Nef de ticarettedir...

Mayis Alizade, Independent Türkçe için Marianna Belenkaya, Dr. Tuğçenur Ekinci Furtana, Prof. Dr. Gubad İbadoğlu ve Hüseyin Diriöz ile konuştu

Fotoğraf: TCCB

Rusya'nın Ukrayna'ya karşı 24 Şubat'ta başlattığı savaşın hemen ardından Batı'dan gelen yaptırımlar Moskova'nın birçok hesabını altüst ettiği gibi, bölge ülkeleri için de farklı durumların ortaya çıkmasına neden oldu.

29 Mart'ta iki ülke heyetlerinin ilk kez İstanbul'da bir araya gelmesini, Türkiye kendi arabuluculuk girişimi olarak nitelendirmeye çalıştığında ABD'den de ilk homurdanmalar sızmıştı. 

Ankara kapıları tam kapatmazken, Moskova bunu 'dünyaya açılan yegane pencere' olarak nitelendiriyor.

Batı ülkeleri, şimdiye kadar medya ve analiz kurumları üzerinden yaptıkları uyarıları resmi ağızlardan Ankara'ya iletmeye başlarken; 5 Ağustos Soçi Zirvesi'nden sonra Türkiye'nin hiçbir şeye aldırış etmeden yoluna kendinden daha emin şekilde devam ettiği gözleniyor.

Peki, bu yol nereye götürür, uzunluğu nereye kadar olur? 


"Bu, çıkmaz bir yoldur"

Rusya'nın önemli Türkiye ve Ortadoğu uzmanlarından Marianna Belenkaya, Independent Türkçe'nin konuya ilişkin sorusunu şu şekilde yanıtladı:

Türkiye ve Rusya'nın ekonomi alanındaki sıkı ilişkileri ABD, AB ve diğer Batılı ülkeleri kızdırıyor. Ortaya NATO üyesi ülkelerinin çoğunun Rusya'yla karşı karşıya gelmesine rağmen Ankara'nın bu politikaları hiçe sayması gibi bir durum çıkıyor. Burada hem silah alımı hem de siyasi işbirliği söz konusu.

Ankara'nın Moskova'yla kolay diyalog kurması Batı'yı kızdırıyor. Prensipte Türkiye'nin tamamen kendi çıkarlarını gözeterek ve kimseye danışmadan yürüttüğü bağımsız politika Batı'yı sinirlendiriyor. Ekonomi alanındaki işbirliğinin gelişmesine gelince, -gerek seyahat gerek finans ve ticaret açısından- Türkiye Rusya için dünyaya açılan bir pencere haline gelmiştir. Ankara'yla temaslar Moskova'ya Batı yaptırımlarının etkilerini bir nebze olsun hafifletme fırsatı tanıyor. 

 

Marianna Belenkaya.jpg
Marianna Belenkaya / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

"Rusya'yla işbirliği içinde olmasından dolayı ABD ve AB, Ankara'yı cezalandırabilir mi?" diye sorusunu yanıtlayan Marianna Belenkaya, "Teoride evet. Hem de ekonomik mekanizmalar üzerinden. Ancak daha önceki deneyimler gösterdi ki; Batı'nın Ankara üzerinde kuracağı baskılar Moskova'yla ittifakını güçlendirecektir. Onun için bu, çıkmaz bir yoldur" dedi.


"Türkiye, riskli bir yol takip ediyor"

Özellikle Devlet Başkanları Putin ve Erdoğan'ın 5 Ağustos Soçi buluşmasından sonra Batı'nın Rusya'ya uyguladığı bel bükücü yaptırımlar ortamında Türkiye'nin Rusya'yla ilişkilerini geliştirmesinin, iki ülkeye ne gibi yararlar sağlayacağı ve Türkiye'nin bundan zarar görüp-görmeyeceği sık sık konuşuluyor.

Independent Türkçe'ye değerlendirmelerde bulunan London School of Economics öğretim görevlisi Prof. Dr. Gubad İbadoğlu, Ankara'yı uyarmayı ihmal etmiyor: 

Soçi buluşmasında Türkiye'nin Rusya'dan aldığı doğalgazın bir kısmının rubleyle ödeme konusunda anlaşmaya varılması ve iki ülke arasındaki ticaret hacminin 2030 yılında 100 milyar dolar düzeyine ulaştırılmasına dair niyet beyanından sonra beş bankanın Mir finans operasyonuna katılması Batı'nın dikkatini çekti.

Basın ve kimi analiz kurumları Türkiye'nin Rusya'yla bu kadar yakınlaşmasının sonuçta yaptırımlara neden olabileceğini dillendirirken ABD Maliye Bakanlığı üst düzey yetkilisinden Türk meslektaşı Yunus Elitaş'a gelen uyarı mesajı da gündeme düşünce işin ciddiyeti yavaş yavaş kavranmaya başlandı. Kendi görüşüm olarak Rusya'yla ekonomi alanında ilişkilerini geliştiren Türkiye'nin riskli bir yol takip ettiğini söyleyebilirim. 


"Türkiye ekonomisin halihazırdaki durumunda Batı yaptırımlarına kesinlikle hedef olmaması gerekir. Onun için Rusya'yla ekonomi alanında ilişkileri derinleştirmeye çalışırken bunun ciddi düşünülmesi gerektiğini ifade etmek durumundayım" şeklinde konuşan Prof. Dr. İbadoğlu, sözlerine şöyle açıklık getirdi:

Çünkü rakamlara baktığımızda başta petrol ve doğalgaz olmak üzere, bu ticari operasyonlarda Rusya'nın karlı çıktığını görüyoruz. Rusya ulusal parası rublenin daha güçlü durumda olması Türkiye'ye ihraç edilen doğalgazın ücretinin rubleyle ödenmesi durumunda bile Türkiye'nin bundan yarar sağlamayacağını gösteriyor. 
 

Gubad İbadoglu.jpg
London School of Economics öğretim görevlisi Prof. Dr. Gubad İbadoğlu

 

Prof. Dr. Gubad İbadoğlu'na göre, ABD Maliye Bakanlığı uyarısında dikkati çeken başka bir husus da ekonomi ve ticaret alanında Türkiye-Rusya yakınlaşmasının Washington'dan habersiz gerçekleşmesi.

Putin ve Erdoğan'ın Soçi'de, 2030 yılına kadar ticaret hacminin 100 milyar dolara çıkarılması yönünde bir niyet beyan ettiklerini söyleyen İbadoğlu, geçen yıl ise iki ülke arasındaki ticaret 35 milyar dolar olduğunu hatırlattı. 

İbadoğlu, "Türkiye'nin Rusya'dan ithalatının yaklaşık yüzde 60'nın petrol ve doğalgazdan ibaret olduğunu ve ülkenin cari açığının da yaklaşık yarısının bu alandan kaynaklandığını hesaba katmakla kalmayıp; karşılıklı ithalat-ihracat rakamlarını da buraya eklediğimizde 2030 yılında 100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefinin pek de gerçekçi olmadığını tahmin edebiliriz" dedi.


"Rubleyle ödemeler Türkiye'ye büyük sıkıntılar çıkaracak"

Türkiye'nin Rusya'ya ödemelerinin bir kısmının ABD doları yerine rubleyle gerçekleştirmesi hakkında Prof. Dr. İbadoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

Öncelikle şunu ifade etmem gerekir: Çökmekte olan Rusya ekonomisine ödemelerin rubleyle yapılması kısa sureli bir soluklanmaya neden olacaktır.

Rahmetli Necmettin Erbakan'ın ünlü tabiriyle ifade edersem, 'pansuman'  görevini yerine getirecek. Orta ve uzun vadede ruble üzerinden yapılacak ödemeler Türkiye için büyük sıkıntılar ortaya çıkarabilir ve hatta çıkaracak diyebilirim. Enerji fiyatlarının ucuzlamanın yaşanması durumunda ise Rusya'nın kazançlarının otomatikman düşüş yaşanacaktır ki, bu da Türkiye'deki Rusya yatırımlarının finansmanını zorlaştıracak.

Sonuçta gerek rublenin ve gerekse TL'nin değerinin önemli ölçüde ABD doları üzerinden belirlenmesinden dolayı bir süre sonra Türkiye-Rusya ekonomik-ticari ilişkilerinde Türkiye'nin aleyhinde bir dizi faktörler ortaya çıkabilir. 


"Türkiye'nin ödemelerin bir kısmını rubleyle yapması Rusya ekonomisinde katma değer yaranmasına neden olacağından, Türkiye'nin bu operasyonlardan elde edeceği yararın da iyi hesaplanması kaçınılmaz bir durumdur" diyen Prof. Dr. Gubad İbadoğlu, "Türkiye ekonomisinin ana sorununun petrol ve doğalgazdan kaynaklanan cari açık olduğunu ve bunun Türkiye'yi bir ölçüde az daha Rusya'ya bağımlı kılma tehlike ve endişesinin mevcut olduğu bir ortamda Soçi buluşmasından sonra iki ülke arasındaki ticari-ekonomik ilişkilerini geliştirme eğiliminin ilerde doğurmuş olacağı siyasi ve uluslararası alandaki sıkıntıların da çok iyi analiz edilmesi kaçınılmazdır" ifadeleriyle sözlerini tamamladı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Soçi'de 5 Ağustos'ta gerçekleşen Putin-Erdoğan buluşması olağanüstü durumlarda uluslararası ticaretin getirileri ve kayıpları konusunun daha sık gündeme gelmesine neden oldu.

Independent Türkçe'nin bu konudaki sorularını yanıtlayan konunun uzmanı, İstanbul'daki Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Tuğçenur Ekinci Furtana'a göre ortaya çıkmış fırsatları kendi lehine çevirerek çok iyi değerlendiren Türkiye'nin attığı adımlar doğru.

Dr. Tuğçenur Ekinci Furtana, şu değerlendirmelerde bulundu:

Uluslararası ticaret politik gelişmelerden olumlu ya da olumsuz etkilenebilir. Bir ülkenin devlet başkanı iş adamlarını alıp başka bir ülkeye çıkartma yapar ve siyasi ilişkileri ticari ilişkilerle de destekleyerek gelişmesine yardımcı olabilir. Bunun tam tersi, siyasi yaptırımlarla kötü giden siyasi ilişkiler sebebiyle uluslararası ticaret üzerinde ilave engeller oluşturulabilir. Ve hatta ticaret yapılmaması için tüm sınırlar kapatılıp, resmi para işlemi yapılması da engellenebilir.

Ancak tüm bunlar, uluslararası ticareti durdurmaya yetmez. 
Ticaret yapan taraflar, eğer o ürüne ülkesinde gerçekten ihtiyaç varsa ve eğer uygun fiyata alabilecekse, bir yolunu bulur ve o ticareti yaparlar.  Bu durumun dünya üzerinde pek çok örneği mevcut. Özellikle Batı'nın siyasi ve ekonomik yaptırımlarına maruz kalan ülkeler, ticaretini devam ettirmek zorunda. Çünkü uluslararası ticaretin teorisi de buna dayanmaktadır ki, hiçbir ülke kendi ihtiyaçlarını sadece kendi kaynakları ile karşılayabilsin.

Rusya, Sovyetler Birliği döneminde birlikteki her ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarına göre tamamlayıcı şekilde düzenlemiş ve karşılıklı bağımlılık prensibini de gerçekleştirmişti. Sovyetlerin dağılmasından sonra ise, çoğu ülke kendi başının çaresine bakmaya devam ederken bazıları Rusya Federasyonu'na uluslararası ticarette de bağımlılığına devam etti.

Rusya Federasyonu ise, dağılmanın ardından kendi ülkesinin ihtiyaçlarını farklı ülkelerden karşılamayı ve ticari ilişkilerle birlikte siyasi ilişkilerini de eski Sovyet ülkeleri dışındaki ülkelerle geliştirmeyi sürdürdü. 


"Savaşın, Türkiye için oluşturduğu fırsat…"

"Uluslararası ticaretin en temel özelliği, iletişim kanallarını açık tutması ve karşılıklı bağımlılık prensibi ile barışın korunmasına sağladığı destek olduğunu hatırlatan Dr. Ekinci Furtana, "büyük bir talihsizlik ve bu tezin tam tersi bir durum olarak" Rusya-Ukrayna savaşının, ekonomik olarak da farklı sonuçları beraberinde getirdiğini vurguladı.
 

Vesikalık.png
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Tuğçenur Ekinci Furtana

 

"Batı tarafından ekonomik yaptırımların yeni hedefi Rusya oldu. Ancak bu kez durum biraz daha farklı, çünkü Avrupa Rus doğalgazına bağımlı, birçok ülke de açlık tehlikesi seviyesinde Rus hububat ürünlerine muhtaç" diyen Dr. Ekinci Furtana, "Türkiye'nin coğrafi konumu ve Rusya-Ukrayna savaşının başından itibaren izlediği yüksek siyasi başarı ile tarafsız kalabilmesi sayesinde hala iki tarafın da güvenini koruyor. Tahıl koridorunun açılmasındaki özverisi ve güvenli geçişi sağlamasındaki başarısı ile de güven artışı devam ediyor. Tüm bunların yanında halihazırda Rusya Federasyonu, uluslararası ticaret sistemine büyük ölçüde entegre olmuş ve farklı ihtiyaçları için çeşitli ülkelerle ekonomik ilişkilerini devam ettirmekteydi. Birdenbire, Batı sermayesinin ülkeden çıkması Türk firmaları için bir fırsat oluşturdu. Bu durum, zaten coğrafi olarak yakın olduğumuz, ticari ilişkilerimiz on yıllar içinde oldukça güçlendiği, enerji ithalatında üçte bir oranında bağımlı olduğumuz ve oluşan dış ticaret açığını kapatmak için türlü yollar aradığımız Rusya ile savaşın Türkiye için oluşturduğu fırsat olarak tanımlanabilir" yorumunu yaptı.


"İhracat rakamları çok daha fazla artacaktır"

Türkiye'nin temmuz ayında ticaretinin en çok arttığı ülkenin Rusya olduğunu hatırlatan Dr. Ekinci Furtana, "Türkiye'nin Rusya'ya ihracı temmuz ayında geçen yılın aynı dönemine göre 236 milyon 932 bin dolar artışla 609 milyon 68 bin dolara çıktı (TÜİK). Yüzde 13 ile gerçekleşen bu artışta, Türkiye'nin temmuz ayı ihracatında en önemli kalemler kimyevi maddeler, yaş sebze ve meyve, makine aksamı, otomotiv yedek parça ve tekstil ürünleri mevcut. Bu rakamlarla Rusya Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı yedinci ülke oldu" bilgisini paylaştı.


"Ticaret yolunu bulur ve gitmesi gereken ülkeye bir şekilde ulaşır"

Dr. Tuğçenur Ekinci Furtana, "Mevcut ihracat rakamlarının yılsonuna kadar artışı şaşırtıcı olmayacaktır. Rusya'ya ihracat yapmaya devam etmek isteyen ancak yaptırımlar sebebiyle bunu gerçekleştiremeyen şirketler halihazırda işlemleri Türkiye üzerinden yapıyor ve yapmayı planlıyorlar. Bu nedenle, ihracat rakamları çok daha fazla artacaktır. Çünkü uluslararası ticareti tamimiyle engellemek mümkün değildir. Ticaret yolunu bulur ve gitmesi gereken ülkeye bir şekilde ulaşır. Bu gelişme de, değişen koşullara hızla uyum sağlayan ve çözüm yolları üreterek uluslararası ticarete ve Türkiye'nin ihracatına katkı sağlayan ihracatçılarımızı da tebrik etmek gerekir" ifadeleriyle sözlerini sonlandırdı.


"Türkiye-Rusya ilişkilerinin çok uzun ve inişli çıkışlı bir geçmişi var"

Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin gelişmesini diplomasinin ve uluslararası ilişkilerin kuralları çerçevesinde değerlendiren eski NATO Genel Sekreter Yardımcısı, Türkiye'nin Moskova'daki eski büyükelçisi Hüseyin Diriöz, ilişkiler geliştirilirken Batılı ülkelerle yakınlıkların unutulmaması gerektiğine işaret etti.

Independent Türkçe'ye konuşan Türkiye'nin deneyimli diplomatlarından Hüseyin Diriöz, "Türkiye'nin Rusya'yla ilişkilerinin çok uzun ve inişli çıkışlı bir geçmişi var. Şu anda Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşıyla ilgili gelişmeleri değerlendirirken bu arka planı da ihmal etmemek gerekir diye düşünüyorum" dedi.

Hüseyin Diriöz, sözlerini şöyle sürdürdü:

Savaşlar da oldu; barış ve işbirliği dönemlerine de tanıklık edildi. Karadeniz, Kafkaslar, Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya, Doğu Akdeniz gibi alanlarda etkileşimler oldu; keza ticari ilişkiler, enerji ilişkileri, turizm gibi birçok açıdan hatırı sayılır gelişmeler kaydedildi.

Kurtuluş Savaşı sırasında, yeni kurulan Bolşevik rejiminin desteği, İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye'nin NATO'ya üyeliği, Soğuk Savaş yılları… çeşitli aşamaları temsil ediyor. Bu gelişmelere bir bakıma paralel diğer bir gelişme de, Türkiye'nin, Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren Batı'ya ve oradaki yeniliklere yönelmesi oldu. 

Soğuk Savaş döneminin ortalarına gelindiğinde, 1960'lı yıllardan itibaren, Kıbrıs meselesiyle de bağlantılı olarak, Türk dış politikası, Batı dünyasındaki yerinden vazgeçmeksizin, çok yönlü bir nitelik kazandı. 1970'lerde başlayan (ve kısa süren) Doğu ile Batı arasındaki yumuşama (détente) süreci kapsamında bazı Batılı ülkeler Sovyetler Birliği'yle ilişkilerini geliştirdiler.

Bu bağlamda Almanya'nın Ostpolitik'ni zikredebiliriz. Keza Türkiye'nin de Sovyetler Birliği'yle ilişkileri çeşitlenmiş, Aliağa Rafinerisi, İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Seydişehir Alüminyum tesisleri gibi önemli Sovyet yatırımları Türkiye'de gerçekleşmişti. Soğuk Savaş sonrası dediğimiz dönemde bu ilişkiler Rusya ile daha da hızlanmış ve çeşitlendi. Almanya, Fransa, İtalya gibi Türkiye de, Rusya ile bu tür ileri ilişkilere sahip olan NATO ülkelerinden biri konumunda oldu. 

 

Hüseyin Diriöz.jpg
Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Hüseyin Diriöz / Fotoğraf: AA

 

Diriöz, "Ukrayna'yla ilgili gelişmelerde bu arka planı hatırda tutmakta yarar var. Bu konuda Türkiye, Rusya'nın Ukrayna'ya açtığı savaşa karşı olduğunu, bu alanda alınan çeşitli uluslararası kararlara da katılmak suretiyle gösterdi. Öte yandan, hem Ukrayna ve hem de Rusya ile dengeli bir ilişki sürdürüyor. Bu da Türkiye'nin, bir ateşkese varılması, bir çözüm aranması gibi konularda diyalog ortamı sağlayabileceğini ve dünyada açlık sorununu ağırlaştıracak olan tahıl nakliyesi probleminin aşılmasına yönelik adımlara önemli yapıcı katkılarda bulunabileceğini gösterdi" diye konuştu.

"Her ülke gibi Türkiye de bu alandaki uygulamalarında kendi ulusal çıkarlarını da hesaba katıyor" diye vurgulayan Diriöz, son olarak, "Örneğin 2014'de Kırım'ın ilhakını takiben, diğer Batılı ülkelerle birlikte Türkiye de bu ilhakı tanımadı. Ancak yaptırımlara da katılmadı. Şimdi Ukrayna'yla ilgili olarak Rusya'ya getirilen yaptırımlara da katılmıyor, ama Avrupa ülkeleri de örneğin doğalgaz ithalatını hemen yaptırım kapsamına tümüyle sokmamış, tedrici bir bağımlılık azaltma programı öngörmüşler ve hatta bazı ülkeler için muafiyet de tanımışlardır. Dolayısıyla, kanaatimce, Türkiye açısından öncelik, söylem yani kamu diplomasisi ve tutumumuzun makul bir şekilde izah edilmesi ve ikili düzeydeki ticari ilişkiler devam ettirilirken, bir yol kazasına imkan verilmemesidir. Yani 'sağlam ve tam teşekküllü bir demokrasi vizyonu üzerine kurulu' dış ve güvenlik politikaları kapsamında hareket edip, en yoğun ekonomik ilişkiler içinde bulunduğumuz Batılı ülkelerle sağlam ilişkiler sürdürerek ilerlemekte fayda vardır diye düşünüyorum" ifadelerini kullandı.


 

Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret ve ekonomi alanındaki ilişkilerin gelişmesi için çok emek sarf etmiş olan eski Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, yanılmıyorsam, "100 milyar dolar" hedefi koyan siyasetçi olarak tarihe geçmiştir

(Kuşkusuz, bu rakamı her defa dile getirdiğinde "Sayın Başbakanımın talimatlarıyla" demeyi ihmal etmiyordu.)

Vladimir Putin'in ekibinde hep önemli görevler üstlenmiş Viktor Hristenko, 2007 yılında, enerji bakanı sıfatıyla Kürşat Tüzmen ile düzenlediği ortak basın toplantısında, "Yüksek teknolojiler alanında işbirliği yapacağız" deyince, sözünü keserek  "'Yüksek teknolojiler'den kastınız nedir?" diye sormuştum.

Soru, Hristenko için sürpriz teşkil etmiş olmalı ki omuzlarını çekerek basın toplantısını sona erdirmişti.

İşte o 'yüksek teknoloji'; Akkuyu Nükleer Santrali olabilir miydi?

İki ülke arasındaki ekonomik-ticari her şeyi bir kenara koysak dahi, sadece Akkuyu'nun Rusya tarafından yapılmasını nasıl değerlendirirdiniz?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU