Azerbaycan'ın kendi topraklarını Ermenistan işgalinden kurtarmak için başlattığı ve 44 günde sona eren operasyon, bölgede bir dizi taşı yerinden oynatırken, geçen 12-13 Eylül'de iki ülke arasında sınırda yaşanan çatışmalar Batı'nın kimi devletlerinin ve uluslararası kurumların hareket geçmesine neden oldu.
İki ülke daha Barış Anlaşması imzalanıp sınırlar kesin şekilde çizilmezken, Ermenistan ve Batı'daki ermeni diasporası Azerbaycan'ı 'sınır ihlali' yapmakla suçladı.
Bakü çoğu zaman bu durumları şaşkınlıkla karşılarken, 6 Ekim'de Prag'da Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ile yüz yüze buluşmasından birkaç gün sonra Emmanuel Macron'un sarf ettiği sözler Azerbaycan kamuoyunu kızdırdı.
Independent Türkçe'nin sorularını yanıtlarken Azerbaycan Parlamentosu'nun deneyimli üyelerinden Melahat İbrahimkızı, Devlet Başkanı Aliyev'in kararlı duruşunun Ermenistan'ın da Batı'daki Ermeni diasporasının da bazı Batılı devletlerin ve uluslararası kurumların "kimyasını bozduğunu" ifade etti.
İbrahimkızı, ülkesine karşı yapılan suçlamaların haksız olduğunu ve daha önce defalarca olduğu gibi bunun da üstesinden geleceklerini vurguladı:
AKPM ve diğer uluslararası kurumlarda ve hatta AGİT Minsk Grubu Eş Başkanı, Fransa Devlet Başkanı Macron'un konuşmalarında Azerbaycan'a karşı önyargıların ve kinci pozisyonların olduğunu görüyoruz. Birkaç gün sonra kendi topraklarımızı ermeni işgalinden kurtarmanın ikinci zafer yılını kutlayacağız. Fakat buna rağmen dünyada işgalci güçleri ve özellikle Ermenileri destekleyen sübjektif pozisyondaki güçler bizim bu haklı zaferimizi gölgelemeye çalışıyor. Biz gerek AKPM'de Azerbaycan'a karşı adeta savaş veren güçlerin, gerek Emmanuel Macron'un ve gerekse işgalcilerin lehine dünya ölçeğinde çalışma yapan diğer güçlerin bunu asla tesadüfen yapmadığını iyi biliyoruz.
Ancak artık tren gitmiştir ve Azerbaycan kendi topraklarını işgalden kurtardı. Başta ABD olmak üzere, dünyanın büyük güçleri Azerbaycan'ın bu askeri operasyonları tamamen kendi topraklarını ermeni işgalinden kurtarmak için yaptığını ifade etti. Onun için biz ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Erivan'daki tutumlarını şaşkınlıkla karşıladık.
İşte AGİT Minsk Grubu'nun öteki eş başkanı ABD'nin en üst düzeydeki başka bir yöneticisinin davranışlarını bundan sonraki barış sürecine sağlayacağı katkıyı kendiniz düşünün. Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un bize karşı sergilediği bu hasmane tavır anlaşılır gibi değil, bunu neden yapar acaba?
"Şunu bilmenizde fayda vardır ki, Azerbaycan bugün sadece işgalci Ermenistan'a karşı mücadele vermiyor, işgalciyi dünyada destekleyen güçler bize karşı daha geniş bir cephede savaşıyor" diyen Melahat İbrahimkızı, "Azerbaycan senelerden beri ASALA ve diğer terör teşkilatlarını finanse eden Ermeni diasporası ve ermeni lobilerine karşı savaşıyor. AKPM'de bize karşı mücadele verenlerin destekçileri de aynı gruplar. Biz bunların geçici olduğunu çok iyi biliyoruz. Muhterem Cumhurbaşkanımız son iki yılda tüm uluslararası toplantılarda Azerbaycan'ın toprak bütünlüğü, Karabağ'ın statüsü, Hankendi'nde yaşayan ermeni nüfusunun durumuna ilişkin çok açık ve net konuşmuştur: hiçbir statü söz konusu olmayacak. Muhterem Cumhurbaşkanımız kısa süre önce Prag'da Emmanuel Macron ile bir araya geldi. Ben Macron'un o açıklamaları muhterem Cumhurbaşkanımızın katiyetli pozisyonunu gördükten sonra yaptığına inanıyorum. AKPM ve diğer uluslararası kurumlar hangi kararı alırsa alsın muhterem Cumhurbaşkanımızın kesin ve katiyetli iradesi ve aldığı kararlar söz konusu. Barış Anlaşması imzalanacak, Zengezur Koridoru açılacak, sınır çizgileri belirlenecek. 29 Mayıs 1918'den bu yana biz hep Moskova'dan gelen bir telefonla ve milletin iradesi asla hesaba katılmadan Ermenistan'a toprak konusunda tavizler vermek zorunda bırakılmışız. Topraklarımızın zaman içinde Ermenistan'a bırakılmasının hiçbir hukuk temeli de bulunmadı. Sınır çizgileri belirlendiğinde tarihen bizim olmuş topraklar konusunu da gündeme getireceğiz" ifadelerini kullandı.
Günümüzde Ermenistan devletinin mevcut olduğu toprakların eskiden Azerbaycan halkına mahsus olduğunu söyleyen İbrahimkızı, "Biz her şeyin tarihi gerçeklikler ve uluslararası hukuk çerçevesinde çözülmesini istiyoruz. Bu bakımdan 2020 Münih Güvenlik Konferansımızda muhterem Cumhurbaşkanımız son iki yüz sene boyunca cereyan etmiş olayların kronolojisini belgelerle dünya kamuoyuyla paylaştı. Geçtiğimiz otuz sene içeresinde biz bu tür baskı girişimlerini az görmedik. Ancak haklı pozisyonumuzu her zaman kanıtladık ve bundan sonra da kanıtlayacağız" dedi.
Melahat İbrahimkızı, sözlerini şöyle tamamladı:
Günümüz dünyasında yaşanan jeopolitik değişimlerde Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'ın attığı adımları çok önemsiyoruz. İki kardeş ülke Azerbaycan ve Türkiye'nin devlet başkanları adeta kuyumcu dakikliğiyle çok hassas dengeyi koruyor. Böyle bir ortamda Azerbaycan ve Türkiye'nin, Aliyev'in ve Erdoğan'ın birlikte yürümesini çok önemli buluyor ve dünya barışına büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz.
Avrupa Konseyi-Rusya ilişkilerinin önce ihraç, ardından ise Rusya'nın 'terörist devlet' ilan edilmesiyle sonuçlanması son yıllarda özellikle Avrupa Parlamentosu'yla sıkıntılar yaşayan Türkiye'de nasıl değerlendiriliyor?
AİHM kararlarının da Türkiye tarafından sık sık eleştirildiği bir dönemde Rusya'nın Konseyden ihraç edilmesi ikili ilişkileri nasıl etkileyecek?
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'ndeki Türkiye delegasyonu üyesi Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Yunus Emre, 'Rusya'nın sınırları değiştirme ve ilhak girişimlerinin BM ilkelerine uymadığına' dikkat çekerek Avrupa Konseyi'nin farklı bir atma durumunun olmadığının altını çizdi.
Independent Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Yunus Emre, şu değerlendirmelerde bulundu:
Avrupa Konseyi-Rusya ilişkilerinin seyrini Mart 2014'ten sonra büyük ölçüde Kırım'ın Rusya tarafından ilhak edilmesi belirledi. Belli olduğu üzere sınırların değiştirilemez olması ilkesi BM'nin temel kuralı olup bunun ihlal edilmesinin yaptırımları mutlaka olmalı. Türkiye de Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi de Kırım'ın ilhakını hiçbir zaman kabul etmedim. Geçtiğimiz Şubat ayında Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasıyla başlayan süreçte yeniden sınır değiştirme ve ilhak girişimleri söz konusu oldu. Yani BM ilkeleri bir daha zede oldu. Aynı derecede önemli olan ve Avrupa değerlerine uymayan başka bir konu da insanların savaşta hayatını kaybetmesidir. Rusya'nın Avrupa Konseyi üyeliğinden atılmasından bir süre sonra yine Konsey tarafından 'terörist devlet' olan edilmesi, her şeyden önce o ülkenin vatandaşlarının kendi haklarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde aramaları sürecini yok etti. Bir AKPM'deki Rusyalı milletvekilleri sayesinde oradaki durumlara ilişkin bilgiler edinebiliyorduk, şimdi bunların hepsi ortadan kalktı.
Avrupa Konseyi'nin Rusya'yı 'terörist devlet' ilan etmesinin, bundan sonraki süreçlerde Türkiye'nin de Rusya'yla ilişkilerde kararı alırken aşırı titiz düşünmesini gerektirdiğini ikleri süren Yunus Emre, "Çünkü yaptırımlara rağmen özellikle ekonomi alanında iki ülke arasındaki ilişkiler gelişirken bundan sonraki süreçte 'terörist devlet' şeklinde nitelendirilen bir ülkeye uygulanacak yaptırımların ucunun Türkiye'ye de dokunma ihtimali doğabilir. Türkiye daha Mart 2014'te Kırım'ın Rusya'ya ilhakını kabul etmeyerek omurgalı bir tutum sergilediği gibi Dışişleri Bakanlığımız son dönemlerde dört bölgenin ilhakını reddeden açıklama yayımladı. İlhakın BM Genel Kurulunda kınanmasından sonra Avrupa Konseyi'nin Rusya'yı 'Terörist devlet' ilan etmesini Türkiye'nin iyi okuması ve adımlarını yeni durumlara göre atması gerekir" şeklinde konuştu.
Avrupa Konseyi-Rusya ilişkilerinin işin başından ve Strasbourg'un yüzünden yanlış kurulduğuna işaret eden Londra Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Cemil Hasanlı da, Rusya kararlarının doğru olmasına rağmen bundan sonraki süreçte Konsey'in kendi eski hatalarından ders alacağına inanmadığını ifade etti.
Independent Türkçe'ye konuşan Prof. Dr. Hasanlı, şunları söyledi:
Komünizmin buhranı ve Sovyetlerin çöküşü dünyanın önemli kısmında siyasi boşluğun ortaya çıkmasına neden olmuştu. Soğuk savaşın sonlanmasıyla komünizmin mirasının paylaşılması mücadelesi yapılıyordu. Onun için eski Sovyet cumhuriyetlerini BM ve AGİT'ten sonra Avrupa Konseyi'ne de monte etme isteği ortaya çıktı. Bunu yapmanın ana amacı yeni bağımsız ülkelerde Rusya etkisini azaltmaktı. Ancak Baltık Cumhuriyetleri dışında eski Sovyet ülkeleri Avrupa Konseyi'nin ilke ve prensiplerini benimsemeye hazır değildi. AKPM'ye üye olmak için yeni devletlerin kendi yasalarını Konseyin taleplerine uygun hale getirmelerinin doğru olmasına rağmen o devletler Avrupa ilke ve kurallarına hiçbir bakımdan hazır değillerdi.
İşin daha kötü yanı ise önce yasalarını sözüm ona Avrupa normlarıyla uyumlu hale getiren ülkeler ilerleyen dönemde o yasaları daha ucube durumlara sokmakla kalmayıp fiiliyatta işlevsiz kıldılar. Örneğin siyasi tutuklular konusunda işin başında atılan adımlar daha sonra tamamen ortadan kalktı ve böylece sorunlar daha da büyüdü.
Prof. Dr. Hasanlı, "Azerbaycan örneğinde baktığımızda dikkati şu noktaya çekmem gerekir diye düşünüyorum: biz ülkemizin AKPM kurallarına uyacağını düşünürken AKPM bizim ülkemizin kurallarına uydu. Maalesef AKPM'nin Azerbaycan'la ilişkilerinde 'Havyar diplomasisi' diye bir kavram siyaset ve diplomasi literatüründe yerini aldığı gibi siyasi tutukluların durumuyla ilgili raporun hazırlanmasına izin verilmemesi de kara lekelerden biri olarak AKPM tarihine geçmiş oldu. Böylece AKPM siyasi bakımdan değilse de manevi bakımdan aşınmanın da ötesine geçerek iflas noktasına geldi. Dünyaya bakış itibarıyla Rusya'nın etki alanında bulunan ülkeler için AKPM kararları bir kağıt parçası durumuna geldi. Bunun en büyük nedeni AKPM'nin eski Sovyetlerden ayrılmış ülkelerle olan ilişkilerini adeta tamamen Rusya üzerinden kurmaya çalışmasıydı" dedi.
Prof. Dr. Cemil Hasanlı, sözlerini şöyle sürdürdü:
1990'lı yıllarda Karabağ'da, Abhazya'da, Güney Osetya'da, Dnestr bölgesinde ortaya çıkan ayrılıkçı hareketler ve Orta Asya'daki etnik çatışmalar bilfiil Rusya tarafından desteklenirken AKPM bu gelişmelerin tamamına seyirci kalarak Rusya'nın manevra alanını daha da genişletti. Çeçenistan'daki kanlı olaylar ise doğrudan Kremlin tarafından tertipleniyordu. 2008 yılında Gürcistan'ı 'cezalandırmak' için Güney Osetya'yı işgal eden Rusya'nın daha da güçlenmesi için Sarkozy'nin Fransa'sı Mistral'ler sattı. Böylece Rusya'nın kendi arka bahçesi saydığı bölgelerde istediği gibi at oynatmasına AKPM değil yaptırım uygulamak sürekli suskun kaldı.
Rusya ise bundan yüreklenerek Mart 2014'te Kırım'ı ilhak etti, geçtiğimiz 24 Şubat'ta ise eski Rusya İmparatorluğunu yeniden kurmak amacıyla Ukrayna'ya saldırdı. Eski SSCB dönemini örnek alan Vladimir Putin günümüzde Suriye'yi işgal etmiş, Libya'ya paramiliter güçler göndermiş, Venezuela'daki diktatoryayı kendi himayesine aldı.
İçerde ve dışarda izlediği politikaların nerdeyse tamamının Avrupa Konseyi ilke ve kurallarıyla çatışır hale gelmişken Ukrayna'ya da saldırarak kimi bölgelerini ilhak etmeye çalışması Strasbourg'un aklını başına getirmiş olmalı ki, Rusya bir süre önce Konsey üyeliğinden atıldı, ardından ise birkaç gün önce AKPM tarafından 'terörist devlet' ilan edildi.
"25 senelik karşılıklı ilişkilerin neticede bu noktaya gelmesi Avrupa Konseyi açısından acıklı bir durum olması gerekirken bundan bir netice çıkarılacak mı?" diyen Cemil Hasanlı, "İnanmıyorum. Bunu somut örneklere dayanarak söylüyorum. Örneğin, isimleri Azerbaycan ile yolsuzluk skandallarında geçen AKPM üyesi 10 milletvekilinin hangisi cezalandırıldı? Hiçbir tanesi. Rusya delegasyonuyla birlikte Suriye'ye giden hangi AKPM üyesine hiç değilse kınama cezası verildi? Hiçbir tanesine. Rusya Ukrayna'ya saldırmasaydı, Avrupa kral ve ilkelerinin özellikle Rusya ve Azerbaycan tarafından ayaklar altına alınarak çiğnendiğini AKPM'de hatırlayan olacak mıydı? Ukrayna'nın Lviv kentinden sonra Rusya saldırılarının sırasının Avrupa'ya geleceğini görünce AKPM'ye en yüksek miktarda aidatı ödeyen Rusya'yı önce Konseyden atıp ardından 'terörist devlet' ilan etmelerinin gerçek nedeni işte budur. Avrupa Konseyi ve AKPM'de temelden ve radikal değişikliklerin zamanı çoktan gelmiştir. Üye ülkelere karşı yaptırımlar sertleştirilmeli, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları zamanında alınmalı ve uygulanması sağlanmalıdır. Azerbaycan hapishaneleri siyasi tutuklularla dolu olduğu halde Avrupa Konseyi'nin bir kurum olarak varlığı sorgulanmamalı mıdır? AKPM'nin yol verdiği hataların listesi o kadar kabarıktır ki, bundan sonraki dönemde kendi itibarını kurtarması için bu kurumun radikal adımlar atması dışında herhangi bir seçenek göremiyorum" ifadeleriyle sözlerini sonlandırdı.
Neredeyiz acaba?
Savaş durumu olmasaydı, "Bir musibet bin nasihatten iyidir" dememizin bir sakıncası olur muydu?
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan senelerdir, başta BM olmak üzere uluslararası kurumların felç durumunda olmasına vurgu yaparken hiç de haksız değilmiş, öğle değil mi?
Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısını 'bir musibet' niteliğindeki hadise olarak başta BM olmak üzere uluslararası kurumların silkinerek kendine gelmesine vesile olacak mı?
Vesile olmazsa kendi kapılarına kilidi de kendilerinin asması gerekmeyecek midir acaba?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish