Lübnan'da son 48 saatte Lübnanlılar, ölmüş bir "Lübnan devleti"nin topraklarında artık var olmayan bir cumhuriyet için yönetmeyecek cumhurbaşkanını "görevlendirme" konusunu açıklığa kavuşturulmasını bekleyen yoğun saatler yaşadılar.
Geçen iki hafta boyunca cumhurbaşkanı adayları borsasında eski bakan ve finans uzmanı Dr. Cihad Azur'un hisselerinin yükseldiğini hatırlıyoruz.
Azur'un ismi, Hizbullah ve takipçilerinin milletvekili Mişel Muavvad'ın adını "meydan okuyucu bir aday" diye değerlendirip kesin olarak reddetmesinin ardından "dengeli" varsayılan birçok siyasi güç tarafından gündeme getirilen isimler arasında yer alıyordu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Burada Şii Hizbullah'ın beklenen adayını, yani eski bakan ve milletvekiliı Süleyman Franciye'yi açıklamayı kasıtlı olarak ve epeyce geciktirdiğini belirtmek gerekir.
Gecikmenin iki nedeni olduğu söylendi:
Birincisi, Hizbullah, projelerine karşı sessiz kalmaya devam etmesi için (Avncı) "Özgür Yurtsever Hareket"e (ÖYH) şantaj yapmaya devam ediyor.
İkincisi, Hizbullah, ÖYH'nin lideri olan eski bakan Cibran Basil'in gerekli koşullar oluşmadan ondan yüz çevirmemesi için, erken bir provokasyondan kaçındı.
Bunun yanı sıra Basil ile geleneksel olarak Lübnan, Arap ve uluslararası düzeylerde Hizbullah'ın halkla ilişkiler vitrini rolünü oynayan "Emel" Hareketinin lideri ve Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri arasındaki ilişkilerin hiçbir zaman iyi olmadığı biliniyor.
Gelgelelim Hizbullah'ın hesaplı sessizliğine karşılık, kendisine rakip partiler ve kişiler karşı çıkma ile onu memnun etme girişimleri arasında gidip geldiler.
Bu ikisi arasında, kötüleşen ekonomik ve yaşam koşullarının ortasında mevcut çıkmazdan bir çıkış yolu sunabilecek uluslararası değişiklikler konusunda bir iyimserlik de vardı.
Bu noktada her seviyeden, gruptan ve meşrepten Lübnanlılar kendilerini kandırmaya ve gerçekleri inkar etmeye devam ettiler.
Hizbullah ile halkla ilişkiler vitrininin -yani Şii Emel Hareketinin- demokratik rekabet kriterleri tarafından yönetilen açık, eşit bir oyun arenasında, manevra yapma ve rekabet etme, bir taraf ile ittifak edip diğerine karşı durma hakkına sahip "partilerden" ibaret olduklarına kendilerini inandırmaya devam ettiler.
Hizbullah'ın ne olduğunu unuttular ya da unutmuş gibi yaptılar.
Kimseyi katmadığı kendi projesi olduğunu ve bu proje aracılığıyla özel siyasi ve güvenlik hesapların yanı sıra, mali ve askeri ilişkiler ağına sahip olduğunu unuttular ya da unutmuş gibi yaptılar.
Dahası bu ilişkiler ve hesaplarda "devlet"in rolü ya da ulusal "egemenlik" diye bir şeyin varlığını kabul etmediğini, bunun yerine bölgesel, örgütsel ve ideolojik bağlantılarının her zaman ve daima üstün tutulduğunu unuttular ya da unutmuş göründüler.
Saflığıyla bu tehlikeli "unutkanlık", Hizbullah ile ilişkiler konusunda son 20 yıldır defalarca tekrarlanan birtakım hatalara yol açtı.
Tekrarlanan hatalarla, Hizbullah'ı mezhepsel-demografik derinliğe sahip bölgesel bir projenin "üssü" ve "aracı" olarak ele almama hatasını kastediyoruz.
Bahsettiğimiz proje (doğu) Batı İran'daki Zagros Sıradağları ile Doğu Akdeniz arasında uzanan Ortadoğu toprakları boyunca sınırları kaldırmakla, nüfus değişimini derinleştirmekle bütünleşmiş bir bölgesel proje.
Bilhassa bölgesel projenin ağırlığı altında ezilen her bir Arap ülkesinin içinde projenin "borazanlarının" yaydığı mesajlar çok net hale geldiğinden, bölgesel "senaryoyu" yanlış okumanın sonuçları -bence- felaket olacak.
Bugün duyduğumuz mesajlar, bir tahakküm kokusu, bir kibir tonu ve ötekini tehdit etme ya da hor görme temelinde bir büyüklenme eğilimi içeriyor.
Birkaç yıl önce Iraklıların alışmış olduğu ve onlardan sonra Lübnanlıların alıştıkları ve şimdiye kadar teslim oldukları durum tam olarak budur.
Lübnan'ın müstakbel cumhurbaşkanının görevlendirilmesi konusuna dönersek, "görevlendirme" kelimesinin kullanılması, durumun gerçekliğinin en doğru tanımı olmaya devam ediyor.
Çünkü Hizbullah ile onun arkasında duran ve bölgesel derinliğini oluşturan İran müzakere etmiyor, pazarlık yapmıyor, aksine dayatıyor ve emrediyor.
Onların adayından başka aday yok ve sadece bu adayı kabul edenler vatansever. Seyyid'in (Hasan Nasrallah) sözünün üstüne söz olmadığını herkes anlamadıkça anlaşmak mümkün değil. Hem neden böyle olmasın ki?
Yukarıdaki soruyu cevaplamak için, son birkaç gün içinde kesişen dikkat çekici iki gelişmeden çok uzaklaşmamıza gerek yok.
İlki, CIA Direktörü ve İran ile imzalanan nükleer anlaşmanın "mimarlarından" biri olan William Burns aracılığıyla yenilenen ABD-İran temaslarının ifşa olması.
İkincisi, siyasi olarak etkili "ordu kurumunun" en önemli sembollerinden biri olarak kabul edilen eski İsrail genelkurmay başkanı ve halihazırda Knesset üyesi olan General Gadi Eizenkot'un sözleri.
Washington ile Tahran arasında yenilenen temaslar hakkında bildirilenler, ABD'nin bir dizi bölgesel meselede "açıkladığı" pozisyonların gerçekliği hakkında ciddi soru işaretleri uyandırıyor.
Birçok medya kuruluşu, Başkan Joe Biden yönetiminin bölgede, özellikle de hem Tahran hem de Suriye'deki Esed rejimi ile bazı diplomatik açılımlara ilişkin "çekincelerini" bildirirken, geçen hafta General Eizenkot, Tahran ve Washington'un "yenilenmiş bir anlaşmayı görüşmeyi asla bırakmadıklarını" söyledi.
Ardından, "İran'ın 7 nükleer bomba üretmeye yaklaştığıyla ilgili son sızıntıların tümü, yalnızca Avrupa ve İsrail'de korku yaymak ve bir anlaşmaya varmayı hızlandırmak içindi" diye ekledi.
İsrail "ordusunun" İran rejimiyle "bir arada yaşama"ya gerçekten karşı olduğu yanılsamasına inanmaya devam edenlere karşı Eizenkot, Başbakan Binyamin Netanyahu'nun Donald Trump yönetimine nükleer anlaşmadan çekilmesi için yaptığı baskının "İran'ı nükleer bomba üretmenin eşiğine getiren büyük bir hata olduğu" değerlendirmesinde bulundu.
Sözlerini "İran kırmızı çizgiyi hiçbir zaman aşmadı ve bunu yapmaya da niyeti yok" diye sürdürdü.
Bu sözler, özellikle Lübnan gerçeğine uygulandığında, imaları ve tereddütleri açısından önemli.
Hizbullah'ın nutuklarının, Kudüs ve diğerlerini özgürleştirme tiyatrolarının tam aksine, Lübnan'ın yakın zamanda İsrail ile imzaladığı deniz sınırlarını belirleme anlaşmasının "arka planları" olduğunu doğruluyor.
Bu anlaşma, Güney Lübnan kıyılarının karşısındaki Kariş gaz sahasının İsrail'e ait olduğunu Hizbullah kabul etmeden ve arkasından İran onaylamadan imzalanamazdı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu