İngiliz tahtı, radikalizme karşı demokrasi için bir emniyet supabı

Birleşik Krallık'ta taht "referansı" tarafından sağlanan "istikrar çadırı", geçmişte siyasi oyunun kurallar ve denklemler içinde oynanmasını mümkün kıldı ve hâlâ da mümkün kılıyor

Kral III. Charles, 6 Mayıs Cumartesi günü, tarihi kilisede düzenlenen dini törenle taç giydi / Fotoğraf: Reuters

Sadece iki gün içinde hem İngilizlerin büyük bir kısmı belediye meclisleri için oy kullandı hem de birkaç saat sonra Birleşik Krallık, Kral 3. Charles'ın görkemli resmi taç giyme törenine tanık oldu.

İki önemli olay genellikle yalnızca Birleşik Krallık (BK) gibi sürekliliğin muhalefete üstün geldiği, kraliyet ve kilise gelenekleri ile şu anda birçok ülkede büyümekte olan radikal (sağ ve sol) siyasetin yan yana yaşayabildiği eski bir demokraside meydana gelebilir.

İki olay arasında İngiliz vatandaşı, kurumsal otorite ile barışçıl iktidar devir teslimi dinamiğinin, biri olmadan diğerinin ayakta kalamayacağı iki unsur olduğunu anlıyor.

"Magna Carta" (Büyük Sözleşme) ve daha sonra Cromwell Devrimi'nin yol açtığı sarsıntıdan sonra Kral 2. Charles döneminde monarşinin yeniden kurulmasından bu yana, monarşi, özellikle kutuplaşmanın arttığı ve çatışmaya yaklaşıldığı dönemlerde çelişkileri ve çıkar çatışmalarını aşan bir "emniyet supabı" ve "darbe emici" sisteme dönüştü.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu gerçeğin ışığında BK, tarihsel olarak "devrim" (revolution) yoluyla değil, "evrim" (evolution) yoluyla ilerlemeyi başardı.

Komşuları ve Batı Avrupa'daki en büyük 4 rakibi Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya ise bunda başarısız oldular.

19'uncu yüzyılda çeşitli oluşumların ve dağınık bölgelerin bir araya gelmesiyle birliğini sağlayan Almanya ve İtalya, hızla Germen ve Roma "imparatorluğu rüyası projelerine" dönüştüler.

Ardından bilge Germen Metternich'in rüya projesi yoldan çıkarak Nazi-Hitler eğilimine dönüştü. Mazzini, Garibaldi ve Cavour'un projesi, çarpıklaşarak kara Mussolini-Faşizm lekesini üretti.

Fransa da şişkin "kişisel" hırslardan ve aşırılıklarından kurtulamadı. Haritalardaki karmaşa, Batı ve Orta Avrupa'daki oluşumlar arasındaki güç dengesindeki değişimler arasında, kimi zaman maliyetli faturalar ödedi.

Fransa'nın güneyde İber Yarımadası, doğuda İtalya yarımadası ve kuzeyde Alman sınırının ortasında yer alan konumu nedeniyle, bilhassa Korsika adasının oğlu Napolyon Bonapart döneminden sonra, kendi içinde ve istikrarsız sınırları boyunca her yönde görülen ayrılıkçı vakalar birbiri ile bağlantılıydı.

İspanya'ya gelince sömürge savaşlarından ve iç savaşından çıkar çıkmaz onlarca yıl Francisco Franco diktatörlüğü tarafından yönetildi.

Bugün, Madrid yetkilileri "birleşik bir Avrupa"nın ülkeyi Bask bölgesi ve Katalonya'daki ayrılık emellerinden kurtaracağını umarak birkaç cephede mücadele ediyor.

BK, hiç şüphesiz, en az 4 komşusu kadar kırılgan olan çoğulcu bir ülke. Bununla birlikte, yakın zamanda barış anlaşmasının 25'inci yıl dönümü kutlanan İrlanda krizi dışında, ayrılıkçılarının silaha başvurmaya yönelmesini engelleyen şey, siyasi sisteminin istikrarı, haksızlık ve acı duygularının birikmesini önleyen bir emniyet supabının varlığıydı.

İngiliz tahtı ve koruduğu, sembolü haline gelen istikrar, şimdiye kadar ana İngiliz partileri Muhafazakar Parti, İşçi Partisi ve Liberal Demokrat Parti (tarihi Liberal Parti'nin mirasçıları) içinde bile aşırıcılığı dizginlemeyi başardı.

Bu en büyük 3 İngiliz partisi, 20'nci yüzyıldan bugüne kadar iktidarı tekellerinde tuttular. Dahası 20'nci yüzyılın başından bu yana en uzun süre iktidarda kalan Muhafazakar Parti ve İşçi Partisi başbakanlarının yönetimi, partilerinin rakip parti karşısında yenilmesi sonucu bitmedi.

Aksine her birinin kendi partisi liderlerinin yönetimine son verdiler.

1990 yılında Muhafazakârlar, 11 yıldan fazla iktidar kaldıktan sonra Margaret Thatcher'ın partisinden daha büyük olmadığını anlamasını sağlamaları gerektiğine karar verdiler.

Gerçekten de Thatcher istifaya zorlandı ve yerine John Major seçildi. İşçi Partisi de 2007'de, 10 yılı aşkın bir süre ülkeyi başkanlığı altında yönettiği lideri Tony Blair'e aynı şeyi yaptı.

Yine amaç, ona partinin çıkarlarının liderliğinden daha güçlü ve kalıcı olduğunu hatırlatmaktı.

Thatcher döneminin sonlarında Muhafazakârlar, kamuoyu yoklamaları ve birbirini izleyen seçimler yoluyla, tabanlarının bir kısmının aşırı sağcı politikalara içerlemeye başladıklarını hissettiler.

İşçi Partisi de aşırı sol liderliğini uzaklaştırdı ve yavaş yavaş merkezi pozisyonuna döndü.
 


Thatcher'ı devirme adımının zamanlaması çok iyiydi çünkü Major liderliğinde Muhafazakarların bir sonraki genel seçimi basit bir farkla kazanmasını sağladı.

Bundan sonra, aşırı sağ, 2016'da Avrupa Birliği'nden çıkmak için yapılan "Brexit" referandumuyla ortaya çıkan göçe ve yabancı işgücüne karşı dizginlenemeyen popülizm dalgasına kapılana kadar, parti liderliğinin kontrolünü yeniden ele geçiremedi.

Popülist eğilim Muhafazakar Parti'ye birçok Avrupa ülkesinde aşırı sağın ve neo-faşistlerin seslerinin yükselmesiyle paralel olarak egemen oldu.

Sadece bilgi vermek amacıyla Muhafazakarların, konsensüs ile parti liderliğine seçilen Theresa May liderliğinde girdikleri 2017 genel seçimlerini solcu Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi'ni yenerek kazandıklarını kaydedelim.

Daha sonra, 2020'de AB'den ayrılığın "başarılması" ve Muhafazakarların birçok ılımlı ve aklı başında isimlerinin birinci saflardan uzaklaşmasının ardından arena, aşırı sağcı ve Avrupa ile herhangi bir yakınlaşmaya düşman olan "ikinci nesil Thatchercılar"a kaldı.

Muhafazakarların sağa yönelmeleri, 2019 seçimlerinde İşçi Partisi ve Jeremy Corbyn'e karşı partiye ezici bir zafer kazandıran sağcı popülist Boris Johnson'dan sonra hızlandı.

Corbyn de, birkaç yıl önce, İşçi Partisi içinde ılımlılara karşı yapılan darbenin, partinin aşırı solcu popülistlerine teslim oluşunun "somutlaşmış hali"ydi.

Bu noktada söz konusu solcuların çoğunun AB üyesi Doğu Avrupa ülkelerinden gelen ucuz işgücünün tehdit ettiği vasıfsız yerel işçilerin işlerini koruma bahanesiyle AB'den çekilmeyi desteklediklerini belirtmeliyiz.

Ancak İşçi Partisi'nin 2019'daki küçük düşürücü yenilgisinin ardından Corbyn, istifa etmek zorunda kaldı ve yeni lider olarak ılımlı Keir Starmer seçildi.

Starmer, hemen Corbyn yanlılarını tasfiye etti ve parti içindeki etkilerini zayıflattı. 1990'ların sonlarında Tony Blair ve Gordon Brown'ın kazanan politikalarını anımsatan politikalar benimsedi.
 


Dün, kısmi yerel seçimlerde İşçi Partisi Muhafazakarları yenmeyi başardı ve İngiltere'nin büyük şehirlerinin çoğunu kazandı ya da yeniden ele geçirdi.

İşçi Partisi 71 yerde belediye meclislerinde çoğunluğu ele geçirdi (önceki seçimde bu sayı 22 idi). Muhafazakârlar ise önceki seçimde 48 belediye meclisini kazanırken, bu seçimlerde yalnızca 33 meclisi kazandılar.

Liberal Demokratlar (merkezciler) 29 belediye meclisinde çoğunluğu ele geçirdiler (bir önceki seçimde 12 mecliste çoğunluğa sahip olmuşlardı).

Bu sonuç, yaklaşan genel seçimlere tam olarak yansımayabilir, ancak iki ayda 3 başbakan değiştiren Muhafazakâr Partiye olan güveni zayıflayan halkın ruh hali hakkında net bir fikir veriyor.

Muhafazakâr Parti muhaliflerinin ılımlılaşması karşılığında kapıldığı popülist aşırılıkçılık nedeniyle, rakipleri arasında taktiksel oy alışverişini ve ona karşı zafer kazanmalarını kolaylaştırdı.

Birleşik Krallık'ta taht "referansı" tarafından sağlanan "istikrar çadırı", geçmişte siyasi oyunun kurallar ve denklemler içinde oynanmasını mümkün kıldı ve hâlâ da mümkün kılıyor.

Gerek sağcı gerekse solcu aşırılık yanlıları zaman zaman partiler içinde hakimiyet kurma fırsatları elde etseler de zaman, söz konusu "referans"ın çadırı altında bu oyunun mekaniğinin olması gerektiği gibi ve kontrol altında kaldığını kanıtladı.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU