3 yıl önce bir sabah Alan Garcia, kendisini ofisine kilitleyip şakağına bir kurşun sıktığında Peru siyasetinin bu trajediden artık bir ders çıkaracağını sanıyordum.
Garcia, 1985'ten bu yana iki defa toplamda 10 yıl başkanlık yapan Fujimori dışındaki tek siyasetçiydi.
Doğrusu bu son, onun mizacına aykırıydı. Kendisini tutuklamak üzere polisler kapısına dayandığında, hayatına son vereceğini kimse beklemiyordu.
Fakat demek ki onun için ölümden daha aykırı olan şey hapsedilmekti.
Latin Amerika'da demokratik devrim ve "Indioamericanismo" (Yerli-Amerikacılığı) fikrinin babası, APRA hareketinin lideri, Victor Haya de La Torre'nin öğrencisi olan Garcia, 36 yaşındayken, 1985'te seçildiğinde, Latin Amerika tarihinin en genç başkanıydı.
Banka sistemini kamulaştırmaya kalkacak ve dış borçların ödenmesi yerine halkın ihtiyaçlarına öncelik verecek kadar radikal bir çizgiden neoliberalizme varan ölümü kadar trajik bir politik kariyere sahipti.
Peru 1968'de General Valesco liderliğinde antiemperyalist "Ulusal Devrim"i, 1979'da demokratik "Anayasal Devrim"i gerçekleştirmiş, dörtnala büyük bir sosyal devrime doğru koşuyordu.
Tam o aşamada bir tür Latin Amerika tarzı Pol Pot'çuluğu olan "Aydınlık Yol" olayı patlak verdi.
"Aydınlık Yol" gibi büyük şiddet hareketleri, tarihten gelen derin yaralarda kök salar.
Bu yüzden yüzyıllar süren yerli kıyımının merkezlerinden Ayacucho'da ortaya çıkması tesadüf değildir.
Ayacucho ya da Cuzco gibi Peru And'larına çıktığınızda, insanların yüzünün ayaklarınızın altındaki toprak gibi demirden bir ifadeye sahip olduğunu fark edersiniz.
Zira bu İnka torunlarının soğuk ve kuru topraktan başka bir şeyi yoktur. Atalarından miras aldıkları hislerle toprağı ve göğü yorumlarlar.
Fakat sömürgeciliğin bu asırlar süren baskısı altında gelenekler ve inançlar gibi hisler de çarpılmış haldedir.
1930'ların sonunda "yeni-yerlicilik" akımını başlatan, Peru'nun en güçlü kalemlerinden Jose Maria Arguedas'ın "Kan Şöleni" (Yawar Fiesta) adlı eserinde sergilendiği gibi; yerliler kendilerine ait olsun ya da olmasın belleklerinde yer etmiş en çarpıtılmış bilgiye bile sımsıkı sarılırlar.
Arguedas öyküsünü 1935'te Ayacucho'nun Puquio yerleşiminde izlediği boğa güreşinde, bir yerlinin hayvan tarafından parçalandığına tanıklık ettikten sonra kaleme almış.
Hikayede kentin merkezine ve resmi kurumlara egemen olan beyaz ve melez topluluğunun, kabile gibi kapalı mahallelerde yaşayan yerlileri "medenileştirmek" için yasa ve kural getirmelerinden bahseder.
Bunların arasında halkın kendiliğinden boğa güreşçisi olarak ortaya atılmalarının ve hayvanı öldürmek için dinamit kullanmalarının yasaklanması da vardır.
Peru'nun gerçeği budur: Başkentin zengin semti Olivos'tan Miraflores'e 20 kilometrelik şeritte yoğunlaşmış sermaye, bürokrasi, siyaset, generaller, yabancı diplomatlar ve Lima'yı çevreleyen kum tepelerinde yaşayan milyonlarca aç yerli.
Derler ki Peru, kendisini kurtarmak isteyeni kendi gerçekliğinde ezer ve öldürür: Haya de la Torre'yi, Arguedas'ı, Mariategui'yi ya da Garcia'yı öldürdüğü gibi…
Seçilmiş Devlet Başkanı Pedro Castillo'nun 7 Aralık'ta, başını kaldırmadan televizyonda okuduğu bir bildiriyle, meclisi feshettiğini ilan etmesi bir "self-coup" değil ama siyasi intihardır.
Fakat Castillo'yu bu noktaya getiren süreci konuşmadan önce Peru'da 6 yıl içinde 6 devlet başkanı değiştiğini hatırlamalıyız; son 20 yılda 6 eski devlet başkanının tutuklandığını da.
"Seçilmiş bir devlet başkanının parlamenter darbeyle düşürülüp daha dokunulmazlığı kaldırılmadan tutuklanmasını konuşmadan önce nasıl oluyor da başkanlık rejimi olan bir ülke bunca yıldır neredeyse başkansız yönetilebiliyor" sorusunu sormalıyız.
Bu anlamda Peru'da bir siyasi kriz yok aksine adı konmamış bir rejimin istikrarı var.
Adeta otomatik pilotta çalışan bu rejimde devlet ve onun temsil ettiği tüm kurallar 40 güçlü aile ve onların yabancı ortaklarının çıkarlarının devamı için var.
Latin Amerika'nın en oligarşik rejimi altında işleyen Peru neoliberalizmi bir devlet başkanına ya da işleri onlar adına yürütecek bir politikacıya bile ihtiyaç duymuyor.
Pedro Castillo'nun seçildiği gün rejimin ve egemen sağ bloğun verdiği tepki, krizi bugün gelinen noktaya taşıdı.
Castillo, "Aydınlık Yol"a karşı devletin örgütlediği korucu köylerinden birinde yaşıyor.
Başkanlığa aday olana kadar sol ile ne kendisinin ne de ailesinin bir ilişkisi vardı.
Üstelik tüm ailesi evangelist ritüelleri ve Katolik sembolizmine dayanan çok güçlü bir dini itikate sahip.
Gerçek bir emekçi, dürüst, deyim yerindeyse boğazından haram lokma geçmemiş bir öğretmen.
Zaten Castillo'ya rejimin öfkesi 3 yıl önce başarıyla liderlik ettiği ulusal öğretmen grevinden geliyor.
Peru rejimi Castillo'yu seçildiği andan itibaren "komünist diktatör" olarak sınıflandırdı. Daha başkanlık koltuğuna oturmadan Washington Post'ta Küba-Venezuela tarzı bir rejim inşa edeceğine dair bir yazı yayımlandı.
Sağcılar dev reklam afişleriyle komünizmin artık Peru'yu ele geçirdiğini ilan ettiler.
Castillo'nun "komünist"liği sosyal medya memelerini besleyen kötü bir şakadan ibaret gibiydi.
Çünkü Castillo'nun değil komünist, solcu olduğunu gösteren tek işaret onu devlet başkanlığına aday gösteren "Perú Libre" partisiydi.
Oysa Castillo bu partiden gelmediği gibi koltuğa oturduğunun haftası var olan ilişkisini de kesti.
Açıkçası Castillo kendisini rejime kabul ettirmek için her türden ödünü verdiği halde, onu sırf sınıfsal kökeninden dolayı affetmediler.
16 aylık görev süresi içinde 3 kez görevden alma girişiminde bulundular. Alabildiğine sağı katmasına rağmen mecliste kabinelerini onaylamadılar.
Herhangi bir kurumsal projeye başlamasına hatta yurt dışı gezilerine çıkmasına bile izin vermediler.
Kolombiya ziyaretine müsaade ettiklerinde de bu defa o yokken polis gidip başkanlık sarayında arama yaptı ve karısı ve çocuklarını gözaltında tuttu.
Meclisin bu eylemlerinin hiçbiri hukuki değildi. Herhangi bir somut delile dayanmayan yolsuzluk suçlamalarıyla "ahlaki yetersizlik" diye uyduruk bir gerekçeyle hakkında gensoru verdiler.
Hiçbir zaman başkanlık görevini yerine getirmesine izin vermediler. Meclis, yargı, ordu ve medya kuşatması altında Castillo'nun elini kolunu bağladılar.
Yılanlarla dolu bir çukurda bir an olsun nefes alabilmek için uzatılan her eli tuttu. Fakat Anibal Torres gibi düzenbazlara kolunu kaptırdı.
Siyaset, hukuk bilgisi yoktu. Sürekli yanlış yönlendirildi. Ve nihayetinde ona meclisi feshetme yetkisine sahip olduğu söylendi.
İşin aslı şuydu: En son kabinenin başına atadığı Betssy Chavez'in güvenoyu alamaması durumunda Peru Anayasasının 133-134'üncü maddeleri başkana meclisi feshetme yetkisi veriyordu. Ancak bu durum tam olarak gerçekleşmemişti.
Çünkü meclis hile yoluna giderek güvenoyunu gündemine almıyordu.
Castillo, acele etti ve hakkındaki gensoru önergesini görüşmek üzere mecliste hazır bulunmadan önce, ulusal televizyondan yayınladığı bir mesajla, yeni bir anayasa metni hazırlamak üzere; kurucu yetkilere sahip yeni bir meclisin seçilmesi için, seçim çağrısı yapılmasının bir ön adımı olarak, Peru Parlamentosu'nun geçici olarak feshedildiğini duyurdu.
Rejim ve uluslararası medya hemen Castillo'nun kararını 1992'de Alberto Fujimori'nin "öz-darbesi"yle (self-coup) özdeşletirdi.
Castillo'nun kararının Fujimori'nin yaptığına benzer hiçbir yanı yoktu.
Öncelikle Fujimori Silahlı Kuvvetlerin desteğiyle bu darbeyi gerçekleştirdi.
Castillo'nun ise orduyla herhangi bir bağı yoktu. Hatta Castillo'yu görevi bırakmaya zorlamak için genelkurmay başkanı bir hafta önce istifa etmişti.
Castillo televizyondan ilan eder etmez silahlı kuvvetler ve polis bu karara uymayacağını bir bildiriyle duyurdu.
İkincisi Fujimori, yargıya, Anayasa Mahkemesine, Cumhuriyet Savcılığına ve Cumhuriyet Denetleme Ofisi'ne zorla müdahale etti.
Meclis zorla kapatıldı ve vekillerin girmesi engellendi. Ayrıca, Fujimori'nin darbesinde (ve öncesi-sonrasında) "Colina grubu" olarak bilinen paramiliterler kontrgerilla eylemleri düzenlediler.
Gazetecileri ya da mahallelerdeki sivilleri katlettiler, kaybettiler.
Bu saydıklarımın hepsi Fujimori rejimi yıkıldıktan hemen sonra yargı konusu oldu ve tüm sorumlular ağır hapis cezaları aldılar.
Oysa Castillo, seçim çağrısı yaparken, kanun hükmünde kararname ile kendi yönetme yetkisini iptal etti.
Castillo'nun darbe yaptığı söylemi arkasından kabine üyelerinden hemen toplu istifalar gelmeye başladı.
Bir süredir sağla ittifak halinde hareket eden Devlet Başkan yardımcısı Dina Boluarte, Castillo'nun eyleminin anayasaya aykırı olduğunu ve bir darbe yaptığını söyledi.
Öte yandan Peru Silahlı Kuvvetleri ve Ulusal Polis Ortak Komutanlığı, Castillo'nun hareketini reddeden bir bildiri yayımladı.
Başından itibaren Castillo'yu devirmek için aranan koşullar mükemmel biçimde ortaya çıkmıştı.
Daha önce gensoruda 70 oyu aşamayan meclis hemen toplandı ve onun kararını yok sayarak 101 oyla başkanlığına son verdi.
Dina Boluarte'yi başkan yaptılar ve Castillo tutuklandı.
Bu eylemleri de hukuksuzdu. Zira Castillo'nun dokunulmazlığı bile kaldırılmış değildi.
Hatırlayalım 2019 Bolivya darbesinde de bir kadını - aşırı sağcı Jaenina Añez'i- başkanlık koltuğuna oturtmuşlardı.
İki darbe arasındaki benzerlik, siyasi süreci zorlayarak hedeflenen noktaya getiren aktörlerin, meclis dışından değil içinden gelmiş olmalarıdır.
Bu da Bolivya'da anormal Peru'da ise meclis normalidir.
Fujimori döneminden bu yana Peru siyasetini atomize eden ve sayısız partinin ortaya çıkmasını sağlayan şey yolsuzluk kanseridir.
Bununla beraber Fujimori diktatörlüğünün yaptığı mevcut anayasa demokratik değil hegemonik bir siyasi güce göre tasarlanmıştır.
Dolayısıyla, bu gerçeklik parlamentoyu; siyasi çatışma, misilleme ve istikrarsızlaştırma için kullanılan zayıf, gayrimeşru bir kurum haline getirmiştir.
Öte yandan bu siyasi krizleri besleyen yargı tam bir kast sistemine dayanmaktadır.
Bu anlamda Silahlı Kuvvetler gibi Yargı'nın da parti gibi örgütlendiğini söyleyebiliriz.
Rejimin bu iki temel kurumu Peru'daki yaygın yolsuzluğun ve çıkar ağının köküdür.
Bürokrasinin ABD ile en yüksek kooperasyon içinde bulunan kesimi bu iki kurumdur.
İkisinin özerkliği ve denetlenemezliği devlet içinde devlet niteliğini kazanmalarını sağlamıştır.
Sistem içindeki konumlarını sürdürebilmek için de siyasi krizleri beslemektedirler.
Tüm kurumsal çerçeve, temellerine kadar bozulmuştur. Bu yüzden en ufak bir siyasal, kurumsal ya da sosyal reform şansı yoktur.
Peru rejimi 17'nci yüzyıl sömürge idaresinden farksız durumdadır.
Castillo'nun tutuklanmasının ardından ülkenin her yerinde halk sokaklara çıktı.
Yetersizlikleri ve beceriksizce harcadığı zamana karşın Castillo'nun bir komploya kurban gittiğinin herkes farkında.
Kitleler Castillo'nun serbest bırakılmasını ve yeniden sandığa gidilmesini istiyor.
Polis ve ordu göstericilere acımasız biçimde müdahale ediyor. Şimdiden çok sayıda yaralı ve ölü var.
Peru 40 yıldan uzun süredir devrimini arıyor. Peru halkı hep en devrimci seçeneğe yöneliyor ama rejim bugüne dek bir şekilde onu soluksuz bırakmayı başardı.
Halk yeniden sokakta ve "Kan Şöleni" sürüyor.
Henüz ufukta bir siyasi değişiklik görünmese de Castillo'nun devrilmesi rejimin son zaferi olabilir.
Devrim bir kez daha kapıyı çalıyor…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish