyon savunucularının gerilemesi ve küreselleşme bayrağı taşıyanların öne geçmesi anlamına mı geliyor?
Devam edeceğiz…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu