6 Şubat Pazarcık Depremi'nin ardından onarım ve yeniden inşa sürecine giriyoruz.
Depremzedelerin yanı sıra, hâlihazırda barındığı evlerin güvensizliğinden veya yaşadığı şehirlerin deprem riskli bölge oluşundan muzdarip yurttaşlar yeni yuva arayışında.
Ülkede âdeta köşe kapmaca oynanıyor. Özellikle İstanbul veya İzmir gibi şehirlerden, daha sakin ve deprem riski az olan illere taşınma eğilimi var.
Önümüzdeki süreçte yoğun bir iç göçle karşılaşacağız.
Afet sonrasında yeniden yapılaşma ve iskan planlaması yaparken, mevcut şehir organizasyonlarımızı sorgulamak zorundayız.
Hâlihazırda kurduğumuz şehirler, büyük afetlere karşı güvenli yerleşkeler değil.
Bunun yanında metropoller, afetler haricinde de pek çok felakete açık kapı bırakıyor.
Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim yavaşlık (slowness) düşüncesi; ideal, sakin, güvenli ve şenlikli şehir anlayışının anahtar kavramlarından.
"Cittaslow" (sakin şehir) üzerine düşünmek
"Cittaslow" ya da sakin şehir, İtalyanca "citta" yavaş ve İngilizce "city" şehir kelimelerinden oluşuyor.
Dünyadaki yavaş hareketinin bir parçası olan bu anlayış; tek tipleşip küreselleşen, sürekli büyüyen, gelişen ve nüfusu artan tipik şehirlere karşı bir alternatif aslında.
99'da yine yavaş hareketinin başladığı İtalya'da ortaya çıkan yavaşkentler, aslında bir belediyeler birliğini ifade ediyor.
Global kültürün dayattığı ve normalleştirdiği kent yaşamının pek çok olumsuz yönü var.
Metropoller doğadan kopuktur. Şehrin havası kirlidir. Yüksek katlı binalar gökyüzünden mahrum bırakır.
Nüfusu beslemek için şehrin toprakları yetersizdir. En temel gıdalar bile yüzlerce kilometre öteden şehre gelir.
Şehirdeki tarım faaliyetleri organik değildir.
Şehrin insanları aynılaşır. Taşıdıkları etnik farklılıklar giderek azalır ve zamanla erir.
Alternatif olarak sakin ya da yavaş kentlerin nüfusu az olmalıdır.
Yavaş kentlerde şehrin kimliğini korumak daha kolaydır. Geleneksel mimari örneklerine daha sık rastlanır.
Gökyüzünü kapatan gökdelenler yerine gökyüzüne davet eden ufak katlı barınaklar tercih edilir. Yavaş şehirler metropollere kıyasla daha güvenlidir.
Yavaş kentlerin özellikleri
Bir belediye ya da kentin cittaslow unvanını alabilmesi için belli başlı şartları yerine getirmesi gerekiyor. Bunlar kısaca:
- Ekoloji Politikaları: Yavaşkentlerin havası ve suyu temiz olmalıdır. Biyoçeşitliliğin ve bölgenin doğal alanlarının korunması gerekir. Yenilenebilir enerji kaynakları tercih edilmelidir.
- Altyapı Politikaları: Doğayla barışık ulaşım ağları planlaması yapılmalıdır. Fosil yakıt yerine alternatif ve ekolojik ulaşım araçları tercih edilir. Halkın sağlık ve eğitim gibi ihtiyaçları adil şekilde sağlanır.
- Kentsel Politikalar: Şehrin kültürel değerlerinin muhafaza edilmesi ve iyileştirilmesi. Geleneksel mimari.
- Tarımsal, Turistik ve Sanatsal Poitikalar: Kent bahçeleri, agroekoloji ve permakültür gibi uygulamalar yaygınlaşmalıdır. Betonlaşma yerine doğal yaşam alanlarının artırılır. Küçük esnaf faaliyetleri desteklenir. Yerel sanata kıymet verilir.
- Eğitim ve Farkındalık Poitikaları: Alternatif eğitim metodları benimsenir. Kuruma değil bireye yatırım yapılır. Eğitimciler cittaslow hakkında bilgi edinir.
- Sosyal Uyum Politikaları: Azınlık ve ayrımcılık karşıtı çalışmalar yapılır. Şehrin öteki unsurlarıyla dayanışma içerisinde olunur. Dezavantajlı grupların entegrasyonu sağlanır.
- Ortaklıklar: Slow food hareketi desteklenir. Cittaslow hareketinin dünyada yaygınlaşması için iş birliği hâlinde olunur.
Türkiye'de de cittaslow ilan edilen bazı belediyeler var. Bunlardan bazıları; Seferihisar, Gökçeada, Şavşat, Uzundere gibi ilçeler.
Küçülmek güzeldir
Bir şehrin büyümesi ve gelişmesi, halk için yaşam standartlarının iyileştiği anlamına gelmiyor.
Bunu 6 Şubat Pazarcık Depremi'nde deneyimledik.
Nüfusu 1,5 milyonu aşkın Hatay'da binlerce insan enkaz altındayken şehrin kurtarma birimleri yetersiz kalmıştı.
Kontrolsüz büyüyen şehirler sınıfsal uçurumlar yaratıyor. Şehrin yoksul kesimi eğitim ve sağlık gibi ihtiyaçlardan yeteri kadar yararlanamıyor.
Sağlıksız ve güvenliksiz yuvalarda yaşadıkları için afet ve olağanüstü durumlardan daha fazla etkileniyorlar.
Metropollerin yoksul bölgelerinde nefes alacak yaşam alanları yok. Sıkışık evler ve dar sokaklar insanları mutsuzluğa itiyor.
Üstüne üstlük, sel ve deprem gibi afetlerden en çok yoksul bölgede yaşayan yurttaş ve sığınmacılar zarar görüyor.
Hâlbuki daha ufak ve mütevazı şehirlerde sosyal dengeyi kurmak daha kolaylaşır. Bir şehir küçülerek halkın ihtiyaçlarına daha hızlı karşılık verebilir.
Büyüyen kurumlar bireylerden uzaklaşır
Hatırlarsınız depremin ilk birkaç günü halk, zincir mağazaların deprem karşısındaki kayıtsızlığına tepki göstermişti.
Deprem bölgelerinde onlarca dükkâna sahip dev uluslararası markalar, afet bölgesinde yaşayan insanlara yardım eli uzatmakta oldukça gecikti.
Halktan gelen tepkiler sonucuda birkaç marka deprem için yaptığı para yardımını sosyal medya üzerinden duyurdu.
Bu zoraki yardımlar, şüphesiz insanlardan gelen tepkilere karşılık niteliğindeydi.
Bir kurumun büyüdükçe insani duygulardan uzaklaştığını düşünüyorum. Neoliberal politikalar, yalnızca çıkar gözeten dev kurumlar yarattı.
Bir şehir veya bir kurum ne kadar kontrolsüz büyürse halkın ihtiyaçlarından da o kadar uzaklaşıyor.
Zincir mağazalara alternatif olarak ufak-orta ölçekli işletmelerin daha çok desteklendiği ve tercih edildiği şehirler düşünelim.
Bu tür dükkânlarda dayanışma ve güven duygusuna rastlama olasılığınız daha fazladır.
Mahallenizin kahve dükkânında çalışan emekçileri tanırsınız. Söz gelimi onların çalışma şartları hakkında bir bilgiyi edinmek için onlarla konuşmanız yeterlidir. Ya da satılan ürünlerin üretim süreçlerini öğrenmek istiyorsanız, kahvecilerle sohbet edersiniz.
Bunun karşıtı olarak, büyük kurumlar size "prosüdür gereği" yanıtlar verir. Zincir kahve mağazalarının müşterileriyle kurduğu ilişki mekaniktir.
Böylece, ısmarladığınız kahveyi size uzatan barista da yaka kartında yazan isimden ibaret olur.
Dolayısıyla dayanışmaya ihtiyaç duyulan anlarda insani ilişkiler kurduğunuz kişiler size içtenlikle yardım eli uzatır. Bunu yardım etmek maksadıyla yapar, görev bilinciyle değil.
Bence cirosu milyar dolarları bulan şirketlerin afet bölgesinde mobilize olup insanlara bir bardak sıcak çay dağıtmak yerine, yardım miktarlarını paylaşmayı tercih etmelerinin de sebebi buydu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish