Helen Brown & Chris Harvey & Roisin O’Connor
Eski bir albümü başından sonuna dek en son ne zaman dinlediniz? CD’lerin ölmesinden bu yana kulaklarımız karışık çalma listelerine alıştığından yalnızca plak tutkunları bunu hala yapıyor olabilir. Dolayısıyla dürüstçe dikkatimizi vermemiş olabileceğimiz albümler hakkında katı görüşlerimiz olduğunu düşünebiliriz. Bu liste, işitsel dikkatlerini geliştirmek ve önyargılarına gerçekten meydan okumak isteyenler için yapıldı.
The Independent eleştirmenleri Helen Brown, Chris Harvey ve Roisin O’Connor ölmeden önce dinlemeniz gereken en iyi 40 albümü seçti.
The Velvet Underground & Nico (1967), The Velvet Underground
Lou Reed ve John Cale’den, yeni iyi arkadaşı Nico’nun avangart gruplarında şarkı söylemesini isteyen Andy Warhol’du. İşin aslına bakılırsa, Victor Frankenstein'ın kendisi de birbiriyle bu albümdekinden daha fazla uyumsuzluk içeren vücut parçalarını dikip bir yaratığa hayat veremezdi. Albüm bir çocuğun ksilofon vuruşlarıyla başlıyor ve sağırlaştıran bir uğultu, gürültü ve distorsiyonla sona eriyor. Birinci yüzün ilk şarkısı “Sunday Morning” Avrupalı bir kadın şarkıcının seslendirmesi için uygun, hüzünlü bir balat, ama şarkıyı somurtkan bir Brooklynli söylüyor. “Venus in Furs” şarkısı sevişme esnasında hafifçe vurulmamış kırbaç darbelerinden yakınan gürültülü, sivri uçlu bir homurdanma. “I’ll Be Your Mirror” bir aşk şarkısı. “European Son” rock’n’roll kırması bir sonik şok dalgası. Albümün buraya kadarı, David Bowie'nin baskı öncesi kalite kontrolü esnasında duyduğu ve “müziğin geleceği” diye nitelediği şarkıya başlamadan önceki kısmı. Yarım asır sonra Bowie’nin haklı olduğunu anlamak için yapmanız gereken tek şey The Velvet Underground & Nico'yu dinlemek. –Chris Harvey
I Never Loved a Man the Way I Love You (1967), Aretha Franklin
Jerry Wexler şiddete yatkın ve çok fazla kadınla cinsel ilişkide bulunan bir vaizin kızını Atlantik Records’a kaydettirdiğinde "onu kiliseye götürdü, piyanonun başına oturttu ve kendisi olmasına izin verdi". Soul müziğin kraliçesi de kendisine aynı yeri seçti. #MeToo hareketinden 50 yıl önce, saygı talep eden “Respect” isimli şarkısını söylerken onu duyabilirsiniz. –Helen Brown
Master of Puppets (1986), Metallica
Herhangi bir single yayımlamamasına rağmen Metallica’nın üçüncü albümü, İngiltere rock radyolarının aradığı dönüm noktası oldu. Grup 1986'da “Damage Inc” ve “Orion” gibi parçalarla kontrolün potansiyelini ve doğasını ele alan, güzelliği ve saf insan çirkinliğini bir araya getiren tüm zamanların en iyi metal albümlerinden birini çıkardı. Albümün “Battery” isimli açılış şarkısının orta çağdan esinlenen gitar bölümleri şunu söylemek için yeterli: Bu albüm tamamen hikaye anlatıcılığıyla ilgili. Bu aslında albümde kullanılan tek orta çağ imgesi, ama Metallica şarkı sözlerindeki Dungeons & Dragons klişelerini kıyametle ilgili sözlerle değiştirdi. Basçı Cliff Burton, davulcu Lars Ulrich, gitarist Kirk Hammett ve şarkıcı / ritim gitaristi James Hetfield da mahşerin dört atlısı olarak ortaya çıktı. –Roisin O’Connor
Remain in Light (1980), Talking Heads
David Byrne “Facts are simple and facts are straight / Facts are lazy and facts are late…” diyor bir şarkısında. Böylece de yalan haber ve gösteriş amaçlı tüketim konusundaki kişisel ve evrensel endişelerini yoğun bir şekilde, katmanlar ve döngüler halinde, Afrobeat’ten esinlenen funk müziğine uygun bir biçimde birleştiriyor. Hareketli ritimlerle tezat oluşturan şarkı sözleri bizi durup düşünmeye teşvik ediyor. Her zaman yaptığı gibi. –HB
Catch a Fire (Jamaika Versiyonu) (1973), Bob Marley and the Wailers
Reggae müziğini dünyanın dört bir köşesine taşıyan ve Bob Marley'i uluslararası bir süperstar yapan albüm ayrıca birçok sanatçının takip edeceği siyasi bir tarz da belirledi. Marley “Concrete Jungle”da “yaşamın en zor olduğu yerden” söylüyor şarkısını ve dönüp Jamaika’nın aşağılayıcı köle geçmişine de bakıyor: “No chains around my feet but I’m not free”. Marley albümü “High Tide or Low Tide” şarkısındaki gibi güzel melodik numaralarla veya “Kinky Reggae” parçası gibi ritmik dans şarkılarıyla donatmış. Jamaika'nın dışında, Island Records tarafından üst üste yapılan gitar kayıtları ve nota zenginleştirmeleriyle piyasaya sürülen orijinal Jamaika versiyonu yalın bir başyapıt. –CH
Revolver (1966), The Beatles
Daha önce eşi benzeri görülmemiş 220 saat süren stüdyo denemeleriyle George Martin ve The Beatles, epey tuhaf yeni bir ses elde etmek için kayıtları döngüye sokuyor, şarkıyı hızlandırıyor, yavaşlatıyor ve tersten oynatıyor. McCartney'nin kederli ve muamma dolu parçası “For No One” ve Lennon'un “Tomorrow Never Knows” ve “She Said, She Said” isimli saykodelik şarkıları sizi müziğin plaktan mı geldiğini yoksa geri mi yutulduğunu merak eder halde, dönen aleti hipnotize olmuş gibi izlerken bırakabilir. –HB
Like a Prayer (1989), Madonna
Yaptığı en "ciddi" albüm olabilir. Like a Prayer hala Madonna'nın en anlaşılabilir albümü. Madonna bu albümde din ve evliliğin dağılması gibi konularda hiç sözünü esirgemiyor. Şarkıcının kişisel hayatı 1989'da magazin haberlerindeydi. Aktör Sean Penn’le zorlu bir evlilik sonunda boşanmaya gitmiş ve ayrıca yanan haçlarıyla “Like a Prayer” videosu tartışmalara neden olmuştu. Albümle aynı adı taşıyan parçanın dinsel ritüel kısmı bitince Madonna tüm tutkusuyla dinleyicinin nefesini kesiyor. Önceki kayıtları hep onu etkileyen modern müziğin bir yansıması olmasına rağmen Like a Prayer’da Madonna, Sly & the Family Stone ve Simon&Garfunkel gibi gruplara olan saygısını gösteriyor. Albüm ayrıca kayıtlarının yayımladıktan sonra izleyiciden ve basından ondan hoşlanmasını isteyen ve daha sonra kendi anlatısını kontrol altına alan bir sanatçı hakkında. –RO
Led Zeppelin IV (1971), Led Zeppelin
Bu albümle karşı karşıya gelen bir Y kuşağı üyesi, Hamlet'i izleyen ve tamamının alıntılarla dolu olmasından şikayetçi biri gibi hissetmeye başlayabilir. Jimmy Page’in önüne gelen her şeyi yıkıp geçen melodileri ve Robert Plant’in zevkten dört köşe çığlıkları sonradan gelen tüm sert, hedonistik rock müziğini etkiledi. Albüm mistik, bütünlüklü ayinsel havasını deneyimlemek için baştan sona dinlemeye değer. Hele “Stairway to Heaven” su götürmez. –HB
The Best of the Shangri-Las (1996), The Shangri-Las
Ah hayır. Ah hayır. Ah hayır hayır hayır hayır, kimse daha önce gençlerin kalbini Shangri-Las gibi kırmadı. Spice Girls popüler tüketime yönelik tutumu paketlemeden çok önce şarkı sözü yazarı Ellie Greenwich, Queens'in zorlu bir bölgesinde yetişmiş bir grup gençle “hareketleri ve konuşmaları, sakız çiğneyiş şekilleri ve bacaklarındaki parçalanmış çorapları” üzerinden sorunlar yaşıyordu. Ancak Shangri-Las sokaklardan gelen, öyle tutkulu ve ham bir hararetle söylüyordu ki bu şarkılar yarım asırdan fazla bir zaman sonrasına bile gücünü hiç kaybetmeden ulaşabildi. Greenwich’le beraber yazılan “Leader of the Pack” en iyi bilinen şarkıları olabilir ancak asla kısa süreliğine popülerleşme çabaları olmadı. Bu albüm 60’lı yılların başlarında, zirvedeki hallerini gösteriyor. –CH
The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars (1972), David Bowie
İhtişam, aşırılık ve eksantriklik… Bu albümle Bowie, T Rex grubunu geride bırakarak glam rock müziğinin yeni ikonu haline geldi. Bowie, Ziggy Stardust karakteri yüzünden pişmanlık duyabilir ancak onun sayesinde sıradan yöntemlerle özgünlük arayışı içindeki öteki sanatçıları geride bıraktı. Bu Bowie’nin en heves dolu albümü, hem müzikal hem de tematik olarak. Aynı Prince gibi önceki çalışmalarından en güçlü yanlarını alıyor ve mizah duygusunu ya da hayranlarını eğlendirme isteğini kaybetmeden gelmiş geçmiş en büyük rock and roll albümlerinden birini çıkarıyor. “İnsanları eğlendirmek için buradayım, sahneye çıkıp sadece birkaç şarkı çalmak için değil” diyor Bowie ve ekliyor: Bir radyo gibi davranacak son kişiyim. Onun yerine dışarı çıkıp renkli bir televizyon olmayı tercih ederim. –RO
Unknown Pleasures (1979), Joy Division
23 yaşındaki vokalisti Ian Curtis'in intiharıyla sona eren kısa kariyerinde Joy Division, her kim tarafından düzenliyorsa düzenlensin en iyi albüm listelerine aday olacak iki albüm çıkardı. Yakın dönem için artık alışıldık hale gelmiş olsa da ses perdesindeki hayli tutarlı gidişiyle Unknown Pleasures, zamanın albümlerine ve kendinden önceki hiçbir albüme benzemiyor. Her şeyi kuşatan mürekkep karası gibi karanlık bir ruh hali var ancak pop veya rock müziğin çok ötesinde neredeyse Dostoyevskivari hissettiren groove ritimlerden gelen manevi bir güç de mevcut. Bu albümde "Disorder", "She’s Lost Control" ve "New Dawn Fades" gibi klasik parçalar bulunuyor. Eric Clapton’ın çaldığı tüm notaları grubun basçısı Peter Hook’un herhangi bir melodisi için değişmeyecekler açısından “I Remember Nothing" parçasının 4. dakika 20. saniyesinde başlayan ve yinelenen melodisi belki de tüm Joy Division külliyatındaki en heyecan verici an. –CH
Hejira (1976), Joni Mitchell
Genelde bu tür listelerde 1971 tarihli albümü Blue boy gösterse de Mitchell bu berrak ve kalbi kırık folk türündeki albümü 5 sene sonra kadınlığın kültürel olarak şartlandırılmış beklentilerini güvenle sorguladığı bir kayıtla aştı. Derinleşen ve çetin sesiyle aşk hikayesini ve "tuhaf yastıkların" macerasına karşı evcimenliği ve yalnızlığı düşünüyor. –HB
Body Talk (2010), Robyn
2005’te kendi adıyla çıkardığı albümünde yakaladığı başarıyı devam ettirip ettiremeyeceği tartışmalarına Robyn, 2010’da arka arkaya çıkardığı Body Talk Pt 1, Pt 2, Pt 3 ve 15 parçadan oluşan Body Talk albümleriyle cevap verdi. Albüm “Hang With Me” parçasının akustik olmayan versiyonu gibi (ki bunun hakkında bütün gece tartışabiliriz) bazı parçaların farklı yorumlarını da içeriyor ama “I Feel Love”, “Dancing On My Own” gibi parçalardan sonra yazdığı en iyi elektronik dans şarkılarını hiç dokunmadan bırakıyor. Kısacası, Body Talk tıka basa harika şarkılarla dolu. –CH
Off The Wall (1979), Michael Jackson
Michael Jackson 21 yaşındayken “Tüm eğlence dünyasını inceleyerek geçmişine döneceğim ve onu mükemmelleştireceğim” diyor ve sevimli, kontrol altında bir çocuk yıldız imajını silkip atarak 4. solo albümünü çıkarıyor. Yapımcılığını Quincy Jones'un üstlendiği sofistike disko funk türü albüm, sıkı, vücudu harekete geçiren groove ritimleriyle serbest bırakılmış mutluluk hissi arasındaki dengeyi çok iyi yakalıyor. Disko topu büyüsü. –HB
Illmatic (1994), Nas
Rap ne kadar iyi olabilir? Bu kadar. Hakkındaki söylentilerin müziğini aşabileceği albümler bulunuyor. Ama Illmatic bunlardan değil. Nas kendini, 1994'ten bu yana sayısız sanatçının taklit etmeye çalıştığı -ve hüsranla karşılaştığı- bu albümle en büyük MC'lerin arasına yükseltti. Çevresindeki Pete Rock, DJ Premier, Q-Tip, L.E.S ve Large Professor gibi en ünlü yapımcıları kaydına dahil etme hamlesiyle Nas, Complex dergisi tarafından “hip hop'a zarar vermekle” suçlandı. Buna rağmen Complex, birden fazla yapımcının kullanımı üzerinde kalıcı bir etkisi olduğu için Nas'ın kaydını övdü de. Nas, büyüdüğü yoğun nüfuslu New York sokaklarının seslerini kullandı. Kayıt, çelik tren tıngırtısı ve genç Nasty Nas’ın 1991’de Main Source grubuyla “Live at the BBQ” etkinliğinde söylediği “When I was 12, I went to hell for snuffing Jesus” dizesinin kasetten duyulmasıyla başlıyor. –RO
Trans-Europe Express (1977), Kraftwerk
Bu her şeyi değiştiren albüm. Kraftwerk’in Kling-Klang stüdyolarından çıkan sentezlenmiş sesi, 1975’teki Radio-Activity albümünde çoktan saf ve güzel bir hal almıştı. Ancak grubun Trans-Europe Express’teki çok yönlülüğü gelecekteki tüm olasılıkları zarif bir şekilde değiştirdi. Ralf Hutter’ın tanıdık hoş ses kalitesi ve melankolisi, plağın öteki tarafında albümle aynı adı taşıyan parçayla başlayan mini senfonideki ritimler birbirine kenetlendikçe makineye dahil oluyor. Giorgio Moroder’ın "I Feel Love" albümünden 4 ay önce yayımlanan Trans-Europe Express, hip-hop’tan teknoya kadar her şeyi etkiledi. Tüm elektronik dans müziği burada başlıyor. –CH
Kind of Blue (1959), Miles Davis
Melodi taslakları kayıttan sadece birkaç saat önce yazılmış dünyanın en çok satan bu caz kaydı hala hazırlıksız ve tahmin edilemez hissettiriyor. Davis’in arkadaşı caz müzisyeni George Russell bir keresinde Davis’in tonal cazının sırrının her notayı “herhangi bir akordun sınırlarına uymak zorunda kalmadan” çalması olduğunu söylemişti. Kind of Blue tekrar edilemeyecek kadar iyi. –HB
Astral Weeks (1968), Van Morrison
“If I ventured in the slipstream, between the viaducts of your dream…” Folk, caz, blue eyed soul müziği gibi türlerin birbirine karıştığı bu müzikal katedrale girmek her zaman büyük saygı hissi uyandırıyor. Morrison'ın ilk önce bir araya getirilen müzisyenlere şarkıları çaldığı ve daha sonra içlerinden geleni yapmalarını söylediği sadece 8 saatlik iki seansta kaydedilen Astral Weeks, sanki hala dün yapılmış gibi hissettiriyor. Morrison’un bilinç akışıyla yazdığı şarkı sözlerinin kontrbas, klasik gitar ve flütün oluşturduğu zengin akustik arka planla buluşması bu albümü rock ve pop'taki herhangi bir albümden daha duygusal hale getiriyor. –CH
West Side Story Soundtrack (1961)
“Life is all right in America / If you’re all white in America/” diye bağırıyor göçmenler 50’lerin New York'unu anlatan Romeo ve Juliet uyarlaması bu tutkulu ve politik müzikalde. Leonard Bernstein’ın sofistike notaları pop, klasik ve Latin müziğinin bir kahsede erimesiyle ortaya çıkıyor. Stephen Sondheim’ın sözleri de bir bıçak gibi keskin. Birleşmiş ve bağışlayıcı bir ABD için karşılıksız bir dua. –HB
Sign o' the Times (1987), Prince
Sign o’ the Times, Prince’in şaheserlerle dolu külliyatındaki başyapıtı. Funk, rock, R&B ve en önemlisi de soul müzik türlerini karıştıran bir çifte albüm. Müzikal kaynaştırmadaki simyacı deneylerinin en harika seslendirmesi ve Prince'in en yaratıcı, en verimli geçirdiği yıl boyunca üzerinde çalıştığı birkaç projenin toplamı. Sign o’ the Times’da bas en üst konumda: Prince gitardaki tanrılık statüsünü Purple Rain şarkısında sağlama alıyor. Cinsel ilişkiden bahseden bazı şarkılar ve tüm zamanların en iyilerinden biri olan “Adore” gibi aşk parçaları var. Sanki girişi, gelişmesi ve sonucuyla bir oyun yazıyormuş gibi azami özenle ilmik ilmik dikilen bu albüm, hem pop için hem de sanat için bir dönüm noktası. –RO
Pet Sounds (1966), The Beach Boys
Aile travmasının psikolojik baskısı ve tüm ticari sörf şarkıları altında ezilen Brian Wilson 23 yaşındayken panik atak geçirdi ve rüya gibi şarkılarını yazmak için stüdyoya çekildi. Şarkıların yapısal get gitleri eczanelerin müzik kutularının gösterişli formüllerinin ötesinde onları yıkadı. Notalar vibrafon isimli müzik aletinden vızıltılar halinde yayılıyor ve teneke kutular acı tatlı melodilerin tuhaf ve üzgün dalgalarına yansıyor. –HB
Ys (2006), Joanna Newsom
Üç kez daire örün onun etrafına… Joanna Newsom bazı budala tecrübesizler tarafından ciddiye alınmamıştı. Ama ikinci albümünde sesindeki çocuksu kaliteyi eğitti ve belki de bugüne kadar yapılmış en büyüleyici albümü kaydetti. Bazen başka bir dünyadan geliyormuş gibi duyuluyor, arpının başında oturuyor ve kendi kendine sassafras ağacı ve Sisifos hakkında şarkılar söylüyor. Ama sonra bir cümle sizi aniden kalbin derinliklerine götürüveriyor: “Still, my dear, I’d have walked you to the edge of the water”. Ys’deki hazlar basit veya anlık değil. Newsom’un sıra dışı şarkı yapıları, parçalara ayrılmış melodileri ve 63 yaşındaki Van Dyke Parks’ın garip ama hoş orkestra düzenlemeleriyle büyünün etkisini göstermesi zaman alıyor. Ama bir kere büyülendikten sonra, Ys’nin büyüsü asla yok olmuyor. –CH
It Takes a Nation of Millions to Hold Us Back (1988), Public Enemy
Public Enemy’nin ikinci albümü hip-hop dünyasını tamamen değiştiren bir albüm. Yıllarca süren gelişimden sonra işine karışan yabancılardan uzak, kendi radikal sesini bulan ve tam olarak yeni doğan bir müzik formu yaratıyor. It Takes a Nation of Millions to Hold Us Back hala yapılmış en güçlü ve en kışkırtıcı albümlerden biri olmayı sürdürüyor. “Black Steel in the Hour of Chaos” parçasında Chuck D “Here is a land that never gave a damn / About a brother like me” diye söylüyor rap’ini. Yapımcı Hank Shocklee, soul müziğin üstatları James Brown, Isaac Hayes ve Flavor Flav’a saygısı göstermek için ses örneklerinden keskin hatlı melodiler çıkarıyor. Bu da albüme eşsiz bir lezzet katıyor. –CH
Dark Side of the Moon (1973), Pink Floyd
Progresif müzik tutkunu bu beyaz, orta sınıf erkek grubunu teknoloji dolu uzay gemileri ve yekpare hevesleri üzerinden vurmak hiç de zor değil. Fakat deliliğin farklı biçimleriyle ilgili bu konsept albümün çılgın davulları, opera söylercesine bağırmaları ve “sessiz çaresizliği” hala hepimizin dengesiz, bunalmış ve yabancılaşmış kısımlarında yankılanıyor. Yalnız başınıza yüksek sesle ve karanlıkta dinleyin. –HB
The Miseducation of Lauryn Hill (1998), Lauryn Hill
Lauryn Hill bu muazzam ve çığır açan çalışmayla müzik türünün tamamı için çıtayı yükseltti. Keskin ve soğuk, şehvetli ve dumanlı ikili tonlar arasında gidip gelen Fugees’in eski üyesi, rap’in kadın düşmanı konumundan uzaklaştı. Soul, reggae ve R&B türlerini harmanlaması ve Mary J Blige, D’Angelo gibi isimleri de yanına almasıyla hip-hop dışından bir kitle çekti. Sesteki çekicilik, lo-fi türündeki yapımla ve genellikle kısık sesli bas vuruşlarından, sıkı trampet sesinden ve doo-wop türü harmonilerden oluşan samimi müzik aleti kullanımıyla epey alakalı. Ancak Hill’in reggae etkisi taşıyan albümünün ruhunu yönlendiren esas şey sevgi ve barış hakkında öğütler vermek ve aynı zamanda haksız baskıya karşı durmak. Bugün bile var olan en neşelendirici ve ilham verici kayıtlardan biri. –RO
Histoire de Melody Nelson (1971), Serge Gainsbourg
Büyük Fransız şarkıcı-söz yazarı ve provokatörün, orta yaşlı haliyle Rolls-Royce arabasıyla çarparak düşürdüğü bisikletli genç kız arasındaki şefkatli aşk üzerine kurulu bu konsept albümü muhtemelen günümüzde çok fazla alıcı bulamayacaktır. Ancak müzik kalitesi bakımından bu kült albüm funk basların, şarkı sözünün ve Jean-Claude Vannier’in cennetten gelmiş gibi duyulan yaylı düzenlemelerinin olağanüstü bir buluşması. Gainsbourg ve Jane Birkin’in birlikte seslendirdiği “Ballade de Melody Nelson” en ustaca, en muhteşem şarkılardan biri. –CH
In My Own Time (1971), Karen Dalton
Karen Dalton’un tanıdık şarkıların içini dışına çıkarmasında ve onlara kuru, çatlak bir folk blues hava katmasında yapmacık hiçbir şey yok. Percy Sledge’in “When a Man Loves a Woman” parçası gibi şarkıları alıp onların duygusal ve anlatı sınırlarını genişletmek, yaptığı tam olarak bu. Dünyanın onu takdir etmesi neden bu kadar uzun sürdü? –HB
Let England Shake (2011), PJ Harvey
“Goddamn Europeans, take me back to beautiful England.” PJ Harvey, 2015’te bu çarpıcı albümü yaparken sanki Boris'i (Johnson) ve Nigel’ı (Farage) öngörmüş, ancak çok az sayıda Brexit savunucusu bu yolculuğu onunla birlikte geçirmek isterdi. “Let England Shake” gömülü saban demirlerinin kılıca dönüşmek için beklediği toprağın derinliklerine iniyor. Bazen en ilkel formuyla ölüm her yerde: “I’ve seen soldiers fall like lumps of meat”, “Arms and legs are in the trees” diye söylüyor şarkısı “The Words That Maketh Murder”da. Müzikal olaraksa parça büyüleyici. Harvey, geleceğe ait bir folk sesi oluşturmak için çeşitli arplar, zither, ksilofon ve trombon gibi müzik aletleri kullanıyor. Bu çarpıcı ses bir şekilde çok orijinal ancak neredeyse bir yüzyıl önceden kalmış gibi duyuluyor. –CH
Boy in da Corner (2003), Dizzee Rascal
Bu albümü dinleyip Dizzee'nin yayımlandığı esnada sadece 18 yaşında olduğunu hatırlamak hayret verici. Doğu Londra’nın Roll Deep ekibinin üyesi olarak İngiltere’nin garajlarından yükselen, doğuştan MC olan Dylan Mills (Dizzee Rascal’ın gerçek ismi), iddialara göre müzik dışındaki tüm derslerinde başarısız olduktan sonra yapımcılık konusundaki becerilerine odaklandı. Dizzee’nin ne kadar ileride olduğu hakkında fikir edinmek istiyorsanız albümün ilk parçası “Sittin’ Here” şarkısını dinlemeniz yeterli. 2018 dinleyicilerin daha basit zamanlara ait nostalji duygularını hedef alan isteksiz şarkıların akın ettiği bir yıl oldu. Bundan 15 yıl önce Dizzee çocukluğun masumiyetini bugün gördükleri yüzünden özlemişti bile; genç hamilelikler, polis vahşeti, sokakta öldürülen arkadaşlar ya da bir suç ve paraya odaklanmış yaşam tarzına yenik düşen insanlar. Boy in da Corner soğuk ve rahatsız edecek derecede birbirinden ayrık vuruşlarla, atari oyunları ve polis sirenleri seslerine benzeyen sentezlerle ve Dizzee’nin kendine öz yüksek perdeli ciyaklamalarıyla ağırlaşıyor. –RO
Hounds of Love (1985), Kate Bush
Bir kadının eşsiz sanatsal hayalini tatmin edebileceğinin ve sektörün beklentilerine itaat etmeden listelerin en üstüne tırmanabileceğinin kanıtı bu albüm. Kate Bush’un kendi ürettiği bu şaheser, 17. yüzyıldan kalma çiftlik evinin bahçesine inşa edilmiş son derece modern stüdyosunda inzivaya çekilip sonsuzluk duygularının aralığını keşfe çıkmasıydı. Sesinin ve geleneksel müzik aletlerinin insancıl incinebilirliği, sentezleyicilerin çığır açıcı kullanımıyla elektrik yüklü bir hal alıyor. Heyecan verici ve sürükleyici bir albüm. –HB
Blue Lines (1991), Massive Attack
Grime ve dubstep gibi yükselen modern müzik tarzlarını hala etkilemeye devam eden benzersiz bir İngiliz hip-hop ve soul denemesi. Bristol kolektifinin ilk albümü, ülkenin metanetine ve griliğine de yepyeni bir kapı açtı. Tricky’nin fısıltısıyla yapış yapış masalardaki kül tablalarını koklayabilir ve Shara Nelson’ın heyecan verici doğaçlamalarıyla yüzünüzde yağmuru hissedebilirsiniz. –HB
Surfer Rosa (1987), Pixies
Pixies ve yapımcı Steve Albini'nin rock 'n' roll sound’unu yerle bir ettiğini ve parça parça yeniden inşa ettiğini anlamak için “Bone Machine” isimli açılış şarkısının ilk 20 saniyelik kısmını duymak yeterli. Led Zeppelin davullarının öfkeli vuruşlarını ve Stooges grubunun Detroit’teki olgun bas ve sac gitar seslerini aynı şekilde alıp üretim hattında ayrıştırıyor ve yeniden birleştiriyorlar. Black Francis daha henüz belirsiz, kült pop anlatılarından birine girmeden önce Pixies’in sound’u zaten tamamlanmıştı (“Your bone’s got a little machine”). Vokallerinin vahşetiyle Kim Deal’ın yumuşak melodik ses tonu arasındaki gerilim bir sonraki albümlerine dek mükemmel uyumu yakalayamayacak olsa da ilk albümleri Surfer Rosa inanılmaz bir albüm ve büyük, çok büyük bir sevgiyi hak ediyor. “Gürültülü, sessiz, gürültülü” mimarisinin ne kadar etkili olduğu, daha sonra Nirvana grubunun solisti Kurt Cobain’in “temelde Pixies’ten çalmaya çalıştığını” söylediğinde iyice belli olmuştu. –CH
Talking Timbuktu (1994), Ali Farka Toure and Ry Cooder
Dünyanın kültürel farklılıkları arasında rahat ve saygılı bir konuşma olasılığından şüphe duyarsanız eğer, o zaman bu parmak ısırtan işbirliğiyle kendinize bir saat verin. Malili Ali Farka Toure biri hariç tüm şarkıların yazarı ve Kaliforniyalı Ry Cooder’ın sol eliyle teller üzerinde metal bir silindir kullandığı gitar tekniğiyle kutsal bir yolculuk gibi bu albüm. Çöl, delta blues ile birleşiyor. –HB
The Great Gospel Men (1993), Various artists
Blues’la karşılaştırıldığında, gospel müziğinin pop, soul ve rock'n roll üzerindeki hesaplanamaz etkisinin hakkı verilmedi. 27 parçalık bu mükemmel derlemede her şarkıda bahsettiğim etkiyi görebilirsiniz. Brother Joe May'in söylediği ve ayağınızla ritim tutmanıza sebep olan “Move on Up a Little Higher” isimli açılış şarkısında James Brown’ı duyamıyorsanız, yeterince iyi dinlemiyorsunuz demektir. Professor Alex Bradford’ın seslendirdiği “Lord, Lord, Lord” parçasından Motown'a giden yol gerçekten de dar ama yine de dönüşü yakalayabilir, kendinden geçmiş çığlıkları ödünç alan Little Richard’a kadar takip edebilir ve oradan da bunları kopyalayan Beatles’a ulaşabilirsiniz. James Cleveland’ın “My Soul Looks Back” şarkısında aniden saldıran akort değişiklikleri de muhteşem. Aretha Franklin'den Bobby Womack'e kadar tüm yeri doldurulamaz soul şarkıcılarında gospel tarzı özel bir yeri vardır. Bu albüm nereden geldiklerini duymak için harika bir başlangıç. Beraberindeki öteki albüm The Great Gospel Women da ayrı bir mucize. –CH
Hopelessness (2016), Anonhi
Sesi melekleri andıran transseksüel sanatçı 2012'de “Müzik sahnesinin büyük çoğunluğu, kendi kendini tatmin eden ve kendi kendini kutlayan erkek çocuklar kulübü gibi” demişti. 4 yıl sonra çıkardığı, sismik davulları ve radikal ekofeminist tavrıyla Hopelessness o kulübün çatırdayan temellerini toza çevirdi. Bu albümde insansız hava araçlarıyla yürütülen savaşların, pedofilinin ve küresel ısınmanın korkuları, şaşırtıcı derecede güzel bir öfkeyle parlak ışıklara uzanıyor. –HB
In Utero (1993), Nirvana
Kurt Cobain'in In Utero’yla tek bir hedefi vardı: Nirvana'yı onları gezegendeki en büyük rock gruplarından birine dönüştüren Nevermind albümünde getirdikleri “şekerleme gibi” sesten uzaklaştırmak ve punk rock’a döndürmek. Pixies’in yapımcısı Steve Albini’den yapım aşamasını denetlemesini istediler. Yeni albüm piyasaya sürüldükten sonra ticari başarıdan tam olarak kaçamadı ve dünya çapında 15 milyon kopya sattı ancak grubun kaydederken hissettiği ağırlık, dinleyiciyi de açılış parçasından itibaren etkisi altına alıyor. In Utero’da medyanın kişisel hayatıyla ilgili saplantılarından ve aynı eski velveleci hayranlarından ümidini kaybetmiş grubun saf, seyreltilmemiş öfkesi var. “Scentless Apprentice” isimli parçada “go away” diye bağırıyor Cobain ve böylece Patrick Suskind’in ünlü romanı Koku’nun özünü yakalıyor. Müzik endüstrisine ve basına karşı nefretini dışavurmak için de bunu metafor olarak kullanıyor. –RO
Curtis (1971), Curtis Mayfield
Curtis Mayfield en iyi şarkılarından bazılarını içeren ilk solo albümünü piyasaya sürmeden önce 10 yıldan uzun bir süre The Impressions grubuyla doo-wop köklerinden gelen golden soul türü müzik yapıyordu. Bazıları 1972'de “blaxploitation” (siyahi aktörlerin başrolde yer aldığı ve siyahi izleyicileri çekmeyi amaçlayan çn.) türü film Superfly için yaptığı albümü Curtis’in en eksiksiz başarısı olarak görüyor. Ama Curtis bundan çok daha derin ve neşeli, karmaşık düzenlemeleri de çok daha ustalıkla yapabiliyor. “(Don’t Worry) If There Is a Hell Below We’re All Going to Go” şarkısında Mayfield’ın tatlı falsettosu, dönemin ABD Başkanı Nixon’ın verdiği yatıştırıcı güvenceleri överek belirsiz bas melodileri üzerinde yükseliyor. Kasvetli klakson siyasi bilince sahip “We the People Who Are Darker Than Blue” parçasına derin bir duygusal girdap sağlıyor. En basit haliyle “Move On Up” ise pop müziğin en heyecan verici şarkılardan biri. Curtis’le zaman geçirmek güzel bir ruh halinde olmaktır. –CH
Rumours (1977), Fleetwood Mac
Yollarını ayırmadan önce Fleetwood Mac, 70’ler Amerikan rock kültürünün en önemli sembolü haline gelecek bir hikaye anlatmaya karar verdi. Lindsey Buckingham ve Stevie Nicks, ilişkilerinin kömürleşmiş kalıntılarını “Dreams” ve “Go Your Own Way” şarkılarıyla birbirlerine fırlatıyordu. Grubun geri kalanıysa samimi Batı Yakası harmonilerine, gevşek Kaliforniya hisleri olan ritim bölümlerine ve “Gold Dust Woman” parçasındaki gibi net yükselişlere öyle bir can verdi ki Rumours dönemin tanımlayıcı sesi haline geldi. Piyasaya sürüldüğü sırada Fleetwood Mac, tüm zamanların en hızlı satan albümüydü ve bu başarısı albümü kültürel bir fenomene dönüştürdü. –RO
Are You Experienced? (1967), Jimi Hendrix
Sadece bir yıl önce rock müzikseverlerin hiç duymadığı Hendrix, Are You Experienced? albümünü pop, blues, rock, R&B, funk ve saykodelik müziği daha önce kimsenin yapamadığı şekilde birleştirebilen bir gitar dahisi olarak kendini tanıtmak için kullandı. Ve bu albümü caz ve rock arasındaki ritmik köprüye oturtan davulcu Mitch Mitchell ve basçı Noel Redding’in önemli katkılarının eklenmediği hali. Çok az sayıda albümün ilk şarkısı “Purple Haze” kadar zarif olabilir. Çok az parça “Foxy Lady” kadar tatmin edici, seksi ve çalımlı olabilir. Ve çok az şarkı “The Wind Cries Mary” kadar varoluşsal mutluluk sağlamaya yaklaşabilir. Hendrix’in gitar saldırısı, o dönemde rock müzik yapan daha gösterişli virtüözlere karşı tezat oluşturuyordu. Yine de kendimizi onun bu vahşi tarzına geri dönerken buluyoruz. Çok az ilk albüm Hendrix gibi rock müziğin gidişatını değiştirdi. –RO
We Are Family (1979), Sister Sledge
Chic grubundan Nile Rodgers ve Bernard Edwards’ın Kathy Sledge ve kız kardeşleri Debbie, Joni ve Kim’le beraber çıkarttığı bu albüm disco’nun en ihtişamlı albümü. Nile ve Nard en iyi dönemlerini geçiriyor, arka arkaya klasik şarkılar yaratıyordu. We Are Family albümü, Chic’in çığır açıcı “Good Times” şarkısıyla aynı yıl yayımlandı ve bu albümde de 4 adet hit bulunuyordu: “Lost in Music”, “He’s the Greatest Dancer”, “Thinking of You” ve albümle aynı adı taşıyan “We Are Family”. Sister Sledge, Rodgers'a Chic kayıtlarında kullandığı sakin ve gevşek stilden daha samimi, daha atılgan vokaller yapma şansı verdi. Sonuçta da yumuşak balatlar tarafından sık sık kesilen ve zemini tamamen dolduran bir dans partisi müziği ortaya çıktı. –CH
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/arts-entertainment/music
Independent Türkçe için çeviren: Ata Türkoğlu
© The Independent