Gelecekte yer ayırtmak

Birinci Dünya Savaşı'nın sonucu kendi kaderini tayin hakkı, ikincisininki ise insan haklarıydı. Her ikisi de bilahare tarihin akışını etkiledi. Acaba Ukrayna savaşının ne gibi bir sonuç ortaya çıkarması bekleniyor?

Fotoğraf: AFP

Her büyük mücadelede bir kazanan ve bir kaybeden vardır. Büyük savaşlarda iki taraf eşit değildir.

Rusya-Ukrayna ihtilafı bağlamında dünyanın tanık olduğu şey, iki büyük taraf arasındaki büyük bir savaştır; bir yanda Rusya Federasyonu ve müttefikleri, diğer yanda demokratik endüstriyel Batı.

Demokrasi kavramı biçim ve konu bakımından geniştir, fakat (doğrudan monarşi) dışındaki hükümetlerin tüm demokratik deneyimlerinin birleştiği husus, yönetimde (iktidarın barışçıl bir şekilde devir teslimini) benimsemeleridir.

Devam eden savaşın görünür bahanesi, Rusya'nın hayati çevresinin tehdit edildiği ve onun da bu çevreyi güvence altına almak istediği veya Ukrayna'daki (Nazi) hükümetinin insanlığa düşman olduğudur.

Bunun gibi farklı bahaneler öne sürülüyor. Ancak derinde bu, kendilerini dünya liderliği için en iyisi olarak gören ve dünyanın kendi yönetim modellerini izlemesi gerektiğini düşünen güçler arasındaki bir çatışmadır.

Ne zaman ve nasıl biteceğini kimsenin kestiremeyeceği bir (karşılıklı büyük zarar verme) savaşıdır. Her iki taraf da hedeflerine ulaşmaya kararlı ve hedeflerinden bazıları kendi kamplarındaki taraflar için bile muğlaktır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Tanık olduğumuz çatışmanın özü, tozunu tüm dünyaya yayıyor. Sovyetler Birliği'nin benimsediği (sosyalizm) fikri ve hatta Çin deneyimi, bizzat Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve Çin'in ​​(kapitalist sosyalizm) olarak bilinen bir modele dönüşmesiyle birlikte öldü. Rusya da aynı modeli benimsiyor.

İdeolojik fikrin ölümüne ve uygulamada başarısız olmasına rağmen, siyasi kolu ölmedi. Bu dalın adı "ömür boyu yönetme" yani "barışçıl iktidar değişiminin" ortadan kalkmasıdır.

Uzman olmayanlar, Batı'da uygulanan biçimiyle demokrasinin toplumun tüm sorunlarını çözdüğünü ve demokrasinin tek olduğunu savunurlar.

Bu yanlış bir yorum, zira tüm dünyadaki coğrafi bölgeler gibi toplumların da ekonomik, sosyal veya politik olsun hastalıkları çeşitli ve farklıdır.

Bu nedenle, demokrasinin tezahürleri de farklıdır. İngiltere'deki Westminster demokrasisi, ABD'deki Jefferson demokrasisinden ve ayrıca İsveçli veya Fransız muadillerinden farklıdır. Ancak büyük bir ortak noktaları vardır, o da barışçıl iktidar devir teslimidir.


Son yıllarda, dünyanın (demokratik) tarafındaki ekonomik baskılar nedeniyle (illiberal demokrasi) adı verilen yeni bir kavramın ortaya çıktığını görüyoruz.

Bu kavram demokrasiyi bir ulusal ırkla sınırlandırıyor ve özellikle Batı'ya artan göç talebinin ardından diğer ırklara açıkça düşmanlık ediyor.

Buna bağlı olarak milliyetçi hükümetler ortaya çıktı ve hatta bazı toplumlar aynı kişiyi (süresiz olarak) tekrar tekrar seçmeye yöneldi.


Savaş, barışçıl iktidar devir teslimi ile mümkün olduğunca iktidarda kalma arasındadır. Nitekim demokrasinin kalesi olarak bilinen ABD'de bile böyle bir savaş verildi.

Sayın Donald Trump seçimlerin galibi olduğuna karar verdi ve bazı taraftarlarını, illiberal demokrasiyi empoze etmek için daha önce emsali yaşanmayan Kongre baskınını gerçekleştirmeye iten bir mücadeleye girişti.

Ukrayna savaşından önce de Rusya, Amerikan seçimlerine (siber saldırı) veya medya dezenformasyonu gibi modern teknolojiler yoluyla müdahale etti. Keza Alman seçimlerine de.

Fransa'da yabancı düşmanı ve Rus yanlısı aşırı sağın finansmanı, bilindiği gibi Rus bankaları üzerinden yapıldı!


Dolayısıyla bugün ateş ve topla sürdürülen savaş, barışçıl devir teslime dayanan demokrasiyi yıkmak için sandıkları kullanan soğuk savaşın devamıdır.

Daha önce söylediğimiz gibi sosyalizm ekonomik ve sosyal biçimiyle öldü, ancak siyasi biçimi ayakta ve istikrar, güvenlik ve kalkınma vaat eden (kalıcı totaliter yönetimi) güçlü bir şekilde savunuyor!

Ancak bu tür bir yönelimin karşı karşıya olduğu açmaz, kapsamlı anlamıyla siyasal gelişme olmaksızın gelişmenin bir süre sonra toksinlerini toplumun içine salgıladığı için bir engele dönüşmesidir.

Bu toksinlerin başında da totaliter yönetimlerin ikiz kardeşi olan yolsuzluk gelmektedir. Yolsuzluk sonunda halkları bu duruma isyan etmeye sevk eder.

Ayrıca, başarılı olması durumunda ekonomik kalkınma, kaçınılmaz olarak bir tür (politik reform) gerektirecektir.


Bazı demokratik ülkelerde, demokratik uygulamalar derinleşmiş ve yerleşmiştir. Son haftalarda İngiltere'de yaşananlar bunun açık bir örneği olabilir.

Boris Johnson, Birleşik Krallık'ı Avrupa Birliği'nden en az zararla çıkardığı için bir bakıma (ulusal kahraman) sayılıyor ve partisine eşi görülmemiş bir çoğunluk sağlayan bir seçim zaferi de kazandı.

Bunlara rağmen (güven ve onur) konusundaki hataları, sonunda onu başarısızlığa uğrattı.

Olan şu ki, Boris Johnson'ın siyasi tabutuna son çiviyi çakanlar, babaları Hindistan kıtasından göç etmiş politikacılardı.

Ayrıca şimdiye kadar parti liderliğine aday isimler arasında Hint ve Afrika kıtasından ve hatta Arap ülkelerinden gelen göçmenlerin çocukları da var!

Yıllar önce de Müslüman bir babanın oğlu olan siyahi Barack Obama Beyaz Saray'da başkan olmuştu.
 


Tarih ne yönde ilerliyor?

En mantıklı varsayım, tarihin çeşitli biçimlerde yönetimde katılıma doğru ilerlediğidir.

Ayrıca aynı tarih, halkların, belirli bir kişinin (ömür boyu) yönettiği totaliter ve kişisel bir yönetimin esiri olmalarını da reddeder.

Bu, Ukrayna savaşının temel meselesidir. Halkların ister Tunus'taki (şanssız) Yasemin Devrimi, isterse Kolombo'daki son Sri Lanka devrimi ile aralarında yaptıkları ve gelecekte yapacakları devrimler, hep bu mesele uğruna yapılmıştır.

AB'nin itirafıyla, Ukrayna liberal Avrupa'nın görmesini istediği gibi demokratik bir ülke olmadığından, gelecekte Birlik üyesi olmak istiyorsa bir dizi reformu hayata geçirmeli.

Bu noktada görelilik kriteri denkleme giriyor; az da olsa var olan demokrasi kendisini tamamen kaybetmekten iyidir.

Bu nedenle, Batılı plancı, taraftarlarının alanını genişletmek istiyorsa, bu savaşın nesnel koşullarını anlamalı. Demokrasinin kat edilmesi gereken aşamaları ve dereceleri olduğunu kabul etmeli.


Araplar bu amansız savaşta bir seçim yapmak zorundaysa, geleceği seçmeliler.

Katılım, insan haklarını savunma ve yolsuzluğu ortadan kaldırma yönünde ilerleyerek kendilerine gelecekte makul bir yer ayırtmalılar. Bu konuların ortası yoktur.

Öte yandan bazıları (totalitarizm) kutbunun kendilerine daha yakın olduğunu düşünüyorlarsa, bu bir dar görüşlülüktür, çünkü (ekonominin gelişmesi kaçınılmaz olarak katılım yönünde bir tür siyasi gelişmeye yol açacaktır) kanunu kaçınılmazdır.


Son söz; Birinci Dünya Savaşı'nın sonucu (kendi kaderini tayin hakkı), ikincisininki ise insan haklarıydı. Her ikisi de bilahare tarihin akışını etkiledi. Acaba Ukrayna savaşının ne gibi bir sonuç ortaya çıkarması bekleniyor?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU