Sultan İkinci Abdülhamid, tahta çıkması beklenmeyen bir şehzadeydi. Bu yüzden diğer şehzadelere göre nispeten özgür yetiştirilmişti.
Başta Mısır olmak üzere birçok yurtdışı seyahati gerçekleştirmişti. Ticaretle uğraşmış, borsada hayli para kazanmıştı.
Kaderin cilvesi Sultan Hamid'e tahtın yollarını açmıştı. Tahta çıkışı ise kendisi için tam bir travma olmuştu.
Amcası Sultan Abdülaziz hal edildikten sonra şüpheli bir biçimde ölmüş, büyük ağabeyi Sultan Beşinci Murad tahta çıktıktan kısa bir süre sonra ruh sağlığını tamamen kaybetmiş ve tahttan indirilmişti.
Daha da kötüsü Sultan Hamid, Mithat Paşa'nın kontrolünde olan hükümette 93 Harbi'ne şahit olmuş, devlet adamlarının yanlış kararlarının nasıl büyük felaketlere sebep olduğunu görmüştü.
Lakin onu büyük bir şüphe sarmalına sürükleyecek vaka ise Ali Suavi'nin gerçekleştirdiği Çırağan Baskını'ydı.
Cübbesi ve sarığıyla aykırı fikirleri ile tanınan Galatasaray Lisesi eski müdürü Ali Suavi, 93 Harbi sonrası İstanbul'da mülteci durumuna düşmüş Müslüman ahaliyi yanına alarak Çırağan Sarayı'nı basmış ve burada gözetim altında bulunan Sultan Beşinci Murat'ı tahta çıkarmaya teşebbüs etmişti.
Ali Suavi, Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın kafasına vurduğu bir sopa darbesiyle ölmesi darbe teşebbüsünün akamete uğradı.
Bu hadise sonrası Sultan Abdülhamid sonunun amcası Abdülaziz gibi olacağından endişe ederek yanlış kararlar almıştı.
Sultan Abdülhamid olası bir darbe girişimini engellemek, kendisi ve ailesini koruması için İngiliz Büyükelçisi aracılığıyla Birleşik Krallık'tan yardım talep etmişti.
Bu talep Osmanlı'ya pahalıya mal olmuştur. İngiliz zırhlıları İstanbul Boğazına demir atmış, ardından vehmin sebep olduğu krizlerden birisinde Kıbrıs İngilizlere tek kurşun atılmadan bırakılmıştı.
Sultan Abdülhamid sakinleşip, kendisine geldiğinde tabir-i caizse iş işten geçmişti. Ata yadigarı topraklar İngilizlere kaptırılmış bu durum Sultan Abdülhamid'i derin bir üzüntüye sevk etmişti.
Sultan Abdülhamid bir gün, kendisine oldukça isabetli bilgiler getiren bir paşaya bunu nasıl yaptığını sordu.
Paşa belli kişilere kendi cebinden ödediği bir miktar para karşılığında bu kişilerin kendisine küçük notlar hazırlayarak bilgiler temin ettiğini söyledi.
Bu vaka Sultan Abdülhamid'e parlak bir fikir verir, hukuken Polis teşkilatına fiilen kendisine bağlı Hafiye Teşkilatı kuruldu.
Tüm yurdu bir örümcek ağı gibi saracak Hafiye Teşkilatı fikri bu şekilde doğmuştu.
İş öyle bir noktaya gelir ki demiryolu ve karayolunun bulunmadığı en ücra köylere kadar telgraf hatları inşa edilerek kusursuz bir haberleşme ağı kurulmuştu.
Yurdun dört bir yanından telgraf ve mektuplar yoluyla on binlerce jurnal doğrudan doğruya Yıldız Sarayı'na ulaşmıştı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Sultan Abdülhamid'in kurduğu hafiye teşkilatı kusursuz çalışıyor; ama aynı teşkilat bir noktadan sonra devlet sistemini yıkımın eşiğine getirmişti.
Öyle ki sıradan bir vatandaşın gönderdiği jurnal bir valinin raporundan daha kıymetli hale gelmişti.
Şeyhülislam, Sadrazam, mebuslar, zabitler, esnaf, papazlar herkes Sultan Abdülhamid'e jurnal gönderiyordu ve iş çığırından çıkma noktasına gelmişti.
Belli bir süre sonra yazılan jurnaller ise işin ciddiyetten uzaklaştığını gösteriyordu; çünkü baba oğlunu, damat kayın babasını jurnalliyor, bir devlet dairesinde memurlar birbirlerinin ayağına çelme takmak için jurnal yazma yoluna gidiyordu.
Sistemin yozlaşmasının en önemli nedeni Sultan Abdülhamid'in yer yer hastalık derecesine varan evhamından kaynaklanıyordu.
Evhamının yanı sıra, Sultan Abdülhamid'in en çok eleştirildiği meselelerden birisi de dış politikada izlediği siyasi anlayış geliyordu.
Sanıldığının aksine en azından zahirde ucu Osmanlı'ya dokunmayana kadar önemli hadiselerde Düvel-i Muazzamaya tam desteği bulunuyordu.
Söz gelimi, Sultan Abdülhamid Boerler isyanında tamamen emperyalist emellerle hareket eden Birleşik Krallığa desteğini esirgememişti.
Velhasıl-ı kelam, Sultan Abdülhamid'in meşhur Boxer ayaklanması sırasında Çin'e gönderdiği heyet de hayli tartışmalıdır.
Batılı kaynakların çoğu Enver Paşa (sonradan İkinci Meşrutiyet'e karışan Enver Paşa değil) riyasetinde Sultan Abdülhamid'in kurdurduğu heyetin nihai amacı Boxer Ayaklanması sırasında Çinli Müslümanları Batılılara itaat etmeye çağırmaktı.
Aslında Batılılar, Halifelik makamını daha önce de istismar etmiş ve 1851 yılında Hindistan'ın bağımsızlık teşebbüsünde bulunduğu bir sırada Müslüman Hindular, Halife'den gelen talimat doğrultusunda isyana desteğini çekmişti.
Batılılar 1901 yılında meydana gelen Boxer Ayaklanması sırasında da Müslüman Çinliler'in isyana katılmasını engellemek adına Türk Halifenin gücünden yararlanmak istemişti.
Osmanlı heyeti, Alman İmparatoru Wilhelm tarafından davet edilmişti; Fransızlar tarafında ise endişe ile karşılandı.
Fransızlar; Osmanlı Sultanının Batılılara gerçek anlamda neden yardım etmek isteyebileceğine dair bir açıklama bulamadı.
Bu sebeple asıl gayenin Osmanlı'nın Çin'de İslamcılığı yaymak olabileceğini belirtti.
Konuyla alakalı Fransız hükümetinden ayrıntılı bir soruşturma isteyen Çin'deki Fransız misyonu şu telgrafı yazmıştı:
Sayın Bakan,
Zat-ı alileri, mektubuma ek olarak, Sultan tarafından, Çin Müslümanlalarıyla ilişki kurmak üzere görevlendirilmiş olan Türk heyeti konusundaki genelgeyi bulacaklardır.
Şimdilik şartlar muvacehesinde, Alman Hükûmeti tarafından tavsiye edildiği söylenen bu konudaki Bab-ı Ali niyetlerini öğrenmekte fayda mülahaza ediyorum.
Kouang Si, Kouang-Tong ve özellikle Müslümanların yoğun olduğu Yunnan'da gelişen bir panislamist hareket tehlikeli olabilir ve ben, neye mal olursa olsun; zat-ı alinizin aracılığıyla İstanbul'daki Elçimizden, Enver Paşa heyetinin gayesi hakkında bilgi elde etmeye çabalayacağım.(Pekin, 4 Haziran 1901 - Arahives du Ministere des Maires Etrarugeres Françaises N. S. Chine, No: 81, 19 (H·1911, s. 4.)
Pek çok kaynak bu heyetin gayesini Batılılara hizmet olarak yazsa da Pekin'den Paris'e gönderilen bir başka yazıda Fransızlar, Sultanın asıl gayesinin Çin Müslümanlarını kontrolü altına almak olduğunu düşünür:
Efendim,
Sultan'ın görünüşte Avrupa, Orta Doğu ve Uzak Doğu Müslümanların arasında mevcut olan ilişkileri daha çok geliştirmek için görevlendirdiği; fakat asil gayesinin ne olduğu iyice bilinmeyen bir Türk heyetini Çin'e gönderdiğini biliyorsunuz. Bu heyet Şangay'a vardı.
General Enver Paşa'nın başkanlık ettiği heyette, iki sekreter, iki âlim, iki başıbozuk ve bir çok personel buldurulmaktadır.
Bizim Hindo-Çin'deki sömürgelerimize komşu olan bölgelerde çok sayıda Müslümanın olması hasebiyle çok yakından izlememiz gereken Panislamist temayüllerin bir işareti olabilir...(Pekin, 4 Haziran 1901 - Arahives du Ministere des Maires Etrarugeres Françaises N. S. Chine, No: 81, 19 (H·1911, s. 5.)
İşin tuhaf kısmı; Batı, Çin ile yaptığı savaşta Osmanlı'nın İslamcılık siyaseti gütmesinden endişe ederken Boxer Ayaklanması sırasında yaptığı katliamı dünyaya Hıristiyanlığın küfür ile savaşı olarak takdim edecekti.
Söz gelimi, Osmanlı'yı Çin'e davet eden Alman Kayseri şu açıklamaları yapacaktı:
Çinliler milli hukuku çiğnediler. Dünya tarihinde görülmemiş bir surette sefirlerin kudsiyetine saldırdılar. Böyle bir cinayet eskiden beri medeniyete karşı bir millet tarafından yapıldı. Bir Hristiyan olduğunuzu onlara gösterin. Onlarla yüz yüze geldiğinizde aman verilmeyecektir. Esir alınmayacaktır. Silahlarınızı öyle isti'mal ediniz ki hiçbir Çinli 100 sene sonra bir Alman'a yan gözle bakmaya cesaret edemesin. Askerliğinizi vikaye ediniz.
Ne yazık ki Çin'e giden heyetin özgül bir ağırlığı yoktu. Osmanlı Halifesini temsil eden heyetin ipleri tamamen Almanların elinde bulunduğunu yine bir Fransız kaynağından öğreniyoruz:
Sayın Bakan,
General Enver Paşa, Sultan'ın, bizzat İmparator Guillaum'un teşvikiyle, Çinli isyancıların (Boxers) sebep olduğu ayaklanmalara karışmamaları ve onları sakin olmaya davet etmek için, kendisini Müslüman halkların yanına elçi olarak göndermeğe karar verdiğini itiraf etti.
Bütün talimat kendiısine, Çin'deki Alman ajanlar vasıtasıyla ulaşıyor olmalı. Şangay'daki Fransız Genel Konsolosluğu, hatırı sayılır derecede kalabalık bir Osmanlı tebaası hamisi olduğundan, General Enver Paşa, buraya varışından üç gün sonra beni ziyarete geldi. Ve ben, kendisinin olduğu gibi, hanımının da Şangay'daki ikametlerini en güzel bir şekilde geçirmeleri için emrine girdim.
Daha ilk ziyaretinde, Çinli dindaşlarının sayısı, dağılımı ve kuvvetleri hakkında, en iptidai bilgilerden bile mahrum olduğunu hemen fark ediyordum. Daha buraya hareketinde, asıl görevi hakkında kendisine belli bir talimat verilmediğinden, çok endişeli görünüyordu.
Bunun dışında, belli başlı Çin şehirlerinde ve özellikle Şangay'da çok uzun zamandan beri kendi hallerine terk edilmiş Müslüman halklara, süslü Hilal sancağını göstermek için Türk konsolosluklarının kurulmasının ve bilhassa ateşli Müslümanların daha çok olduğu bölgelere hareket ışıkları saçan merkezler kurulmasının faydası üzerinde konuşuyordu. Onunla ikinci görüşmemizde, Pekin'deki Alman elçiliğinden beklediği talimatı almadığından rahatsız olduğunu sezdim.
Uzun lafın kısası; Sultan Abdülhamid'in Çin'e gönderdiği heyet Müslümanların hayrından ziyade Almanların çıkarlarını düşünerek hareket etmişti.
Bereket versin heyet vardığında ayaklanma bitmişti de tarihimizde utanacağımız bir girişimde bulunamamışlardı.
Yine de heyet Müslüman Çinliler mezar yeri gibi sorunlarını çözmeye katkıda bulunarak yurda dönecekti.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish